• Sonuç bulunamadı

B. BERTRAND ARTHUR WILLIAM RUSSELL(1872-1970)

2. Betimleme Kuramı

Russell’a göre biz zihnimiz dışında sahip olduğumuz her türlü bilgiye dolaylı yoldan sahip oluruz. Diğer edindiğimiz bilgiler dilsel bir çabayı gerektirir. Russell bu çabayı betimleme olarak adlandırır.17

Ona göre iki tür betimleme vardır:

17 İlhan İnan, Dil Felsefesi, s.62.

17

1. Belirsiz Betimleme (Indefinite Description): Cümledeki betimleme genel bir yapıda ise ve tekil bir nesneyi betimlemiyorsa belirsiz betimleme kullanılmıştır.18 Betimlenen şeyin tam olarak ne olduğu bilinmiyorsa o belirsiz betimlemedir. Örneğin; “İstanbul’un bazı yolları çok geniştir.”

İstanbul’un bazı yolları betimlemesi belirli bir yolu betimlemediğinden belirsiz bir betimlemedir.

2. Belirli Betimleme (Definite Description): Tekil, belli ve bilinen bir nesnenin betimlemesinin yapılmasıdır. Örneğin; “Ayasofya Müzesi’nin olduğu şehir güzeldir.” Bu cümleyi ifade ettiğimizde “Ayasofya Müzesi’nin olduğu şehir betimlemesi belli bir betimlemedir, belli bir şeyi ifade etmektedir. Burada bahsedilen şehir olan İstanbul tekil bir nesnedir.

Russell’a göre tek bir nesneye gönderme yapar gibi görünen belirli betimleyiciler yanıltıcıdır. Tümcenin öznesi gibi görünürler ama mantıksal açıdan tümcenin öznesi olamazlar. Çünkü ona göre bu tür cümleler gerçekte tekil değil genel önermeler dile getirirler. 19 “Ayasofya Müzesi’nin olduğu şehir” betimlemesi tümce içinde kullanılmadığında kendi başına bir anlam taşımaz. Aslında “Ayasofya Müzesi’nin olduğu şehir” betimlemesi doğrudan tanışık olmadığımız İstanbul şehrine gönderme yapmaz. Biz bu şehri doğrudan tanışık olduğumuz kavramlar cinsinden betimleriz;

- Ayasofya Müzesi’nin içinde bulunduğu bir şehir vardır ve

18 İlhan İnan, Dil Felsefesi, s.62.

19 İlhan İnan, Dil Felsefesi, s.63.

18

- O şehir dışında Ayasofya Müzesi’nin içinde bulunduğu başka bir şehir yoktur ve

- O şehir güzeldir.

Yani,

- Öyle bir x vardır ki Ayasofya Müzesi orada bulunur ve

- Herhangi bir y için eğer Ayasofya Müzesi y de bulunuyorsa, y ve x aynıdır ve

- Y güzeldir. 20

Yani, Russell’a göre hiçbir zaman İstanbul’a İstanbul olarak gönderimde bulunamayız; ancak diyebiliriz ki, Ayasofya Müzesi’nin bulunduğu tek bir şehir vardır ve o güzeldir. Böyle bir çözümlemede de doğrudan İstanbul şehrine gönderimde bulunmuş olmayız.

Fakat yukarıdaki açıklama da çok problemlidir. Çünkü ben İstanbul’u “Ayasofya Müzesi’nin olduğu şehir” olarak betimlersem Ayasofya Müzesi de aynı şekilde betimlenmeye ihtiyaç duyacaktır. Onun için de başka bir ad ortaya çıkacak ve o betimlenmeye muhtaç kalacak ve bu sonsuz gerileme problemine yol açacaktır. Yani ben ne zaman bir şeyi başka bir şey üzerinden betimlemeye çalışsam, üzerinden betimlediğim şeyin kendisinin de betimlenmesi gerekecektir. Russell’ın özel adlar ile ilgili teorisinde de benzer bir problem mevcuttur.

20 Burada verilen örnek İlhan İnan’ın “Türkiye’nin başkenti büyüktür” örneğinden uyarlanmıştır.

19 3. Özel Adlar

Russell’a göre özel adların iki türü vardır. Bunlardan ilki Hamza gibi insan adları, İstanbul gibi yer adları, Ay gibi nesne adlarıdır ki bunlara “olağan özel ad” der. Bunlar dışındaki özel adlar ise mantıksal özel addır.21

Russell’a göre özel adların doğrudan bir gönderimi yoktur. Bizler dış dünyanın nesneleri ile doğrudan tanışık değilizdir, onları betimleme yoluyla bilebiliriz.22 “Fatih Sultan Mehmet kahramandır.” dediğimde Fatih Sultan Mehmet adı 15.yy’da yaşamış padişah Fatih Sultan Mehmet’e doğrudan gönderim yapsaydı, onun hakkında tanışıklık yoluyla bilgiye sahip olmadığımdan bu önermeyi anlamam mümkün olmazdı. Yani burada kullanılan özel ad bir dış nesneye doğrudan gönderim yapmaz. Bu özel addan ancak betimleme yoluyla bahsedilebilir. “Bir özel ad gerçekte bir betimlemenin kısaltmasıdır, ya da diğer bir deyişle örtük betimlemedir.”23

Russell’a göre olağan adlar doğrudan gönderim yapmazlar, tekil betimleme içerirler, biz bu betimlemede geçen kavramlarla yani tümeller ile tanışık isek, özel adın geçtiği tümceyi kavrayabiliriz. 24

Yani, Russell’a göre adların gönderimde bulunduğu fikri hatalı bir fikirdir. Adlar bizi yanıltır. Aslında onların gönderimde bulunduğundan bahsedemeyiz. Ona tümcelerde tümellerden, niceleyicilerden ve önerme eklemlerinden başka bir şey bulunmamaktadır.

21 İlhan İnan, Dil Felsefesi, s.64.

22 İlhan İnan, Dil Felsefesi, s.65.

23 İlhan İnan, Dil Felsefesi, s.65.

24 İlhan İnan, Dil Felsefesi, s.66.

20

Fakat bu düşünce de yukarıda bahsettiğimiz problemin ağına girmektedir. Çünkü Russell’ın bahsettiği gibi tümelleri soyutlama yöntemi ile elde ediyorsak doğrudan tanışık olunduğu düşünülen kavramlarla da aslında doğrudan tanışık olmuş olmuyoruz.

Çünkü bu kavramlara (tümellere) dış dünyadaki bireyler üzerinden ulaşıyoruz. Yapılan betimlerde kullanılan terimlerin betimlemesi istendiğinde de bu betimlemeler zincirine neden olmakta ve bir yerde bir şeye dayanmak zorunda kalmaktadır.

Bu problemin farkına varan Saul Kripke ve David Kaplan da Russell’ın bu kuramını eleştirmişlerdir. David Kaplan yazdığı “Bağlam Duyarlı Terimler”

(Demonstratives) adlı makalesinde Frege ve Russell’ın dediği gibi olmayan, doğrudan gönderime sahip terimler olduğunu ifade eder. Ben, sen, bu, şu gibi terimler doğrudan gönderime sahiptir. Bu dünyada olan bir nesneden bahsedilecekse onu bu dünyaya bağlı olmayan terimler üzerinden yani adlar ya da bağlam duyarlı terimler kullanmadan yapmak çok zordur. Dünyada doğrudan gönderimi olduğu düşünülmeyen terimlerden oluşan bir betimleme yazmak kanaatimizce mümkün görünmemektedir.

4. Gönderimsiz Terimler

“Russell Frege gibi, bir terimin ‘anlam’ı ile ‘gönderge’si arasında ayrım yapmaz. Ona göre anlam göndergedir. Yani bir terimin anlamı ile gönderge yaptığı şey aynıdır.”25

Frege’ye göre bir terimin gönderimi yoksa o terimin yer aldığı tümce doğru ya da yanlış olmayıp aynı zamanda anlamlı olabilir. Fakat Russell bu çözümü kabul etmez. Russell’a

25 İlhan İnan, Dil Felsefesi, s. 60.

21

göre anlam ve gönderim aynıdır. Bu nedenle gönderimsiz şey anlamsız olmalı, fakat öyle de olmamaktadır. Bu nedenle gönderimsiz terim ya doğru ya da yanlış olmalıdır.

Russell bu konudaki görüşlerini “Fransa’nın şimdiki kralının keldir” örneği üzerinden açıklamaya çalışır.

“Fransa’nın şimdiki kralı keldir”, yanlış ise mantıksal olarak bunun tersinin yani,

“Fransa’nın şimdiki kralı kel değildir”in doğru olması gerekir, fakat değildir. Russell bu problemi ele alarak tartışır.

“Fransa’nın şimdiki kralı keldir”i şu şekilde de ifade edebiliriz: En az bir x vardır ki, x şu andaki Fransa kralıdır “ve” x keldir. Bu ifade her türlü yanlış olur. Çünkü

“x Fransa Kralıdır” ifadesi yanlıştır ve yukarıda yer alan tümel evetlemeden dolayı ve den sonra ne gelirse gelsin önerme yanlış olur. Fakat Peter Strawson bu açıklamayı kabul etmez. Bu tip önermelerin varsayımsal önermeler olduğunu, bir tür nesnenin varsayılmasının ardından o nesneyle ilgili bir şeyden bahsedilebilecek türden bir önerme olduğunu söyler. Yani p’yi varsayarsak q’dur gibi bir önerme biçiminde olduğunu söyler. Yani yukarıdaki örnek olarak verilen tümcede olduğu gibi önerme terimleri arasındaki ilişkinin tümel evetleme gibi bir ilişki gibi değil de varsayıma bağlı bir ilişki biçimi olduğunu ifade eder. Bu tip önermelerde de “p eğer yanlış ise önermenin tamamı ne doğru ne de yanlış olur”, der. İki doğruluk değerini kabul eden klasik mantığı kabul etmeyen Strawson üç değerli mantık içinde bu problemin anlaşılabilir olabileceğini ifade eder. Strawson’un bu düşüncesi de gündelik dile çok yakındır. Çünkü o da dilin arkasında Frege ve Russell’ın bahsettiği gibi bir klasik mantığın olduğunu düşünmez. Fakat meseleyi gündelik dil felsefecilerin açıkladığı gibi

22

kullanım ve pragmatik açıdan değil, klasik mantıktaki değerler açısından incelediğinden Strawson’un düşüncelerini daha fazla açıklamamayı uygun gördük.26

5. Eşgöndergeli Terimler

Russell eşgöndergeli terimler problemini başka bir örnekle ele alır. Fakat biz aşağıdaki örnekle açıklamayı uygun bulduk.

Necip Fazıl Kısakürek Çile adlı şiir kitabının yazarıdır. Hayriye, Çile adlı şiir kitabının Necip Fazıl Kısakürek’e ait olup olmadığını tam olarak bilmez ve merak eder.

Yani, Hayriye Çile adlı şiir kitabının yazarının Necip Fazıl Kısakürek olup olmadığını merak eder.

Çile adlı şiir kitabının yazarı ile Necip Fazıl Kısakürek özdeş ise bunlar yer

değiştirdiklerinde de doğruluk değerlerinin değişmemesi lazımdır. O halde Çile adlı şiir kitabının yazarı ile onunla özdeş olabilecek olan Necip Fazıl Kısakürek ismini yer değiştirirsek;

Hayriye Necip Fazıl Kısakürek’in Necip Fazıl Kısakürek olup olmadığını merak eder, cümlesini elde ederiz. Bu tümcenin doğruluk değeri yukarıdaki cümleyle özdeş olmaz. Çünkü bu tümce analitiktir. Yani, Hayriye Necip Fazıl Kısakürek’in her zaman Necip Fazıl Kısakürek olduğunu bilir, önermesi her zaman doğrudur. Fakat Hayriye Çile adlı şiir kitabının yazarının kim olduğunu her zaman bilmeyebilir, Çile’nin

yazarının Necip Fazıl Kısakürek olduğu tümcesinin yanlış olduğunu düşünebilir. Bu

26 İlgilenenler yazarın İntroduction to Logical Theory adlı eserine bakabilirler.

23

nedenle ikisinin doğruluk değeri aynı olmaz. Çile adlı şiir kitabının yazarı ile Necip Fazıl Kısakürek eşgöndergeliyken doğruluk değerleri nasıl farklı olur probleminden Russell belirli betimleyiciler kuramı aracılığıyla çıkmaya çalışır.

Russell’a göre adların doğrudan bir gönderimleri olmadıklarını ifade etmiştik.

Necip Fazıl Kısakürek dediğimizde onu Çile adlı şiir kitabının yazarı olarak sınırlayamayız. Necip Fazıl Kısakürek’i açıklayan daha binlerce betimleme vardır. Yani bu ikisinin gönderimi aynıdır diyemeyiz. Bu nedenle ikisi özdeştir de diyemeyiz. Ben

“Necip Fazıl Kısakürek”i başka bir tümel üzerinden, “Çile adlı şiir kitabının yazarı”nı başka bir tümel üzerinden yakalıyoruz. Ve yakaladığımız bu iki şey birbirinin aynıdır diyemiyoruz. Bu iki kişinin aynı kişi olduğunu söyleyemediğimizden bu iki terimin eş göndergeli olduğunu da söyleyemiyoruz. Bu açıklama ile Russell’a göre problem ortadan kalkmaktadır.

Russell’ın görüşünün aksine biz problemin ortadan kalktığını söyleyemiyoruz.

Bireylerin doğrudan bilinmemesi tözlerin ve cevherlerin de var olduğunu doğrudan söyleyemeyeceğimiz anlamına gelmektedir. Kendi zatı ile aynı olan bireylerden de bahsetmek olanaksız olmaktadır. Her şey kavranıldığı şekliyle var olmaktadır. Yani bireyler yerine bağıntılar var olmaktadır. Birbirine özdeş bireyler olmayınca eş göndergeli bir şeyin olduğu da söylenememektedir. Peki, problem neden hâlâ ortadan kalkmamıştır? Çünkü Russell’ın bütün kuramını dayandırdığı nokta problemlidir.

Russell eşgönderim problemini de belirli betimleyiciler üzerinden çözmeye çalışmaktadır. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi belirli betimleyiciler sadece tümelleri içerecek biçimde kurulamamaktadır. Öte yandan biz dilde bireylerden bahsetmeye devam ediyoruz.

24

Frege ve Russell’ın dil ve mantık anlayışları bu dünyada somut olarak var olan nesnelerden anlamlı bir şekilde konuşabileceğimiz bir dil felsefesini bize sunamadığı için, mecburen pragmatiğe ve bağlamın önemli olduğu bir semantiğe kaymak zorunda kalınmıştır. Dilin öyle bir ciheti vardır ki bizim bireylerle temas etmemizi sağlamaktadır. Gündelik dil Frege ve Russell’ın semantiği üzerinden kuşatılamamaktadır. Bu nedenle felsefenin yönü bir yandan gündelik dil felsefesine bir yandan da doğrudan gönderim kuramlarına doğru kaymak durumunda kalmıştır. Biz tezimizi gündelik dil felsefesinin ortaya çıkışı ile sınırlıyoruz.

25

C. LUDWIG JOSEF JOHAN WITTGENSTEIN( 1889-1951)

Wittgenstein’ın hayatı onun düşüncelerine nüfuz edebilmek adına hayati bir öneme haizdir. Onun yaşantısı düşünce sistemini doğrudan etkilemiştir. Bu nedenle yaşantısı hakkında bazı malumatları paylaşmakta fayda vardır.

“Ludwig Wittgenstein, bir girişimci ve kendi zamanının Avusturya’daki en zengin adamlarından biri olan Karl Wittgenstein’ın en küçük oğlu olarak 1889 yılında Viyana’da doğdu”.27 Wittgenstein sekiz kardeşten biri olarak entelektüel açıdan gelişmiş bir evde büyüdü.

Wittgenstein Berlin-Chatlottenburg Teknik Yüksekokulu’nda mühendislik eğitimine başladı ve eğitimini Manchester Üniversitesi’nde devam ettirdi. Bertrand Russell’ın Principles of Mathematics adlı eserini okuduktan sonra ilgisi matematik ve mantık problemlerine ve böylece felsefeye kaydı. Cambridge’e gitti ve burada 1912 yılından itibaren Russell’dan ders almaya başladı.

Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra gönüllü olarak Avusturya Macaristan ordusuna katıldı. Savaşta felsefi düşüncelerini not defterine yazdı. İtalya’ya esir düştüğünde de “Logisch-Philosophisches Traktat”(Mantıksal Felsefi İnceleme Yazısı) adlı taslak yazısını devam ettirdi. Taslağı esir kampından Russell’a gönderdi ve yazı 1922 yılında Latince Tractatus Logico-Philosophicus başlığı altında Almanca ve İngilizce olmak üzere, iki dilli olarak basıldı.

27 Hans Sluga, Cogito Dergisi, 33. Sayı’da Brian Mcguinness'in "Young Lugwid: Wittgenstein's Life, 1889-1921" başlıklı makalesine gönderme yapar.

26

Savaş sonrası Cambridge’e dönmedi ve felsefeden uzaklaştı. 1919-1929 arası akademik kariyere ara verdi. Avusturya’nın dağlarında öğretmenlik yaptı. Batı İrlanda’da bir kulübeye çekildi. 1929’da Bouwer’in etkisiyle tekrar felsefeyle ilgilendi

ve Russell’ın teşviki ile Tractatus adlı eserini doktora tezi olarak sundu ve Cambridge’e geri döndü. Döndükten sonra Tractatus’taki belli görüşlerini eleştirdi ve orada savunduğu görüşlere karşıt düşünceler geliştirdi. 28

Wittgenstein, Frege ve Russell’ın çalışmalarından çok etkilenmiştir. Onun ilk dönemi Tractatus Logico-Philosophicus adlı eseri ekseninde dil ve mantık çalışmaları çevresinde şekillenmiştir. Wittgenstein Tractatus’ta felsefi problemlerimizin kaynağını araştırmış ve buna yanıt vermeye çalışmıştır.

1. Dil ve Dünya

Wittgenstein Tractatus’un ilk iki önermesinde dünyanın ne olduğunun tarifini verir:

“Dünya, olduğu gibi olan her şeydir.”29

“Dünya olguların toplamıdır, şeylerin değil.”30

Wittgenstein’ın ilk önermesinde dünyanın tanımını vermesinin elbette ki büyük bir ehemmiyeti vardır. Çünkü Wittgenstein’a göre yapılması gereken yaşadığımız dünyanın

28 Wittgenstein’ın hayatı Hans Joachim Störig’in Dünya Felsefe Tarihi(615-616 sf. aralığı) adlı eserinden yararlanılarak oluşturulmuştur.

29 Ludwıg Wıttgensteın, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, Çev. Oruç Aruoba, İstanbul, BFS Yayınları,1985, Önerme 1, s.15.

30 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önerme 1.1, s.15.

27

sınırlarını çizmektir. Bu sınırlar olgularla çizilir. Dünyayı meydana getiren bu olguların toplamıdır. O halde Wittgenstein’a göre olguların dışında kalanlar da dünyamızın dışında kalırlar. Peki, olgu tam olarak nedir?

“Wittgenstein’a göre şey durumları yalın nesnelerden, olgu da şey durumlarından oluşur. Şey durumlarının toplamı ise dünyayı oluşturur. Onun için şey durumlarının olup olmamasına göre gerçekliği belirleriz.” 31 Wittgenstein’a göre de bu gerçekliğin bütünü dünyadır.

Bizim bilgimizin kaynağı gerçekliğin oluşturduğu dünyaya dayanır. Dünyayı oluşturan olguların toplamı, nelerin olduğu gibi olduğunu ve nelerin olduğu gibi olmadığını belirler.32 Yani asli olarak neyin doğru ve gerçek olduğunu neyin olmadığını ifade eder.

Olguların toplamından ibaret olan dünyanın ötesine gitmek, onun hakkında konuşmak, metafizik yapmaktır ki Wittgenstein’a göre bu mümkün değildir. Çünkü olgu ve olguların toplamı ile ilgili sorunlar bilimsel sorunlardır. Ve biz yalnızca bu bilimsel sorunlar hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Bunları aşan konulara bir anlam atfetmemiz ve onlar hakkında konuşmamız mümkün değildir. “Yani, dış dünyadaki herhangi bir nesne ya da olgu durumuna göndermede bulunmayan ifadeler anlamlılığa yaraşır değildir.”33

Dünya olguların toplamıdır ve dünyadaki olgular dildeki tümceler yani önermeler aracılığıyla temsil edilir. Dil de tümcelerin toplamıdır.34 Tümcenin şu şu anlamı var

31 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önerme 2.063, s.23.

32 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önerme 1.12, s.15.

33 Atakan Altınörs, Dil Felsefesine Giriş, İnkılap Kitapevi, 2003, s.130.

34 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus , önerme 4.001, s.45.

28

yerine, bu tümce şu şu olgu durumunu ortaya koyuyor denebilir. 35 Yani tümcenin anlamı olgu durumunun olup olmamasına bağlı olarak değişir. Tümcenin anlamlı olabilmesi için bir olgu durumuna göndermede bulunması gerekir.

Wittgenstein’in “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarını imler.”36 ifadesi dünya ve dil arasındaki bağıntının ne kadar kuvvetli olduğunu gösterir. Ona göre dil dünyanın sınırını belirlediği gibi, dünya da dilin yapısını ve sınırlarını belirler.

2. Resim/Tasarım Teorisi ve Mantık İlişkisi

Wittgenstein olguların tasarımlarını kurduğumuzu ifade eder.37 Tümceler tasarımlardır.

“Tasarım, olgu durumlarını, olgu bağlamlarının var olmalarını ve var olmamalarını, mantıksal uzam içinde ortaya koyar.”38 Tasarımlar yani resimler var olan olguyu betimlerler. “Tasarım, gerçeğin bir taslağıdır.”39 Gerçeğin bir taslağıdır çünkü bu dünyadaki gerçekliğe dayalı olarak oluşturulur. Tasarımın kendinden doğru olup olmadığı bilinmediği için onun gerçeklikle karşılaştırılması gerekir.40 Yani resmin doğru olup olmadığına karar vermek için onun olgu ile karşılaştırılması ona göre resmin doğru ya da yanlış olarak bellenmesi gerekir.

35 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önerme 4.0311, s.51.

36 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önerme 5.6, s. 127.

37 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önerme 2.1, s.23.

38 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önerme 2.11, s.23.

39 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önerme 2.12, s.23.

40 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önerme 2.223-2.224, s.27.

29

Resim teorisi, gerçekliği resmeden cümleler ya da başka bir deyişle onun tasarımını sunan dilsel kuruluşlardır.41

“Wittgenstein şey durumlarından müteşekkil olan bu dünyanın dil yoluyla nasıl temsil edildiğini ortaya koymaya çalışır. Bizler şey durumlarından oluşan olguların dil yoluyla resimlerini yaparız.”42

Olgular tasarımlarca betimlenir fakat asıl dünyanın resmini kurabilen tasarımlar mantıksal tasarımlardır. “Tasarım, olanaklı bir olgu durumunu mantıksal uzam içinde ortaya koyar.” Yani mantık olmadan tasarımların doğru bir biçimde oluşması mümkün değildir. “Tümce ancak mantıksal olarak eklemli olduğu kadarıyla bir olgunun tasarımıdır.”43

Mantık, dil ve dünyanın karşılıklı olarak çözümlenmesini sağlar. Tractatus’ta dilin yapısı da dünyanın yapısı da mantık ortaklığına sahiptir. İkisinin temelinde de mantık bulunur. Wittgenstein mantığın dünyanın her yanına yayıldığını ve dünyanın sınırını oluşturduğunu ifade eder.44

Wittgenstein’a göre dilin mantığının yeterince anlaşılamaması felsefi sorunlara yol açar. Dilin mantığını yeterince açıklığa kavuşturabilirsek dilin sınırlarını da görünür kılmış oluruz.45

41 Atakan Altınörs, Dil Felsefesine Giriş, s. 130.

42Eren Rızvanoğlu, “Dilde Nesnellik Arayışları Ve Öznenin Tasfiyesi: Frege Ve Wittgenstein”, Düşünme Dergisi, Sayı:2, s.43-56., s.49.

43 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önerme 4.032, s.53.

44 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önerme 5.61, s.127.

45 Ayhan Çitil, Çağdaş Felsefe, s.73.

30

3. Wittgenstein’ın Gözüyle Felsefe’de Olan ve Olması Gereken

Wittgenstein felsefedeki sorunların çoğunun soru olarak ortaya çıkma nedeninin, dilimizin mantığını yanlış anlamaktan kaynaklandığını düşünür. Ona göre söylenebilir olan ne varsa, açıkça söylenebilir ve üzerine konuşulamayan konusunda da susulmalıdır. Yani Wittgenstein, kitabının amacının düşüncelerin dile getirilişine sınır getirmek olduğunu ifade eder. 46

Wittgenstein “Sınır, öyleyse yalnızca dilin içinde çizilebilecektir ve sınırın ötesinde kalan da düpedüz saçma ve anlamsız olacaktır” diyerek dilin sınırlarının dışında kalan ifadelerin ne kadar anlamsız olduğunu ifade eder.47

Wittgenstein “sorunları özlerinde sonuna dek çözdüm”48 diyerek felsefi sorunların anlamsızlığını ifade ettiğini ve bu nedenle de artık sorunun kalmadığını ve problemleri kökünden çözdüğünü ifade eder.

Yani, Wittgenstein Tractatus adlı eserinde, felsefe tarihinde sorulan hayatın anlamı, değeri ve öneminin ne olduğu gibi soruların aslında mantık üzerine inşa edilen sorular olmadığını bu nedenle de anlamlı olmadığını ve anlamsız olduklarından da gerçek sorun olmadıklarını bu sebeple de tartışılmasına gerek olmadığını söyleyerek felsefe tarihinin bunca zamandır uğraştığı sorunu kökünden çözdüğünü düşünür.

Felsefe konularında yazılmış çoğunluk tümceler ve sorular yanlış değil, saçmadır. Bu yüzden de bu soruları hiçbir şekilde yanıtlayamayız, ancak saçmalıklarını saptayabiliriz. Filozofların

46 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önsöz, s.11.

47 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önsöz, s.11.

48 Wittgenstein, Tractaus Logıco- Phılosophıcus, önsöz, s.13.

31

çoğunluk soruları ve tümceleri dil mantığını anlayamamamıza dayanır. Ve şuna da şaşmamalı ki, en derin sorunlar aslında hiç sorun değildir.49

Wittgenstein felsefede tartışılan bu sorunları saçma olarak görür çünkü felsefede tartışılmış olan bu tür konular anlamlı önermeleri içermez. Fakat Wittgenstein’a göre felsefe anlamlı önermelerin koşullarını araştıran bir çalışma olmalıdır.

Wittgenstein’a göre felsefe tarihi metafiziğe takılı bir süreci işledi, halbuki

Wittgenstein’a göre felsefe tarihi metafiziğe takılı bir süreci işledi, halbuki

Benzer Belgeler