Emrin uygulanması için belli bir vakit tayin edilmeyebilir. Mutlak olarak gelen emirler bir vakitle kayıtlı değildir. Belli bir vakitle kayıtlanmamış emrin ne zaman gerçekleştirileceği meselesi emrin fevr ve terâhîye delâletinde ele alındı. Basrî vakitle kayıtlı olmayan emrin fiilin durumuna göre hemen ya da daha geç bir vakitte uygulanabileceğini zikretmişti. Ona göre esas olan, belli şekillere mahsus fiilin gerçekleşmiş olmasıdır.
Emrin gerçekleşmesi için belli bir vakit tayin edildiğinde ise bu emir vakitle kayıtlanmış olur. Bu durumda emri bu vaktin sınırları çerçevesinde gerçekleştirmek gerekir. Bu vakit emredilen fiili yerine getirebilecek genişlikte bir vakit olmalıdır. Emrin uygulanması için tayin edilen iki türlü vakit vardır. Ya oruç gibi fiili yerine getirebilecek miktarda vaktin olması ve fiilin icrası dışında hiçbir vaktin kalmamasıdır ya da namaz gibi fiili yerine getirecek miktarda vakitten daha fazla ve geniş bir vaktin olmasıdır.281 Bu emredilen fiilin icrası haricinde geriye vakit bırakan vacip, müvessa' vacip olarak isimlendirilmiştir.282 Müvessa' vacip, geniş bir vakitte yapılması emredilen vaciptir. Namaz ibadeti için geniş bir vakit tayin edilmiştir. Namaz belirtilen vakitler içinde yapılır. Delâleti tartışılan da bu geniş vakti olan emirdir. Tayin olunan bu geniş vakitte emrin ne zaman gerçekleştirileceği, vaktin hangi kısmında emredilen fiilin vâcip olduğu gibi meseleler tartışılmaktadır. Emrin vaktin hangi kısmında vâcip olduğu, eda ve kaza kavramlarını da belirlemektedir.
Belirli olan vaktin hangi kısmında emredilen fiilin vacip olduğu meselesinde çeşitli görüşler vardır. Bu görüşler genel olarak namaz ibadeti üzerinden açıklanmıştır. Basrî bu görüşleri tek tek müzakere etmektedir. Bu konudaki görüşler şöyledir:
281 Basrî, el-Mu’temed, c. I, s. 134.
1. İbadetin vaktin başında vacip olduğu görüşü Basrî'ye göre doğru değildir. Basrî, vaktin tamamında ibadetin vacip olduğunu söyler. İbadetin vacip olması vaktin başına hasredildiğinde vakit geçtikten sonra yapılan ibadet kazâ olur. Ancak bu yapılan ibadete kazâ denilemeyeceği icmâyla sabittir.283 Bu sebeple bu görüşe itimat edilmez.
2. Basrî vücûbun vaktin tamamına yayıldığı görüşünü esasen vücûbu vaktin sonuna hasredenlere karşı savunur. İbadetin vücûbunu vaktin sonuna hasredenler şayet vaktin başında ya da ortasında yapılan ibadetin maslahatı gerçekleştireceği ve mükellefin üzerinden farzı düşüreceğini kabul ediyorlarsa bu görüşü savunmada herhangi bir problem yoktur. Ancak bunu kabul etmiyorlarsa o zaman onlara göre vaktin başında ibadet yapıldığında maslahat gerçekleşmemiş olur. Ya vaktin sonunda ibadet tekrar edilir ya da hiç yapılmaz. Vaktin başında ibadet yapılıp sonunda yapılmadığı takdirde maslahat hasıl olmamış olur. Bu durumda vaktin başında yapılan ibadet mefsedeti doğuran bir ibadet olmuştur. İbadetin mefsedeti doğurması kötü(kabih) bir durumdur. İbadetin (namazın) kabih olmayacağına dair icmâ olduğuna göre bu görüşü kabul etmek mümkün görünmemektedir.284
3. Ebû Ali, Ebû Hâşim, Ebu'l-Hüseyin el-Basrî285, Kâdî Abdülcebbâr286, Bâkıllânî287, Ebû Ya'lâ el-Ferrâ288 emrin vücûbiyetinin bütün vakitlere taalluk ettiğini savunur. Vaktin başında namaz eda edildiğinde mükellef farzı yerine getirmiş olur. Vaktin başındaki eda ile sağlanan maslahat, vaktin ortası ya da sonunda elde edilmiş maslahat gibi olur. Basrî vaktin başındaki namazın bir bedel olmadan tehir edilebileceğini ifade eder. Çünkü ikinci vakitte namaz eda edildiğinde farz düşer ve maslahat hasıl olur. Bu sebeple bir bedel olmasına lüzum yoktur. Bedelin sabit olduğu bu vakit, vaktin daraldığı kısımdır. İbadetin vacipliği de bu dar vakitte ortaya çıkmaktadır. İbadeti yerine getirecek başka bir vakit olmadığı için ve tehir edilemediği için
283 Basrî, el-Mu’temed, c. I, s. 137. 284 Basrî, el-Mu’temed, c. I, s. 137. 285 Basrî, el-Mu’temed, c. I, s. 135.
286 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, c. XVII, s. 121 287 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 227.
bu vakitte yapılması vacip olmaktadır. Bu dar vakitten de tehir edildiğinde artık ibadetin vakti çıkmış olur. İşte vakit çıktıktan sonra bedelin yani azmetmenin vacipliği ortaya çıkmaktadır. Çünkü bedel yapıldığında farzın düşmesi gerekmektedir. Vakit çıktıktan sonra bir bedelle ibadetin vacipliğinin devam etmesi mükellef için bir lütuf olarak görülmelidir. Basrî emrin zahirine göre bedelin de emir gibi muayyen olmayan bir vakitte lazım gelmesini savunur. Bedel ve mübeddel benzer konumdadır.289
Bedelle ilgili Mu'tezile mezhebi usûlcüleri arasında ihtilaf vardır. Ebû Ali ve Ebû Hâşim'e göre vaktin başında veya ortasında ibadeti tehir ederken bir bedel gerekir. Yani mükellefin vaktin başında namaz ibadetini ertelerken ilerleyen vakitlerde bu ibadeti yerine getirmek üzere azmetmesi gerekir. İlk vakitte gösterilen azim sonraki vakitte maslahatın hasıl olması için gereklidir. İbadet ilk vakitte vacip olmuştur ve onu tehir edebilmek için bir bedel gerekir, bu da azmetmektir. Azmin bedel olarak sabit olduğuna delilleri ise ümmetin icmâıdır. Basrî, bedelin sabit olması için herhangi bir delilin olmadığı gerekçesiyle bedelin muayyen olmayan bir vakitte tayin olduğunu kabul eder. Ona göre bu konuda icmâ yoktur. İcmâ olan husus, vakit çıktıktan sonra ibadete azmetmenin vacip olduğudur. Bedelin vazifesi, gerçekleştiğinde farzı mükelleften düşürmesidir. Çünkü bedel ibadetin yerine geçer. İbadetin maksadı da budur. İbadetin maslahatını gerçekleştirmesi buna bağlıdır. Bu sebeple ibadet gibi bedelin de vakti muayyen değildir. İbadet vaktin tamamında bedelli olarak vaciptir. Bu görüşten hareketle bedelin vaktin başında olduğu görüşü isabetli olmamaktadır.
VI. EMRİN MUHATAPLARI (ME'MÛR)
Me'mûr, emri yerine getirmekle mükellef olan kimsedir. Yani kendisinden emrin uygulanması istenen kişidir. Emrin hasen vasfını haiz olması için Basrî iki şart öne sürmüştür. Me'mûrun emredilen fiile gücünün yetmesi ve emredilen fiile dair bilgisinin olmasıdır. Me'mûrda bu iki şart gerçekleştiğinde emir, maslahatı gerçekleştirir.290
289 Basrî, el-Mu’temed, c. I, s. 135, 139, 142. 290 Basrî, el-Mu’temed, c. I, s. 177, 178.
Me'mûr meselesiyle ilgili kâfirlerin me'mûr olup olmadığı, her bir kişinin mükellef olmayıp bir grubun emre muhatap olması, emreden kişinin emre muhatap olup olmayacağı gibi meseleleri Basrî tartışmaktadır.