• Sonuç bulunamadı

Celî Yazıya Genel Bakış

1. HAT SANATINDA CELÎ YAZI ve İSTİF

1.1. Celî Yazıya Genel Bakış

Celî kelimesi Arapça gizli, kapalı anlamındaki hafînin karşıtı olarak açık, iri, belli anlamına gelir. Hat sanatında ise hemen bütün yazı çeşitlerinde, bir yazı cinsi meşk edilirken kullanılan meşk kaleminden daha geniş bir kalemle yazılan iri yazılara denir. Yalnız celî dîvânî, bir istisna olarak bu ölçülere uymaz yani divanî yazı geniş uçlu bir kalemle yazıldığında celî dîvânî adını almaz2. “Celî” kelimesi celî sülüs, sülüs celîsi, celî yazı, celî ta’lik ifadelerinde iri veya büyük manasıyla kullanılmışsa da, celî divânî yazı ifadesinde aşikâr, meydana çıkartılmış anlamlarında kullanılmaktadır3.

Kamus-ı Türkî’de ise celînin iki anlamı vardır; “Açık, âşikâr, ayan, meydanda

olan” ve “uzaktan okunacak surette kalın yazı”. Sülüs ve nesta’lik yazılarda kalem

ucunun genişliği 2,5-4 mm, nesihte ise 1 mm’dir. Tabii ölçüsüyle celî arasında kalan şekli tokça sülüs, 3-4 mm’den küçük yazılanlar hafî sülüs diye adlandırılmıştır4. Bu ölçülerin üstünde, 3 m ileriden okunacak şekilde yazılan 8 mm veya daha büyük yazılanlar celî kabul edilir.

Araplar uzaktan okunacak kadar iri yazılan yazılar için büyük, azîm anlamında olan celîl kelimesini, Osmanlı Türkleri ise Arapça’da bulunmayan bir mana kazandırarak iri yazılar için celî kelimesini tercih etmişlerdir5.

Yâkut-ı Müsta’sımî döneminde celî yazıya hatt-ı müsennâ da denilmiştir. Müstakimzâde Süleyman Sadeddin Efendi de Tuhfe-i Hattatîn’de de celî yazı için

kalem-i müsennâ tabirine yer vermiş6, Uğur Derman bu durumu müsennâ kelimesinin

2 Ali Alparslan, “Celî” mad., DİA, TDV Yay., İstanbul 1993, c. 7, s. 265.

3 Uğur Derman, “Türk Hat Sanatında Celî Kavramı”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yay.,

Ankara 2002, c. 12, s. 256.

4 Ali Alparslan, agm., s. 265. 5 Uğur Derman, agm., s. 256.

ikiye katlanmış anlamında olduğu ve sağ-soldan karşılıklı yazılmasıyla da hattın kendi kalem ucu genişliğine göre en az iki katı olması gerektiğiyle yorumlamıştır7.

Celî yazılar bir yazı çeşidini değil karakterini ifade eder. Hattatlar genellikle meşk kaleminin üç misli genişliğinde yazılan bir yazıyı celî olarak kabul ederler. Kalem kalınlaştıkça harfler de büyür ve küçük yazıya nispeten hatalar daha çok görünür bir hale gelir. Celî yazmakla ilgili Sami Efendi’nin “celî yazmadıkça esrar-ı

hatta vakıf olunamaz” sözü bir hattat için celî çalışmasının ne kadar önemli olduğunu

gösterir. Celî sözcüğü tek başına kullanılırsa, sülüs yazısının celîsi anlaşılır. Bu sözcük, yazı adından önce de sonra da kullanılabilir; celî sülüs dendiği gibi sülüs celîsi de denebilir8.

Halid b. Ebi’l-Heyyac, Velid b. Abdilmelik döneminde (705-715) yapılan restorasyonda Mescid-i Nebevî kıble duvarına celî kûfî ile Şems Sûresi’nden Kuran-ı Kerim’in sonuna kadar olan kısmı yazmış olmasından dolayı ilk celî hattatı olarak bilinir9.

Emevî devrinde (661/750) mimarî eserlerde daha çok tezyinât kullanıldığı halde bu dönemin en önemli yapılardan biri olan Şam Ümeyye Camii’ndeki tezyinâtın çokluğu yanında yazıya pek yer verilmediği görülmektedir. Abbasî döneminde (750/1258) İbn-i Mukle (ö. 940), İbn-i Bevvab (ö. 1022) daha sonra Ya’kut el- Müsta’sımî’nin (ö. 1299) hat sanatının estetik gelişimine sağladıkları katkılar önem arz etmektedir. Fakat celî yazının mimarîde kullanılan malzemelerin tuğla ve kerpiç oluşundan dolayı uzun ömürlü olmaması ve kitap sanatları açısından da Bağdat’ın ve kütüphanelerinin Moğol istilası sebebiyle yok olmasından dolayı çok sınırlı olarak görüldüğü ve kûfî yazının daha çok tercih edildiği bilinmektedir10.

7 Uğur Derman, “Türk Hat Sanatında Celî Kavramı”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yay.,

Ankara 2002, c. 12, s. 256.

8 Şinasi Acar, Türk Hat Sanatı, Antik A.Ş. Yay., İstanbul 1999, s. 133.

9 Muhittin Serin, Yûsuf Zennûn, “Kûfî” mad., DİA, TDV Yay., Ankara 2002, c. 26, s. 342.

10 Fevzi Günüç, XV. – XX. Yüzyıl Osmanlı Dînî Mîmârİsinde Celî Sülüs Hattı ve Uygulama Teknikleri,

Celî Sülüs Büyük Selçuklularda (XI-XII. yüzyıl) mimarîde celî sülüs kûfî ile birlikte kullanılmıştır. Harflerin henüz gelişmemiş olduğu, bünyelerinin cılızlığı, dik harflerin metin içerisinde gözü rahatsız edecek derecede sık yazılmasıyla birlikte bu dönemde ayrıca zeminde motif uygulandığı görülmektedir. Anadolu Selçuklularında (XI-XIV. yüzyıl) ise mimarîde kullanılan celî yazılarda kûfî yazıların öncesine göre daha ileri seviyede tercihi söz konusudur. Celî sülüs Anadolu Selçuklularda çokça kullanılmış ve Selçuklu Sülüsü ismini almıştır.

Anadolu Selçuklu mimarîsinde celî yazı genellikle helezonî ve nebâtî motiflerle tezyin edilmiş bir zemine yazılarak celî yazının kusurları adeta tezyinât ile kapatılmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte zemini tezyinâtsız olan yazılarda ibarede bulunan dikey harfler yan yana getirilip gruplandırılarak bir tesir elde edildiği de görülmektedir. Selçuklu mimarîsinde çini, ahşap ve alçı gibi çeşitli malzemeler tercih edilmiş, ma’kilî ve kûfî yazılarda genellikle mozaik çini tekniği, celî sülüs yazılarda ise çini üzerine kazıma tekniği uygulanmıştır11.

Beylikler döneminde (XI-XVII. yüzyıl) Yakut El-Müsta’simî’nin yetiştirdiği talebelerinden olan Ergun Kâmil (XIV. yüzyıl) ile Yakut tavrından Türkler de nasibini almıştır. Böylece bu dönem yazıları Selçuklu etkisinden ayrı olarak celî sülüste de Yakut tavrı içinde gelişmiştir. Celî yazıların bu dönemde tezyinattan arındırılarak yalnız başına istif edilerek yazılmaya başladığı görülmektedir12.

Erken Osmanlıda Döneminde İznik ve Bursa’daki Yeşil Camilerde, Edirne Eski Camii kitâbelerinde ve Edirne Üç Şerefeli Camii yazılarında istif bakımından Selçuklu celîsi tesirinde olmakla birlikte, harfler üslup olarak Osmanlı celî sülüsünün ilk örneklerinden sayılabilir13.

Osmanlı’da Fatih dönemiyle birlikte birçok sanatta ilerleme kaydedildiği gibi hat sanatında da celî yazıda gelişmeler başlamıştır. Osmanlı celî sülüs etkisi ilk olarak Fatih Sultan Mehmet döneminde Yahya Sûfî (XV. yüzyıl) ve oğlu Ali b. Yahya Sûfî

11 Fevzi Günüç, XV. – XX. Yüzyıl Osmanlı Dînî Mîmârîsinde Celî Sülüs Hattı ve Uygulama Teknikleri,

Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi SBE Arkeoloji-Sanat T. Anabilim Dalı, Konya 1991, s. 71-76.

12 Fevzi Günüç, agt., s. 76-79.

(XV. yüzyıl) ile gelişme göstermiştir. Fatih Camii ve Topkapı Sarayı Bâb-ı Hümâyundaki girift kitâbeleri Osmanlı ekolünün ilk örnekleridir.

Yahya Sûfî ve Ali b. Yahya Sûfî’nin Osmanlı celîsinde yeni bir ekol kurmuş oldukları söylenebilir. Fatih Camii son cemaat yerindeki iki çinili pano, inşa kitâbesi, avlunun dış cephesindeki pencere alınlıklarında, Topkapı Sarayı Bâb-ı Hümâyûn inşa kitâbesi, müsennâ âyeti kerime ve kemer aynasındaki madalyon biçimi müsennâ yazılar bilinen yazılarıdır. Baba oğul celî-sülüs hattında açtıkları çığır, XVIII. yüzyılın sonuna kadar önemli bir gelişme göstermeden devam etmiş ve bu ekol Mustafa Râkım’a kadar kabul görmüştür.

Ahmed Karahisârî (ö. 963/1556) ile öğrencisi ve manevî oğlu Hasan Çelebi (ö. 1002/1594) Yakut Müsta’simî (ö. 698/1299) yolunda eserler vermiş olup mimarîde de celî yazıları bulunmaktadır. Süleymaniye Camii yazıları14, Piyale Paşa Camii kapıları üzerindeki celî yazılar, Edirne Selimiye Camii yazıları15 en önemlileridir. Ahmed Karahisârî Yakut ekolünü yeni bir yorumla canlandırmış Fatih devri hattatlarından Yahya Sûfî ve Ali b. Yahya Sûfî’nin yazılarını örnek alarak harf bünyeleri ve kompozisyonda daha güzel ahenge kavuşturmuş ve kendi adıyla anılan üslubu ortaya koymuştur. Yâkūt tavrı onun harf ve kelimelere kazandırdığı biçim, oran, istif ve farklı sayfa tasarımlarıyla en güzel şekline ulaşmıştır denilebilir16.

Bu tarihten sonra olgunluk devri olan XIX. yüzyılın başlarına kadar tedrici bir gelişme safhası içinde Hasan Çelebi'nin (ö. 1002/1594) ardından Kasım Gubari (ö. 1034/1625), Teknecizade İbrahim (ö. 1100/1689), Mehmed Bursevi (ö. 1153/1740), Mustafa b. Süleyman (ö. 1157/1744) ve Moralı Beşir Ağa (ö. 1165/1752) gibi hattatlar celî yazıya katkı sağlamışlardır17.

14 Cümle kapısı kitabesinin doğu cephesinde yer alan bölümün altında Karahisârînin imzası vardır.

Kubbe yazısının sıva üzerinde olmasından dolayı zaman içerisinde bozulmuş ve cami hariminde Hasan Çelebi’nin yazılarının haricindeki celî yazılar Abdülfettah Efendi tarafından Sultan Abdülmecid döneminde yenilenmiştir. (Fevzi Günüç, agt., s. 113.)

15 Hasan Çelebi’nin olgun dönemine ait son yazılarıdır. (Fevzi Günüç, agt., s. 114.)

16 Muhittin Serin, “Ahmed Şemseddin Karahisârî” mad., DİA, TDV Yay., İstanbul 2001, c. 24, s. 422. 17 Ali Alparslan, “Celî” mad., DİA, TDV Yay., İstanbul 1993, c. 7, s. 266.

XIX. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı celî sülüs yazı zevkine yeni bir düzenleme getirilmiş Mustafa Râkım (ö. 1242/1826) celî yazıda yeni bir ekol kurmuştur. Hocası, ağabeyi İsmail Zühdi (ö. 1221/1806) ve III. Derviş Ali’dir (ö. 1200/1789). Resmini yaptığı III. Selim’in beğenisi kazanmış Sikke-i Hümâyûn ressamlığına ve tuğrakeşliğe tayin edilmiştir. Bilhassa celî sülüste estetik ölçüleri, nispetleri en güzel şekilde sağlayarak kendi üslubunu ortaya koymuş, Hafız Osman’ın (ö. 1110/1698) harflerini celîye taşıyıp estetik ölçü sağlamıştır. Sami Efendi; “eğer Mustafa Râkım’ın celîlerini

küçülttürsek Hafız Osman’ın sülüslerini elde ederiz” demiştir. İstif ve terkiplerde de

birlik sağlamış ve en güzel âhenge onunla ulaşmıştır. Padişah tuğralarını ıslah ederek son şeklini vermiş ayrıca Sultan II. Mahmud’a hat hocalığı yapmıştır.

Bir yazının celîsini yazarken uzaktan okunacağı göz önüne alınarak birtakım değişikliklerin ön görülmesiyle birlikte celî yazıda aşama kaydedilmiştir. Bu dönemde M. Râkım ekolünün yanında Mahmud Celâleddin (ö. 1245/1830) ve Kazasker Mustafa İzzet (ö. 1293/1876) ekolleri ortaya çıkmıştır. Sert bir görünüme sahip olan M. Celâleddin üslubunu öğrencisi M. Tahir Efendi ile onun da öğrencisi Sultan Abdülmecid gibi bazı hattatlar takip etmiş fakat çok rağbet görmemiş ve bu akım uzun süreli olamamıştır. Abdullah Zühdî Efendi ve M. Şefik Bey ise Mustafa Râkım ile Mahmud Celâleddin arasında olan K. Mustafa İzzet Efendi ekolünün önemli temsilcileri arasında sayılabilir.

R. 1 Kazasker M. İzzet Efendi’nin Ayasofya’daki Celî Sülüs Zerendûd Eseri: Hüseyin (ra) (Fotoğraf: Betul Sayın/2019)

XX. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı hat sanatında celî sülüs yazının zirveye Sami Efendi ile ulaştığı görülmektedir. Sami Efendi (ö. 1330/1912) sülüs ve nesihi Boşnak Osman Efendi’den (ö. 1270/1844), sülüs celîsini Recai Efendi’den (ö. 1291/1874), nesta’liki Kıbrısîzade İsmail Hakkı (ö. 1279/1862) ve Ali Haydar Beylerden (ö. 1287/1870), divanîyi Nasih Efendi’den (ö. 1303/1885), rik’ayı Mümtaz Efendi’den (ö. 12287/1871) meşk etmiş, ortaya koyduğu eserlerle celî yazıda Mustafa Râkım’ın, celî ta’likte Yesârîzâde’nin (ö. 1265/1849) tavrını geliştirerek son şeklini vermiştir. Nazif Bey, Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer, Hasan Rıza, Kâmil Akdik, Aziz Efendi, Ömer Vasfi Efendi gibi hat ustaları onun en meşhur talebeleridir.

Osmanlıda son devrin kudretli hattatlarından Şefik Bey ve Halim Efendi istifli yazıları da olması muhtemel kusurları en aza indirerek çok süratli yazmalarından dolayı Necmeddin Okyay, kalemi esir aldıklarını ve yazıyı yendiklerini ifade etmiştir18.

Ta’likte meşk kalem ucu ölçüsünü (2,5-3mm) aştığında celî ta’lik kabul edilmiştir. Celî ta'likle ta'lik arasında ancak birkaç noktada fark vardır. Celîde elifler ve çanaklı harfler yarım nokta fazla uzun ve geniş yazılır19.

Celî ta’lik yazı İran’da Mir Ali Tebrizî (ö. 850/1446) tarafından tespit edilen ta’lik kurallarına göre uygulanmış ve bu ekol kabul görmüştür. XVIII. yüzyılda Türk ta’lik üslubunun temellerini atmış olan Yesârî Mehmed Esad Efendi (ö. 1213/1798), Dedezâde Seyyid Mehmed Efendi’nin öğrencisidir. Osmanlı hattatları arasında İmâd tarzının en kudretli temsilcisi olmuş, hatta “İmâd-ı Rûm” lakabıyla anılmıştır. 1190/1776’dan sonra kendi üslubunu ortaya koymuştur. Oğlu Yesârîzade Mustafa İzzet Efendi (ö. 1265/1849) de yazıyı babasından öğrenmiştir. 1215/1820’den sonra babasının tavrını geliştirerek Türk ta’lik ekolünün kurucusu olmuştur20. Bu ekol Sami

18 Fevzi Günüç, XV. – XX. Yüzyıl Osmanlı Dînî Mîmârİsinde Celî Sülüs Hattı ve Uygulama Teknikleri,

Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi SBE Arkeoloji-Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Konya 1991, s. 265.

19 Ali Alparslan, “Celî” mad., DİA, TDV Yay., İstanbul 1993, c. 7, s. 267.

20 Muhittin Serin, Hat Sanatı Tarihi Ekoller ve Takipçileri -2, Kubbealtı Yay., İstanbul 2019, s. 707-

Efendi (ö. 1330/1912) ve Hulûsi Efendi (ö. 1358/1940) ile gelişme göstermiş bugünkü Türk ta’lik zevkine ulaşmıştır.

Celî dîvânî ise divanî yazıya istikamet verdiği bilinen Taceddin Efendi’den sonra (XVI. yüzyıl) en güzel şekline XIX. yüzyılda Divan-ı Hümâyûn’da ulaştığı bilinmektedir. M. Şefik Bey (ö. 1296/1879) celî dîvânînin azametli görünüşünden istifade ederek bazı tipik levhalar vücuda getirmiştir21. Celî dîvânî yazı daha çok fermanlarda, temliknamelerde, menşurlarda ve antlaşmalarda kullanılmıştır.

Nesih celîsine cami boyu denilen büyük boy mushaflarda ve XIX. yüzyılda yüksekliği 2 metreye ulaşan hilye levhalarda rastlanmıştır. Az da olsa Tokat Garipler Camiinde görüldüğü gibi muhakkak yazı da celî olarak yazılmıştır22. Fakat kütle olarak düz hatlara sahip olduğu ve fazla yer kapladığı için istife uygun görülmeyip çok tercih edilmemiştir.

Celî kompozisyonlarda daima bir merkez vardır. Bu merkez etrafında çizgi ve kütleler, hiçbir yerinde eksiklik, taşkınlık olmayacak şekilde örülerek, kaynaşarak, organik bir bütünlük, birlik kazanır ve küplü, çanaklı harfler, keşideler, okutma ve mühmel işaretleri tam bir denge halinde dağılır23.

Celî tarzı mimarî yapıların kitâbelerinde, duvarlarında ve kubbelerinde, mushaflarda, yazma eserlerde, mezar taşlarında, tahta, metal, kumaş, çini, tuğla ve dekorasyonlarda farklı tekniklerde kullanılmıştır.