• Sonuç bulunamadı

5.1 Bekâr Odalarının İktidarla ve Toplumla İlişkisi

5.1.2 Bekâr Odaları ve Genel Asayiş

İstanbul'un en büyük marjinal kitlesi olan bekârların kentin düzenini bozduklarına, suçun ve ahlaksızlığın kaynağı olduklarına dair iktidarın tüm bileşenleri hemfikirdir. Özellikle 18. yüzyıldaki toplumsal değişimlerin yarattığı tekinsizliğin faturası 19. yüzyıl başında toplumun bu grubuna kesilmiştir. Bekârlar her zaman kentin asayiş sorunu ile birlikte anılmış, belgelerde istenmeyen ve temizlenmesi gereken unsurlar olarak karşımıza çıkmışlardır.

Kentteki tüm suçlardan sorumlu tutulmalarının yanı sıra tüm denetimlere rağmen kimlikleri belirsiz, ortalıkta suç işlemek için dolanan insanlar olarak anılmışlardır. Pazarda yük taşıyan hamallarla, çarşıdaki esnafla bu insanların aynı statüdeki kişiler oldukları hiç göz önüne alınmamaktadır. Osmanlı esnafını çalışkan ve namuslu olarak öven tarih metinlerinin aynı kişilerle başka isimler altında karşılaştıklarında bunları yerin dibine batırmaları ilginçtir.

Öte yandan, bu metinler iktidarın toplumsallığa bakışını yansıtmaları açısından önemlidirler. İktidarın her zaman bekârlara karşı bir taraf aldığı ortadadır. Bekârlar üzerindeki zulme kadar giden denetimin zaman zaman yargısız infazlara da neden olduğu bilinmektedir. Örneğin Şânîzâde'nin aktardığına göre “Yeniçerilik iddiasında olan” birkaç hamal, Zindankapısı'nda bir kişiye saldırmış, Ağa çukadarı ve yanındaki bir kişi de olaya müdahale ederken bıçaklanmıştır. Bu sırada yakında olan Yeniçeri Ağası olayı duyup gelmiş, iki hamalı topuzuyla yaraladıktan sonra kaçamayan diğer hamalları Boğazkesen Kalesi'ne göndermiştir. Olayın akşamı bu beş hamal boğdurulup cesetleri denize atılmıştır. [19]

İstanbul Kadısı ile Silahdarbaşı’na yazılan 1579 tarihli erken bir hükümde bile İstanbul bekârlarının bir suç unsuru olarak ele alındığı görülmektedir:

75

“hâlen mahrûse-i İstanbul’da gece ile ba’zı ehl-i fesâd evler basıp, adam ketledip, esbâb ve emvâl garet edip fesad ve şenaat eylemekten hâli olmayıp ve ehl-i fesâd kimler olduğu ma’lûm olmamağın İstanbul halkı cümle bir birine kefil verilip ve haricden beş yıldan berû İstanbul’a gelip tavattun eden, eğer Anadolu ve eğer Rûmili câniblerinden gelenlerdir ve eğer sâir tavaifdir gerû yerlerine reddolunmak emredip…” [14]

Burada kentin neredeyse tüm suçlarının bu dışarıdan gelenler tarafından işlendiğine dair bir kanı görülmektedir. Bekârlar bu gibi pek çok belgede suçun kaynakları olarak gösterilmişlerdir. Bu noktada bekâr grubunun Yeniçeriler ile olan ilişkisinin de bunda büyük payı olduğunu belirtmek gerekmektedir. Örneğin Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonraki dönemde bile bu durum anılmaktadır. Şânîzâde, bir grup kent eşkiyasını "halen Yeniçerilikten gelen adetlerini uygulamaya devam eden kişiler" olarak tanımlamaktadır. "Haydut ve arsız" olarak nitelendirdiği bu kişilerin bazı mahallelerde odalar tutup kapısından geçen kadınları ve delikanlıları han odası ve kalyoncu odası gibi mekânlara götürmeye çalıştıkları, bunları kurtarmaya çalışan komşuları da tabanca ile tehdit edip, yaralayarak, bazılarını da esir satar gibi pazarlık edip para karşılığında serbest bırakarak halka eziyet ettikleri belirtilmektedir. Şânîzâde bu kişilerin öncüleri Patrona ve Musli'yi hatırlattıklarını kaydetmiştir. [19] Burada da görüldüğü gibi, 18. yüzyılın ilk yarısındaki ayaklanmaların kentte yarattığı travma her olayda hatırlanmakta ve bekârlar hep bu referanslarla anılmaktadır.

Kent içindeki asayiş sorunlarının da ana unsuru gibi görülen bekârların bu konudaki belgelerde her türlü kötülüğü yapabilecek nitelikte kişiler olarak betimlendiği görülmektedir. Özellikle daha sonra detaylı olarak ele alıncak olan Balaban İskelesi ile ilgili olan metinlerde bu ahlakçı bakış açısının doruğa ulaştığı dikkat çekmektedir. Muhtemelen buradaki bekâr odalarının yıkımına giden süreç de bu dil sayesinde mümkün olmuştur. Burası "eşkıya ve fesatçıların" doluştuğu, fahişelerin alenen kol gezdiği, kimsenin geçmeye dahi cesaret edemediği bir yer olarak tanımlanmaktadır1.

Özellikle Câbî'nin metinlerinde burası fahişelerin pencerelerden yoldan geçenlere laf attığı, cinayetin ve fuhşun eksik olmadığı, sahilde fahişelerin ve bebeklerinin cesetlerinin yüzdüğü korkunç bir yer olarak tasvir edilmiştir. [16] Bekârlar da tüm bu

76

kötülüklere kapılarını açan ahlaksız, dolandırıcı, sefahat düşkünü birer toplum düşmanı olarak görülmektedirler.

Bekâr odaları Balaban örneğinde olduğu gibi özellikle fuhuş ile özdeşleştirilmiş, çok sayıda namuslu veya namussuz kadının buralara götürülmesinden şikâyet edilmiştir. Bu olaylardan en dikkat çekici olanı ise Tahmis önü1 sırık hamalları2 ile ilgili olandır. Bu

hamalların eski humbaracıbaşının karısını zorla odalarına götürmek istemelerine tanık olan çarşı esnafı, kadını kurtarmakla kalmayıp hep birlikte Sekbanbaşı Ağa’ya ve Bâb-ı Âli’ye çıkmışlardır. Yeniçerilerin "eşkıyalarına" gerekli cezayı vermemesi halinde bunları kendi elleri ile öldüreceklerini bildirmişler ve dükkânlarına cephane almak üzere yönelmişlerdir. Namus düşmanı olarak nitelendirdikleri bu kişilerin katli için istedikleri Hatt-ı Hümayun'u alan esnaf, Yeniçerilerin de desteğiyle elli kadar hamalı boğmuşlardır3. [19] [52]

Bu olayın ertesi günü Üsküdar'da Büyük Hamam kiracısı Hamami Hafız'ı dört "eşkıya" bin kuruş isteyerek tehdit etmiştir. "Ümmet-i Muhammed yok mu? Dünki gün ferman geldi" diye bağıran Hafız'ın yardımına sopa, balta ve kazma ile ahali koşmuş ve eşkiyalardan ikisini orada öldürmüşlerdir. Diğer ikisi ise Atpazarı'na kaçmış, oradaki ahali birini tüfekle öldürmüş, birini de yakalamıştır. Ayaklarına ipler takıp sürüyerek iskele meydanına götürdükleri cesetleri ibreti âlem için sergilemişlerdir. [19] Burada görüldüğü gibi iktidarın bir grubu suçlu ilan etmesi, halkın çete refleksleri ile bu gruba saldırmasına neden olmuştur.

Özellikle hamalların ve kayıkçıların pek çok durumda zan altında kaldıkları görülmektedir. Bunun bir nedeni de kent içinde geniş mobiliteye sahip bu kişilerin toplumun farklı kesimleri ile temas etme olanaklarının olmasıdır. Hamal ve kayıkçıların kadın kaçırdıklarına dair pek çok anlatı bulunmaktadır. Örneğin akşamüzeri bir kadın Yemiş İskelesi'nden Fındıklı İskelesi'ne gitmek üzere iki çifte bir bostancı kayığına binmiştir. Kayıkçıların açığa yönlendiğini fark eden kadın çığlık atmaya başlayınca

1 Balıkpazarı civarındadır.

2 Yükleri bir sırık yardımıyla taşıyan hamallar. Taşınacak nesne iki hamalın birer omzuna oturan ve

aralarında yer alan bir sırığa bağlanırdı.

3 BOA C.ZB 87/4312, 1225/1811. Buradaki durum Londra’dakine benzer bir biçimde halkın çete gibi

77

kayıkçılar kendisine bıçak ekmiş ve kadını seccade ile örtüp kıç altına saklamışlardır. Kumkapı açıklarına geldiklerinde iki çifte bir kayık yanlarına yanaşmış ve kadını fark eden kayıkçılar onu bir fahişe zannederek diğerlerine "Eğlen" diye seslenmişlerdir. Bu sırada kadın, fahişe olmadığını, kaçırıldığını söylemiş ve kendisini kurtarmalarını istemiştir. Kumkapı İskelesi'nde olayı fark eden diğer kayıkçılar da gelmiş, kadını kurtarmış ve kadını kaçıranları Sekbanbaşı Ağa'ya teslim etmişlerdir. Mahallesinin zabıtasından sorulan kadının namuslu bir kadın olduğunun anlaşılması ve kayıkçıların bostancı olduklarının ortaya çıkması ile kadın serbest bırakılmış, kayıkçılar ise Yedikule'de idam edilmiştir. [19]

Galata ve Kasımpaşa taraflarındaki bekârlar da benzer bir üne sahiptir. Buralarda Şeriata aykırı hareketlerde bulunulduğu ve fuhşun giderek arttığından yakınılmaktadır.1

Başka bir belgede de Galata, Kasımpaşa taraflarındaki bekâr odalarında "muhtelif cinslerde geceleyen ve ikamet edenlerin" çeşitli fuhuş hareketlerine cüret ettiklerinden bahsedilmektedir.2

Bekârların belgelerde içki ile birlikte anılmasına da sıkça rastlanmaktadır. Örneğin Çukurçeşme’deki peştamalcı odalarında açılan meyhane ile Kazasker Hamamı civarındaki küçük sokak içinde yeniden yapılan bekâr odalarında ve diğer odalarda bulunan bakkal dükkânlarında açıkça içki satılmakta olduğundan bahsedilmekte ve halkın bundan şikâyetçi olduğu belirtilmektedir.3 İstanbul’daki Süleyman Paşa Hanı’nda

ise hancının içki imal ettiğine dair arzuhalden yola çıkılarak yollanan memur; buradaki han odasında “bu tür günah aletleri” bulmuş ve “derhal bunları kırıp dağıtıp ve işbu kötülüklere cesaret eden hancı ve imalatçı olan kâfirler götürülüp şimdilik tomruğa konulmalarıyla cezalandırılmalarına” karar verilmiştir.4

Tüm yıkımlara, denetimlere rağmen bekâr odaları her zaman fuhuş ile birlikte gündeme gelen yerler olarak anılmaya devam etmiştir. Bekâr sınıfı geç dönemlerde bile

1 BOA Cevdet Sıhhiye 6290, 1227/1812 2 BOA HAT 287/17226, t.y.

3 BOA A.MKT.NZD. 330/12, 1277/1861 4 BOA HAT 19/00871, t.y.

78

metinlerde alenen fuhuş yapan, her türlü suçu işleyen denetimsiz bir grup olarak temsil edilmişlerdir:

"Ahurkapı civarı bekâr yatağı olarak kapı dışında dahi içki satılmak cihetiyle çeşitli kötülükler meydana gelmektedir. Özellikle silah çekmek, fahişe getirmek, kundaklama yapmak gibi türlü uygunsuzluklara cüret eylemekte oldukları anlaşılmıştır."1

Zaten belgelerin birbirini tekrar edecek kadar peş peşe aynı sorunlarla uğraşıyor oluşu, bekârlara ilişkin kontrolün basit bir denetim çabasından bir tekinsizlik durumuna doğru evrildiğini göstermektedir. Aslında sayısız yazışmalara, emirlere ve defterlere rağmen iktidar böylesine korktuğu bu mekânları bir türlü denetim altına alamamıştır. Hatta belki de bu mekânların büyük çoğunluğundan hazırlattığı bu defterler sayesinde haberdar olmuştur. Örneğin muhtemelen III. Selim dönemine ait bir Hatt-ı Hümayun'da padişahın Beşiktaş'taki bekâr odalarını ancak bir yangın sayesinde farkettiği görülmektedir:

" Kaymakam Paşa,

Dünkü gün yanan mahallerde inşa olunan dükkânların üzerinde bekâr odaları manzur-ı şahanem olmuştur. Yasak olmakla, bir türlü ruhsat-ı hümayunum yoktur. Yıkılsınlar."2

Benzer bir biçimde sıkı denetim döneminde bile tüm çabalara rağmen bu mekânların kontrol edilemediğine dair bir tedirginlik göze çarpmaktadır:

"Zabtiye her ne kadar bunların kötülüklerine mani olmaya çalışıyor ise de eşkıyanın sayısının fazla olması bölgedeki fenalıkları ortadan kaldıramamaktadır. Üsküdar ahalisi bu konuda çok muzdarip olmaktadır ve bu eşkıyaların kötülükleri karşısında acziyet içerisindedirler.”3

Her zaman kentsel asayiş sorununun ana unsuru olarak ele alınan bekârlar, kim oldukları gözetilmeden kitlesel olarak suçlanmışlardır. İktidarın kent mekânını disipline etme ihtiyacı, her seferinde bu grubun suçlanması ve tasfiye edilmeye çalışılması ile ifade bulmuştur. En sonunda II. Mahmud'un kenti pek çoğundan arındırdığı da görülmektedir. Her kentsel olayda bekârların mekânlarının denetlenmesi ve

1 BOA A.MKT.NZD 102/51, 1270/1854 2 BOA HAT 525/25726, t.y.

79

sürülmeleri onların iktidarın gözünde en kolay feda edilen grup olduğunu ortaya koymaktadır. Mahallenin meşru dokusunun dışında kalan bu grup, erken modern Osmanlı iktidarının korkutmaya, terhibe yönelik kentsel politikasının odağında olmuştur.