• Sonuç bulunamadı

A. HAYATI

2. Eserde Yer Alan Bölümler ve Hikâyeler

2.2. Āġāz-ı Kitāb

2.2.1. Su’āl-i Püser-i Evvel Ez-Peder

2.2.3.1 Cevāb-ı Peder Püser-rā

Padişah “Kötü fikirli olma da gözündeki şehvet perdesini kaldırayım. Gönlünde şehvetten başka bir şey olmayınca aklın fikrin hep bunda. Âlemde o kadar sır varken şehvetten başkasına talip değilsin. İsa’ya arkadaş olmak varken eşeğine yoldaş oluyorsun. İsa gibi şehveti terk et de yücel, eşek gibi şehvet esiri olmak insana yaraşmaz. Şehvetteki tat bir nefesliktir, akıllı insan ebedî zevklerin peşine düşer. Eğer şehvet çok şiddetli olursa bundan muhabbet, muhabbetten aşk, aşktan da şegaf (delice sevme) doğar. Gönülde şegaf gizli oldu mu seven, sevdiğinde yok olur. Neticede şehvet istenen bir şey değildir. Nefsin arzularına esir olmaktansa ölmek daha iyidir. “ der ve başka bir hikâyeye geçer.

(İlâhî-nâme: 1/61–62, 794–807.)

2.2.4. (2) Ḥikāyet-i Şeh-zāde Be-Ān-Zen-i Pākīze (960–1014)

Bir padişahın yakışıklı, iyi ahlâklı bir şehzadesi vardır. Şehrin kadınlarından biri bir görüşte şehzadeye âşık olur ve muhafızların dayağına rağmen şehzadenin peşinden hiç ayrılmaz. Şehzade durumdan çok rahatsız olur ve babasına şikâyet eder. Padişah, ceza olarak kadının bir atın arkasına saçlarından bağlanarak sürüklenmesini, parça parça edilmesini uygun görür. Cezanın infaz edilme vakti geldiğinde kadın padişahtan son bir istekte bulunur ve bağlanacağı atın şehzadeye ait atın olmasını arzular. Bu istekle padişahın gönlü yumuşar, kadının gerçek âşık olduğunu anlar ve himaye edilmek üzere saray kadınlarının yanına gönderir.

(İlâhî-nâme: 1/62–66, 808–857.)

2.2.4.1. ‛İbret (1015–1024)

Š Hakikî âşık sevdiği uğruna namus, mal, can neyi varsa feda eder.

Š İnsan fânî aşklarda her şeyini feda edebiliyorsa “Allah aşkı” uğruna daha fazlasını göze almalı veya âşıklık iddiasında bulunmamalıdır.

2.2.5. (3) Ḥikāyet-i Seyyid ü Dānişmend ü Muḫanneẟ Der-Ḥabs-i Küffār

(1025–1044)

Bir seyyid, bir fıkıh âlimi ve bir muhannes (eşcinsel erkek) Rum ülkesine seyahat ederken tesadüf eseri bir araya gelirler ve çok geçmeden küffar askerleri tarafından tutuklanır, işkence görürler. İşkenceden kurtulmak için yapmaları gereken tek şey put önünde secde etmektir. Durumu kendi aralarında değerlendirmek için mühlet isterler. Kendilerine mühlet verilir. Seyyid “Kalbte iman oldukça ve zaruret varsa put önünde secde etmenin bir mahzuru yoktur. Üstelik ben peygamber torunuyum, Hz. Muhammed bana şefaatçi olur” der. Fakih de benzer bir görüş beyan eder ve “Ben Hz. Peygamber’in ilminin varisiyim, yarın bana şefaatçi olur.” diye fikir bildirir. Muhannes ise çaresizlik içinde “Ne peygamber torunuyum, ne ilmim ne de amelim var. Bunca günahla Hz. Peygamber de şefaat etmez. Bu hâldeyken put önünde secde etmeyi uygun görmüyorum.” der ve secde edeceğine başının kesilmesini yeğler.

(İlâhî-nâme: 1/66–68, 858–876)

2.2.5.1. ‛İbret (1045–1056)

Š Belalar imtihan vesilesidir. İyi ile kötü, mert ile namert bela zamanında belli olur.

2.2.6. (4) Ḥikāyet-i Süleymān Nebī ‛Aleyhi’s-Selām Ol Mūr ile Ki İni

Öñinde Depeyi Ṭaşımaġa ‛Azm İtmişdi (1057–1079)

Hz. Süleyman bir yere giderken karınca sürüsüyle karşılaşır. Bütün karıncalar kendilerince tazimde bulunurlar. Fakat bir karınca umursamadan işine devam etmekte, yuvasının önündeki bir tepeyi taşımaya çalışmaktadır. Hz. Süleyman karıncaya seslenir ve “Nuh Peygamber gibi uzun ömürlü Eyüp Peygamber gibi sabırlı olsan da bu tepeyi yuvanın önünden temizleyemezsin. Boşa zahmet çekme.” der. Karınca da “Himmet erine dağlar saman çöpü gibi gelir. Allah’ın yardımı olursa dağla saman çöpünü ayırt etmem. Kendim küçük olabilirim ama himmetim ve niyetim büyük. Şurada âşık olduğum siyah bir karınca var. Yuvanın önündeki bu tepeyi kaldırırsam vuslatına nail olabileceğimi söyledi ben de tepeyi temizleyinceye kadar uğraşacağım. Ömrüm yetmese de aşk davasında sadık olduğum görülür.” cevabını verir.

(İlâhî-nâme: 1/68–69, 877–895.)

2.2.6.1 ‛İbret (1080–1095)

Š Akıllı insan başkalarının yaşadıklarından ibret alabilen, görmeyi körlerden öğrenebilendir.

Š Hikâyedeki karıncanın sevgilisi gibi, Allah da kullarına elest meclisinde “vuslat” için bir söz vermiştir. Vuslata erişmek için “vücûd” hicabını kaldırmaya çalışmak, en azından bu yolda çalışmak gerekir. Devlet, bu hicabı kaldırabilenindir.

2.2.7. (5) Ḥikāyet-i Emīrü’l-Mü’minīn Şīr-i Ḫudā ‛Aliyyü’l-Murteżā

Kerrema’llāhu Vecheh Bā-Mūr-ı Şikeste-Pā (1096–1117)

Hz. Ali bir yürüyüş esnasında farkında olmadan bir karıncanın üzerine basar ve kolunu bacağını kırar. Tekrar yürümesi için ne kadar uğraşsa da fayda etmez. Bu duruma çok üzülür. Gece rüyasında Hz. Peygamber’i görür. Hz. Peygamber Hz. Ali’ye “Aceleyle yürüme, bir karıncayı ezerek yedi kat gökyüzünü velveleye boğdun. Niçin yürürken dikkat

etmiyorsun. Karınca diye hakir görme. ” diye hitap eder. Hz. Ali korkudan titremeye başlar. Hz. Peygamber sözüne devam eder ve karıncanın kendisinden şikâyetçi olmadığını, kasıtlı olmadığı için bağışladığını “Ben bağışladım Allah’ım sen de affet.” dediğini belirtir.

(İlâhî-nâme: 1/69–71, 896–922)

2.2.7.1. ‛İbret (1118–1137)

Š İyi insan Hak’tan haberdar olan, yürüyüşü Hakk’a doğru olan boş yere gitmeyen insandır.

Š Ârif, adımını dikkatli atar, kör gibi yürümez. Dikkatsizce yol almaya çalışanlar yol üzerindeki kuyulardan birine düşerler.

Š İnsanla karıncayı ayırt etmeden kimseye zararımız dokunmamalı, bizim yüzümüzden hiçbir canlı incinmemelidir.

Š Mazlumun âhını almaktan sakınmak gerekir çünkü bu âh çok yıkıcıdır ve önünde hiçbir kale dayanmaz.

Š Adımlar da nefesler gibi sayılıdır. Bu sayılı adımları nefsin saçma sapan arzularında harcamamak, iyi işlere vakfetmek gerekir.

Š Sonsuz kazançlar elde etme imkânı varken tembellik etmemek, fırsatı değerlendirmek lazımdır.

2.2.8. (6) Ḥikāyet-i Nūşīrevān Bā-Pīr-i Dıraḫt-Nişān (1138–1155)

Nuşirevan atıyla seyahat ederken yaşlı, iki büklüm beline rağmen, ağaç dikmeye çalışan bir adamla karşılaşır. Nuşirevan ihtiyara hitapla “ Yetmiş yaşına gelmişsin, meyvesini mi yemeyi umuyorsun ki bu ağacı dikiyorsun?”der. İhtiyar da “Öncekiler bizim için ağaç dikmiş, biz hazır yetişmiş bulduk meyvesini yedik. Biz de kendimizden sonrakiler için eser bırakalım, onlar da bizimkilerden yesinler. Mert, başkası için zahmete katlanandır. Bir nefesçik ömrüm kaldığını bilsem bile onu hayırlı işlerde harcamak isterdim.” diye cevap verir. Cevaptan çok hoşlanan padişah, ihtiyara bir avuç altın ihsan eder. Yaşlı adamın “Bak, hiç beklemedim, ağacım daha şimdiden altın yemiş verdi.” demesi padişahın daha da hoşuna gider ve ona köyler bağışlar.

2.2.8.1 ‛İbret

Š Akıllı insanın çalışkan da olması gerekir. Š Emek olmadan yemek olmaz.

Š Dünya ahiretin tarlasıdır; iyi mahsul almak için iyi tohumlar ekmelidir.

Š Din yolunda çalışanlarda kibir bulunmamalı, insanlara hizmet uğruna tuvalet temizliği bile seve seve yapılmalıdır.

Š Hizmet yolundaki zahmetler sebebiyle gam çekilmemeli, bu zahmetlerin neticede “olgunluk” olarak döneceği unutulmamalıdır.

2.2.9. (7) Ḥikāyet-i Şeyḫ Ḫˇāce Zengī Raḥimehu’llāhi Bā-Seg (1165–1174)

Hoca Zengî adlı meşhur bir şeyh vardır. Günün birinde bir adam şeyhin huzuruna gelir ve “Siz mi daha iyisiniz yoksa şu çanak yalayan köpek mi?” diye sorar. Şeyhin mürid ve muhipleri soruyu soran küstah adamı dövmek isterler. Şeyh onlara engel olur ve “Bunu kimse bilemez, imanımı koruyarak bu dünyadan göçersem ben hayırlıyım, imansız ölecek olursam köpek benden hayırlıdır.” buyurur.

(İlâhî-nâme: 1/73, 939–946.)

2.2.9.1. ‛İbret (1175–1190)

Š Manevî yönden yücelikleri artan insanların tevazuları da artar. Kendi kemalleri gözlerine hiç görünmez, nazarları hep kendi ayıpları, kendi kusurları üzerinedir. Š Kemâle ermeyen insanlar kendilerini yüce görür, âlemde bir eşlerinin dahi olmadığı zannı ve büyük bir kibirle hayatlarını sürdürürler.

Š İnsan kendisinin “ne olduğunu” ancak başkasının gözüyle bakabilirse anlar. Bu yüzden insan kendi kendisinin meddahı olmaktan vazgeçmelidir.

Š Yol erleri kendilerini köpekten bile kem görmeli bu tevazu ile yücelmelidirler.

2.2.10. (8) Ḥikāyet-i Ma‛şūḳ-ı Ṭūsī (1191–1198)

Mâşûk -ı Tûsî bir öğle vakti yolda giderken ansızın bir köpekle karşılaşır. Köpeğe bir taş atar, köpek can havliyle uzaklaşır. Köpek uzaklaşır uzaklaşmaz heybetli, yeşiller içinde bir atlı gelerek Mâşûk-ı Tûsî’ye kamçısıyla kuvvetlice vurur ve “Hayvanı niçin incittin, hepimizin madeni bir değil mi, hepimiz aynı Allah’ın kulları değil miyiz?” der.

(İlâhî-nâme: 1/73–74, 947-956.)

2.2.10.1 ‛İbret (1199–1232)

Š Köpek pek beğenilmese de ondaki güzel hasletlerden biri dahi insanı kurtarmaya yeter.

Š Köpek riyazet ehlidir, aza razıdır çoğun yolunu beklemez. Yemeği üç günde bir verilse bile razıdır. Et olmasa kemikle yetinir.

Š Uzun müddet aç bırakılsa dahi efendisinin kapısını terk etmez, hâlini kimseye arz etmez.

Š Sahibinden bin türlü cefa çekse de onun bir “hoşt” demesiyle kırgınlığını unutur. Kapısından kovsa eşiği terk etmez. Sahibinin gündüz kapıcısı, gece, bekçisidir.

Š Efendisinin dostuyla düşmanını bilir ve ona göre davranır.

Š Efendisi yoksul düşse, köpeğini besleyemez duruma gelse, azat etse terk edip gitmez. Bu fakirin kapısında çekeceği cefayı, zenginden göreceği vefaya tercih eder Š Hak âşıklığı davasında bulunan kişide bu hasletlerden hangisi vardır? Allah’ın nimetlerini yerken başkalarına şükreder, minnet duyar. Hiç aç bırakmamışken kapısını terk eder. Ne dostunu bilir ne düşmanını tanır.

Š Yol erlerinin köpekten bile öğreneceği çok şey vardır.

2.2.11. (9) Ḥikāyet-i Ṣōfī Bā-Seg ( 1233–1264)

Elinde asası, sırtında abasıyla bir sofu, yolda giderken karşısına bir köpek çıkar. Asasıyla köpeğe bir darbe indirir ve hayvanın ayağını kırar. Köpeğin feryadı yürekler yakar. Civarda Şeyh Ebu Said de vardır, köpek şeyhe giderek sofuyu şikâyet eder. Şeyh sofuyu çağırarak köpeği niye incittiğini sorar. Sofu, köpeğin yol üstünde durarak namaz kıldığı elbisesini kirlettiğini, bu yüzden vurduğunu söyler. Şeyh sofudan cevabı aldıktan sonra köpeğe dönüp “Gönlünü hoş etmek için ne gerekiyorsa yapayım da hakkını helal et, adamın üzerinde bir de kıyamet hakkın kalmasın.” der. Köpek, şeyhe “Ben onun sofu kıyafetini görünce emin olmuş kaçmamıştım, meğer dışı sofu içi başka bir şeymiş. Sıradan bir insan gibi giyinseydi zaten yoluna çıkmaz, kaçardım.” diyerek kendisini döven adamın sofu kıyafetini çıkarmasını böylece kıyafetiyle başkalarını aldatmamasını ister.

2.2.11.1. ‛İbret (1265–1298)

Š “Sofu” diye nefsi Müslüman, elinden insanların ve hayvanların emin olduğu, başkalarından gördüğü cefaya aldırış etmeyen, gönlü ve bütün uzuvlarıyla daima Allah’ı zikirde olan, katettiği manevî dereceler sebebiyle gurura kapılmayan, vücudunu hayırlı işlere vakfetmiş, gönlünü mamur etmeye kendini adamış, gece uykusunu gözüne haram etmiş kişiye denir.

Š Sofuluk tacda, hırkada asada, tesbihte değildir. Sırta aba giymekle sofu olunmaz, asıl sofu kaftan giyse bile gönlü Hak’la olandır. Başkaları beni bilsin diye çeşitli kisvelere bürünmeye gerek yoktur, bütün gizli hâllere vakıf Allah’ın bilmesi yeterlidir.

Š Sofuluk kisvesiyle insanları sömürmek, dünyalık çıkarlar elde etmek isteyenler vardır.

Š Alçak gönüllülüğü elden bırakmamak yol erlerinin düsturu olmalıdır. Bu yolda nefsini yerle yeksan edenin menzili gökler ötesidir.

2.2.12. (10) Ḥiḳāyet-i Ebū’l-Fażl Ḥasan (1299–1320)

Ebu’l-Fazl Hasan ölüm döşeğindedir, dostlarından biri gelerek “Can Yusuf’unuz ten kuyusundan kurtulduğunda, size mezar olması için bir yer biliyorum. Orada hep ulular medfundur. Buyurun sizin için de orayı hazırlayalım.” der. Ebu’l-Fazl Hasan, sözü edilen yeri bildiğini ama kendisinin oraya gömülmek istemediğini belirtir. Kendisinin daha çok hırsızların, kumarbazların, ayyaşların gömüldüğü kabristana defnedilmesi vasiyet eder ve “Işığa karanlıkta ihtiyaç duyulur. Su, susuzluktan kıvranana verilir. Bağışlayıcı Allah’ın lütfunu acz ve kusurun çok olduğu yerde bulursunuz. ” der. Şeyhin bu sözleri herkesi hüzne boğar.

(İlâhî-nâme: 1/76–77, 985–998.)

2.2.12.1. ‛İbret (1321-1329)

Š Allah erleri yüceliklerini “yokluk” la bulurlar, “yokluk” u kendilerine yol azığı edinirler. Ebu’l-Fazl Hasan da onca kemalatına rağmen ölüm döşeğinde bile “yokluk’u elden bırakmamış, kendini hor ve hakir görmeye devam etmiştir.

2.2.13. Püserüñ Pedere Yine Bu Ma‛nādan Su’āl İtdügidür (1330-1334)

Padişahın birinci oğlu dinlediği hikâyelerden sonra yine söz alır ve “ Kadın bu dünyanın arzu edilen şeylerindendir, üstelik ondan çocuklar ediniriz. Çocuk sahibi olanın adı yaşamaya devam eder üstelik hayırlı evlat kıyamette şefaatçidir.” der.

(İlâhî-nâme: 1/78, 999-1003.)

2.2.13.1. Cevāb-ı Peder Püser-rā (1335-1338)

Padişah “Çocuk istenen bir şeydir fakat nice yol eri çocuk sahibi olduktan sonra yoldan çıkmıştır. Çocuk sahibi olanın dünya meşgalesi de artar.” diyerek başka bir hikâyeye geçer.

(İlâhî-nâme: 1/78-79, 1004-1007.)

2.2.14. (11) Ḥikāyet-i İbrāhīm Bin Edhem (1339-1346)

İbrahim Bin Edhem günün birinde kederli biriyle karşılaşır ve “Eşin, çocuğun var mı?” diye sorar. Hayır cevabını alınca da “Ne büyük izzet, ne büyük keramet!” der. Adam şaşırınca “ Fakir evlense geçim sıkıntısına düşer. Bu hâliyle aç susuz, uykusuz gemi yolcusuna benzer. Hele bir de çocuğu oldu mu gemi batmış gibidir.” diyerek sözüne açıklık getirir.

(İlâhî-nâme: 1/79, 1008-1015.)

2.2.14.1 ‛İbret ( 1347-1357)

Š Tecrübe sahipleri çocuğa “tatlı düşman” derler.

Š Çocuk , nice zahidin zühdünü hırsa çevirir, nice hürleri boyunduruk altına alır, nice iffet sahiplerini dilendirir, nice vahdet ehlini kesrete düşürür.

Š Çocuk sebebiyle sıkıntıya düşmek insana mahsus değildir, hayvanlar da aynı sıkıntıyı yaşarlar.

2.2.15. (12) Ḥikāyet-i Şeyḫ Bā-Gürbe (1358-1390)

Zamanın kutbu olan Şeyh Gürbegânî’nin tekkesinde bir kedisi vardır. Şeyh kediyi çok sevmektedir. Kedi dışarı çıkmak istediğinde ayaklarına bir kılıf giydirilir, tekkeye dönünce de kılıflar tekrar ayağından çıkarılır. Tekke ehli de kediyi sevmekte temizliğini ve

güvenilirliğini bilmektedirler. Öğünü geldiğinde beslenen hayvancağız mutfaktaki yiyeceklere kesinlikle dokunmaz. Bu terbiyesine rağmen günün birinde tabaktan bir yahni parçası kapar gider. Mutfak görevlisi bir fırsatını bulduğunda hayvanın kulağını çeker, pençelerine vurur.

Küsüp ortalıkta görünmeyen kediyi şeyh merak edince mutfak görevlisi durumu anlatır ve kediyi getirirler. Şeyh meselenin iç yüzünü kediye sorar, hayvanın yakın bir zamanda üç yavru dünyaya getirdiğini, yahniyi yavruları için aşırdığını öğerinr. Kediyi mazur görüp gönlünü alır.

(İlâhî-nâme: 1/79-82, 1016-1050.)

2.2.15.1 ‛İbret ( 1391-1395)

Š Çocuk, herkese ayak bağıdır. Selamet ehlini melâmet ehline çevirir, selim kalb sahiplerinin kalplerine sıkıntı verir.

Š Çocuk sahibi olmayanın bir bağı da olmayacağı için cihan içinde eşsiz bir mertebeye yükselebilir.

Š Allah eşten, çoluk çocuktan münezzehtir ve âlemlerin sultanıdır.

2.2.16. (13) Ḥikāyet-i İslām-ı Naṣrānī ki Püsereş Mürde-būd (1396-1410)

Hristiyan bir tüccarın, canından çok sevdiği bir çocuğu vardır. Çocuk hastalanır, bedeni günden güne zayıf düşer ve günün birinde ölür. Tüccar feryat figan eder ve “Ey ahali! Allah çoluk çocuk sahibi değildir, eğer evlat sahibi olsa bana bu acıyı yaşatmazdı.” diyerek Müslüman olur. Başına gelen musibet, selametine vesile olur.

(İlâhî-nâme: 1/82-83, 1051-1067.)

2.2.16.1. ‛İbret (1411-1418)

Š Başa gelen musibetler hayırlı sonuçlara da vesile olabilir.

Š Aydınlıkta karanlık, felakette kurtuluş, yarada merhem, merhem de yara gizli olabilir, akıbetin ne olacağını insan tam anlamıyla bilemez . Kula düşen görev Hak’tan ne gelirse gelsin rıza göstermektir.

2.2.17. (14) Ḥikāyet-i Pīr ki Püsereş Mürde-būd (1419-1430)

Yaşlı bir adamın bir oğlu vardır ve onu çok sevmektedir. Çocuk ansızın ölüverir ve yaşlı adam yavrusunun ölümünden çok etkilenir, aklını kaybeder. Çocuğun cesedi tabutta götürülürken yüzünü göğe kaldırıp “ Evladın olmadığı için seni mazur görüyorum. Sen ölümden de çoluk çocuk sahibi olmaktan da münezzehsin. Eğer açık veya gizli bir çocuğun olsa ve bu acıyı bana yaşatsaydın seni affetmezdim.” der.

(İlâhî-nâme: 1/83-84, 1068-1079.)

2.2.18. (15) Ḥikāyet-i Ya‛ḳūb u Yūsuf ‛Aleyhime’ṣ-Ṣalātü ve’s-Selām

(1431-1451)

Hz. Yakup ve Hz. Yusuf, uzun bir ayrılıktan sonra tekrar birbirlerine kavuşurlar. Baba oğluna “Gözümün nuru, hasretinle ne hüzünler çektiğimi ve nerede yaşadığımı biliyordun. Devlete de ermişken niçin bir mektupla bile olsa beni varlığından haberdar etmedin?” der. Hz. Yusuf hemen bir hizmetçisini gönderip bir kutu getirtir. İçinde yüzlerce mektup vardır. Mektuplarda sadece “besmele” yazılıdır , geri tarafı harap olmuştur. Babasına dönüp “Görüyorsun babacığım, ben defalarca mektup yazmak istedim ama besmele dışındakiler hemen yok oluyordu. Sonunda Cebrail gelerek mektup göndermememi istedi. Allah’ın emri böyleyken kul ne yapabilir ki? İşte özrüm budur.” diye cevap verir.

(İlâhî-nâme: 1/84-86, 1080-1102.)

2.2.18.1. ‛İbret (1452-1470)

Š Allah takdir etmedikçe kul hiçbir şey yapamaz.

Š Allah, yarattığı şeylerden müstağnidir. Kullar ne kadar ıstırap çekse, üzülse, helâk olsa da “Niçin böyle oluyor?” diye sorma, itiraz etme hakkı yoktur. Kula düşen rıza gösterip niyaz etmektir.

Š Allah’ın fiillerinde sebep (illet) aranmaz fakat hepsinde bir hikmet olduğu da muhakkaktır.

2.2.19. (16) Ḥikāyet-i Yūsuf ‛Aleyhi’s-Selām Bā-İbn-i Yāmīn

( 1471-1559)

Hz. Yusuf’la kardeşi Bünyamin bir araya gelirler. Hz. Yusuf’un yüzü örtülü olduğu için Bünyamin kimin yanında olduğunu bilmez, onu azametli bir idareci olarak görür,

hürmetle başını öne eğerek bekler. Hz. Yusuf, “Pîr-i Ken’ân”dan haber sorunca Bünyamin, babasının kendisine gizlice verdiği bir mektubu arz eder. Mektup bölgenin idarecisi olan “aziz”e yazılmıştır. Mektupta Hz. Yakup, oğlunun kaybolduğunu, onun üzüntüsüyle ciğerinin yandığını, belinin bükülüp gözlerinin körleştiğini bildirmekte ve azizden oğlunun bulunması için yardım istemektedir. Hz. Yusuf mektubu okuyunca çok hüzünlenir ve sakinleşmek için Bünyamin’in yanından ayrılır. Bir süre sonra dönünce, sofra hazırlanır. Hz. Yusuf “Herkes ikişer ikişer otursun. ” diye buyurur. Bünyamin yalnız kalır ve ağlamaya başlar. Gözyaşları sofradaki yemeklerin üzerine saçılır. Hz. Yusuf, Bünyamin’in ağlamasından etkilenir ve “Ey çocuk! Neden ağlıyorsun?” der. Bünyamin de kardeşi kaybolmamış olsaydı şimdi sofrada yalnız kalmayacağını bu sebepten ağladığını söyler. Hz. Yusuf “Beni kardeşin yerine koy.” diyerek sofrasına oturur. Diğer kardeşler ve hizmetçiler “O çocuktur, sultanla sohbet adabını bilmez, üstelik sofradaki yemeklere de gözyaşlarını saçmıştır.” diyerek itiraz etmeye çalışırlar. Hz. Yusuf “Siz susun, bu gözyaşıyla sulanmış yemek cana kuvvet katar. Üstelik yetimin gönlünü almak da sevaptır. Yakup’un oğlu olmak onun için yeterli bir meziyettir.” cevabıyla itirazları dikkate almaz ve Bünyamin’le sohbete başlar. “Benzin neden sarı, saçların neden dağınık” der, “Yüzüm Yusuf’un gamından sarardı. Annem olmadığı için de benimle ilgilenecek kimse yok, babam zaten kör oldu, hiçbir şeyle alakası kalmadı.” cevabını alır. Babasının ve kardeşinin durumunu öğrenen Hz. Yusuf ağlar, yüzündeki örtü ıslanır. Sonunda Cebrail gelerek ayrılık vaktinin dolduğunu bildirir ve kimliğini açıklamasına izin çıktığı müjdesini verir. Hz. Yusuf, kardeşlerine kim olduğunu açıklar ve yıllardır gizli kalan mutluluk her taraftan belirmeye başlar.

(İlâhî-nâme: 1/86-91, 1103-1171.)

2.2.19.1. ‛İbret (1560-1586)

Š İsteklere ulaşmak için belalar aşmak gerekir. Dikensiz gül olmaz, dikenli yollar aşılmadan Kâbe’ye varılmaz.

Š Hakikî sevgili çok yakındır ama onu görmek için perdeyi açmak gerekir. Sevgilinin zatı birdir ama bazen gülde, bazen mülde, bazen suda bazen ekmekte, bazen Leyla’nın yüzünde bazen Mecnun’da tecellî eder. Ayna yüzlerce olsa da “yüz” bir tanedir, hakikî yüzü görmek için aynaları kırmak lazımdır. Bu gerçeği bilenler baktığı her şeyde sevgiliyi görürler

Š Gözdeki sadece “varlık âlemi”ni görüş, sebel19 hastalığına benzer; sevgilinin yüzünü kedersizce görmek için bir hekime gidip bu hastalıktan kurtulmak gerekir.

2.2.20. (17) Ḥikāyet-i Ān-Civān ki O-rā ‛Avn-i Ḫudā Āşināyī-nemūd Der-

Rūz-ı Ḳıyāmet (1587-1617)

Kıyamet günü, günahının haddi hesabı olmayan bir genç, azap melekleri tarafından cehenneme atılmak istendiği için Allah’a sığınır ve ondan yardım ister. Allah, azap meleklerine “Kuluma neden böyle cefa ediyorsunuz?” diye sorunca “ Günahı çok ve cehenneme layıktır.” cevabını verirler. Affı geniş Allah da “Zulm etmeyiniz, o günahkâr kul bizimle biz de onunlayız.” buyurur . Melekler itabın dehşetiyle kendinden geçerler. Melekler bu halde iken Allah, günahkâr gence “Hemen kaç.” diye emreder. Genç “Herkes kendi korkusunda iken, sığınacak bir yer mevcut değilken nereye kaçabilirim ki?” diye çaresizlik içinde özür beyan edince Allah “Bana kaç!” buyurur. Bir süre sonra meleklerin aklı yerine gelip genci aramaya başlarlar fakat bulamazlar. Cenâb-ı Hakk’a “ Ya Rab, cenneti cehennemi gezdik bulamadık, sen ilminle her şeyi bilirsin. Günahkar genç nerededir?” diye sual ederler ve “Bu işi bırakın artık, o bizi dilemiştir ve bundan sonra da bizimledir.” cevabını alırlar.

(İlâhî-nâme: 1/91-93, 1172-1200.)

2.2.20.1. ‛İbret (1618-1629)

Š “Kul”a Allah’ı inayetine mazhar olmak yeter. Bu inayetle riyası ihlâsa, günahı sevaba dönüşür.

Š Kaçılacak, sığınılacak tek merci Allah olup “O”ndan başkası düşmandır. Š Hakk’ın huzurunda geçirilen bir nefes bin yıla bedeldir.

2.2.21. (18) Ḥikāyet-i Dervīş Bā-Mecnūn (1630-1639)

Bir derviş, Mecnun’la karşılaşınca yaşını sorar, Mecnun “Bin kırk yaşındayım.” diye cevaplar. Adam cevabı beğenmeyince Mecnun sözüne açıklık getirir “Aslında yaşım kırk fakat bir gün kısacık bir an da olsa Leyla’nın yüzünü görmüştüm, işte o an bin yıla bedeldi. Ömür, sevgiliyle geçen zamandır. Onsuz geçen hayat ne kadar uzun olsa da hayat sayılmaz.” der.

Benzer Belgeler