• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM: TÜRK EDEBĠYATINDA KADIN ĠMGESĠ

TÜRK EDEBİYATINDA KADIN İMGESİ

3.1. 1980'E KADAR TÜRK ROMANINDA KADIN

Toplumsal hayattaki değişimler edebiyatı daima etkilemiştir. Mehmet Kaplan'a göre, “Toplumsal olay ve devinimlerden etkilenmeyen, bir yönüyle hayatın

gerçekliğiyle temas halinde bulunmayan bir sanat/edebiyat düşünülemez. Yaşanılan hayat, sanatı besleyen en büyük kaynak”tır. (Akt. Balık, 2009:2376)

Toplumsal değişim ile edebi eserler arasında karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Bazen edebi eserler ilettikleri düşünceler vasıtasıyla toplumda değişime sebep olur bazen de toplumdaki sosyal değişim edebi eserlerin konusunu etkiler. Edebi eserler toplumsal değişimi yansıtırken aynı zamanda bireyin ruh dünyasını da yansıtır. Hem birey hem de toplum, edebi eserlerde konuyu oluşturur: “Her roman,

farklı gözlerle görülen hayatın, farklı kalemlerden yeniden yorumlanışı demektir. Her romancı kaçınılmaz olarak, kendi idrâk edebildiği, farkına varabildiği ve kuşatabildiği hayatı eserine taşıyabilir. Hayatın bu şekilde 'hayatlar'a dönüşmesi, okuyucunun hayatında da okunarak edinilen 'hayatlar'ın zenginliğinin, birikiminin ve deneyimlerinin mevcut hale gelmesi mânâsını taşır.” (Balık, 2009:2377)

Toplumun önemli bir parçası olan kadın da var olan toplumsal değişimlerden etkilenmiş ve bu etkileşim romanlara yansımıştır. Kadının geçirdiği değişimi tarih seyri içerisinde romanlardan takip etmek mümkündür. Seksen sonrası romanlardaki

kadın profilini incelemeden önce seksen öncesi Türk romanındaki kadın profiline göz atmamız faydalı olacaktır.

3.1.1. Aile ve Evlilik Hayatında Kadın

Divan şiirinde kadın soyut bir varlıktır. Kadının nitelikleri gerçek hayatta hiçbir kadında olmayan özelliklerdir. Sevgili hayalîdir. Kadınlarla ilgili soyut imajlar şiirlerde kullanılmıştır. Bir figürdür. Tanzimat döneminde ise bir düalistlik söz konusudur. Eski ve yeni yaşam bir aradadır. Romanlardaki kadınlar geleneksel aile hayatı ile batılı alafranga aile hayatı arasında kalmıştır. Bununla birlikte Tanzimat dönemindeki roman ve makalelerde kadınların eğitimi, aile içindeki konumu, evliliği vb. tartışılmaya başlanmıştır. Şinasi, “Şair Evlenmesi” adlı eserinde kadınların görücü usulüyle evlenmelerini eleştirmiştir. “Aile Makalesi” adlı eserde kadınların eşleri tarafından dövülmemeleri gerektiği anlatılır.

Fatma Aliye, “Levâyih-i Hayat” adlı eserinde kadının isyanını ifade eder:

“Erkek yazarların kadın eğitimini çok önemsemeleri, fakat onları sadece aile içinde görmeleri, şahsiyetlerini kazanan bu eğitimli kadınlara yetmemektedir. Kadınlara evin dışında görevler yükleyecek olan sosyal gelişmeler ise henüz yoktur. Eserde, ‘eğitilen bu kadınları onları anlamayan erkeklerle evlendirerek mutsuz kılıyorsunuz’ feryâdı vardır.” (Gençtürk Demircioğlu, 2010:106)

Tanzimat ile birlikte aile hayatı değişmeye başlamıştır. Tanzimat’ta modernizm ile geleneksellik bir aradadır. Aile kimliğini bulmaya çalışan bir kurumdur. Bu değişimden en fazla etkilenen kadın olmuştur. Bununla birlikte romanlarda görücü usulüyle yapılan evlilikler ya da çok eşlilik eleştirilmeye başlanmıştır. Tanzimat döneminde kadını ele alan önemli yazarlar arasında Şemsettin Sami, Samipaşazade Sezai, Nabizade Nazım’ı görmekteyiz. “Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat” adlı eserde görücü usulüyle yapılan evlilikler eleştirilmiştir. “Zehra” adlı eserde İstanbul geceleri, İstanbul ailesi anlatılır. O dönemde yazılan en gerçekçi eser “Karabibik” adlı eserdir. II. Meşrutiyet döneminin fikir adamlarından Celal Nuri İleri

“Kadınlarımız” adlı eserinde kadınların bir eşya gibi görülmemesi gerektiğini savunur.

Servet-i Fünûn dönemine bakıldığında şunları söylemek mümkündür: “Halit

Ziya Uşaklıgil, romanlarında evlilik unsurunu anlatırken akrabalar arası evlilikleri sıklıkla vurgular. Bu durum, dar bir çevrede yaşayan ve aileleri dışında bir yaşama açılamayan bireyler için adeta zorunludur. Zira sosyal bir yaşamdan uzak olan bireylerin en yakınlarındaki kişiyi aşk nesnesi olarak seçmeleri kaçınılmazdır. Mehmet Rauf’ta ise genel olarak salonlarda âşık olma ön plana çıkar. Bunda kahramanların geniş bir sosyal çevrede yaşamalarının etkisi vardır. Halit Ziya Uşaklıgil’in romanlarında anlaşarak evlilikler ise birbirleriyle aynı sosyal çevrede yaşayan bireyler arasında görülür. Ancak bu sosyal çevre, Mehmet Rauf’un romanlarındaki çay partileri ya da balolar değildir.” (Kanter, 2009:465)

Aile içerisinde kadının yeri seksen sonrası ailenin eğitim düzeyine, yaşadığı bölgeye göre değişiklik arz ettiği gibi seksen öncesinde de yine ailenin sahip olduğu eğitim düzeyi ve yaşadığı bölge etkili olur. Eğitim düzeyi yüksek olan ailelerde kız çocuğu daha özgür hareket edebilmekte, kendi hayatıyla ilgili kararları kendisi alabilmektedir. Sait Faik’in “Kayıp Aranıyor” adlı eserde Nevin, eğitimli birkaç dil bilen kendisine güveni olan bir genç kadındır. Babası Vildan Bey, onun bu karakteri kazanmasında etkili olur. Toplumsal kurallara göre değil, kızının istediği kurallara göre yetişmesini sağlayarak kızını özgürleştirir. Ancak Vildan Bey’in kızını yetiştirme tarzı sosyal çevrede dedikodulara yol açar. Eleştirilere maruz kalır.

Aile içerisinde baba kızlarına baskı yapmadığı zamanlarda toplum kızlara baskı yapma hakkını kullanır. Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam” adlı eserinde Ayşe sevgilisiyle restoranda yemek yediği için babasının arkadaşı tarafından babasına şikayet edilmekle tehdit edilir. Ancak Ayşe’nin babası eğitimli bir insandır ve kızına destek olur. Yine Erhan Bener’in “Yalnızlar” adlı romanında Nermin cinselliği rahat yaşayan bağımsız, başına buyruk bir kadındır. Bununla birlikte kendisine sorulmadan evlendirilen genç kızlara da rastlanılmaktadır. Tarık Dursun’un “Rıza Bey Aile Evi” adlı eserinde Şakir Usta kızını evlendirirken ona sormaz ve kızını evlendirerek maddi yönden rahatlamak ister. Peyami Safa’nın “Yalnızız” adlı romanında ise kadının

erkeğe göre daha az yetenekli olduğu vurgulanır. Romanda Samim Bey, “Kadınların

hemen çoğu böyledir, fakat senin kadar değil. İdraklerine ve iradelerine ait noksanları, hesapları ve hileleriyle telafi etmek isterler.” der. (Gülendam, 2006:57)

Erkek evlenirken ailesinin görüşleri etkilidir. Orhan Kemal’in “Avare Yıllar” adlı eserinde Necati, Cemile ile evlenmek ister ancak büyükannesinin bu evliliğe olumsuz bakmasından dolayı vazgeçer. Seksen öncesi evliliklerde karar alma sürecinde çevre baskısı ve aile fertlerinin görüşleri etkili olur.

Yakup Kadri’nin “Hep O Şarkı” adlı eserinde Münire iyi yetişmiş bir genç kızdır ve kararlarında ailesine uymak zorundadır. Orhan Kemal’in “Murtaza” adlı eserinde Murtaza’nın eşi fabrikada çalışan, evin ekonomisine yardımcı olmaya gayret eden bir kadındır. Ancak yine de eşi tarafından saygı görmez.

Şehirde yaşayan kadın ile kırsal kesimde yaşayan kadının aile içerisindeki konumu farklıdır. Yaşar Kemal’in “İnce Memed” adlı eserinde erkekler kadınları kötülüklerin kaynağı olarak görürler. Bu romanda kadınlar tarlada çalışırlar, sabah erken kalkarlar, bahçe işleriyle uğraşırlar. Köy romanlarının çoğunda evlenecek yaşta kızları olan anne babalar, fakirlikten kurtulmak için kızlarını zengin kişilerle evlendirmek ister. Kızlar da evlilikten zenginlik, mevki bekler. Mutsuz evliliklerin çoğunda kızlara sorulmadan evlilik yapılması işlenir. Ayrıca özellikle Peyami Safa’nın eserlerinde Avrupalılara benzemeye çalışan kadının lüks yaşama isteği ve bunun sonucunda tüketime dayalı yozlaşmış aile tipi anlatılır.

Sonuç olarak; Tanzimat’tan bu yana görülen toplumsal değişim ve bu değişimin aile içerisinde eski ve yeni arasındaki çatışma olarak tezâhürü, Cumhuriyet sonrasında da görülmeye devam eder. Ancak Cumhuriyet dönemi sonrası kadın hakları konusunda iyileştirmeler yapılırsa da bu dönemde kadının aile içerisinde sessizliği devam eder. Kadınlar, eşlerinin kurallarına boyun eğen, sosyal hayata fazla katılamayan varlıklardır cümlesini kurmak mümkündür.

3.1.2. Kadın için Annelik Kavramı

Tanzimat dönemi romanlarında annelik ön plana çıkartılmıştır: “Çocuk

eğitimi konusunda önemli bir fonksiyona sahip olan anne, romanlarda kimi zaman evlâdını hayatın bütün zorluklarına hazırlayan, onun her şeyi ile yakından ilgilenen, ona kol kanat geren müşfik bir kadın, kimi zaman da çocuğunu hayat karşısında yetiştirmeyi başaramamış ve onun felâketine istemeden de olsa sebep olmuş bir kadın profili çizer.” (Özdarıcı, 2010:327)

Seksen öncesi romanlarda fedakâr, çocuklarını iyi yetiştirme arzusu içerisinde olan anne tipine rastlanır. Peyami Safa’nın romanlarında kadının varlık sebebi annelik olarak gösterilir: “Ona ve onun gibi düşünen pek çok romancımıza göre iyi

kadın, fedakâr eş ve annedir. İyiliğinin esas nedeni de yaratılışına ters davranmamasıdır. Kötü kadın ise yaratılış gayesine aykırı davranarak analık rolünü reddeden, çapkın, haz peşinde koşan fettan kadındır. Bu kadınların mutlu olma şansları yoktur.” (Gülendam, 2006:118) Bununla birlikte çocuklarına kötü örnek

olan, annelik görevini yerine getirmeyen, çocuklarının mutsuzluğuna sebep olan kadınlar da vardır. Bunlar hafifmeşrep kadınlar olarak nitelendirilir. Özellikle sadakatsiz kadınlar ailenin dağılmasına sebep olur.

Mehmet Seyda’nın “Ne Ekersen” adlı romanında Fatma’nın annesi gördüğü şiddete boyun eğen bir annedir. Mutsuz evlilik yapan, evliliğinde şiddet gören kızına da evliliğini devam etmesi yönünde telkinlerde bulunur.

Seksen öncesi romanlarda kadında annelik ön planda olan bir duygudur. Anne olamayan kadın kendisini eksik görür. Orhan Kemal’in “Dünya Evi” adlı romanında Güllü hamile kalamadığı için üzülür ve hamile olan arkadaşı Cemile’yi kıskanır. Mualla Uzmay’ın “Lise Arkadaşları” eserinde ise tek amacı anne olmak olan, zenginliğine rağmen anne olamadığı için mutsuz olan Hayat karakterine rastlanılır. Görüldüğü gibi kadının aslî amacı anne olmaktır. Toplumun ve erkeğin de bir kadından öncelikle beklediği onun annelik vazifesidir. Anne olamayan ya da kötü anne olan kadın hor görülmekte, dışlanmaktadır. Seksen sonrasındaki

kadınlarda anne olma isteğinin azaldığını, kadınlık duygusunun daha ön plana çıktığını görürüz. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur” romanında Nuran, kızı Fatma için tekrar eski eşine geri döner. Çünkü kadının önceliği çocuğudur. Ancak seksen sonrasında annelik duygusu kadının boşanmasına engel bir durum olmaktan çıkar.

Görüldüğü üzere anneler kızlarının iyi bir hayat sürdürmelerini ister. Bu yönde yaptıkları telkinler zaman zaman kızları ile aralarında çatışmaya da yol açar. Seksen sonrası çatışmalar daha yoğundur. Çünkü annenin karşısında daha özgürlükçü genç kızlar vardır.

3.1.3. Kadın için Aşk Kavramı

Divan edebiyatında aşk soyuttur. Kadına duyulan aşk mazmunlarla ifade edilir. Kadın, aşk kaynağı olmakla birlikte anlatılan kadın somut değildir. Kadın güzeldir ancak bu güzellik ideal bir güzelliktir: “Divan şiirinde sadece bir imaj ve

figür olarak karşımıza çıkan kadın, herhangi eşya gibi bir figür özelliği taşıdığından mesneviler dışında kadının kişiliğine ilişkin bilgilere ulaşmak ve toplumdaki kadını görmek güçtür.” (Özdarıcı, 2010:35)

Tanpınar, edebiyattaki kadın varlığının zayıf oluşunun romanın da gelişimini etkilediğini düşünür: “Hayatın kapalı ve tek taraflı oluşu kadınsız olan bu cemiyetin

hayat tecrübesi bakımından da eksik olması anlamına gelmektedir.” (Tanpınar,

2000:62)

Tanzimat dönemi romanlarında kadın idealize edilmiştir: “Erkeğini çok seven

ve aşkı uğruna her şeyi göze alan kadın karakterler yer alır. Kadının sevmek ve sevilmek ihtiyacı onu karşı cins ile birtakım hususî ilişkiler ağının içine sokar. Erkeği tarafından sevilen kadın, beğenilme duygusunun kendisine verdiği yüreklilikle özgüven duygusunu kazanır, hayata farklı bir gözle bakar ve adımlarını yere daha sağlam basma gücünü kendinde bulur.” (Özdarıcı, 2010:325)

Tanzimat döneminde iki kadın tipine rastlamak mümkündür. Birincisi şuh edalı, erkeği baştan çıkarmak için her türlü entrikaya sahip kadın; diğeri ise meleksi,

masum, pasif kadın. Tanzimat döneminde aşk yerine fikirler ön plandadır. Ancak aşk, kadınla somut bir özellik kazanmıştır.

Servet-i Fünûn döneminde ise kadın narin, zayıf ve hastadır. Servet-i Fünûn’un önemli ismi Halid Ziya’nın romanlarındaki başlıca kadın tipleri ise yüksek burjuva ailelerine mensup aşklarını daha rahat yaşayan kadınlardır. 1908 yılında II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra kadın yazarlar sadece aşkı değil kadının toplumdaki yerini de konu etmeye başladılar: “Sosyo-kültürel seviyesi düşük insanları konu

edinen romanlarda, ‘sevgili’ olarak görülen genç kız veya kadınlara, erkeklerin çoğu, aşk ve sevgiyle değil de cinsel arzularla yaklaşır ve onların fiziki özellikleriyle daha çok ilgilenirlerken; eğitimli ve kültürlü olmakla birlikte içinde bulunduğu toplumun değerlerine saygı gösteren ve kimliğinin farkında olan insanların anlatıldığı romanlarda kadın-erkek ilişkisi daha seviyelidir ve bu tür aşk ilişkilerinin cinsellik boyutu ikinci planda kalır.” (Gülendam, 2006:153)

1950'li yıllara gelindiğinde kadın imgesi artık romanlarda somutlaşmıştır ancak bu hemen olmamıştır. Orhan Kemal ve Yaşar Kemal’in eserlerinde uzunca bir süre kadın varlığı vardır ancak bu kadın daha çok insan olarak vardır. Kadın varlığının herhangi bir unsuru aklımızda kalmaz. Kadının ruhsal yönüne ya da duygusal değişimine rastlayamayız.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur” romanında Mümtaz ile Nuran’ın aşk ilişkisinde cinsellik ön planda değildir. Refik Halid Karay’ın “Nilgün” adlı romanında ise Nilgün aşktan ziyade evlenmek amacındadır. Bu doğrultuda hareket eder. Oktay Akbal’in “Garipler Sokağı” adlı eserinde ise kızlar aşklarını gizli yaşarlar çünkü aile baskısı altındadırlar. Yaşadıkları mahalleden kurtulmak için de erkek arkadaşlarını kullanırlar. Fakirlikten kurtulmanın bir yoludur bu. Seksen sonrası genç kızlar aşklarını daha rahat yaşarlar. Erkek arkadaşlarını annelerine anlatırlar. Aileler kızlarının erkek arkadaşlarıyla tanışırlar. Duygu Asena’nın “Aynada Aşk Var” adlı eserinde Nil aşk ve cinsel hayatını annesiyle paylaşır.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Hep O Şarkı” adlı eserinde ise Münire sevdiği Cemil Bey’i unutamaz. Yıllar sonra evlenmesine rağmen ilk aşkına olan bağlılığı sürer. “İnce Memed”de yine Memed ile sevgilisi Hatçe birbirlerini çok

severler. Her şeyi göze almışlardır. Bu romanlarda aşk duygusu yüceltilir. Sevgililer fedakârdır ve birbirlerinden kolayca vazgeçmezler. Kadınlar sevdiği erkeğin hayatında tek olmayı isterler. Aşktan sevgiden çok şey beklerler, mutlu olmak sahiplenilmek arzusunu taşırlar. Aşklarıyla şekillenmekten rahatsızlık duymazlar. Ancak seksenlere geldiğimizde aşk duygusunda değişim görülür. Biz’in yerini ben almıştır. Kadın aşkıyla şekillenmeyi özgürlüğünün önünde bir engel olarak görür. Romanlarda bitmeyen, vazgeçilemeyen aşklar kaybolmuştur. Münire ya da Hatçe tipine artık rastlanmaz.

3.1.4. Kadın için Cinsellik ve Namus Kavramları

“Toplum içinde kadınların cinsel sakınma, mahcubiyet ve çekingenlik göstermeleri beklenir ve bu davranışlar, onların namuslu olarak nitelendirilmesini sağlar. Kadının değeri de bu davranışlara göre ölçülür. Delaney namusun daha çok cinsellikle olan bağlantısına değinir. Delaney’e göre, Türk köylerinde kadınların değerinin belirlenmesi, doğurganlıkları ile değil, bunu zaten herkes yapabilir ya da aksi ispatlanana kadar bu böyledir, ama erkeğin tohumunun o erkeğe ait olduğuna dair bir inancın varlığıyla mümkündür. Doğurganlık önemlidir ama en önemli olgu değildir. Eğer öyle olsaydı bekâret ve saflığa bu kadar önem verilmezdi.” (Demirel,

2008:131)

Tanzimat’tan itibaren bir medeniyet değişimi içerisine girmiş olan toplumumuzda kadın da değişimi fazlasıyla yaşamıştır. Kadın her zaman namusun temsilcisi olarak görülmüş, cinsellik gibi konular mahrem sayılmış, kadının bu konudaki özgürlüğü yasaklanmıştır. Kadının yeri evi olarak görülmüş ve evinin dışına çıkan kadın toplum tarafından kötü kadın olarak lanse edilip cinsel tacizi de hak ettiği düşünülmüştür: “Leyla Pervizat sosyal bilimcilerin görüşlerinden yola

çıkarak yarı evrensel erkek şahsiyeti adlandırmasını yapar ve sosyal bilimcilerin, bu şahsiyeti ‘Dölleyen-Koruyan-Geçindiren Adam’ olarak adlandırdıklarını belirtir.”

konusunda erkek hâkimiyeti bulunur. Kadın özgür davranışlar sergileyip erkeğin himayesinden çıktığında başına gelecek kötü olayları da hak etmiştir.

Tanzimat dönemi romanlarında kadının cinsel konumu şöyle özetlenebilir:

“Kadının erkek tarafından bir aşk öznesi olmaktan çıkıp arzu edilen bir nesne konumuna indirgenmesi yine bu dönem romanlarında sık karşılaşılan bir özelliktir. Bu durumdan sıkılan ve zor durumda kalan kadınlar olduğu gibi erkeği bilinçli olarak kendisine hayran bırakıp söz konusu durumu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı amaç edinen ve arzu edilen bir nesne olmanın kendisine sağladığı olanakları en iyi şekilde kullanan kadınlar da vardır.” (Özdarıcı, 2010:325);

“Zıtların birliği esasına bağlı kalınarak söz konusu dönem romanlarında iffetine son

derece düşkün kadınlar/genç kızlar olduğu gibi ahlâk seviyeleri düşük, bedenini satarak para kazanan, evli olduğu hâlde kocasını aldatıp gayri meşru ilişkiler yaşayan kadınlar ile de karşı karşıya geliriz. Bunlar kadının etik değerler karşısındaki duruşunu göstermesi bakımından bize ciddi ipuçları vermektedir. Ancak burada zikredilmesi gereken bir husus vardır. Zirâ romanlarda “düşmüş kadın” kategorisinde yer alan fahişeleri, kendi içlerinde kasıtlı olarak bu türden bir yaşam tarzını seçmiş ve benimsemiş olanlar ve düşmek zorunda bırakılanlar olmak üzere iki gruba ayırmak gerekir. İkinci gruptakiler kendi istekleri ile değil, zoraki şartlar altında bu mesleği seçmek zorunda bırakılanlardır. Ahmet Mithat Efendinin “Müşahedât” adlı romanındaki fahişe tipini ikinci kategoride yer alan kadınlara örnek göstermek hata olmaz.” (Özdarıcı, 2010:327)

Servet-i Fünûn döneminde ise kadının konumu mekânla özdeşleşmiştir:

“Halid Ziya Uşaklıgil’in romanlarında ana kurguyu oluşturan kadın kahramanların genel olarak geleneksel yaşantı içinde kapalı ve dar bir dünyada yaşadıkları görülür. Nemide’de, Nemide ve Nahit; Aşk-ı Memnû’da Nihal; Ferdi ve Şürekâsı’nda Hacer ve Saniha; Bir Ölünün Defteri’nde Nigâr; Kırık Hayatlar’da Vedide, ev içinde yaşayan yalıtılmış bir yaşam süren kadınlardır. Bu dünyanın dışına çıkmayı başaran kadınlar ise yozlaşmış bir yaşam süren ve benliklerini kaybeden hafifmeşrep tiplerdir. Bunlar bedensel tutkularının kurbanı olan bireyler olarak toplumda bir yer edinmeye çalışırlar. Halid Ziya Uşaklıgil’in ideal kadın tipi, Nesl-i

Ahir’deki eğitimli ve entelektüel bir genç kız olan Azra’dır.” (Kanter, 2009:467)

Milli Edebiyat Dönemi Edebiyatında da namus kavramı önem taşır. “Aka

Gündüz’ün romanlarında çeşitli nedenlerle kötü yola düşen kahramanlar olarak çoğunlukla genç kızları ya da kadınları görmekteyiz. Düşüşlerindeki belli başlı nedenler ise kimsesizlik çaresizlik fakirlik sosyal şartlarındaki olumsuzluklar eski dönemlere ait aksaklıklar ve kötü karakterli bürokratlardır. ” (Aygün, 2012:243)

Cumhuriyetin ilk yıllarında Ahmet Hamdi Tanpınar, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi isimler toplumda ahlakî değerlerde bir zayıflamayı görmekte ve bu zayıflamanın nedenini toplumun üst kurumlarında var olmaya başlayan zayıflamaya bağlamaktadırlar. Bu dönemin romanlarında Osmanlı’nın misafirperver, ailesine bağlı, iffetli kadın tipinin özlemi vardır. Bu yazarların romanlarında fuhuşa sürüklenen iyi aile kızlarıyla karşılaşılır. Yakup Kadri’nin “Kiralık Konak” adlı eserinde Seniha bir sonuçtur. Romanda Seniha’yı ahlakî çöküntüye uğratan çağdaşlık sorunudur. Konakta Seniha rahat yaşamayı, konforu öğrenmiştir. Daha sonraki dönemlerde de bunu hayatında ister. Eser o dönemin yapaylığını konu alır. Bu dönemin romanlarında kadının batılılaşma isteği anlatılmakla birlikte kadının ahlaki çöküntü içine girdiği de vurgulanmaktadır. Her alanda yozlaşma artmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanlarında ise batı-doğu kültür ikilemini tartışan, birey olmaya çalışan kadın imgesi görülür.

Peyami Safa’nın romanlarında batıya özenen ve namus-şeref gibi duygularını kaybeden kadınlar işlenir. Bu kadınların hepsinde lüks hayat yaşama isteği vardır. Annelik ve aile kavramları onlar için ikinci plandadır. Cinselliklerini bu doğrultuda kullanırlar. Bununla birlikte erkek egemendir ve kadının statüsü ya da eğitimi ne olursa olsun kadın erkeğin isteklerine göre hareket eder. Erkeğin gözünde cinselliği yaşamamış bakire kadın daha iffetlidir. Evlilik dışı cinsel ilişki yaşamış kadına iyi gözle bakılmaz ve tasvip edilmez. Refik Halid’in “Nilgün” adlı eserinde Nilgün

Benzer Belgeler