• Sonuç bulunamadı

Bir p arça

Belgede Edebi kıraat nümuneleri (sayfa 43-49)

D am et

Çiçekler ve cılız çilekler devşiren çobanlar, kaçın buradan!.. Otlar içinde zehirli bir yılan gizli...

M enalk

Kuzular, fazla ilerlemekten sakının.. Sahil tehli­ keli.. Koçunuz bile daha yününü kurutmadı.

D am et

Titir, keçilerini otlatırken onları nehirden uzak­ laştır: ben bizzat kendim, vakti gelince, lıepisini çeşm ede yıkıyacağım.

M enalk

Çobanlar, kuzularınızı toplıym; eğer hararet sütlerini yakarsa, geçen gün gibi, ellerimiz yine boş yere onların memelerini sıvar.

Dam et

Heyhat! bukadar boy atmış yeşillik içinde bo­ ğalarım ne zayıf: aşk, sürüyü de, çobanı da ayni suretle öldürür...

(*] Küçük rustayî şiirleri “ Eğloğ „ derler. Lisanımızda tam mukabili yoktur.

T arlalar

i

Fecir gözünü oğdu; Ufukta güneş doğdu. Gece mama dadının, Bu simsiyah kadının. Gün,- aydınlık bezile- Yüzünü sile sile, Şükür, bembeyaz etti. Güneş biraz nazetti Buluttan çıkmam diye...

II

Uyuklıyan kediye Çiftliğin kenarında, Koyun ağıllarında, Hücum edince köpek Vak’a feci oldu pek! Hırıldıyarak kedi: “Tırmalarım ha...„ dedi. Köpek ona atıldı.

Toz dumana katıldı. Hem de ne dumn, ne toz Bunu duyunca horoz Altüst etti kümesi; Uyandırdı herkesi. Bir kavga, bir kıyamet!

Evinden, bağcı Ahmet, Alarak çapasım,

Küçük arabasını Yokuş aşağı itti, Bağına doğru gitti. Kulübeden dışarı Çıktılar çocukları. Koşarak, bağırarak, Oynuyorlar kaydırak.

Nihayet geldi sıra Kızlara, kadınlara: Onlar da birer birer. Şimdi ağıla girer, Sağarlar koyunları.

Şurda bir kocakarı İşte büküyor iplik.

Uyandı bütün çiftlik. Ortalık sütten beyaz î

Biz bırakalım biraz, Bu çiftlikte kalsınlar Köylü kızlar, kadınlar, Ahmedin çocukları, Kümesin tavukları, Horoz, kedi ve köpek... Bizim nemize gerek Kaydırak oyunları, Ağılın koyunları...

Ah., tarlalar, tarlalar!.. Size bir kere dalar, Sizi gezebilirsek... İnsan boyundan yüksek Derinliklerinizde,

Çiftçiler gibi, biz de, Şimdi boşalıp taşan, Şimdi ürkek dolaşan Rüzgârları duyarsak... Bizim için yaşamak Başka, hem de bambaşka Bir zevkolur mutlaka...

III

Şehirlerden, köylerden, Her kalabalık yerden Havesimizi aldık. Doğrusu pek bunaldık Gürültüden, dumandan! Artık bize bir meydan lâzım: açık, boş, dümdüz! İstemiyor gönlümüz

Eski sevgilisini. Ne sofra, ne de sini; Ekmek verin bir dilim, Yere çöküp yiyelim! Ne para., ne pul, - evet - Ne şöhret, ne de servet!.. Çoktan olduk ihtiyar: Bizi ne sevda, ne yâr Düşündürüyor bugün, Ne yavuklu, ne düğün,

214

Ne de süslü bir çeyiz: Hatta değişeceğiz Bir başağa onları... Mükellef salonları Akşama kadar yaya Tarlada dolaşmaya... Bize gölgeliklerin Su başlarında serin Bir inziva kâfidir, Düz bir ova kâfidir.

Vala Nurettin

(Vezni: yedi hece)

Bu vezinde durak nazarı itibara alınmaz.

KİK ŞİİRLERİ

Yukarıda okuduğunuz eserler kır ve köy ilhamlarıdır. Bizde bu nevi şiirler pek az bir yekûn tutar. Çünkü asırlarca İran edebiyatının tesirde mahdut mazmunları binbir şekle sokarak maharet gösteren edebiyatımız, halktan ve halk dilinden uzak kaldığı kadar hakiki hayâttan ve bilhassa tabiattan da pek az birşey sezebilmiştir. Zaten coşkun ve engin tabiatı kendi göz­ lerde görmekten ziyade divanlardaki modeller üstünde tanı­ mağa çalışan şairler için bu, içtinabı imkânsız bir mecburiyet idi. Vakıa Nedim gibi bazı şairlerimizin divanlarında azçok doğrudan doğruya muhitlerinden ve Kâtane - eski Sadabat- gibi bazı yeşillik ve dere kenarlarından muktebes izler görebi- liyorsak ta bunlar rustayî şiire tam bir nümune olmaktan pek uzaktır. Aptülhak Hâmidinî “Sahra,, sı da bizde bu nevi şürin ilk tecrübesi sayılabilir. Pek okadar güzel değildir. Ancak son devirde bazı genç şairler bu tarza daha fazla yaklaşır gibi oldular. Fakat el’an taşkın bir kır şairi henüz yetişemedi.

Kır şiirlerine “Rnstayî„ şiirler de denilir. Başka edebi­ yatlarda bunun muhtelif şekillerini görüyoruz. Hele bazı mil­ letlerin edebiyatı rustayiata pek kadimdenberi maliktir.

Ta “Tevrat„ta bile rustayi şiirin izlerini buluyoruz. Bilhassa, kadim Yunan şairlerinden Teokrit [1] in edebiyata ithal ettiği bu nevi şiir az zamanda oldukça taraftar kazanmış ve şiirde Teokritin tarzım taklit edenler çoğalmağa başlamıştı. Bir efsa­ neye nazaran “Teokrit,, te bu türlü şürler yazılabileceğini “Daîni,, isminde bir çobanın kavalını dinledikten sonra seze­ bilmiş ! Daîni hem kaval çalıyor, hem de kırları, ırmakları terennüm ediyormuş!

Teokriten sonra meşhur Latin şairi Virji! [2] dahi onu tak- liden pastorallar, yani rustayi şiirler vücuda getirmiştir.

Şimdiye kadar bizde en çok usatyîr edebiyat yapanlar naşirler olduğunu da zikre lüzum vardır. Meselâ Aptülhak Hâmit, Recai zade Ekrem, Sami Paşa zade Sezai Beyler bir vakit Çamheayı görebildikleri kadar tasvire çalıştılar. Eserleri, bilhassa bazı mektupları okunursa hissedilir ki bu şairler Çamlıcayı cidden sevmişler ve benimsemişlerdir. Böyle mensur rustayi edebiyat nümuneleri Garpte de gösterilebilir. Meselâ vaktile türkçeye de nakledilmiş olan “Bernarden dö Sen Piyer [3]„ in “Pol ve Virjini,, si bir romandan ziyade rustayi bir şiirdir. Zaten şiirin bu nevi mutlak surette tasvirden de ibaret değildir. Kırlar, ormanlar içinde geçen herhangi bir gönül macerasına da zemin olabilir. Yeter ki san’atkâr engin bir aşk ile kırları ve sakinlerini sevsin! Çobanlar, çiftçiler, hatta köy köy dolaşan derbeder seyyahlar ve garipler Türk pastorali içinde ne yeni, ne samimî bir makes bulabüirler. Bilhassa çoban ve çiftçiler kırın en mühim iki unsurudur. Birisinin kavalı bütün kuşları ve ırmakları dile getirirse diğeri de sabanile ihtiyar toprağın bağrında, yarın altın güneşin ziyalarile parlıyacak olan buğday tarlalarına zemin hazırlar. İkisi de tabiat kadar saf, tabiat kadar tekellüfsüzdür.

İlhamını yeşil ve feyyaz tabiattan almıyan edebiyatlar her ne de olsa cüız ve kansız kalır. Rustayi şiir ise en solgun edebiyatlara bile az zamanda kan, hararet ve kuvvet getirir.

[1] Theocrite. [2] Virgile.

Belgede Edebi kıraat nümuneleri (sayfa 43-49)

Benzer Belgeler