• Sonuç bulunamadı

C 4 sf(k)=İşçi Başına Tasarruf Yatırım Doğrusu

2.4.3.3. Büyüme ve Tam İstihdam

Harrod’un incelemiş olduğu sorunlardan bir tanesi de ekonomik büyüme ve tam istihdam arasındaki ilişkidir. Harrod tarafından mal piyasasında arz ve talep dengesini sağlayan ekonomik büyüme oranı ile emek piyasasında dengeyi sağlayan doğal büyüme oranları karşılaştırılarak Keynesyengil ve Klasik teori arasındaki farklılığı incelenmiştir.

Eğer garantili büyüme (gw) büyüme oranından (gn) büyükse (gw>gn) ise,

yüksek büyüme oranı sayesinde resesyon sürecinin yaşanmasının ardından işsizlik oranı düşecektir.

Eğer ekonomi tam istihdama yaklaşırsa bu sefer doğal büyüme oranı tarafından cari büyüme oranı (g) durdurulacaktır. Harrod’a göre reel büyüme garantili büyüme oranının altında kaldığı için talep yetersizliğinin sebep olduğu depresyon süreci yaşanacaktır.

Harrod’a göre yetersiz tasarruftaki gibi eşit tasarruf oranında ekonomiye zarar verecektir. Eğer garantili büyüme oranı doğal büyüme oranından küçükse tasarruf ekonomiye zarar vermektedir. Aksi söz konusu ise, tasarruf bu seferde depresyona sebep olacaktır.

Harrod’un modelinde, ekonominin sahip olacağı doğal büyüme oranını üretim faktörlerinin tam istihdamı sağlaması ile şöyle açıklanmıştır; doğal büyüme oranı; aktif nüfus, gerekli mevcut sermaye ve verimlilik artışına bağlı olarak sağlanabilecek en büyük büyüme oranıdır.

∆Y/Y=n+m’dir. (2.29)

n : Aktif Nüfus m: Emek Verimliliği.

Buna göre, tam istihdamda dengeli büyüme şartı; g=gw=n+m ise

Son yıllara kadar etkinliğini koruyan neoklasik büyüme modeli ekonomilerin uzun dönem büyüme performansını etkileyen faktörler ve sürdürülebilir büyüme hızlarına nasıl ulaşabileceği konusundaki sorulara cevap verememesi nedeniyle 1980’li yıllarda içsel büyüme teorilerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İçsel büyüme modelleri, büyümenin kendi dinamikleri içinde, bir takım faktörlerin etkileşimiyle içsel olarak gerçekleştiğini ileri sürmesi bakımından neoklasik büyüme yaklaşımından önemli ölçüde ayrılmaktadır.

Yeni geliştirilen içsel büyüme modellerinde bir ülkenin sahip olduğu beşeri sermayenin, dış ticaret politikasının, finansal kalkınmasının ve kamu harcamalarının ekonomik büyümeye katkıda bulunacağı vurgulanmaktadır. (Kar ve Ağır,2006,1)

Solow modeli tasarruf düzeyinin ve sermaye birikiminin büyümeyi sadece geçiş döneminde etkilediğini ileri sürmek suretiyle, sermaye birikiminin büyüme üzerindeki etkisini minimize etmektedir. Buna karşılık Solow modeli, ekonomik büyümenin (fert başına çıktı düzeyindeki sürekli artışın) nedeninin teknolojik ilerleme olduğunu ileri sürmek suretiyle de teknolojik gelişmenin büyüme üzerindeki etkisini maksimize etmektedir. Ancak Solow modelinde teknolojik ilerleme dışsal bir olgu olduğu için, Solow modeli iktisadi büyümenin nasıl meydana geldiğini aslında tam olarak açıklama yeteneğine sahip değildir. Solow modelinin bu önemli eksikliği, büyümenin nasıl meydana geldiğini ve dolayısıyla da büyümeyi etkileyen politikaların neler olduğunu açıklamayı amaçlayan yeni bir yaklaşımın ortaya çıkmasına yol açmıştır.

1980’lerin sonlarında ortaya çıkan ve öncülüğünü Amerikalı iktisatçı Paul Romer ve yeni klasik okulun kurucusu Robet Lucas’ın yaptığı bu alternatif yaklaşıma, “İçsel Büyüme Teorisi’ denir. (Ünsal,2005,594)

İçsel Büyüme Modellerinde büyümenin, ekonomik sistemin kendi dinamikleri içinde, bir takım faktörlerin etkileşimiyle içsel olarak gerçekleştiğini ileri sürmesi bakımından, büyümeyi, tanımlanan model ve dolayısıyla ekonomik

ölçüde ayrılmaktadır. (Ercan,2000,130)

Solow’un büyüme modelinde sermaye olarak sadece fiziksel sermaye kabul edilmiştir. Oysa içsel büyüme modelinde sermaye olarak hem fiziksel sermaye hem de işgücünün sahip olduğu bilgi, beceri ve tecrübelerin toplamından oluşan beşeri sermaye kabul edilmiştir. Bu büyüme modeli bilgiye ve beşeri sermayeye daha çok önem vermektedir. Beşeri sermayeyi de içeren

üretim fonksiyonu; Y=AK(HL) (2.31)

olarak kabul edilmesi nedeniyle “AK Modeli” olarak da anılmaktadır. Beşeri sermaye işçi başına sermaye ile aynı yönlü değiştiği varsayıldığı için H=K/L ise

Y=AK(K) ve Y=AK, y= Ak olur. (2.32)

Burada A, sabit bir terimdir ve bir birim sermaye ile üretilen hasıla miktarını göstermektedir. Bu değerin sabit kabul edilmesi ile her ilave birim sermaye ile aynı oranda hasıla üretilebileceği için azalan verimler kanunu geçerliliğini kaybetmektedir.

Schumpeter’e göre, bir ekonomi ancak yeni üretim yöntemlerinin keşfedilmesi ile büyüme dinamiği kazanabilecektir. Bu yenilik süreci de ancak teknolojik gelişim sayesinde yaşanabilecektir. Schumpeter beş tür yenilik olduğunu söylemektedir;

i) Yeni bir malın veya mevcut malın yeni bir tipinin, daha kalitelisinin yaratılması (üretilmesi),

ii) Yeni ve daha verimli üretim yönteminin kullanılması (emekten veya sermayeden tasarruf sağlayan yöntem),

iii) Yeni piyasaların açılışı,

iv) Yeni ham maddelerin bulunuşu ve kullanılışı,

v) Üretimde yeni bir organizasyonun oluşumu (Özgüven,1988,201) 2.4.4.1. Romer’in Bilgi Taşma Modeli

İçsel büyüme teorisi ilk kez, Paul Romer’in 1986 yılında yayınlamış olduğu “Increasing Returns and Long Run Growth” isimli makalesiyle ortaya atılmış ve neoklasik modele bir alternatif olarak geliştirilmiştir. Romer’in

olarak açıklamış, yapılan yatırımların bir yan ürün olarak teknolojik bilgiyi arttırdığı ve diğer üretim süreçlerinde bir nevi bedava girdi olarak kullanıldığı bunun da taşmalar (spill-over) sonucu sektör geneline yayıldığı anlatılmıştır. Dolayısıyla neoklasik modellere nazaran yatırımlar daha düşük maliyetlerle yapılmakta ve getirileri de daha yüksek olmaktadır. Sala-i Martin(1990)’e göre de beşeri sermayeyi de içine alan sermayenin artan getirisinin olabileceğini ve bu artan getirinin de uzun dönemde büyümeyi azaltmayacağı kabul edilmektedir. Ar-Ge sektöründeki beşeri sermayenin içerilmemiş teknolojik buluşları büyümenin itici gücüdür.

Aslında Romer’in makalesinde Arrow(1962)’un “yaparak öğrenme” diye adlandırdığı fikir kullanılmaktadır. Arrow bazı sektörlerde zaman ilerledikçe üretim maliyetlerinin düştüğünün kalitenin yükseldiğini ve üretimin hızlandığını farketmiş ve bunun sebebini de bilgideki birikmelere atfetmiş ve buna da “yaparak öğrenme” adını vermiştir. Arrow’a göre firmalar üretime devam ettikçe işlerini daha iyi kavramakta, maliyetlerini düşürmekte, kalitelerini yükseltmekte ve ortaya yeni ürünler çıkarmaktadır. Yani işlerini yaparak öğrenmektedirler. Belki de günümüzde çalışanların deneyim ve tecrübelerinin istihdam edilmede en önemli kriter olarak kabul edilmesi bu fikre dayanmaktadır. Çünkü üretim sürecinde daha çok rol alan aktörler belirli bir işi yeni istihdam edilen bir işçiye göre daha hızlı ve daha etkin bir şekilde icra edebilmektedir. Böylece firmalar tecrübeye teorik bilgiden daha çok önem verir hale gelmiştir. Arrow’a göre bilgi üretimindeki artış, bilginin yayılması etkisiyle ve yaparak öğrenme sayesinde, firma özel kazanımlarından çok daha fazla tüm ülke ekonomisine katkıda bulanacaktır. Bu şekilde bir süreç yaşanmasının sebebi ise; bilginin rekabet edilemeyen ve tüketiminden dışlanamayan nitelikte kamusal bir mal oluşudur.

Modele içsel olarak alınan teknolojiyi içsel büyüme modellerinde bilginin kullanılmasıyla ilgili olarak şu noktalara dikkat çekilmektedir ( Kibritçioğlu,1998, 215) :

i) Bilgiyi kullanma da tüketiciler birbirlerine rakip değildirler ve kimse dışlanmamıştır. Yani üretimde kullanılabilecek bir bilginin başka bir üretici tarafından kullanılmasında herhangi bir kısıt bulunmamaktadır.

ne ölçüde yararlandığı son derece önemlidir. Teknoloji odaklı çalışan birimler daha emeği daha etkin kullanabilmektedirler. Böylece emek etkinliğinin artması da firma için daha az maliyetle daha fazla üretim anlamana geleceğinden, üreticilerde teknolojiden maksimum düzeyde faydalanma yoluna gitmektedirler.

iii) Eğer teknolojik dışsallıklar söz konusuysa bilginin üretimine özel sektörün yanaşmayacağı ve piyasanın aksayacağı gerçektir. Çünkü belirli bir maliyetle bir bilgi veya teknoloji üretimine giden üretici, bu bilginin kopyalanması sonucunda rakiplerinin kullanımına engel olamayacağından zamanla bu Ar-Ge faaliyetinin maliyetine katlanmamak için teknoloji üretmeyeceklerdir. Çünkü bilgi üstünlüğünün kendisine sağlayacağı avantajı kullanamayacaktır.

iv) Teknolojik gelişme ile fiziki ve beşeri sermaye yatırımları arasında bir ilişki bulunmaktadır. Teknolojik gelişme sayesinde üretim faktörlerinin verimliliği artacaktır. Daha kısa sürede daha doğru ve daha hızlı üretim gerçekleşecektir. Teknolojik gelişme ile üretici daha az işgücü veya daha az sermaye ye ihtiyaç duyacaktır. Bu sayede maliyet avantajı elde edecektir.

Bilgi birikimi, yaparak öğrenme sürecinin yada Ar-Ge yatırımlarının sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Beşeri sermaye yatırımları bağlamında Ar-Ge harcamalarının artırılması veya etkinleştirilmesi, fiziki yatırımlarda bir artışa neden olmakta ve yüksek bir reel büyüme trendine ulaşılmasına olanak tanımaktadır.

Romer, teknik bilgi üretimini, mal ve hizmet üretiminde bedelsiz bir girdi olarak ele almış ve bu girdi sayesinde üretimde maliyetin düştüğünü ve kalitenin arttığını kabul etmiştir. Ayrıca Romer’e göre, üretim sürecinde ortaya çıkan ürün sadece fiziksel ürün değildir. Bu sürecin sonucunda bilgi bir yan ürün olarak ortaya çıkmaktadır. Hatta Romer, Arrow’un “yaparak öğrenme” fikrinden hareketle üretilen bilginin tasmalar (spillover effect) sonucu diğer firmaları da olumlu etkilediğini ve sonuçta bu gelişmelerden bütün ekonomilerin istifade edeceğini belirtmiştir. Başka bir deyişle, ekonomilerde bilgi birikimi attıkça bundan bütün firmalar yararlanacak, dışsallıkların başka firmalar tarafından kullanılmasıyla içsel hale dönüşecek ve bu süreçten tüm ekonomiler yararlanacaktırlar (Acar,2002,127). Romer, bilginin göstergesi olarak sermaye

bilginin o denli artacağını ileri sürmektedir. Bu ise sermayenin artan verim halini beraberinde getirecektir.