• Sonuç bulunamadı

4. BOĞAZİÇİ YALILARININ TARİHİ VE ÖZELLİKLERİ

4.4. Boğaziçi Yalılarının Gelişimi

19. yüzyıla gelindiğinde Boğaziçi’nin görünümü şöyle idi: Rumeli yakasında 21, Anadolu yakasında 14 tane olmak üzere toplam 35 köy ve kasaba vardı. Anadolu yakası daha tenha bölge idi. Her köyün kayık iskelesi, çeşmeleri, kahveler ve dükkânlarla çevrili bir meydanı; bazı köylerde meydanın bir köşesinde hamamı bulunurdu. Vadilerinde Çayırlık mesire alanları, tepelerde, sırtlarda korular yer alır ve her iki yakada bahçeler içinde, gerdanlık taneleri gibi yan yana yalılar uzanırdı.

Geleneksel konut mimarisinin bu en özenilerek yapılmış örnekleri, Boğaziçi’nin doğal ortamına uyumlu, insan ölçeğinde yapılardı. Denizle iç içe idiler. Altlarında veya bahçelerinin bir köşesinde kayıkhaneleri vardı. Yaz kış sürekli oturulan yalılar olduğu gibi, sadece yazlık olarak kullanılan yalılar da vardı. Devletin ileri gelenleri ve zengin tüccarlar kış aylarında İstanbul’daki konaklarında kalırlar, yaz aylarında Boğaziçi’ndeki yalılarına taşınırlardı. Yalılar haremlik ve selamlık olmak üzere iki kısım olurdu. Klasik dönemde inşa edilen büyük yalılarda bu iki kısım ayrı binalar olarak yapılır, aralarında

45 bir bahçe bulunurdu. Selamlık köşkleri küçük fakat çok gösterişli yapılardı. Birer prestij binası olarak tasarlanırdı. Harem binaları daha sade görünümlü, fakat bütün aile efradının gününü ve gecesini geçirdiği yer olarak oldukça büyük binalardı. Elbette bütün yalılar böyle zengin işi binalar değildi. Daha küçük yalılar, Yeniköy, Tarabya ve Büyükdere’de olduğu gibi bitişik nizam yalılar, hatta Arnavutköy’de olduğu gibi apartman şekline yalılar da yapılmıştır. Bostancıbaşı defterlerinden öğrendiğimize göre o yıllarda Rumeli kıyısında 550, Anadolu kıyısında 300 kadar yalı vardı.

Yalılar çoğunlukla ahşap yapılardı. İki sebepten dolayı; birinci sebep İstanbul’un ciddi bir deprem bölgesi olmasıdır. 1509, 1766 yıllarındaki depremler büyük yıkımlara sebep olmuştu. Ahşap binalar, o devirlerdeki en dayanıklı yapı türü idi. İkinci sebep kıyıda yapılan binalardaki zemin sorunlarıydı. Kâgir yapılar ağır olduklarından özellikle dere ağızlarındaki, körfez yerlerdeki kumlu ve alüvyon zeminler için uygun değildir. Büyük saray yapılarında sahile ahşap kazıklar çakılmış, temeller bunlara oturtulmuştu ki, bu çok masraflı bir yöntem idi. Zemini sağlam olan yerlerde kâgir yalılar da yapılmıştır.

Ahşap taş binalara göre estetik açıdan daha esnek bir yapı malzemesi olduğu için mimarlara geniş bir tasarım alanı yaratır. Boğaziçi’nin iki yakası yüzyıllar boyunca, bazıları birer mimari başyapıt olan bu eserlerle süslendi.

Yalılar, bugünkü ahşap koruyucu malzemelerin bulunmadığı yıllarda rutubetin etkisiyle çabuk yıpranıyorlardı. Ayrıca kolay çıkabilen ve kısa sürede bir mahalleyi etkisi altına alabilen yangınlar yalıları da yok ediyordu. Bu bakımdan sık sık yeniden inşa edilmişlerdir. Osmanlı mimarisinin en güzel yalıları Batı etkilerinin henüz görülmediği klasik devirde yapılmışlardı ki, sadece birkaç tanesi orijinal olarak günümüze ulaşabilmiştir.

1971 yılında Boğaziçi’nin iki yakasındaki 366 adet yalı tarihi eser olarak tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır. Bunlardan 89 adedi 1. sınıf, 208 adedi 2.sınıf ve 69 adedi 3. sınıf eski eser olarak nitelendirilmişlerdir. Bu sınıflama şu anlama gelmektedir: 1. sınıf eserlerin, içi ve dışı ile aynen korunmak zorundadır; 2. sınıf eserlerde, dış görünüm aynen korunmak şartıyla iç mekânlarda değişiklik yapılabilir; 3. sınıf eserlerde ise kat adetleri ve yükseklikleri değişmemek şartıyla içte ve dışta bazı değişiklikler yapılabilir. (Elçi, 2016)

46 Yahya Kemâl "Boğaziçi doğrudan doğruya Türklerin eseridir” der. Gerçekten de, Boğaziçi'nin kendine has coğrafyasının biçimlendirdiği hayat tarzı ve bunun mimariye yansıması olan yalılar, Osmanlı döneminin ürünüdür. Bu, Bizans döneminde Boğaziçi'nin tamamen terk edilmiş olduğu anlamına gelmez. Nitekim yamaçlara serpiştirilmiş manastır ve şapellerin, iskâna elverişli koylarda da balıkçı köylerinin varlığı bilinmektedir. Ne var ki, muhtemelen güvenlik kaygısıyla, Bizans yönetici sınıfı için Boğaz kıyıları bir yazlık ikamet alanı olamamıştır. Her ne kadar arkeolojik verilerden yoksun isek de, bu kıyılara özgü bir konut mimarlığının da gelişmediği söylenebilir. Esasen, Osmanlı İstanbul'unda gözlenen "yazlığa taşınma" alışkanlığı, kökleri Türklerin göçebelik dönemine inen, Anadolu'da "yaylaya çıkma" biçiminde tezahür eden bir geleneğin İstanbul'daki devamından başka bir şey değildir. Başka bir deyişle, Boğaziçi, coğrafi tanım açısından değilse de işlev açısından İstanbul'un "yaylası" olarak görülebilir.

Türk konut mimarlığını ilginç bir biçimde Uzakdoğu (özellikle Japon) konut mimarlığına yaklaştıran, buna karşılık Batı konut geleneğinden farklı kılan, yaşama birimlerini olabildiğince doğal çevreyle bütünleştirme ve böylece konutu "şeffaflaştırma" eğilimi Boğaziçi'nde yalılarla ifadesini bulmuştur. Örneklerin büyük çoğunluğunda uygulanan "karnıyarık / zülvecheyn" sofalı plan tipinde, yalının "kalbini" teşkil eden, odalar arasında iletişim sağlamanın yanı sıra divanhane (kabul mekânı) işlevini üstlenen sofalar, kıyıya paralel uzanan yalıyı derinliğine kat ederek bir cephesiyle Boğaz’a, diğer cephesiyle arkadaki korulara açılmaktaydı, her iki yönde yer alan, zemini yükseltilmiş ve çepeçevre sedirlerle donatılmış olan eyvanlarda oturulduğunda, yan yana dizili bol miktarda pencereden denizin mavisiyle korunun yeşili aynı anda algılanabilmekteydi.

Emel Esinin İslâm öncesi Orta Asya kültürlerinde tespit ettiği bazı ilginç bağlantılar haricinde, Boğaziçi'ndeki yalı mimarlığının "İstanbul dışı" ilham kaynakları hemen hiç sorgulanmamıştır. Orta Asya'ya uzanan kökleri inkâr etmeksizin, İstanbul'un yakın çevresine, Anadolu ve Rumeli'deki fetih öncesi Osmanlı dünyasına, sonra daireyi genişleterek Kahire ile Venedik'e bu amaçla göz gezdirmek doğru olacaktır. Fetihten önce iki önemli kent olan ve kültürel açıdan Osmanlı kimliğini yansıtan Amasya'da ve Edirne Sarayındaki "nehir boyu yalıları" bu bağlamda önem kazanır. Edirne Sarayındaki örnekler asıl 17. yüzyılda çoğalmış ise de bu geleneği Fatih dönemine kadar götürmek

47 mümkündür. Amasya'da ise günümüze ulaşan yalılar 19. yüzyıl başlarından geriye gitmez daha önceki yüzyıllarda da Yeşilırmak boyunca yalıların sıralandığını düşünmemek için bir neden yok. Bu bağlamda, Antakya ile Hama da, Asi Irmağı boyunca uzanan yalılar da hatırlanabilir.

İstanbul'dan uzaklaşıldığında, Memlûk döneminde Nil'e bağlı yapay kanallar ve göletler üzerinde sıralanan yalılarıyla Kahire dikkate değer bir birikime sahiptir. Bu kanallarda ve "briket"olarak anılan göletlerde sultanların ve emirlerin, binlerce kandilin aydınlattığı ve çiçeklerin süslediği sallar ve kayıklar üzerinde düzenlediği musiki ve raks âlemleri, III. Ahmed'in şehzadelerinin sünneti münasebetiyle düzenlenen "sûr-i hümâyun"da Haliç üzerinde yapılan eğlenceleri hatırlatır. 1517'de Osmanlı egemenliğine giren Mısır'da maddi kültürün ve gündelik hayatın hemen her öğesi gibi, kent dokusunun ve yerel mimarlığın da Kavalalı Mehmed Ali Paşa dönemine kadar canlılığını koruduğu bilinmekte ve Kahire ile İstanbul arasında bu konuda bir etkileşimin olduğu ön görülmektedir.

Öte yandan, Osmanlı dünyasının Avrupa'ya açılan "ilk kapısı" olan Venedik'te, kanallar üzerinde dizili palazzo lar ve kanallar üzerinde yapılan görkemli kutlamalar diğer bir ilham kaynağı olarak görülebilir mi? Gerek yukarıda adı geçen Osmanlı kentleri, gerekse de Kahire ve Venedik ile Boğaziçi yalı geleneği arasında bir bağlantının olup olmadığı henüz irdelenmiş değildir. Benzerliklerin ötesinde, böylesi bir etkileşimin hangi şartlar altında ve ne gibi eksenler üzerine gerçekleştiğini, belgelerle açıklığa kavuşturacak araştırmalara ihtiyacımız var. (Tanman, 2008)

Abdülhak Şinasi Hisar (1888-1963)’in da şu satırları ile belirttiği gibi Boğaziçi kendisine has özellikleri olan bir medeniyet meydana getirmişti : “Bu asrın ilk yıllarında Boğaziçi en kapanmış ve kendine mahsus adetleri ve zevkleri olan büsbütün hususi bir âlemdi. Barındırdığı birçok özellik kendine has tabiatının hususiyetlerine katılarak ona, bazı kısımlarıyla eş bulunduğu İstanbul medeniyetinden bile ayrılan, hususi bir medeniyet kurmuş oluyordu”. (Eyice, 1976)

Şehirler özel karakterleri ile yaşarlar. Bu yaşantı şehirleri biçimlendirir, şahsiyet kazandırır ve kendilerine has peyzajını çizer. Çağdaş planlamada, şehir karakteristiklerinin korunarak hüviyetlerinin muhafazası ve ileri nesillere devri çabası, en

48 gerçekçi bir tutum olarak belirlenmektedir. Bu nedenledir ki, şehirleri biçimlendiren özelliklerin korunmasında çok titiz davranılmakta, her araçtan istifade edildiği gibi kent halkı da bu konuda eğitilerek ve teşvik edilerek bu çabaya yardımcı hale getirilmiştir. Kendine has özelliklerini geniş bir perspektif içinde ve çok net olarak ortaya seren bir şehir de hiç şüphesiz İstanbul’dur. Bu özelliklerin kapsamı o kadar geniş ve köklüdür ki, başka hiç bir şehre benzemez. Bu olgu içinde Boğaziçi, geniş bir bütünlük, başlı başına bir varlık olarak belirlenmekte ve topoğrafya, iklim, yeşil örtü, suyolu, tarih ve kültürün en uyumlu bileşimi olarak tanımlanmaktadır.

Boğaziçi'nde, tabiatın verdiği muhteşem bir topoğrafya, köklü bir kültür ve sanatın en ince ve hassas zevkleri ile süslenmiş ve bir Boğaziçi Peyzajı meydana gelmiştir. Bu tabiat parçasını atalarımız en iyi bir şekilde bizlere devretmişlerdir. Boğaziçi peyzajı, İstanbul'un tarihi, kültürü, tabiatı ve her şeyidir.

Boğaziçi’siz bir İstanbul, Boğaziçi’siz bir Türkiye, Boğaziçi’siz bir dünya düşünmeye imkân yoktur. Su sathından başlayarak vadilerin bir kenarına yaslanan ve topoğrafyaya en uyumlu yerleşen Boğaziçi köylerinde komşuluk münasebetlerinin en uygun örneklerini görüyoruz. Hiçbir yapı bir diğerinin görüşünü kapamıyor ve yamaçlara doğru açılarak korularla birleşiyor. Bu yerleşmeler bir taraftan denize, diğer taraftan vadi ve karşı yeşil yamaçlara bakıyor. Bu köy yerleşmeleri münferit topluluklar halinde belirleniyor ve yalnızca Yalılar dizisi ile birbirlerine yaklaşıyorlar. Sahil şeridindeki yalılar, sivil mimarimizin en güzel örnekleri olarak sıralanıyor ve alçak rıhtımları ile suyla birleşiyorlar. Yalı'ların fonunu teşkil eden Boğaziçi Koruları, münferit köy yerleşmelerini ayıran yeşil örtüyü meydana getirerek yakınlı uzaklık silueti tamamlıyorlar. (Özden, 1972)

İstanbul görünümünün önemli bir parçası olan Boğaz kıyılarındaki bu sâhilsarayları, köşk ve kasırları İstanbul’a gelen Batılı ressamların da dikkatini çekmiş ve çarpıcı bir anlatımla betimlenmişlerdir. (Arslan, 1997)

İstanbul’da yerleşim, Bizans döneminde Tarihi Yarımada’da daha yoğundu. Boğaz üzerinde ise küçük balıkçı köyleri ve kasabaları yer alıyordu. Osmanlı döneminde ise, gözlerden ırak, kendi yağıyla kavrulan bu küçük balıkçı yerleşimleri, saray erkânının, padişah ve yüksek makama mensup bürokratların ilgisi çekerek mesire yerleri olarak

49 kullanılamaya başlanır. Takvimler 1900’leri gösterdiğinde Boğaz, leb-i derya yalılarla bezenir. Bugün de Boğaz boyunca her iki yakada tarihi yalıların süslediği lüks semtler alıyor. (URL9) İstanbul Boğazı, Türk kültür ve sanat hayatında Asya ve Avrupa yakalarındaki yerleşimi ifade etmek üzere kullanılan adıdır.

Karadeniz’i Marmara denizine bağlayan Boğaziçi eski Yunanlılar tarafından, Boğaz’ın sonundaki sahillerde rastlanan bazalt sütunlar ve mağaralar dolayısıyla, “birbiriyle vuruşan kayalar” mânasında Symplegades şeklinde adlandırılmıştır. Tarih boyunca bünyesinde birçok mitolojik hâtırayı saklayan Boğaziçi’nin tarihçesi hakkında Eskiçağlarda Herodot, Polybios, Strabon, Plinius, Arrian, Bizanslı Dionyzos gibi tarihçiler tarafından yazılmış eserlerden bilgi edinmek mümkündür.

Osmanlı Türkleri daha İstanbul’un fethinden önce Boğaziçi ile yakından ilgilenmişler ve buranın askerî önemini kavrayarak Anadolu ve Rumeli hisarlarını inşa etmek suretiyle tahkimat yapmaya başlamışlardır.

Fetihten kısa süre sonra, Fâtih Sultan Mehmed zamanında Karadeniz’in bir iç deniz haline gelmesiyle birlikte Boğaz’ın savunmasına ihtiyaç duyulmamış, zaman zaman bu hususta bazı tedbirler alınmakla beraber son dönemlere kadar Boğaziçi Türk- İstanbul hayatında çeşitli imar faaliyetlerine sahne olarak daha ziyade bir eğlence yeri, şiir, mûsiki ve edebiyat konusu olmuştur.

15. yüzyıl ortalarından itibaren tabii güzellikleri, mimarisi, nakil vasıtaları ve hayat tarzı bakımından önemli değişiklikler geçiren Boğaziçi gittikçe güzelleşmiş, Bizans dönemindeki ıssızlık ve sessizliğin yerini giderek artan bir ihtişam ve azamet almıştır. Kısa zamanda her iki sahilde kurulan köyler, başta hânedan mensupları olmak üzere devlet büyükleri tarafından yaptırılan kasırlar, köşkler, yalılar, bahçeler, cami ve çeşmelerle Boğaziçi kalabalıklaşmış, şenlenmiş ve güzelleşmiştir.

Reşat Ekrem Koçu, Boğaziçi’ni; “İstanbul’da, İstanbul Boğazı ile iki kıyısını içine alan kent parçası” olarak tanımlamıştır. Yahya Kemal Beyatlı Boğaziçi’ni, “İstanbul’dan ayrı, kendi çerçevesi içinden görünen, yalnız kendine benzer, iki sahil boyunca parça parça lakin hüviyeti ile yekpare bir şehir” olarak tanımlamaktadır. Sâmiha Ayverdi Boğaziçi hakkında, “Boğaziçi diyoruz, acaba Boğazı İstanbul’dan ayırmak mümkün mü? Hatta Boğaziçi köyleri arasında hudut çizip, her bir isme ayrı bir mal etmek bile müşkül,

50 belki de muhal! Zira kaşı, gözü, eli, kolu ve nazlı endamın bütünlüğü içinde dilberliğine doyamadığımız bir güzele bakar gibi, İstanbul’un latif bir devamı olan Boğaz’ı da aynı coğrafyanın birliği ve yekpareliği içinde seyretmek gerek…” diye dile getirmektedir. Yahya Kemal Beyatlı Boğaziçi yerleşimiyle ilgili olarak, “Fetih’ten sonra İstanbul’un imarı hemen başlamıştır. İmar sadece sur içi ve çevresinde değil, Boğaziçi’nde iki sahil boyunca köy köy, Kavaklardan Marmara’ya kadar yalı mimarisiyle süslenmiş, yeryüzünde yalnız kendine benzer başka bir şehir olmuştur” demiştir. Ruşen Eşref Ünaydın’ın ifadesiyle yalılar: “Her mevsimi başka bir semtte geçirmeye alışkın eski İstanbul zenginlerinin, vükelasının birkaç ay deniz ve koru sefası sürmek için kurdurmuş oldukları su kenarı konakları” dır. Abdülhak Şinasi Hisar’ın ifadesiyle yalılar; Türk mimarisinin Osmanlı döneminde oluşturduğu ihtişamlı konutlar arasında yalılar da vardır. İstanbul’a, Türkler tarafından getirilen yalı tarzı, denizle iç içe yaşamanın konuta yansıyan simgesidir.

51

Benzer Belgeler