• Sonuç bulunamadı

Batıda Feminizmin DoğuĢu

Dünya tarihine bakıldığında toplumların çoğunda kadının ezildiği, ikincilleĢtirildiği göze çarpmaktadır. ―Ev-çocuk-eĢ‖ üçgeninin ayrılmaz bir parçası olan kadın, erkek egemen bakıĢ açısının koruyucu/kollayıcı yaklaĢımıyla yaĢamı boyunca çok sıkı denetimlerden geçmiĢtir. Benimsenen değer yargılarıyla babanın egemenliğinden kocanın egemenliğine aktarılan kadın yaĢamı, aynı ‗kutsal‘ değerler içerisinde yaĢamsallığı elinden alınmıĢ bir sürecin içine sokulmuĢtur. DeğiĢik

14Necla Arat, Feminizmin ABC‟si, Simavi Yayınları, Ġstanbul, 1991, s. 5-20.

15Arat, a.g.e., s. 21.

16Serpil Çakır, ―Feminizm Ataerkil Ġktidarın EleĢtirisi‖, 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal Düşünceler, Hazırlayan: H. Birsen Örs., Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul, 2009, s. 415-416.

kültürlerde bu durum farklılık gösterse de özünde dünyada pek çok kadının yaĢadığı durum aĢağı yukarı aynı biçimdedir.17

Kadınlar, bundan yaklaĢık sekiz bin yıl önce, Orta Neolitik Çağın baĢında belli baĢlı üretim biçimi olan avcılık ve toplayıcılığın yerini sabanla yapılan tarımın almasıyla baskı altına girmiĢlerdir. Bu durum, besin kaynaklarının çoğalması ve nüfusun artmasına tarımla geçinen yerleĢik ailelerin de yeni yayılma idealleri benimsemesine yol açmıĢtır. Böylece bu tür ailelerin yapısı değiĢmiĢ, dıĢarıya karĢı takındığı yeni iliĢki biçimleri belirlenmiĢtir. Paleolitik Çağda avcıların yaĢamlarını sürdürebilmeleri için, ittifaklar yoluyla av sahalarını güvenceye almaları gerekmekteydi. Bu yüzden kabileler egzogam olmak (dıĢtan evlenmek) zorundaydı.

YerleĢik düzene geçildiğinde ise egzogaminin yerini endogaminin (içeriden evlenme) aldığı görülmüĢtür. Artık aile reisleri, doğurganlıklarını evin büyümesi amacıyla değerlendirmek üzere kızlarını kuzenleri için saklamaya baĢlamıĢlardır.18 Kadınların ise bu durumun aksini tercih etme gibi bir özgürlükleri olmamıĢtır.

Eski Yunan ve Roma‘da durumun daha da kötü olduğunu, kadının hiçbir hakka sahip olmadığını görürüz. Burada evlenmenin amacı; çocuk sahibi olmak, mal ve mülklerle ilgilenecek bir bakıcı bulmaktı. Hatta cinsel anlamda güçlü bir kadın, kocasının dıĢındaki erkeklerle de iliĢkiye zorlanırdı. Roma‘da kadın babasından kocasına aktarılan bir maldı. DıĢarıya yüzü açık ve yalnız çıkamazdı. Kadının izleyici olarak sokağa çıkıĢı her yılın ağustos ayında kadınlara tiyatroda özel bir yer ayrılmasıyla baĢlamıĢtır.19

Grek toplumunda kadınlar kölelere eĢ tutulmaktaydı. “Grek kadınları, hukuksal bir varlıkları ve konumları olmadığından, yaşamları boyunca ergin sayılmazlardı…” Dönemin Atina ve Isparta siteleri karĢılaĢtırıldığı zaman Atina‘da

17Fatma Deniz Korkmaz, Eleştiri Kuramı Olarak Feminizm ve Sanata Yansımaları: Feminist Sanat, YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum, 2006, s.1.

18Andree Michel, Cep Üniversitesi: Feminizm, Çeviren: ġirin Tekeli, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 1993, s. 24.

19Ġsmail Yakıt, Tarihte ve Kur-an‟da Kadın ve Kadın Hakları, Ötüken Yayıncılık, Ġstanbul, 2003, s.

41.

kadınların hiç eğitim görmedikleri ve ekonomik açıdan çok düĢük statüde oldukları göze çarpmaktadır. Isparta sitesinde kadınlara erkeklerle eĢit eğitim olanağı sağlanmakta; ancak bu da sürekli savaĢı öngören askeri bir eğitimden öteye geçmemektedir. Öte yandan Atina sitesinin ünlü filozofu Platon‘u günümüzde ilk feministlerden kabul eden yorumlar da vardır; çünkü o, ‗mayalarında altın bulunan kadınların ve erkeklerin filozof-kral olmak üzere eĢit eğitim görmeleri gerektiğini‘

söyleyerek hiç olmazsa kadınların bir kısmını, ev içi yaĢamla sınırlamayıp onlara kamusal alana girme olanağı tanımıĢtır. Aristotales ise kadınların zekâ ve ahlâk açısından erkeklerden aĢağı düzeyde olduğunu ifade edip yöneten ve yönetilen zümrelerden yönetilen kesime ait olduklarını savunmaktadır.20

Kaynaklar, tarihin ilk dönemlerinde Germen kabileleri için durumun diğer batı toplumlarına nazaran daha iyimser olduğunu ifade etmektedir; “Germen kabileleri arasında kadınların siyasî hayatta üst düzeyde görevleri vardı; fikirleri büyük saygıyla dinleniyordu; konseylere katılıyorlardı; mülk edinebiliyorlardı ve de her alanda erkeklerle eşittiler. Tacitus bir kadının, bir kabilenin yasa koyucusu olduğu durumlardan bahseder. Fakat Gotlar ve Frenkler ve diğer Cermen kabileleri yavaş yavaş Hıristiyan kilisesinin etkisinde kaldılar. Kadınlar giderek daha fazla görev ve işlere tabi tutuldular. Kadınlar sadece siyasi olarak değil yasal açıdan da önemsiz ve işe yaramaz olarak görüldüler.” Kadınların kamusal alandan uzaklaĢtırılıp evlerine hapsedilmesinin önemli nedenlerinden birinin kilisenin bu konudaki yönlendirmeleri olduğu ifade edilmektedir.21

Aynı yüzyıllarda doğuda da pek çok batı ülkesinde olduğu gibi kadın mevzusunda sert uygulamalar gözlenmektedir. Eski Ġran‘ı ele alacak olursak durumun kadınlar açısından eski Yunan ve Roma‘dakinden pek de farklı olmadığını ifade edebiliriz. Burada erkekler kız kardeĢleriyle evlenebilmekte, kız kardeĢ ile olan kan akrabalığı önem arz etmemektedir. Ġslamiyet‘in doğuĢundan önce Arabistan‘da kadın, evlenme, aile kurma, boĢanma ve miras hakkından mahrumdu. Kız çocuk

20Necla Arat, Feminizmin ABC‟si, Simavi Yayınları, 1991, Ġstanbul, s. 13-15.

21Scott Nearing, Woman and Social Progress, Çeviren: Elmas ġahin, Leyla Erbil‘in Eserlerine Feminist Bir YaklaĢım, YayımlanmamıĢ Doktora tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum, 2009, s. 26.

ailede maddi bakımdan bir yük, manevi bakımdan bir utanç meselesiydi; çünkü kız çocuklarının erkek gibi savaĢamadığı dolayısıyla da ailenin Ģerefini koruyamadığı düĢüncesi hâkimdi. Bu yüzden baba kızını öldürmekte serbestti, isterse diri diri toprağa bile gömebilirdi.22

Eski Türklere baktığımızda ise kadının diğer toplumlara oranla daha iyi bir konuma sahip olduğunu belirtebiliriz. Ġslamiyet öncesi, Türklerdeki ‗Kut‘ ve ‗Töre‘

anlayıĢı kiĢiler arası iliĢkileri daha iyi bir zemine oturtmuĢtur. Burada kadın, erkeğin en büyük yardımcısı ve destekçisi konumundadır. Hatta hükümdarın eĢi olan Hatun‘un devlet yönetiminde Kağan‘ın yanında yer aldığı ve onun en büyük danıĢmanı olup ülkeyi birlikte yönettikleri dönemin kaynaklarında vurgulanmaktadır.

Ġslamiyet‘in kabul edilip Arap geleneklerinin uygulanmaya baĢlanmasıyla birlikte, kadının toplumsal statüsüne büyük bir ket vurulmuĢtur. Kadının özgürlüğünün ve haklarının Arap örf ve adetlerinde olduğu gibi daraltıldığı gözlenmiĢ ve bu durum yüzyıllarca sürmüĢtür.23

Feminizmin tarihsel sürecinde Batı‘ya yeniden dönecek olursak Ġngiltere‘de M.S. V-XI. yy.lar arası kocaların eĢlerini satabilme hakkına sahip olduğunu ifade edebiliriz. Hatta o dönemde kadın kirli bir yaratık sayıldığından Ġncil‘e bile el sürmezdi. Ancak XVI. yy.da VIII. Henry döneminde (1509 - 1547) parlamentodan çıkan bir kararla kadınların Ġncil‘e dokunmalarına ve onu okumalarına izin verilmiĢtir.24 XIII. yy.dan itibaren Hıristiyanlıkta kadın düĢmanlığının, büyücü avı adı altında kadın katliamlarına dönüĢtüğü görülür. Kilise, insanlar arasında fuhĢu ve kötülüğü yaymak isteyen büyücü kadınlardan dünyanın temizlenmesi görevini üstlenir; bu amaç uğruna büyücü avına çıkılmıĢ bu da on binlerce masum kadının diri diri yakılmasıyla veya suda boğulmasıyla sonuçlanmıĢtır.25 Bunların yanı sıra Orta

22Ġsmail Yakıt, Tarihte ve Kur-an‟da Kadın ve Kadın Hakları, Ötüken Yayıncılık, Ġstanbul, 2003, s.

41.

23Fatma Deniz Korkmaz, Eleştiri Kuramı olarak Feminizm Ve Sanata Yansımaları: Feminist Sanat, YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum, 2006, s. 3.

24Ġsmail Yakıt, Tarihte ve Kur-an‟da Kadın ve Kadın Hakları, Ötüken Yayıncılık, Ġstanbul, 2003, s.

41.

25Andree Michel, Cep Üniversitesi: Feminizm, Çeviren: ġirin Tekeli, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 1993, s. 31-49.

Çağ boyunca kadınlar çeĢitli haksızlıkların objesi olmuĢlardır. Kamusal yaĢamda hiçbir yer ve değere sahip olmamıĢlar, dövülüp eziyet görmüĢ, yakılmıĢlardır. Bu durum da doğal ve gerekli görülmüĢtür.26 Öyle ki Christine de Pizan (1364 - 1430), The Book of The City of Ladies (Kadınlar Kentinin Kitabı) (1405) adlı eserle Orta Çağda bu ezilmeye karĢı çıkma cesaretini gösteren ender Ģahsiyetlerden biri olmuĢtur.27

17. ve 18. yüzyıllar boyunca kadının eĢ ve anne olarak evine ait olduğu varsayımı neredeyse evrensel bir kabuldü. 18. yüzyılın ortasından itibaren ve özellikle 19. yüzyılın baĢındaki tarihsel dönüĢümler -bilhassa sanayi devrimi- iĢ yeri ile ev meknâını birbirinden ayırarak kadını özel alana hapsetmiĢtir. Böylece, akılcılığı kamusal alanla, ahlak ile akıl-dıĢılığı özel alanla ve kadınla özdeĢleĢtiren Aydınlanma DüĢüncesi desteklenmiĢ oldu.28 Bu noktada, gerçek anlamda kadın hakları için savaĢımın “insan hakları” için savaĢımla birlikte baĢladığı ifade edilebilir. 18. yüzyıl Fransız ve Amerikan Devrimleri içinde kadınlar, yüzyıllar boyu acılar çekmiĢ bir grup olarak çok etkin bir biçimde yer almıĢlardır. Bir dokuma iĢçisinin kızı ve Fransız Devrimi‘nden derinden etkilenmiĢ bir kadın olan Mary Wollstonecraft (1759 - 1797), 1792‘de feminist bir deneme yayınladı: A Vindication of the Rights of Women (Kadın Haklarının Doğrulanması). Burada erkek ve kadın davranıĢının değerlendirilmesinde çifte standarda son verilmesi, kadınlara bağımsız çalıĢma, eğitim, yurttaĢlık ve politik faaliyet hakları tanınması yönündeki talepleriyle Wollstonecraft kendisinden son derece emin olarak bugün de feministlerin benimsediği Ģu mesajı ortaya atmaktaydı: Artık kadınların yaĢam tarzında bir devrim gerçekleĢtirmenin zamanı gelmiĢtir. Kadınlara yitirdikleri onurlarını geri vermek ve insan soyunun bir parçası olarak dünyanın dönüĢtürülmesine katkıda bulunmalarını sağlamak için geç bile kalınmıĢtır. AnlaĢıldığı üzere kitap, kadınların insan olarak onurlarının tanınmasını isteyen, onlara özgür eğitim ve ekonomik bağımsızlık hakkını talep eden bir çalıĢmaydı. Kitap, içeriğindeki düĢüncelerin uygulaması

26Necla Arat, Feminizmin ABC‟si, Simavi Yayınları, 1991, Ġstanbul, s.16.

27Serpil Çakır, ―Feminizm Ataerkil Ġktidarın EleĢtirisi‖, 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal Düşünceler, Hazırlayan: H. Birsen Örs., Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul, 2009, s. 416.

28Josephine Donovan, Feminist Teori, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2007, s. 26 – 46.

konusunda istediği baĢarıyı elde edemedi; ama kamuoyunun dikkatini kadınlar üzerine çekme noktasında baĢarılı olduğu muhakkaktır. Bu yönüyle de ilk modern feminizm metni sayılabilir.29

Avrupa‘da yetiĢmiĢ Orta Çağ, Yeni Çağ ve Modern Çağ‘ın birçok düĢünürü, kadın konusunu ele almıĢ ve bu konuda farklı görüĢler ortaya koymuĢlardır. Ancak Wollstonecraft‘ın aksine genellikle bu görüĢler kadınlar açısından olumsuz yönde olmuĢtur. Bunda düĢünürlerin yaĢadıkları toplumun inanç sistemi ile sosyal yaĢantılarının rolü büyüktür. Bu muhalif görüĢlerin de etkisiyle kiĢi hakları ve temel özgürlükler kavramlarına gerçeklik kazandırma, bu hakları ve özgürlükleri somutlaĢtırma iĢlevi ancak 19. yüzyıl liberalizminin ana teması olmuĢtur. Fakat yine de Avrupa ve Amerika‘da nüfusun büyük çoğunluğu, 18. yüzyıl sonundan 20.

yüzyılın baĢına kadar olan süre içinde sosyal haklardan yararlanamamıĢ, en çok engellenen demografik grup ise kadınlar olmuĢtur. Bunda o dönemin Adam Smith, Hegel, Kant, Rousseau, Nietzsche gibi düĢünürlerinin, kadınların siyasal statüden yoksunluklarını biyolojik doğalarına bağlı ve haklı görmelerinin de payı büyüktür.

Kadınların ruhsal yapılarının “yumuşak, boyun eğici, duygusal, usdışı olduğunu dile getiren bu düşünürler, ifade edilen sebeplerden dolayı kadınların ev içi ile sınırlı kalmalarını ısrarla vurgulamışlardır.”30

Feminizmin ilk oluĢumlarının batılı toplumlarda ortaya çıkmasının gerekçesi olarak; Batı‘da kadının erkekten ayrı ve onun çok daha altında ele alındığı, olumsuz yönleri ve zaafları içerisinde değerlendirildiği ve Rönesans ile birlikte bu değerlendirmeden rahatsızlık duyan kadınların, seslerini duyurmaya çabalamaları gösterilebilir. Neticede feminizm, toplumda kadınların erkeklerden farklı olarak algılandığını ifade etmekle birlikte her ikisinin de insan olarak eĢit haklara sahip olması gerektiğini savunan bir düĢünce akımıdır.31

29Susan Alice Watkins, Marisa Rueda ve Marta Rodrigues, Çizgilerle Feminizm Yeni Başlayanlar İçin, Milliyet Yayınları, Ġstanbul, 1996, s.17-23.

30Joan Scott, ―Kadın Tarihî‖, Çeviren: Tansel Güney, Tarih ve Toplum Aylık Ansiklopedik Dergi, Mart 2000, S.195, s. 19 – 30.

31Fatma Deniz Korkmaz, Eleştiri Kuramı Olarak Feminizm ve Sanata Yansımaları: Feminist Sanat, YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum, 2006, s. 6.

Jeremy Bentham ve John Stuart Mill ise Smith, Hegel, Kant, Rousseau, Nietzsche gibi düĢünürlerin genel olarak paylaĢılan görüĢlerinden farklı olarak kadınların vatandaĢlığa kabul edilmelerini savunmakta ve ‗insan ırkının bu yarısını, moral açısından erkeklere eĢit‘ saymaktadır. Mill, The Subjection of Woman (Kadınların Boyun EğmiĢliği) baĢlıklı kitabında kadınların oy kullanma hakkı kazanmalarını, hukuk sistemine dâhil edilmelerini, siyasal, medenî ve toplumsal tüm haklara, toplumdaki erkek vatandaĢlarla eĢit bir Ģekilde kavuĢmalarını bir özgürlükçü talepler dizisi olarak savunmaktadır.32

Genel özgürlük ve eĢitlik taleplerinin kadınları da kapsamasına iliĢkin savlar, kadınların seçme ve seçilme hakkını elde etmek için giriĢtikleri savaĢın 19. yüzyılda belli bir Ģekle bürünmesine kadar hiçbir düĢünür ve siyasetçi tarafından ciddiye alınmamıĢtır. Kadınlar, demokraside asgari vatandaĢlık hakkı olan oy kullanmayı bile ancak Birinci Dünya SavaĢı‘nın bitiminde kazanabilmiĢlerdir.

Kadınların her düzeyde eğitim kurumlarına alınmaya baĢlaması, 19. yüzyıl feministlerinin elde ettiği önemli kazanımlardandır. Yine bu yüzyılda feministlerin geliĢtirdiği diğer önemli düĢüncelerden biri de tüm ülkelerin kadınlarının birleĢmeleri ve haklarını kazanmak için yardımlaĢmalarının gerekli olduğudur. Bu doğrultuda örgütlenmeler gerçekleĢtirilmiĢtir.33 19. yüzyılın ilk yarısı ve 20. yüzyılın baĢlarında dünyanın çeĢitli coğrafyalarında kadınlar kolektif olarak bir araya gelmiĢ, dernekler kurmuĢ, erkeklerle eĢit haklara sahip olma isteklerini dile getirmiĢlerdir. Birinci Dünya SavaĢı‘nın sonunda siyasal hak kazanımıyla sonuçlanacak olan bu süreç, Birinci Dalga Feminizmi olarak adlandırılmaktadır. Birinci Dalga, farklı ülkelerde farklı biçimlerde yaĢanmıĢtır.34 Bu süreci ülke örneklerinden hareketle incelemek gerekir.

32Joan Scott, ―Kadın Tarihî‖, Çeviren: Tansel Güney, Tarih ve Toplum Aylık Ansiklopedik Dergi, Mart 2000, S.195, s. 19 – 30.

33Andree Michel, Cep Üniversitesi: Feminizm, Çeviren: ġirin Tekeli, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 1993, s. 56-72.

34Serpil Çakır, ―Feminizm Ataerkil Ġktidarın EleĢtirisi‖, 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal Düşünceler, Hazırlayan: H. Birsen Örs., Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul, 2009, s. 418.

Ġngiltere‘de Kadın Hakları:

Feminizm, bir olgu olarak Batı‘da bir dizi tarihsel koĢulun neticesinde ortaya çıkmıĢtır. Bu tarihsel koĢulları en iyi yansıtan örnek ise 17. yüzyıl Ġngiltere‘sidir. Bu yüzyıl feodal ekonomiden sanayiye dayalı bir ekonomiye geçiĢ dönemidir. Önceki yüzyıllarda genellikle babalarına ya da kocalarına bağımlı olarak evde, çiftlikte veya belli bir zanaat dalında faaliyet gösteren atölyelerle aile iĢletmelerinde çalıĢan kadınlar, artık yeni kurulan fabrikalarda ebeveynlerinin kısıtlamalarından uzak, kalabalık gruplar halinde hep birlikte çalıĢmaya baĢlamıĢlardır. Üstelik ilk kez her hafta ücretleri ellerine verilmeye baĢlanmıĢtır. Bu da toplumda orta sınıf olarak adlandırılabilecek bir kesimin sayıca artması sonucunu doğurmuĢtur. Gerçek anlamıyla feminizmin, iĢte bu orta sınıf kadın düĢüncesi olduğu ya da en azından onlara hitap eden ve onlar adına konuĢan bir düĢünce olduğu ifade edilebilir. 17.

yüzyıl, kadının düĢünsel donanımı açısından erkekten farklı olmadığı ve eğitildiği takdirde eĢit gücünü somutlaĢtırabileceği görüĢünün incelendiği bir dönemdir. Bu da feminizmin, bilinçli bir protesto hareketi olarak devrimci orta sınıf kadın geleneğinden doğan ve eĢitliği yüksek ülkü sayan bir akım olarak ortaya çıkmasını sağlamıĢtır.35

17. yüzyılda kadınlar, feodal ekonomiye dayalı eski toplumdan, sanayiye dayalı ekonominin Ģekillendirdiği yeni topluma geçerken kendilerini erkekler tarafından bu yeni düzenin tümüyle dıĢında bırakılmaya çalıĢılan bir sosyolojik grup olarak gördüklerinden bir dizi taleple ortaya çıkmıĢlardır. Juliet Mitchell‘e göre, ―bu kadınlar, erkeklerin dünyasına girebilmeyi, erkeklerin kadınlar üzerindeki toplumsal baskılarına son verilmesini ve cinsler arasında eĢitliğin sağlanmasını isterlerken gerçekten birer devrimciydiler.‖36

35Joan Scott, Kadın Tarihî, Çeviren Tansel Güney, Tarih ve Toplum Aylık Ansiklopedik Dergi, Mart 2000, S.195, s. 19 – 30.

36Juliet Mitchell, Kadınlık Durumu, Çeviren Günseli Gülnur, ġirin Peraye, ġule Yaprak, Kadın Çevresi Yayınları, Ġstanbul, 1985, s. 27 – 31.

17. yüzyıl, öncülü olan Rönesans‘ın etkisiyle kiĢi haklarına, eleĢtiriye, bireysel sorumluluğa önem veren aydınların çoğaldığı ve aydın kadınların kültür dünyasında yer almaya baĢladıkları bir dönem olmuĢtur. Bu seçkin aydın kadınlar;

erkeklerin, yeni bir eĢitlik ve toplumsal değiĢme anlayıĢını savunurlarken nasıl olup da nüfusun yarısını sürekli olarak göz ardı ettiklerini sorgulamakta ve kadınlara reva görülen haksızlıklara karĢı çıkmaktaydılar. Böylece feminizm Rönesans‘la birlikte tarihe adımını atmıĢ oldu. Ancak 17. yüzyıl feministleri erkekler tarafından yaĢatılan bu olgusal çeliĢki ile yeni filizlenen ‗özgürlük‘ ve ‗eĢitlik‘ ideolojisi arasındaki tezatlığın bilincindeydiler; fakat bu durumu değiĢtirecek örgütlenme ve kitlelere ulaĢma gücüne sahip değildiler.37

18. yüzyıla gelindiğinde ise dönemin feministleri, Ġngiliz feminist yazar Mary Wollstonecraft‘ın ağzından cinsiyete göre faklılaĢan çifte ahlakı reddetmiĢ, kadınların özgürleĢmesinin tüm toplumun özgürleĢeceği sonucunu doğuracağını savunmuĢlardır.38 Bu noktada Wollstonecraft‘ın A Vindication of the Rights of Women (1792) adlı eseri günümüz feministlerince de çok büyük bir öneme sahiptir.

Ancak tüm bunlara rağmen 19. yüzyıl Ġngiltere‘sinde dahi kadınların yazma hakları gibi pek çok haklarının son derece kısıtlı olduğu ifade edilir. “Victoria İngiltere‟si kadını tepeden inme bir yargıyla eve kapatmıştı. Jeanne (Jane) Austen, yazı yazabilmek için adını gizliyordu; bir George Eliot, bir Emily Bronte olabilmek için altı okka yürek ya da olağandışı bir yazgı gerekliydi; 1888‟de, bir İngiliz bilgini şunları yazıyordu: Kadınlar ayrı bir ırk olmadıkları gibi bir yarım ırk bile değildirler, onlar yalnızca doğurmakla görevli bir alt türdürler.”39

Ġngiltere‘deki mücadelenin temel eksenlerinden biri de evli kadınların mülkiyet ve velayet hakkıdır. Bu mücadele 1918‘de, 30 yaĢın üzerinde, mülk sahibi ya da mülk sahibi ile evli üniversite mezunu ya da haftada 5 pound gelir getiren bir iĢte çalıĢan kadınlara bazı siyasal hakların tanınmasıyla bir ivme kazanmıĢtır. Ancak

37Necla Arat, Feminizmin ABC‘si, Simavi Yayınları, 1991, Ġstanbul, s. 23 – 24.

38Arat, a.g.e., s. 26.

39Simone de Beauvoir, Kadın “İkinci Cins”1Genç Kızlık Çağı, Çeviren: Bertan Onaran, Cilt 1, Payel Yayınları, Ġstanbul, 1993, s. 131-132.

kadının toplumsal-siyasal açıdan erkeklerle eĢit hale gelmesi gerek Avrupa‘da gerekse Amerika‘da büyük çabaları gerektirmiĢtir. Ġngiliz kadınları da sınırsız olarak oy hakkını ancak 1928 yılında elde edip sandık baĢlarına gidebilmiĢlerdir.40

Fransa‘da Kadın Hakları:

1789 Fransız Devrimi ile kadınların örgütlü olmadan; ama büyük kitleler halinde bir halk hareketine katılmaları ve hakları için ilk kez bilinçli olarak bir mücadelenin içine girmeleri söz konusu olmuĢ; özgürlük, eĢitlik ve kardeĢlik kavramları iyice ön plana çıkmıĢtır. Devrim, Fransız kadınlarına tam anlamda olmasa bile bir ölçüde eĢitlik, çalıĢma ve yeteneklerine göre belli konumlara gelme hakkını kazandırmıĢtır. Ancak en büyük kazançları, haklarını elde etmek için güce ve örgütlenmeye gereksinimleri olduğunu kavramaları olmuĢtur. Kadınların, birlikten doğan gücü büyük kitlelerin birleĢmesiyle örgütlenerek elde edeceklerinin farkına varmaları, Fransa‘nın her tarafında kulüpler açmaları ve erkeklerin toplantılarına katılmalarını sağlamıĢtır.41

Madam Rolant, Rose Lecombe, Olympe de Gouges gibi devrimci kadınlar 17 maddeden oluĢan “Kadın Hakları Bildirgesi”ni (1793) yazdılar. Bu bildirinin en önemli maddesi; ―Kadın özgür doğar ve erkekle eĢit haklara sahip olur. Kanun önünde eĢit olan bütün kadın ve erkek vatandaĢlar hiçbir ayrıma uğramaksızın bütün yüksek mevkilere ve kamu görevlerine eĢit olarak kabul edilmelidir. Kadınlar uyanınız!‖ Ģeklindedir. Ancak istenen sonuç elde edilememiĢ ve bu sırada Talleyrand kız çocuklarına sekiz yaĢına değin zorunlu eğitim görmeyi, bu yaĢtan sonra ise evde oturmayı öngören bir eğitim politikasını uygulamaya baĢlamıĢtır42 ki bu da kadınların sesini duyurma giriĢimlerini önemli bir ölçüde engellemiĢtir. Tüm bu

Madam Rolant, Rose Lecombe, Olympe de Gouges gibi devrimci kadınlar 17 maddeden oluĢan “Kadın Hakları Bildirgesi”ni (1793) yazdılar. Bu bildirinin en önemli maddesi; ―Kadın özgür doğar ve erkekle eĢit haklara sahip olur. Kanun önünde eĢit olan bütün kadın ve erkek vatandaĢlar hiçbir ayrıma uğramaksızın bütün yüksek mevkilere ve kamu görevlerine eĢit olarak kabul edilmelidir. Kadınlar uyanınız!‖ Ģeklindedir. Ancak istenen sonuç elde edilememiĢ ve bu sırada Talleyrand kız çocuklarına sekiz yaĢına değin zorunlu eğitim görmeyi, bu yaĢtan sonra ise evde oturmayı öngören bir eğitim politikasını uygulamaya baĢlamıĢtır42 ki bu da kadınların sesini duyurma giriĢimlerini önemli bir ölçüde engellemiĢtir. Tüm bu