• Sonuç bulunamadı

1.1. Meşru Bir Değişken Olarak Zihinsel Canlandırma

1.1.3. Canlandırma ve Psikoterap

Zihinsel canlandırma, geçmişten bugüne psikolojik terapi alanında çeşitli sorunların

giderilmesinde yer yer başvurulmuş bir süreç olmakla birlikte, bağımsız bir değişken olarak araştırılmaya ancak son dönemlerde başlanmıştır. Özellikle otobiyografik bellek çerçevesinde gelişerek ivme kazanan zihinsel canlandırma ve zihinsel canlandırmanın nitelikleri ile duyguların ilişkisini araştıran çalışmaların oluşturduğu sıcak ilginin kendini Bilişsel Davranış Terapisi alanında da gösterdiğini söylemek mümkündür. Holmes, Arntz ve Smucker’in (2007) ifade ettikleri gibi,

“Bilişsel Davranış Terapisinde zihinsel canlandırmayla yapılan müdahaleler, canlandırmanın duygular üzerindeki etkisinin çok güçlü olduğu ve dolayısıyla klinik ortamlarda duygusal sorunların çözümlenmesinde son derece etkili bir terapötik yöntem olabileceği varsayımlarına dayanır (Yazarın çevirisi)” (s.298).

Zihinsel canlandırma belki de ilk kez sistematik bir şekilde, histerik hastalarla Pierre Janet (1919) tarafından kullanılmıştır. Janet’nin, “canlandırmada yer değiştirme” olarak tanımladığı yöntemle, hastanın geçmişinden travmatik bir olayla ilgili yaptığı bir canlandırmanın etkisini, aynı olayı farklı bir şekilde canlandırma yoluyla gidermeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Janet’in canlandırmalara yönelik değiştirme esasının bugün daha çağdaş terapi yöntemlerinde görmek mümkündür. Örneğin, Arntz ve Weertman (1999) ve Weertman ve Arntz’ın (2007) travmatik anılarla ilgili yaptıkları çalışmalarda, travmatik bir duyguyla eşlenen canlandırmayı, duyguyu hafifletecek niteliklere dönüştürmeye yönelik ve “canlandırmayı yeniden biçimlendirme” olarak tanımlanabilecek yöntemleri, Janet’in canlandırmaya yaptığı müdahalelere çok benzemektedir.

9

hareket ederek, şartlanmış bir tepkinin sönmesini sağlamak üzere geliştirdiği “sistematik duyarsızlaştırma” yöntemi, davranışçı ekolün ilk sistematik terapi yöntemi olarak literatürde yerini almıştır. Yöntemin mekanizmasına bakıldığında iki temel ilke dikkati çekmektedir. Birincisi, şartlanmış bir uyarıcının sönmesinde “karşılıklı ket vurma” kuralı çerçevesinde bireye gevşeme yöntemi öğretilir. Karşılıklı ket vurma ilkesine göre, şartlı uyarıcı karşısında şartlanmış tepkiyle (örneğin korku) rekabete girecek olan gevşeme tepkisi, tekrar sonunda şartlı tepkiyi ketleyecektir. İkinci ilke, o dönemin davranışçı ekolünün bilişsel değişkenlerin araştırmaya uygun olmaması görüşüne çok ters olmasına rağmen, şartlı uyarıcı zincirinin bireyin zihninde canlandırılarak duyarsızlaştırmaya tabi tutulabileceğiydi. Şartlı uyarıcıların zihinde canlandırılarak sönmeye tabi tutulabilecekleri varsayımı, Wolpe’nin “sistematik duyarsızlaştırma” yönteminin en temel unsurudur. Ancak Wolpe bu canlandırmanın “nasıl” yapılacağı konusuna hiç girmemiştir. Yine Wolpe gerçekte var olan şartlı veya şartsız uyarıcıların, zihinde canlandırılmış hallerinin de şartlı veya şartsız uyarıcı niteliği taşıdığının vurgusunu pek yapmamıştır. Ancak yöntemi dolaylı olarak bunu varsayar görünmektedir. Şartlı uyarıcıların zihinde canlandırılmış halleri de şartlı uyaran olarak kabul edilebilir mi sorusuna, Dadds ve arkadaşları (1997) taramasını yaptıkları araştırmalara dayanarak çok net bir yanıt vermişlerdir. Onların ifadesiyle, “Bulgular, zihinsel canlandırmanın, klasik şartlamanın birey üzerindeki etkilerini azaltma ve ortadan kaldırma yönünde önemli bir rol oynayabileceğine ve ayrıca otonomik şartlamada, zihinsel canlandırmaların gerçek yaşamdaki şartlı ve şartsız uyarıcıların yerini alabileceğine işaret etmektedir (Yazarın çevirisi)” (s.89).

Dadds ve arkadaşlarının bu saptaması, davranış terapileri ile bilişsel davranış terapilerinin zihinsel canlandırma değişkeni aracılığıyla nasıl köprülenebileceğine önemle işaret etmektedir. Bu köprüyü teyit edecek şekilde, bilişsel davranış terapileri yelpazesi içinde travma (örn., Conway, Meares ve Standart, 2004), depresyon (örn., Gilbert ve Irons, 2004), psikoz (örn., Morison, 2004), sosyal fobi (örn., Hirsch, Meynen ve Clark, 2004), intihar (örn., Holmes ve ark., 2007), obsesif kompülsif bozukluk (örn., Speckens, Hackman, Ehlers ve Cuthbert, 2007), bulimia (örn., Somerville, Cooper ve Hackman, 2007) gibi alanlarda zihinsel canlandırmanın önemli bir terapötik değişken olarak ele alındığını görmek mümkündür. Bu çalışmalar Dadds ve arkadaşlarının yukarıda belirtilen ifadeleri doğrultusunda düşünüldüğünde önemli başlangıçlardır.

10

ondan kaynak bulan diğer yöntemlerdeki (zihinsel canlandırmaya dayalı maruz bırakma gibi) önemi daha net bir şekilde görülmeye başlamasına rağmen, zihinsel canlandırmanın bu tür yöntemlerde “nasıl” ve “hangi” özelliklerle oluşturulacağına dair araştırmalar henüz başlangıç noktasındadır. Daha önceki bölümlerde, canlandırmanın çeşitli niteliklerinin duygular üzerindeki görece etkileri üzerinde durulmuştu. Örneğin, sistematik olarak en çok araştırılmış olan açı (göz ve dış açıdan canlandırma) değişkeninin terapötik yöntemler çerçevesinde araştırılması, terapötik etkinlikle yakından ilgilidir. Örneğin, sistematik duyarsızlaştırmada yer alan zihinsel canlandırmanın göz veya dış açıdan yaptırılmasının, söz konusu sorunun giderilmesinde farklı etkileri var mıdır? Zihinsel canlandırmaya dayalı olarak yaptırılan maruz bırakma yönteminde, şartlı uyaranlarla ilgili canlandırma hangi açıdan yaptırılırsa daha etkin olacaktır? Bir uyarıcıyı canlandırırken hareketli mi yoksa hareketsiz mi canlandırmak terapötik sonuçlara ulaşmada daha etkin olacaktır? Bu tür sorular daha çok yenidir. Çok eski olmasına rağmen, sistematik duyarsızlaştırma yönteminde kullanılan canlandırmanın (1) göz açısından (2) dış açıdan yaptırılarak uygulandığı karşılaştırmalı bir araştırmaya yapılan literatür taramasında rastlanmamıştır. Demek ki, zihinsel canlandırmanın temel bir değişken olarak kullanılacağı durumlarda, “şimdi olayı gözünüzün önüne getirin” yönergesi yerine “şimdi olayı gözünüzün önüne, o gün oradaymış gibi, gözlerinizle tanıklık ettiğiniz haliyle getirin” veya “hareketli ve bir seyirci gözüyle getirin” gibi canlandırmanın niteliğini belirginleştiren yönergelere ihtiyaç duyulabilecektir. Dadds ve arkadaşlarının (1997) ifade ettikleri gibi, bir şartlı uyaranın “zihinde canlanması” da şartlı uyaran olma niteliğine sahipse, bireye bunu dış açıdan canlandırmak, ona sadece şartlı uyaranı seyrettirmek olacaktır. Oysa klasik şartlama ilkeleri doğrultusunda sönme ancak şartlı uyaranla yüz yüze gelmeyi gerektiriyorsa, o zaman şartlı uyaranı bireyin zihninde onunla yüz yüze kalacak şekilde, yani göz açısıyla, canlandırması gerekecektir. Bilişsel davranış terapisi alanında, zihinsel canlandırma niteliklerinin görece etkilerini ortaya koyacak araştırmalara ihtiyaç duyulduğu ortadadır. Holmes ve arkadaşlarının (2007) ifade ettikleri gibi,

“Bilişsel terapi alanı, sözel düşünme biçimleriyle baş etmede oldukça iyi denebilecek yöntemler geliştirmiştir; ancak çoğu klinisyenin zihinsel canlandırma ile çalışma becerilerinde çok geri kaldıklarını ifade etmeleri de bir vakıadır (Yazarın çevirisi)” (s.301).