• Sonuç bulunamadı

kolaylaştırdı. Ayrıca sosyal ilişkiler vasıtasıyla erişilen kişilerle bazen onların iş ortamlarında, bazen dışarıda bir kafede, restoranda ya da avm’de, bazen de kendi ev ortamlarında; gün, mekân, saat kavramı belirgin tutulmaksızın görüşmeler yapılmıştır. Bu konuda gerek kendilerinin gerekse de bizlerin esnek davranmasıyla ortaya çıkan bu türlü sorunlar da aşılmış oluyordu.

Çalışmanın gidişatı açısından tarafımızca yaşanan bir başka önemli zorluk da nitel çalışmanın doğasının ürünü olan ve derinlemesine görüşmede ortaya çıkan, bilginin ilerleme şeklinden kaynaklanan türdeki güçlükler olmaktaydı. Çünkü çalışmanın doğasının ürünü olan böylesi bir durum, standart ve de planlı ilerlemeyi engelleyen bir koşulu ortaya çıkarmaktaydı. Nitel araştırmalarda sıklıkla karşılaşılan bu durum, bizim alan çalışmamızda da görüşmelerin derinlemesine ve yarı yapılandırılmış boyutlarda olması ve de görüşülen kişinin özelliklerine açık koşulları içinde barındırması nedeniyle sıklıkla ortaya çıkabilmekteydi. Bu tarz bir sorun; alanın kontrolümüzde ilerlemesinin zoluğu ve kayıt alma, not tutma gibi zorluklarla birleşince, üstesinden gelinmesini ekstra zorlaştıran bir konu olmaktaydı. Bu nedenle de çalışma boyunca, görüşme sürecinin hemen akabinde metinselleştirme ve tahlil gerektirici çalışmaların yapılması tarafımızca çok önemli görülerek, bu konuda hızlı olunmak için yoğun çaba harcanmıştır. Çünkü çalışmanın sonraki gidişatın yönünü de belirleyebilmek açısından ortaya konulan bu çaba bizler için önemli bir süreç olmaktaydı. Çoğu zaman alanda esnek davranmamız ve planlı olabilmemiz açısından önemli avantajlar sağlayan bu durum, elde edilmesi düşünülen verilerin amaca dönük olmasını da kolaylaştıran bir faktör olmaktaydı. Fakat bu çabamız bu tarz avantajlarına karşılık olarak da alanda kalış süresi ve verilere erişim sürecini uzatabilen bir etken oluyordu. Bu nedenle toplamda 57 kişiyle yapılan çalışmanın alan tarafı hem araştırmacının başka bir şehirde yaşaması ve çalışması hem de var olan bu türden gerekçelerle uzun ve meşakkatli bir çalışma sürecine dönüşmüştür. Fakat belirtildiği gibi yavaşlığın ve anlık tahlilin getirdiği bu türden zorlukların, verilerin nitelikli olması açısından bir avantaja dönüştürüldüğünü söylemek mümkündür. Bu durum da alan çalışma sırasında ve sonrasında yapılan tahlillerle sıklıkla anlaşılır ve hissedilir bir durum olmaktaydı.

42

2. RİSK, KORKU VE BELİRSİZLİKLER ÜZERİNE

2.1. Kavramsal Giriş

Risk kelimesi yakın zamana kadar ‘cesaretle’ ilişkilendirilen ve kahramanlık hikâyelerinin en belirgin kavramıydı. “Risk sözcüğü eski İtalyancada ‘cüret etmek’ fiilinden gelir. Bu anlamda risk kaderden çok bir seçimdir. Riskin hikâyesi tamamen, tercih yapma özgürlüğümüz ölçüsünde göze aldığımız eylemlerin öyküsüdür. Ve bu öykü, insan olmanın anlamını tanımlamamızı sağlar” (Bernstein, 2011; 26). “Kelimenin bu kökü gerçekten de kahramanlığı ve özgüveni çağrıştırsa da hikâye burada bitmez. Görece yakın zamanlara kadar, şans ve risk oyunları tanrılara meydan okumak olarak görülürdü. Modern İngilizcedeki ‘tempting fate’ (şansına fazla güvenmek) deyişi, kaderi temsil eden Ate’nin insanları aşırı böbürlendikleri ve geleceği öğrenmeye kalkıştıkları için cezalandırdığı Yunan tragedyalarından gelir” (Sennett, 2012; 80).

Riske dair tüm kavramsal açıklamaları incelediğimizde karşımıza çıkan önemli açıklamalar bu vurguyu yapıyorlar (Bauman, 2003; 2013; Sennett, 2012; Bernstein, 2011). Fakat bu kavramsal açıklamalar aslında önemli olan birkaç farklı noktayı daha içinde barındırıyorlar. Bunlardan ilki bir ‘sınır kavramı’ niteliğinde olmasıdır. Buradaki sınır, insana ait olan ile olmayanın (genelde tanrılara havale edilenin) sınırıdır. Kahramanlar ise aslında bu sınırları ihlal eden istisnalar oldukları için kahraman oluyorlardı (Bauman, 2003). Bu açıdan sınırı ihlal etmek güvensiz olan, bir bakıma da belirsiz olan ve de insani olmayan alanlara sokulmak ‘cüretiydi’. Herkesin harcı olmayan bu durumun ‘cesaret istediği’ aşikârdır (Bauman, 2003; Sennett, 2012; Bernstein, 2011; Furedi, 2006). Sonuçta risk almak antik dünyadan bu yana ‘bilinmez’ (emniyetsiz) hatta insani açıdan ‘belirsizlik’ taşıyan anlamlara ilişkin bir derinliği içinde barındırmaktadır (Bernstein, 2011). Douglas’ın ‘kategorik dünya’ (Douglas, 2005) dediği saptamasıyla düşünürsek; geçmiş dönemlerde insanlar ‘belirsizliğin verdiği korkuları tanrılara havale edebildiği için kendilerine dair güvenlikli yaşamlar inşa edebiliyorlardı’ (Giddens, 2010a; Bauman, 2011; Douglas, 1994; 2005). Bu açıdan ilkel anlamdaki sınırlar; ‘riskin sınırıydı’ ama güvenlik ile korku arasındaki sınırın ihlali ‘cüret etmekti’ (risk almaktı). Bu açıdan risk kavramı içinde başlı başına güvenlik (emniyet), korku ve belirsizlik kavramlarını barındırmaktadır (Bauman, 2011c; 2012a; 2013a; Bernstain, 2011).

43

İkinci nokta ise içinde barındırdığı ‘gelecek’ kavramıdır. Aslında şimdilik var olmayan (ya da gelmemiş) olanın belirsizliklerine vurgu yapıyor. İnsanlar geleceği öğrenmek ister. Çünkü belirsizliklerle (ya da olası olanların riskleriyle) baş etmek isterler (Beck, 2011). Ama Ate’nin insanları cezalandırması, aslında insanların tanrılarına ait olana dair ‘cüretkar davranmaları’ anlamına geliyordu. Eğer belirsizliklerin üstesinden gelmek gibi bir niyetimiz olacaksa, risk faktörünü dikkate almamız gerekir. ‘Gelecek’ bilgisi insani bir bilgi değildi. Kontrol edilebilmesi açısından da belirsizlik yüklüydü. Bu açıdan ona dair olanı sorgulamak korkulur bir işti (günahtı) ve insanın güvenlik adına onu ‘tanrılara havale etmesi’ gereken bir konuydu (Giddens, 2004). Bugün bizler geleceği kader, talih çizgisinin dışına çıkardık. Bir bakıma tanrıların alanının dışına çıkarmış olduk. Çünkü seküler dünyanın riskleri bir anlamda geleceğin kontrolü anlamına geliyordu (Bernstein, 2011; Bauman, 2011). Ama bu durum tanrıların kontrolünde olan riskleri bir anlamda serbest bırakmak anlamına da geliyordu. Artık riske dair belirsizlikler her yerde (Beck, 2009; 2011; Bauman, 2013a) ve de gelecek de insanın kontrol etmesi gereken bir alan oldu (Bauman, 2011; Beck, 2008; 2011). Fakat bu hepimizi birer kahraman haline getirmedi (Bauman, 2003; 2013a). Çünkü belirsizlik her yerde olunca üstesinden gelmek de zor oldu. Bu da eyleyen (ya da her şeye rağmen eyleyebilen) kahramanlar yerine içine sinen, ‘eylemsiz’ (eylemekten ya da eyleyebilmek açısından), pasif bireyler inşa etti (Furedi, 2001; 2006; Sennett, 2012; Bauman, 2011a). Şimdi gelecek de tanrıların kontrolünden çıkınca o da büyük bir belirsizlik ve korku yarattı (Bernstein, 2011; Douglas, 1994). Aslında kavramın etimolojisi de tragedyalar da hatta mitler de sanki olabilecekleri bize binlerce yıl öncesinden -‘bir gelecek senaryosu’ gibi- haber vermişler de biz yeterince dinlememiş gibiyiz. Çünkü maceramız bizi daha fazla üstesinden gelmekte sıkıntılar çektiğimiz ‘korkulara ve belirsizliklere’ savurdu.

Bu bakımdan artık günümüz insanı kuşatılmış risklerle dolu bir hayat yaşıyor ve ‘artık hayatın kendisi doğal bir risk haline geldi’ (Bauman, 2003; Sennett, 2012). Hatta ‘risk gündelik olan en sıradan hikâyelerimize de sirayet ettiği için’ (Giddens, 2010a; Sennett, 2012; Beck, 2011) ‘anahtar kavramımız risk altındayız’ (Furedi, 2001; 2006; Beck, 2011) oluyor. Risk temelli bir hayat netice olarak tüm bireyleri korkunun ve de belirsizliklerin ‘hayat tarzına’ dönüştüğü yaşamları karşımıza çıkartıyor (Bauman, 2003; Sennett; 2012; Giddens, 2010a). Artık korku ‘zihinlerimizi’ (Bauman, 2011; 2013), ‘eylemlerimizi’ (Bauman, 2011; Beck, 1994), ‘geleceklerimizi’ (Bernstein, 2011; Beck, 2011) ‘rutinlerimizi’

44

(Giddens, 2010a; Furedi, 2001; 2006; Bauman, 2012), ‘çalışma hayatımızı’ (Sennett, 2012; Beck, 2011), ‘aşklarımızı’ (Furedi, 2001; 2013; Beck ve Beck-Gernsheim, 2012), ‘mesleklerimizi’ (Sennett, 2011; Bauman, 2011), ‘bedenlerimizi’ (Beck, 2011; Bauman, 2012) kısacası her şeyimizi ele geçirdi. Çünkü elimizde artık bir risk prizması var ve her şeyi onun içinden geçiriyoruz (Giddens, 2010a; Furedi, 2001; 2006). Ama çözüm diye yaptığımız bu eylem, prizmanın diğer tarafına ‘korku’ ve ‘belirsizlik’ olarak çıkıyor (Bauman, 2013).

“Belirli inançlarım ve dogmalarım2

vardır ve bu varoluş kalıplarının bozuluşunu istemem. Çünkü köklerim bunlarda saklıdır. Bunların bozuluşunu istemem. Çünkü bu bozulma bir bilinmezlik (belirsizlik) durumu yaratır ve ben bunu sevmem. Bildiğim ve inandığım her şeyden koparılırsam, yöneldiğim şeylerin durumundan oldukça emin olmak isterim… Belirlilikten belirsizliğe olan hareketi, ben korku olarak adlandırıyorum” (Krishnamurti, 2012; 17-18).

“Korku bilinmeyendir” (Krishnamurti, 2012; 59) ve bu bilinmeyen ya da bilinemezliklerin getirdiği koşullar, hayatımızdaki korkuları yüzer-gezer bir hale getirdi (Furedi, 2001; Bauman, 2012a; 2013a). Risk aldık, belirsizlik ürettik ve belirsizliklerde şimdi korkularımızın kendisi oldular. “Çağdaş dünya, ümitsizce dışarı çıkacak bir yol arayan yüzer gezer korku ve hayal kırıklıklarıyla ağzına kadar dolu bir kaptır. Hayat belirsizlikleri, bulanık hatları ve gizli kökleri yüzünden iyice korkutucu bir hal alan karanlık vesveselerle ve meşum önsezilerle aşırı doymuş durumdadır” (Bauman, 2012a; 23). Furedi de benzer şekilde risklerin artık öyle bir hal aldıklarını; sanki Yunan tanrıları gibi boşlukta geziniyorlar ve bizi her an vurabilecek tehlikeler şeklinde olduklarını belirtiyor (Furedi, 2001). Giddens ise ‘bu yüzden gündelik hayatın bir korku nöbetini andırdığını’ ve riskin, korkunun ve belirsizliklerin artık bir hayat tarzı haline geldiğini ifade ediyor (Giddens, 2004; 2010a). Bu yönüyle artık ‘güvenlik’ ya da ‘kendini güvende hissetmek’ de artık daha incelikli bir mesele haline geldi. Almanların ‘sicherheit’ dediği yerde İngilizlerin bir kaç kelime kullanması (güvenlik, emniyet, kesinlik) gibi hem kavramsal hem de sosyal boyutuyla daha incelikli düşüncelere ihtiyacımız var gibi (Bauman, 2011; 2012; 2013). Bu açıdan risk, belirsizlik ve korkuları bir arada düşünmeksizin bizlerin içinde bulunduğumuz çağdaş dünyayı anlamak imkansız hale gelmiş bulunuyor.

2

45