• Sonuç bulunamadı

Türk Romanında değişen kadın imgesi (1980-2000)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk Romanında değişen kadın imgesi (1980-2000)"

Copied!
816
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

TRAKYA ÜNĠVERSĠTESĠ

SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ

TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI ANABĠLĠM DALI

TÜRK EDEBĠYATI BĠLĠM DALI

DOKTORA TEZĠ

TÜRK ROMANINDA

DEĞİŞEN KADIN İMGESİ

(1980-2000)

SĠBEL BAYRAM

DANIġMAN

DOÇ. DR. YÜKSEL TOPALOĞLU

(2)
(3)
(4)

Tezin Adı: Türk Romanında DeğiĢen Kadın Ġmgesi (1980-2000) Hazırlayan: Sibel BAYRAM

ÖZET

“Türk Romanında DeğiĢen Kadın Ġmgesi (1980-2000)” adlı çalıĢma 1980-2000 yılları arasında yayımlanmıĢ olan romanlardaki kadın karakterlerini incelemeyi esas alır.

ÇalıĢmanın amacı sosyolojik ve siyasi yönden değiĢim gösteren 1980-2000 yılları arasında yayımlanmıĢ romanlardaki kadın karakterleri ve onların davranıĢlarını inceleyerek kadının geçirdiği sosyolojik, psikolojik, kültürel değiĢimi ortaya koymaktır.

Söz konusu amaçlar doğrultusunda romanlar edebî tekniklere göre incelenmiĢ, kaynaklar taranmıĢ, elde edilen bilgiler bilimsel yöntemlerle tahlil ve tasnif edilmiĢtir. Yapılan incelemeler sonucunda yapılan tespitler, elde edilen sonuçlar 1980-2000 yılları arasındaki romanlardaki kadın imgesinin daha iyi anlaĢılmasını sağlayacak ve bundan sonraki araĢtırmalara kaynaklık edecektir.

(5)

Name of Thesis: Changing Women Image in The Turkish Novel (1980-2000) Prepared by: Sibel BAYRAM

ABSTRACT

The study, “Changing Women Image in The Turkish Novel ( 1980-2000) ” is based on female characters in the novels published between 1980-2000.

The purpose of this study is to reveal sociological, psychological and cultural change of women by examining female characters and their behaviour in the novels published between 1980 and 2000,which shows a sociological and political change. Based on these purposes, novels have been examined in terms of literary techniques, resources have been scanned, data analysis has been classified by scientific methods. Results obtained from investigations will provide a better understanding of the image of women in novels between 1980-2000 and will be a source of future research.

Key Words: Turkish literature, novel, women, feminism, individual.

(6)

ÖN SÖZ

Kadın toplumun devamını sağlayan, toplumu etkileyen ve ondan etkilenen bir varlıktır. Toplumsal yapının temel parçasıdır. Kadın bazen özne bazen de nesne konumundadır. Öznellik ya da nesnellik toplumsal değiĢime ve geliĢime bağlı olmuĢtur.

Kadın ve erkek arasındaki mücadele, tarihin baĢlangıcından beri var olan bir durumdur. Cinsiyet kimliği sadece biyolojik bir mesele değildir. Bu, kadın ve erkeğe doğdukları andan itibaren toplum tarafından kodlanır. Bu toplumsal kodlamadan dolayı kadın ve erkeğin dünyaları her zaman çok farklı görülmüĢ, iki ayrı kültür olarak benimsenmiĢtir. Bu benimseme erkeğin daha güçlü kadının ise erkeğe göre daha zayıf, güçsüz olduğu yönünde baĢgöstermiĢtir. Yüzyıllardan beri var olan bu anlayıĢ “kadın sorunu”nu da gündeme getirmiĢtir. Zamanla kadın sorunu resmi bir ideoloji olarak ele alınmıĢ ve çözülmesi gereken bir problem olarak görülmüĢtür.

Tanzimat’la birlikte ülkemiz yeni bir medeniyet dairesine girmiĢtir. Eski medeniyet dairesinden yeni medeniyet dairesine geçilirken kadın giyimiyle, toplumdaki statüsüyle, aile içerisindeki rolüyle değiĢimin simgesi olmuĢtur. Kadın modernizmin birer aynası olarak görülmüĢ, bu aynadan toplumun geliĢmiĢliği verilmeye çalıĢılmıĢtır.

Tanzimat ile baĢlayan modernleĢmede ve değiĢimde politik, ekonomik ve sosyal bakımından kadın-erkek eĢitliği savunulmuĢtur. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte kadın hakları konusu daha fazla önem kazansa da ekonomik krizler, II. Dünya SavaĢı gibi nedenler kadının kamusal alandaki varlığını aktif hale getirme çalıĢmalarının yavaĢlamasına sebep olmuĢtur. YetmiĢli yıllara gelindiğinde yukarıdan aĢağıya doğru gerçekleĢtirilen bir kadın hareketi yerine özellikle entelektüeller tarafından toplumsal boyutuyla ele alınan ve tartıĢılan bir kadın hareketiyle karĢılaĢırız. Dünyadaki birinci dalga kadın hareketinden etkilenen, eğitimli, birkaç dil bilen, ekonomik gücü olan, kamusal alanda kadın ve erkeğin insan temelinde eĢit olması gerektiğini savunan bir kadın kitlesi ortaya çıkmıĢtır. Leyla Erbil, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Duygu Asena gibi yazarlar kadın sorununu

(7)

entelektüel bir bakıĢla ele alan kadın yazarlardır. Seksenli yıllarda ise Simone De Beauvoir’in öncülüğünde baĢlayan ve “ikinci dalga kadın hareketi” olarak adlandırılan feminist hareketin Türkiye’yi de etkilediği görülür. Kadınlar kadının kamusal alandaki eĢitliğini yeterli görmemekte, öznel yaĢamında da özgür olması gerektiğini savunmaktadırlar. Toplumsal cinsiyete dair kadının varoluĢ problemlerinin tartıĢıldığı, kadın olmanın, kadınsal sorunların, kadınlığın ele alındığı bir döneme girilmiĢtir. Artık kadınlar dinleyen konumda değiller; konuĢan, tartıĢan nasıl olmaları gerektiğine kendileri karar veren bir mecradadırlar.

Toplumsal değiĢimin aynası olan edebî metinleri irdeleyerek kadının ruhsal, düĢünsel, sosyal kimliklerine dair ipuçlarına ulaĢmamız mümkündür. Özellikle kadın açısından bir kırılma noktası olan seksenli yılların romanlarında kadın farklı bir imajla karĢımıza çıkar. Kadının aĢk, eğitim, aile, cinsellik vb. pek çok konudaki tavrı değiĢmiĢ yabancılaĢma, özgürlük, intihar gibi yeni temalar sık sık iĢlenmiĢtir. Özellikle seksen darbesi sonrası belirginleĢen siyasal, sosyal değiĢimin kadını, kadın kimliğini nasıl etkilediğini görmek açısından 1980-2000 yılları arasındaki romanları incelememizin faydalı olacağı kanaatindeyiz.

Romanları seçerken farklı cephelere ait kadın ve erkek yazarların eserlerini incelemeye ve bu farklılığın kadın kimliğine yansımasını göstermeye çalıĢtık. Kadının tek taraflı değil, çok yönlülüğünü ve bu çok yönlülüğün farklı ideolojilere sahip yazarların kaleminden süzülüĢünü anlamaya ve anlatmaya gayret ettik. Seksen darbesi nedeniyle 1980 yılını çalıĢmamızın baĢlangıç tarihi olarak ele alıp 2000’li yıllara kadar geçen süreyi bir dönem olarak kabul edip toplam 30 yazara ait, 40 romanı inceledik.

Seksen dönemindeki kadında var olan değiĢimi göstermek amacıyla hazırladığımız çalıĢmamız “GiriĢ”, “Sonuç” ve “Kaynakça” haricinde dört ana bölümden oluĢmaktadır. Buna göre bölümlere hazırlık mahiyetinde olan “GiriĢ”te baĢlangıçtan günümüze Türk Edebiyatı’nda kadına bakıĢı ve bizden önce yapılmıĢ olan çalıĢmaları kronolojik olarak ele almaya ve eleĢtirel bir gözle bakmaya çalıĢtık.

“Birinci Bölüm”de kadın olgusunu dört baĢlık altında irdeledik. Birinci baĢlıkta kadın kelimesine yüklenen anlam ve edebî metinlerde kadın kelimesinin

(8)

yerine kullanılan kavramları inceledik. Ġkinci baĢlıkta “Kadın nedir?” sorusuna yanıt bulmaya onun ruhsal, fiziksel, düĢünsel yönleriyle tarih süzgecinden geçiĢini vermeye çalıĢtık. “Kadın ve Erkek” baĢlığında ise kadın ve erkek arasındaki farklılıklar ve bu farklılıkların iki cinsin yaĢamları üzerindeki etkilerini, anlattık. “Kadın Tipleri” baĢlığında ise farklı karakterlere sahip kadınların sergiledikleri değiĢik davranıĢlar ve bu davranıĢların ortaya çıkmasındaki temel sebepler üzerinde durduk. Seksen sonrası romanlardaki kadınlardan hareketle bu tipleri ortaya çıkarmaya çalıĢtık.

“Kadın Hareketlerinin GeliĢimi” adını verdiğimiz “Ġkinci Bölüm”de kadının bugünkü durumunu anlayabilmek ve kadının haklarını kazanmasındaki süreci daha iyi analiz edebilmek adına feminist hareketlerin dünya tarihindeki seyrini anlattık. “Türk Toplumunda Kadın” baĢlığında ise dünyadaki feminizm hareketlerinin Türk kadını üzerindeki etkisini inceleyip bu etkinin seksenli yıllara kadarki dönemde var olan değiĢimini gösterdik.

“Üçüncü Bölüm”de “Türk Edebiyatındaki Kadın Ġmgesi” baĢlığı adı altında Ġslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı’ndan günümüze kadar toplumdaki siyasal, sosyal kültürel değiĢimin romandaki kadın kimliğine nasıl yansıdığı üzerinde durmaya çalıĢtık.

“Dördüncü Bölüm”de "1980-2000 Yılları Arasındaki Türk Romanlarında Kadın Ġmgesi” adı altında altı baĢlık bulunmaktadır. “Aile ve Evlilik Hayatındaki ĠliĢkiler ve Kadın” baĢlığında kadının seksen sonrası aile içerisindeki rolünü, annelik duygusuna karĢı tavrı ve evlilik anlayıĢını; “Bireysel Olgular ve Kadın” baĢlığında aĢk, cinsellik, kıskançlık, aldatmak, güzellik, yalnızlık, yaĢlılık, intihar, özgürlük, mutluluk, ölüm ve kalıtım temalarını; “Toplumsal Olgular ve Kadın” baĢlığında din, gelenekler, kültürel farklılıklar, bekaret, namus, para, batıl inançlar ve geçmiĢin kadın üzerindeki etkisini; “Sosyal ve Siyasal Hayatta Kadın” baĢlığında kadın-erkek iliĢkisi, kadın-kadın iliĢkisi, göç, siyaset, toplumsal hayatta kadının durumu, evin kadının hayatındaki rolünü; “ÇalıĢma ve Eğitim Hayatında Kadın” baĢlığında kadının iĢ, sanat ve eğitim hayatındaki durumunu; “Kadın Sorunsalı” baĢlığında ise kadının genç kız- gelin- kadın olma rolleri, Ģiddet, özellikle son dönem ortaya çıkan psikolojik rahatsızlıklar ve yabancılaĢma temalarını ele almaya çalıĢtık.

(9)

“Sonuç” bölümünde ise incelemeye tabii tuttuğumuz romanlardan hareketle dönem kadınının kimliği konusunda vardığımız sonuçları ve değerlendirmeyi yaptık. Tezimiz araĢtırmaya esas aldığımız romanları ve araĢtırmamız sırasında kullandığımız kaynakları gösteren “Kaynakça” kısmıyla sona ermektedir.

“Türk Romanında DeğiĢen Kadın Ġmgesi (1980-2000)” adlı çalıĢmamızı gerçekleĢtirirken ilk olarak “kadın” unsuru ile ilgili teorik bilgi oluĢturmayı ve bu teorik bilgi ıĢığında romanları tahlil etmeyi uygun gördük. Ġncelemelerimizde metin tahlili/çözümlemesi ve karĢılaĢtırma yöntemleri kullanılmıĢtır. ÇalıĢmamız sosyoloji, psikoloji, edebiyat ve kadın araĢtırmaları alanında disiplinler arası bir çalıĢmadır. Zaman ve hacim kaygılarından dolayı dönemin bütün romanlarını incelemeye esas alamadığımız çalıĢmamızın kadının kimliğini bulmaya, birey olmaya çalıĢtığı

“varım, kadınım” dediği seksen sonrası dönemini anlamamıza ve bundan sonraki

çalıĢmalara yardımcı olmasını ümit ediyoruz.

Bu çalıĢmanın ortaya çıkmasında önemli katkı ve desteklerini esirgemeyen değerli hocalarım Prof. Dr. Recep DUYMAZ'a; Doç. Dr.Yüksel TOPALOĞLU'na; çalıĢma süresince yardımlarından dolayı Metin Necmi KOÇ'a, Fatma Füsun KIROĞLU'na ve Polat SEL'e içtenlikle teĢekkür ederim.

(10)

İÇİNDEKİLER

ÖZET………. I ABSTRACT……….. II ÖN SÖZ... III ĠÇĠNDEKĠLER... VII KISALTMALAR LĠSTESĠ... IX GĠRĠġ... 1

I.BÖLÜM: KADIN OLGUSU... 16

1.1.Kadın Kavramı ve Kadın Ġçin Kullanılan Nitelemeler... 16

1.2.Kadın Nedir? ... 21

1.3.Kadın Tipleri ... 24

II. BÖLÜM: FEMĠNĠZM HAREKETLERĠNĠN GELĠġĠMĠ... 61

III.BÖLÜM: TÜRK EDEBĠYATINDA KADIN ĠMGESĠ ... 83

IV. BÖLÜM: 1980-2000 YILLARI ARASINDAKĠ TÜRK ROMANLARINDA KADIN ĠMGESĠ... 110

4.1. AĠLE VE EVLĠLĠK HAYATINDAKĠ ĠLĠġKĠLER VE KADIN... 110

4.1.1.Aile... 110

4.1.2.Annelik... 138

4.1.3.Evlilik... 177

4.2. BĠREYSEL OLGULAR VE KADIN... 225

4.2.1.AĢk... 225 4.2.2.Cinsellik... 271 4.2.3.Kıskançlık... 298 4.2.4.Aldatmak... 315 4.2.5.Güzellik... 327 4.2.6.Yalnızlık... 337 4.2.7.YaĢlılık... 347 4.2.8.Ġntihar... 357 4.2.9.Özgürlük... 366 4.2.10.Mutluluk... 384 4.2.11.Ölüm... 394 4.2.12.Kalıtım ve Kadın... 403

4.3. TOPLUMSAL OLGULAR VE KADIN... 407

(11)

4.3.2.Gelenekler... 421

4.3.3.Kültürel Farklılıklar... 424

4.3.4. Bekâret ve Namus Kavramları... 429

4.3.5.Batıl Ġnançlar ve Kadın... 436

4.3.6.Para/ Güç ve Kadın... 446

4.3.7.GeçmiĢ ve Kadın... 456

4.4. SOSYAL VE SĠYASAL HAYATTA KADIN... 467

4.4.1.Kadın-Erkek ĠliĢkisi... 467 4.4.2. Kadın-Kadın ĠliĢkisi... 505 4.4.3.Siyaset ve Kadın... 516 4.4.4.Toplum ve Kadın... 531 4.4.5. Göç Olgusu ve Kadın... 565 4.4.6. Ev ve Kadın... 581

4.4.7. Giyim KuĢam ve Kadın... 596

4.5. ÇALIġMA VE EĞĠTĠM HAYATINDA KADIN... 602

4.5.1.ĠĢ ve Kadın... 602 4.5.2.Sanat ve Kadın... 616 4.5.3.Eğitim ve Kadın... 624 4.5.4. Hayat Kadınları... 633 4.6. KADIN SORUNSALI... 639 4.6.1.Kadın Olmak... 639 4.6.2.Genç Kız Olmak... 676 4.6.3.Gelin Olmak... 680 4.6.4.ġiddet ve Kadın... 683 4.6.5.Psikolojik Rahatsızlıklar... 697 4.6.6.YabancılaĢma ve ÇatıĢmalar... 713 SONUÇ... 750 KAYNAKÇA... 776

(12)

KISALTMALAR LİSTESİ

a.g.e. : Adı geçen eser Akt. :Aktaran Ank. :Ankara C. :Cilt Çev. :Çeviren Diğ. :Diğerleri Haz. :Hazırlayan Ġst. :Ġstanbul S. :Sayı s. : Sayfa T.C. :Türkiye Cumhuriyeti TDK :Türk Dil Kurumu vb. : Ve benzeri Yay. :Yayınları

(13)

GİRİŞ

Tanzimat Dönemi’nden itibaren Batılılaşma süreci içerisine giren Türk toplumunda değişimin en önemli göstergesi kadınlar olarak görülmüştür. Kadının modernleşmesi toplumsal modernleşmeyi gösteren bir aynadır. Bu yüzden kadının geri kalmışlığı aynı zamanda toplumun da geri kalmışlığı kabul edilmiş, özellikle Cumhuriyet’in ilanından sonra sosyal değişimin içerisinde kadına büyük pay verilmiştir.

Ramazan Gülendam kadının çağdaşlaşmanın simgesi olma durumunu şöyle ifade eder:“Toplumumuzda Tanzimat’tan beri Batılılaşma sürecinde değişimden en

çok etkilenenler ve değişimi en çok yansıtanlar, kadınlardır. Kadınlar; toplumdaki statüleri, aile içindeki yerleri ve giyim kuşamlarıyla bir medeniyet dairesinden başka bir medeniyet dairesine geçen toplumumuzda neredeyse değişimin ölçüsü, göstergesi ve simgesi olmuşlardır.” (Gülendam, 2006: 14)

Cumhuriyet’in kurulması ve yapılan inkılâplar ile topluma yeni bir kimlik verilmesi amaçlanmıştır. Bu yeni kimlik aynı zamanda kadına da yeni bir konum kazandıracaktır. Kadınlar, modernleşmenin temsilcileri ve öncüleri olarak görülmüştür. Kadın varlığı her dönem farklı algılanırken Ziya Gökalp, “Türkçülüğün

Esasları” adlı eserinde eski Türklerdeki devlet yönetiminde hatunun da hakan kadar

yetkiye sahip olduğunu, şamanların kendilerini kadınlara benzeterek olağanüstü güçlerini arttırmaya çalıştıklarını belirtir: “Eski Türklerce Şamanizm, kadınlardaki

kutsal güce dayanıyordu. Türk Şamanları büyü gücüyle olağanüstülükler gösterebilmek için kendilerini kadınlara benzetmek zorundaydılar. Kadın giysisi giyerler, saçlarını uzatırlar seslerini inceltirler, bıyık ve sakallarını traş ederler dahası gebe kalırlar, çocuk doğururlardı. Buna karşılık Toyonizm dini de erkeğin kutsal gücünde KUT'unda görünürdü. Toyonizm ile Şamanizmin değerce eşit olması hukukça erkek ve kadının eşit tanınmasına neden olmuştur. Dahası her işin gerek Toyonizme ve gerek Şamanizme dayanması gerektiğinden her işle ilgili toplantıda

(14)

kadınla erkeğin birlikte bulunması koşuldu. Örneğin genel yetke hakan ile hatunun her ikisinde ortaklaşa göründüğü için bir buyruk yazıldığı zaman hakan buyuruyor ki sözüyle başlarsa uyulmazdı. Buyruğa uyulması için kesinkes hakan ve hatun buyuruyorlar ki sözüyle başlanması gerekirdi. Hakan tek başına bir elçiyi katına alamazdı. Elçiler ancak sağda hakan ve solda hatun oturdukları bir zamanda ikisinin birden katlarına çıkardı.” (Gökalp, 1988:144) Ziya Gökalp, sadece üst düzey ailelerde değil sıradan ailelerde de kadına büyük önem verildiğini, mal varlığında kadının özgürce hareket edebildiğini ifade eder.

Dede Korkut Kitabı’nda ise kadının erkekte değer verdiği en önemli meziyetin yiğitlik olduğu vurgulanır. Ayrıca Dede Korkut Kitabı’nda kadının en önemli görevi anneliktir: “Kalabalık korkudur. Düşmana ne kadar çok gidilirse

zafer o kadar iyi sağlanır. Bu hakikat bu toplulukta çocuğa verilen değeri izah edebilir. Çocuk ölenin yerini alır. Bu zarurete bağlı olarak göçebe hayatında kadında aranılan ikinci değer çocuk doğurma kabiliyetidir.” (Kaplan, 2002:44)

Kadın, Divan edebiyatının da vazgeçilmez unsurudur. Aşk, ölüm, özlem gibi tüm olgular kadın aracılığıyla anlatılır. Divan edebiyatında kadın idealleştirildiği için eleştiri alsa da kadın ve güzellik bu edebiyatın merkezindedir. Aşk mesnevilerinde ise kadın hem sevgili hem de erkeğe yardımcı bir varlık rolündedir. Gazellerdeki vefasız sevgili tipini göremeyiz, kadınsal özelliklere sahip güçlü bir profil karşımıza çıkar. Tezkirelerde kadından, kadın şairlerden “namus, iffet” ekseninde bahsedilir.

Divan edebiyatındaki kadın imajı Tanzimat ile değişime uğramıştır. Bu değişimin nedeni kültüreldir. Çünkü Tanzimat hareketi sadece siyaseti ilgilendiren bir olay değildir. “19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi”nde Tanpınar, bu durumu şu şekilde ifade eder: “İmparatorluk, asırlardır içinde yaşadığı bir medeniyet

dairesinden çıkarak, mücadele halinde olduğu başka bir medeniyetin dairesine girdiğini ilan ediyor, onun değerlerini açıkça kabul ediyordu.” (Tanpınar, 1985:129)

Jale Parla, “Babalar ve Oğullar, Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri” başlıklı eserinde “Farklı bir medeniyete dahil olmanın getirdiği yükümlülükleri daha

ilk günden itibaren omuzlarında hisseden Tanzimat dönemi edebiyatçısı, edebi ürünlerini vermenin yanı sıra toplumu aydınlatmayı ve bu uğurda sanatını

(15)

kullanmayı kendisi için önemli bir vazife olarak görür.”der. (Akt. Akdeniz, 2008:1)

Tanzimat hareketi, edebiyatı dolayısıyla kadının edebiyattaki yerini, görüntüsünü etkilemiş, yeni bir kadın anlayışını ortaya çıkarmıştır. Divan edebiyatındaki idealize edilmiş kadın artık yoktur. Kadın, daha gerçekçi, somut bir imajla karşımıza çıkar. Tanzimat Dönemi’ndeki romanlarda toplumsal sorunların aynasıdır. Şemsettin Sami “Kadınlar” adlı eserinde evliliğin sadece doğal bir ihtiyaç olmadığını aşk ve aile oluşturmak esasları üzerine kurulduğunu ifade eder.

Şemsettin Sami, çok eşliliği benimsememekle birlikte bunun İslam'da yer aldığını ancak erkeklerin bu konuyu suistimal ettiklerini savunur. Fatma Aliye de Şemsettin Sami ile benzer görüşleri savunur. Fatma Aliye “Nisvan-ı İslam” adlı kitabında çok eşliliği benimsememekle birlikte toplumsal kurallar tarafından çok eşliliğin yasaklanmaması gerektiğini belirtir. Bazen kadının çocuk doğurma konusunda sorunları bulunduğunu, bu durumda erkeğin evliliğe mecbur olduğunu, Avrupa’da boşanmanın ve çok eşliliğin yasaklandığını, çocuk sayısının bu yüzden azaldığını belirtir. Fatma Aliye kentteki ve kırsal alanlardaki kadını birbirinden ayırır. Ona göre büyük sorumluluğu olan köydeki kadın için çok eşlilik iyi bir durumdur. Ancak kendisine ve kentsel kadına çok eşliliği yakıştıramaz. (Akdeniz, 2008:1-32)

Kölelik konusunda ise Şemsettin Sami de Namık Kemal gibi köleliğin İslam'da olmadığını, İslam öncesinde olduğunu hatta İslam'ın bunu engellediğini belirtir.

Boşanma konusunda ise Şemsettin Sami boşanmanın zorunlu durumlarda olması gerektiğini savunur. Fatma Aliye ise bu konuda da kırsal ve kentsel kadını birbirinden ayırır. Kentteki kadının boşanmak için daha çok nedeni olduğunu ama kırsal kadının karnını doyurmaktan başka bir amacı olmadığını söyleyerek kadınlar arasında ayırım yapar: “Biz de sebebiyet verecek şeyler çok! Dışarılık kadınları karnı

doyup sırtı giyindi mi başka bir isteyeceği olmaz. Seyr-i seyran yok ki: beni niye göndermiyorsun diye kocasına hiddet etsin.”(Akt. Akdeniz, 2008:8)

(16)

kadınlardan oluştuğunu ve kadının çocuk yetiştirmek gibi önemli bir misyona sahip olduğunu belirterek kadının cehaletinin giderilmesi gerektiğini “Kadınlar” adlı kitabında vurgular. (Akt. Akdeniz, 2008:9) Sami’ye göre kadının en önemli misyonu anneliktir. Ancak kadın eğitim alarak kendisindeki kıskançlık, zevk, kin gibi kötü duyguları bastırabilir.

Ahmet Mithat Efendi özellikle romanlarında kadın-erkek eşitliği, kadının eğitimi, kadının eşini özgürce seçebilme hakkı vb. konuları işler. “Deniz Kandiyoti,

‘Cariyeler, Fettan Kadınlar ve Yoldaşlar: Türk Romanında Kadın İmgeleri’ başlıklı yazısında kadınlarla ilgili konularda yazarken kadınları erkek eliyle şekillendirilecek nesneler olarak görmeye devam etmenin olanaklı olduğuna şu sözlerle dikkat çeker: ‘Tanzimat romanı, Batı hayranı sorumsuz genç erkeklere karşı son derece haşin ve müstehziydi; bununla birlikte kadınları, onları istenmeyen evliliklere zorlayan, çok karılılıkla aşağılayan, tek yanlı boşanmaya ve özellikle de köleliğe maruz bırakan bir sistemin güçsüz, pasif kurbanları olarak çiziyordu.” (Çimen Erkol, 2011:152)

Tanzimat Dönemi yazarları romanlarında toplumsal kurallara dayalı olarak kadınsal konuları ele almış olmakla birlikte boşanma, kölelik, görücü usulüyle evlenme gibi konular ilk defa ayrıntılı olarak işlenmiştir. Bu durum kadın hareketleri açısından önemlidir. Melin Has-Er, “Tanzimat Devri Türk Romanında Kadın

Kahramanlar” başlıklı çalışmasında, kadınların bir eş ve anne olarak yetiştirilmesine

verilen kültürel öneme değinir: 'Tanzimat Devri romancıları, kadın meselesine büyük

ehemmiyet vermişler, kadının mükemmel bir zevce ve anne olarak terbiyesinin, yetişecek nesillerin selâmeti ve Türk Milleti’nin bekası bakımından çok lüzumlu olduğuna inanmışlardır.” (Çimen Erkol, 2011: 151)

Tanzimat Dönemi romanındaki katı ahlakçılık Servet-i Fünûn Dönemi romanında yumuşamaya başlamış, bu romanlardaki kadın imajı da değişmeye başlamıştır. Halid Ziya'nın “Aşk-ı Memnu” adlı romanında Bihter içsel çatışmalarıyla, bunalımlarıyla karşımıza çıkar. Tanzimat Dönemi’nde kadınsal meseleler ele alınmışsa da bunlar genel ve daha soyuttur. Servet-i Fünûn romanında ise somutlaşarak karşımıza çıkar. Bihter'in aracılığıyla aldatmayı, içsel hesaplaşmayı, kadının tatminsizliğini, kadın-erkek arasındaki yaş farkının evliliğe yansımasını

(17)

okuyucu daha net görür. Bununla birlikte Bihter'in intiharı Tanzimat Dönemi yazarlarının romandaki ahlaksız kadının sonunun trajedi ile bitirmesini bize hatırlatır. Bu açıdan benzer bir sonla karşılaşırız. Toplumsal bir ahlakçılık söz konusudur.

Servet-i Fünûn romanında kadınlar daha fazla seslerini duyurmaya başlamışlardır. Kadınlar okula gitmekte, eğitim almakta, yabancı dil bilmekte, piyano çalmakta, sanatla ilgilenmektedirler. Servet-i Fünûn romanlarından yola çıkarak kadının ve dolayısıyla toplumun değişime uğradığını görebiliriz. Evlerdeki dekorasyon da değişimi yansıtır. Her evde piyano bulunaktadır. Kadın evini, ev eşyalarını batılı tarzda döşer. Kadınlar son derece şık giyinirler. Bu romanlardaki kadınlar güzelliğe eğilimlidirler: “Güzel bir nesnenin insanı çekmesinin sebebi,

insanın doğuştan getirdiği güzellik duygusuna hitap etmiş olmasıdır. İnsan, hayatta önüne çıkabilecek, karşılaşabileceği güzel nesnelere karşı potansiyel bir eğilime sahip olarak dünyaya gelir. Kaşılaşacağı güzel nesneler onun bu eğilimini besler ve canlandırır.” (Duymaz, 2004:452)

İkinci Meşrutiyet Döneminde Mefharet, Demet, gibi dergilerin yanında çeşitli kadın dernekleri de kurulmuştur. Dergiler, dernekler kadının toplumsal hayattaki rolünü güçlendirmiştir. Kadına bakış ideolojilere göre değişiklik arz etmiştir. Batıcı, İslamcı ya da Türkçü yazarlar kadının toplumdaki yeri ve yaşantısı hakkında farklı görüşler arz etmişlerdir.

Milli Edebiyat Dönemi’nde ise bambaşka bir kadın imajı ile karşılaşırız. Cinselliğinden uzaklaşmış kahraman, idealist, mücadeleci bir kadın vardır. Kadın evden çıkmış, kafesinden sıyrılmış, savaşta, cephede vatan için mücadele etmektedir:

“Kanlı ihtilalleri nefretle karşılayan Halide Edib, Handan romanında kanlı bir ihtilalci olmayı reddeden Handan’dan sonra, Yeni Turan’da, sosyal alanda, terbiye ve siyaset sahasında, kansız fakat köklü bir ihtilal temsilcisi olan Kaya örneğini yaratır. Bu tip, daha sonra vatan müdafaası zarureti karşısında, kendi milletinin yanında yer alan ve onunla birlikte savaşan Ateşten Gömlek’in Ayşe’si olacaktır.”

(Çimen Erkol, 2011: 160)

Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte Mustafa Kemal Atatürk, özellikle kadın konusuna önem vermiştir. Çünkü kadının değişimi aynı zamanda yeni kurulan

(18)

ülkenin de bir yansımasıdır: “Kemalist kadın anlayışı ile toplum içerisindeki İslami

geleneklerden beslenen kadın anlayışı arasındaki farklılık bu dönem eğitimli kadın kitlesinin bir ikilik içerisine düşmesine neden olmuştur. Bir taraftan modern kadın kimliği oluşturulmaya çalışılırken bir taraftan da bekaret, cinsellikten uzak durma, kadın sadakati gibi beklentilerle de geleneksel toplum değerleri sürdürülmeye çalışılmıştır.” (Akt. Karataş, 2009:1659)

1945'li yıllara kadar kadının aktif olması yönünde politikalar izlenmiştir. Evde değil kamusal alanda kadının boy göstermesi yönünde telkinlerde bulunulmuştur. Ancak bu uzun zaman sadece söylemlerde kalmış ve harekete geçirilememiştir. 1938’den sonra II. Dünya Savaşı başlamış bu da kadınların durumunu olumsuz etkilemiştir. Bu dönemde kadının kamusal alanda etkin olması savunulurken kadının erkeğe ihtiyacı olduğu düşüncesinden vazgeçilmemiştir. Özellikle batı hayranlığının kadını olumsuz etkilediği düşünülür. Peyami Safa (Sözde Kızlar), Yakup Kadri (Kiralık Konak) romanlarında özgür olmak isteyen batı hayranı olan kadınların düştükleri tuzakları işlerler.

1946-1960'lı yıllarda kadının dışa dönüklülüğünün yerini yine içe dönüklülük izlemiştir. Kadın toplumsal arenada değil, evde yer almıştır. Bununla birlikte yazarların dünya görüşlerine göre romanda kadından beklenilenlerde değişiklikler görülür. Peyami Safa'nın kaleme aldığı “Fatih-Harbiye” romanında yanlış batılılaşma yine kadın üzerinden anlatılır. Fatih-Harbiye'de Neriman, doğulu değerlerle yetişmiş ancak alafranga hayata özenen bir kadın tipidir. Seniha ile benzer özellikler taşısa da Neriman, romanın sonunda kendi yetiştiği muhafazakâr çevreye geri dönerek alafranga hayatı reddeder. Ancak romanda kadın batılılaşmayı sadece görsel olarak gören bir varlık olarak yazar tarafından eleştirilir ve onun bu tavrı yüzeysel bulunulur. Peyami Safa, kadını düşünsel olarak anlatmaz. Peyami Safa’da düşünsel konular daha çok erkeklerin alanıdır.

Orhan Kemal'in romanlarında fakir olan anne-baba kızlarını zengin erkeklerle evlendirerek ait oldukları alt tabakadan kurtulmaya çalışırlar. Bekar kızlar ise baba evindeki sıkıntılardan kurtulmak için evliliğe razı olurlar. Evlilik onlar için kurtuluş yoludur. Bununla birlikte kadınlar evliliği erkeğe hizmet edilen bir kurum olarak da

(19)

görürler. Kızın fikri sorulmadan evlendirilme konusu işlenen kadınsal sorunlardandır.

Fakir Baykurt ve Yaşar Kemal'in romanlarında ise tarlada çalışan, fedakâr, güçlü, ailesinin tüm hizmetini gören kadın tiplerine rastlarız. “Yılanların Öcü” adlı eserde Irazca, Ortadirek'te Meryemce...

Eğitim gören kızların kötü yola düşeceği savı da romanlarda işlenmiştir. Ayrıca kötü yola düşen kadın suçlanmış, kendi istek ve arzularından dolayı zaafiyet gösterdikleri belirtilir. Toplumun kurallarının dışına çıktıkları için olumsuzlanırlar. Sait Faik’in “Kayıp Aranıyor” adlı eserinde Nevin eğitimli, üç dört dil bilen diğer kadınlardan farklı olarak özgür yetişmiştir ancak o da toplumun kurallarına ayak uydurmak zorunda kalır.

Altmışlı yıllar sosyalist hareketlerinin yoğun olduğu ve kadının sosyal alandaki zihniyetinin de değişime uğradığı yıllardır. “Fransa’dan başlayarak tüm

dünyayı etkisi altına almış olan 1968 öğrenci olayları, Türkiye’de diğer sosyal alanlarda olduğu gibi kadın hareketleri üzerinde de etkisini göstermiştir. Tüm dünyada öğrenci olaylarıyla birlikte yayılan ve gelişen Sosyalizm hareketleri, Türkiye’de de yankı bulmuş ve bu yankının bir parçası da kadın hareketlerinde görülmüştür. Giderek Sosyalist bir kimlik kazanan kadın hareketleri, bu devrede sömürülen tarım kadınının ve işçi kadınlarının haklarını savunmaya başlamıştır.”

(Karataş, 2009:1658)

Bu dönemde Kemalist kadın imajında sarsıntılar yaşanmış, sosyalist düşünce ise kadına bir yol arkadaşı imajını vermiştir. Kadın kadınlığıyla ortada yoktur.

“Sosyalist kadın”, “Kemalist kadın”, “İslami kadın” çerçevesinde düşünülmüş

kadının gerçek 'ben'i ortaya konmamıştır.

Adalet Ağaoğlu ise kadın yazar olma avantajını kadın karakterlerini toplumla bütünleştirmede kullanır: “Adalet Ağaoğlu, yazar cinsi kavramını aynı zamanda cins

bir yazar anlamında kullandığını belirtir. Ona göre 'cins bir yazar, ne denli erkeklik ya da kadınlık değerleriyle yüklü olursa olsun, eserlerinde her iki cinsi de birbirinin karşısında değil, birbirinin yanında, içinde görüp gösterebilen yazar demektir. Tıpkı

(20)

hayatın pek çok gerçeğini bütün boyutlarıyla irdeleyip, içine geçirerek yeni bir gerçek üretmesi...” (Topaloğlu, 2012:75)

1970'li yıllar kadın hareketlerinin filizlendiği, edebiyatta kadının sesini duyurmaya başladığı bir dönemdir. Bu filizlenme 1980 sonrası güçlü bir şekilde yeşerecektir. Seksen sonrası kadın kendisini, toplumsal yapıyı sorgulamaya, sorgulatmaya başlamıştır. 'Hülya Argunşah da Türk edebiyatında kadın yazar

olgusunun özellikle 1970 ve sonrasında şekillenmeye başladığını belirtmektedir:“...Hiçbir zaman edebiyatımızdaki kadın yazar sayısı 1970 ve sonrasında olduğu kadar sayısal bir çokluğu göstermemiştir. Çünkü kadınlar bu tarihe kadar daha ziyade edebiyatın tüketicisi olarak düşünülmüş ve yazdıkları başlangıçtan itibaren bir ‘iç dökme’ gibi algılandığı için ciddiye alınmamıştır. Halbuki bu tarihten sonra herkesin kabul ettiği iyi örnekler üzerine edebiyat kadınlardan sorulmaya başlanmıştır. Bu açıkça bir sosyalleşme sürecinin, iyi eğitimin, edebiyatın sosyal hayat içerisindeki fonksiyonlarını iyi kavramanın ve ciddi bir iş olduğunu fark etmenin, hatta edebiyatta kadının yeri ile kadın yazar olgusu hakkında yapılmış tenkitlerden gerekli dersleri çıkarmanın bir sonucudur.”

(Karataş,2009:1663) Aslında 1960'lı yıllarda kadınlar edebiyatta yetişmeye başlamışlardır. Ancak varolan ataerkil düzende kadınlar, bu dönemde etkin varlık gösterememişlerdir.

Atasü, uzun zaman erkek yazınının hâkim olduğu Türk edebiyatında, erkek yazarların kadınları tek taraflı anlattığını savunur. O zamana kadar kadın, ya aşk ya da fedakârlık objesidir. Daha çok erkeksidir, cinsellikten uzak bir kadın kimliği hâkimdir. Meryemce (yaşar Kemal, İnce Memet), Irazca (Fakir Baykurt, Yılanlar Öcü) ve Cemile (Orhan Kemal, Cemile) gibi... (Akt. Karataş, 2009:1664)

80'ler tüm dünyada kadın hareketlerinin hem toplumsal yaşama hem de edebiyata yansıdığı dönemdir. Sosyalist düşüncenin etkisinin azaldığı grupsal teori yerine bireysel teorinin ön plana geçtiği, bu teorinin içinde kadının birey-kadın olarak kendisine yer bulduğu bir süreçtir. Kadın, toplumsal bir olgu olarak karşımıza çıktığı gibi edebiyatta da sorunlarını dillendirmeye başlamıştır: “Dünyada kadın

(21)

askerî müdahalesinin ve onu izleyen depolitizasyon sürecinin de etkisiyle Türkiye’de de kadın hareket ve örgütlenmeleri kendisine yeni manevra alanları bulur. Bu tarihlerden itibaren sorgulanmaya başlanan ve 1980’lerin ikinci yarısından sonra çöküntüye uğrayan sosyalist teori ve uygulamalar, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kolektivizmin karşısına bireyi yerleştirirken ve birey adeta yeniden inşa edilirken, birey olarak kadın kavramı da bu süreçteki yerini alır. Siyasal-toplumsal öncü kadın, yerini birey-kadına terk eder. Bu gelişmeler Kadının Adı Yok ve benzeri, tepkisel yanı ağır basan ürünlerle edebiyata yansır. Kadın imgesi, Türk edebiyatının geçirdiği çeşitli evrelere paralel olarak meydana gelen değişimlerle beraber temelde iki bakış açısıyla işlenir. Birincisi “kadını sosyal, ekonomik ve siyasal çalkantıları içinde değerlendir(ip) ahlâki bir sorun olarak gören anlayış; ikincisi ise kadını toplumsal bağlamı içerisinde roman veya öykü kişisi olarak öne çıkaran gerçekçi anlayıştır.” (Akt. Balık, 2011:104)

Nurdan Gürbilek meseleye dönem ekseninde bakar: “Kurumsal, siyasi ve

insani sonuçları bakımından yakın tarihin en ağır dönemlerinden biriydi 80’ler, ama aynı zamanda insanların politik yükümlülüklerinden kurtuldukları bir hafifleme ve serbestlik dönemi. Bu dönemin iki farklı kültür stratejisinden biri baskı ve yasaklamayken, diğeri yasaklamaktansa dönüştürmeyi, yok etmektense içermeyi, bastırmaktansa kışkırtmayı hedefleyen daha modern, daha kurucu, kuşatıcı bir stratejiydi.” (Akt. Aksoy,2007:47)

1980'li yıllardaki baskıdan yazarlar da etkilenmişler, romanlarında bireysel konuları ele alıp toplumsal konulardan uzak durmayı tercih etmişlerdir. Bu içe dönüşte kadın da nasibini almış, kadını bir birey olarak görülmeye başlandığı bir döneme adım atılmıştır. Ancak bu dönem romanlarında dönemin siyasi ortamından kaynaklanan karamsar bir hava görülür. Bu karamsar havadan kaçmak isteyen yazarlar hayale sığınıp fantastik, postmodern roman tarzını benimsemişlerdir. Daha önce tercih edilmeyen bu roman türünün bu dönemde tercih edilmesindeki en büyük etken içine kapanan yazarın toplumsal, siyasi olaylar karşısındaki mücadeleci gücünü kaybetmesi, umutsuzluğa kapılması bunun sonucunda ruhsal dünyasında yolculuk etmeye başlamasıdır. Bu yolculuk kadını da kendi içinde yolculuğa çıkarmıştır.

(22)

Bireyin dünyası basitten karmaşıklığa, somuttan soyuta geçmiş; yeni fikirsel akımların da beraberinde getirdiği sorgulayıcı tavır sadece kadını değil erkeği de değişime uğratmıştır. Toplum sadece kadından oluşmamaktadır. Erkek ve kadın karşılıklı bir değişim içerisindedir. Sadece kadın kendisini sorgulamaz, erkek de bu yeni anlayıştan nasibini alır, kendisini sorgulamaya başlar. Erkeğin aile üzerindeki hâkimiyeti zayıflamış, erkek kadın üzerindeki yarı Tanrısal gücünü yitirmiştir. Geçmişteki tek taraflı güç paylaşılmaya başlanmış ancak bozulan bu güç dengesi kadın-erkek arasındaki mücadeleyi daha çok arttırmıştır. Tabii bunda bireyselleşen kadın ve erkeğin artık eskiden olduğu gibi çocukluklarından itibaren kendilerine dayatılan toplumsal görevleri merkez almayıp, kendilerini merkeze almaları etkili olmuştur.

Romanlarda eski dönemlerde gördüğümüz aile portresini seksen sonrası romanlarda bulamayız. Ailenin kutsallığı, mahremiyeti, her şeyin, her sorunun aile içerisinde kaldığı “kol kırılır yen içinde kalır” mantığı yok olmuştur. Yüzyıllar boyunca var olan ancak toplumsal baskılardan dolayı konuşulmayan pek çok ailevî, kadınsal konular ifşâ edilmiştir. Kadınsal sorun sadece kadının bireysel sorunu olarak görülmekten vazgeçilmiş, tüm toplumsal kurumları da ilgilendiren kamusal alanda tartışılan bir mevzu haline gelmiştir. Kadının dışa doğru açılması evden kamusal alana sıçrayışı, ev merkezli yaşamdan ben merkezli bir yaşama geçişini görmeye başlarız.

Bu dönemde kadın kelimesi değişiklik arz eder. Bu değişimde kadın yazarların büyük etkisi vardır. Kadın yazarlar romanlarında kadını farklı yönlerden ele alırlar. Kadının ruh dünyası daha açık anlatılmaya başlanır. Darbe sonrası romanlarda uzun süre darbe konu edilmiş, aydınlar kendilerini romanlarda eleştirmişlerdir. Daha sonrasında ise içe dönük bir tablo çizilmiştir. Bu tabloda kadın net olarak yerini alır. 1980 sonrası romanlarda kadın, olumlu olumsuz tüm yönleriyle somut olarak resmedilir. Kadın, artık birey olma savaşını verir. Topluma karşı bu savaşında daha özgürlükçü, daha cesurdur.

Romanlarda kadınların iç monologları, karşılıklı konuşma yerine içsel tasvirler, yalnızlaşma, içe kapanma, toplumsal olaylardan kaçış görülür: “Dünya ve

(23)

yaşam tarafından kapsanıp kuşatıldığını gören insan, bu kuşatılmışlık sonucunda birey olarak büyük bir tedirginlik hisseder. Ferit Edgü’ye göre insan, hayatın bir anlamı bulunmadığına karar kılmış. Umutsuz bir sesle çıkıp, yol yok diyor. (... ) yarınki kuşakların mutluluğu diye kendini harcamanın anlamsızlığını görüyor (...) toplumsal gerçeklere inançsız, boşluk içinde kendiyle savaş eder. Bu savaş, insanlığın ortak kaderidir. Mekânın içinde oturan insan, yurtsuzluğunu ve kimsesizliğini her hissedişinde büyük bir bunaltıya dönüşür.” (Şahin, 2011:492)

Füruzan ise kadının durumunun çok zor olduğunu belirtir. Zayıf olanı romanlarda yazmak gerektiğini, toplumda zayıf olanın da kadın olduğunu, bunu yazarken feminist düşünceden uzak bir üslûpla yazılmasını, erkeklere ise kadını öldürme değil yaşatma düşüncesini aşılamak gerektiğini belirtir. “Bizim toplum

kadının olduğu yeri değiştirebildi mi? Birtakım ayrıcalıklı kadınlar elbette var. Yani sizler bizler, şunlar bunlar... Büyük kentin bazı görünen kesimlerinde... Bu gün Türkiye’de namus cinayeti diye kadınlar öldürülüyor. Keşke birileri de oturup durmadan onları yazsa. Ölüm çok kötü bir şey. İnsanın kafasından öldürme fikrini yok ederek yaşama fikrini yerleştirmek lâzım. Ve ben erkeklere şunun için çok acıyorum. Toplumda bu kadar aşağılanmış kadınları kendileri de aşağılayarak bir eş olarak nasıl görebiliyorlar? Bu en büyük hakaret. Kendileri fark etmiyorlar mı? Eşitlenmiş olmak kadar insanı yücelten bir şey olur mu? Denginizle bir arada yaşamanız lâzım.” (Şen, 2006:30)

Bu dönemin önemli feminist yazarlarından Duygu Asena 1980 öncesi kadınını yıllarca erkeğin karşısında boyun eğen, sevdiği kişiyi mutlu etmek adına şikâyet etmeyen, asilikten uzak bir varlık olarak görür. Asena, 1980'lerdeki kadın profilini birey boyutu ile değil, genel eğilimle tanımlar: “Kadınlar, bütün aşklarını

son aşklarıymış gibi yaşadılar. Bir daha asla sevemeyeceklerini ve daha da önemlisi sevilemeyeceklerini sanıp teslim oldular. Birlikte oldukları insan hayatlarından çekip giderse ömür boyu yalnızlığa mahkûm olacakları endişesiydi onlara boyun eğdiren. Sürekli alttan aldılar ilişkilerinde. Birlikte oldukları insanı ürkütmemek, rahatsız etmemek için ve sonsuza dek yanlarında tutabilmek için razı oldular her şeye. Soru sormadılar, şikâyet etmediler ve istemediler. Çünkü erkekler soru soran, şikâyet eden

(24)

ve daha fazlasını isteyen kadınlardan hoşlanmazlar. Soru sordukları zaman sıradan, kıskanç kadın olmakla suçlandılar, şikâyet ettiklerinde anlayışsız, istediklerindeyse doyumsuz. Erkekleri nefes alsın diye onlar boğuldular.” (Akt. Kahraman, 2012:39)

Daha önceki dönemlerde roman, topluma mesajlar iletmek için bir araç olarak kullanılmıştır. Seksen sonrasında artık yazarın romanlar aracılığıyla düşüncelerini kitlelere duyurmak gibi bir kaygısı yoktur. Toplumun yerini birey almış, bireyin şehirdeki yalnızlığı, bunalımları, ikilemleri, yabancılaşması, metropollerdeki hiçliğe dönüşen varlığı kaleme alınmıştır. Tüm ideolojiler önemini kaybetmiş, ideolojik kadın imajı kaybolmuştur.

1980 sonrası “II. Dalga Feminist Hareketi” ile birlikte salt kadının erkeklerle eşit haklar elde etmesi gerektiği değil, aynı zamanda kadınsal özelliklerini de kaybetmeden özgürleşmesi romanlarda işlenmiştir.

Toplumsal olaylardan kopuk aydın kadın tipi ortaya çıkmıştır. Bu kadın tipi belli dönemde aktif siyaset yapmış, hapishânede yatmış, kadınsal kimliği yerine siyasi kimliğini daha çok yaşamış, sonrasında idelojisine ve topluma yabancılaşmış, toplumla olan ilişkilerini sorgulayıp kendi fildişi kulesinde çekilmiş aydın kadındır. Bu aydın kadın tipini tasvir edecek kelime “uyuşmazlık”tır. Daha önceki romanlarda anlatılmayan cinsellik, güzellik, aşk, bekâret, menapoz, doğurganlık gibi kadınsal konular daha cesur anlatılır olmuştur. Edilgen kadın yerine kendi sorunlarının konularının bilincinde olan kadın gelmiştir. Kadının evlilik anlayışı değişmiş, önceden çocukluğundan itibaren ailesi ve toplum tarafından kendisine telkin edilen evlilik kurumu önemini yitirdiği gibi kadın evliliği özgürlüğünün önünde bir engel olarak görmeye başlamıştır. Evlilikte erkeğin hâkimiyeti azalmış, daha çok aldatan erkekleri görmeye alıştığımız evliliklerde, aldatan kadının da sayısı artmıştır. Evlilikteki aldatmaya bir suç olarak bakılmayıp analizler yapılıp nedenleri üzerinde durulmuştur. Romanlarda kadına aldattığı için ceza verilmez, hem kadın hem de erkek açısından bu durum insanî bulunur. Uzun süreli ve tüm problemlere, mutsuzluğa rağmen sürdürülen evlilikler artık tükenmiştir.

1980 sonrası Türk romanında roman türünde eser veren belli başlı yazarlar şunlardır: Adalet Ağaoğlu, Alev Alatlı, Ayla Kutlu, Ayşe Kulin, Buket Uzuner, İnci

(25)

Aral, Latife Tekin, Pınar Kür, Elif Şafak, Emine Işınsu, Nazlı Eray, Sevinç Çokum, Tezer Özlü, Ahmet Altan, Orhan Pamuk, Nihat Genç, Selim İleri, Ferit Edgü, Metin Kaçan, Demir Özlü, Erendiz Atasü, Duygu Asena... Bu yazarlar, eserlerinde aşk, eğitim, yabancılaşma, sosyal hayat, siyasi hayat, özgürlük, mutluluk, intihar, ölüm, şiddet, evlilik, aile, annelik, cinsellik, bekâret gibi kadın sorunsalını ele almışlardır. Bu dönemde kadın olgusunu tüm çıplaklığıyla görmeye başladığımız, kadının anne, eş olmanın ötesine geçtiği, bireysel sorunları olan, kendisiyle çatışan, zaman zaman toplumla çatışan bazen yabancılaşan somut bir varlık olduğu görülür. Ne Divan edebiyatı dönemindeki soyut güzellik objesidir ne Cumhuriyet sonrası değişimin, modernizmin temsilcisi, sahnede modern kıyafetlerle değişimin gösterilmeye çalışıldığı objedir ne de Demokrat dönemindeki eğitimli ancak sahip olduğu eğitimini, bilgisini becerisini evinde eşi, çocukları için kullanan bir anne, bir eştir. O sadece ve sadece bir kadındır.

Tanzimat’tan bu yana “kadın” pek çok çalışmaya farklı şekillerde konu olmuştur. Kadın kelimesi bazen kadın sorunu olarak bazen de kadın yazarların çalışmalarında yerini almıştır. Kimi çalışmalarda onun iç dünyası sorgulanırken kimi zaman da toplumsal kimliği, ve sorunları işlenmiştir. Türk Edebiyatında kadın konulu çalışmalardan biri Bahriye Çeri’nin “Türk Romanında Kadın 1923- 1938 Dönemi“ adlı kitabıdır. Bu çalışmada romanlar çerçevesinde ele alınan kadın karakterler üzerinde tek tek durulmuştur.

Diğer bir çalışma Tansu Bele'nin “Erkek Yazınında Kadın” adlı çalışmasıdır. Bele, 1920-1970 yılları arasında yayımlanmış üç eseri (Peyami Safa-Bir Tereddüdün Romanı, Mehmet Seyda-Süeda Hanımın Ortanca Kızı, Tahsin Dursun-Yabanın Adamları) esas alarak erkek yazarların eserlerinde kadının şahsi ve toplumsal kimliğinin nasıl işlendiği üzerinde durur.

Tanzimat Dönemi’nde kadın olgusunu araştıran bir çalışma da Süleyman Aydın'ın “Tanzimat Dönemi’nde Kadın” konulu çalışmadır. Aydın; Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat, Hüseyin Felah, İntibâh, Felâtun Bey İle Rakım Efendi, Cezmi, Henüz On Yedi Yaşında, Karnaval, Vah! Dürdâne Hanım, Sergüzeşt, Turfanda mı Yoksa Turfa mı?, Muhâdarat, Zehra, Araba Sevdası romanlarını inceleyerek bu dönemdeki kadın

(26)

kimliği üzerinde durmuştur.

Nüket Esen'in “Türk Romanında Aile Kurumu 1870-1970” başlıklı eseri bu konuda yapılan kapsamlı bir çalışmadır. Dönemlere göre değişen aile kurumuna paralel olarak kadının da değişimi ele alınır. Esen; Ahmet Mithat Efendi'nin, Şemsettin Sami'nin, Namık Kemal'in, Mehmet Murat'ın, Fatma Aliye'nin, Halit Ziya'nın, Hüseyin Rahmi'nin, Ebu Bekir Tepeyran'ın, Müfide Ferid'in, Halide Edip'in, Mehmet Şevket Esendal'ın, Reşat Nuri Güntekin'in, Mehmet Yesari'nin, Mithat Cemal Kuntay'ın, Abdülhak Şinasi Hisar'ın, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun, Peyami Safa'nın, Samiha Ayverdi'nin, Nahit Sırrı Örik'in, Samet Ağaoğlu'nun, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, Melih Cevdet Anday'ın, Orhan Kemal'in, Münevver Ayaşlı'nın ve Mehmet Seyda'nın romanlarını incelemiştir.

Kadın konusuyla ilgili bahsetmemiz gereken önemli bir çalışma da Ramazan Gülendam’ın “Türk Romanında Kadın Kimliği” adlı çalışmasıdır. 1946- 1960 yılları arasında 42 romancının yazmış olduğu 95 romanın incelendiği kitapta Türk romanında kadın, “medeniyet”, “aile ve evlilik”, “sosyal ve siyasi hayat”, “çalışma hayatı” bağlamlarında incelenmiştir.

1946-1960 yılları Türk romanının incelendiği eserde Gülendam, kadın meselesini öncelikle aile ve evlilik hayatındaki rolü bakımından ele alır. Bu bölümde toplumun temel taşı olan aile içerisinde kadının kız çocuğu, eş, anne, veya sevgili olarak okurun karşısına çıktığını; bölgesel farklılıklar, ailenin maddi durumu, kadının eğitimli olup olmaması, çalışıp çalışmaması gibi şartların kadının aile içerisindeki yeri ve önemi üzerinde belirleyici rol oynadığını vurgular. “Sosyal ve Siyasi Hayatta Kadın” başlığında göç ederek şehre gelen kadınların gelenekler ve toplumsal değerlerin etkisi altında ekonomik ve siyasi hayatın dışında kaldıklarını toplumsal hayattaki yerlerinin ev içi ile sınırlandırıldığını belirtir. “Çalışma Hayatında Kadın” bölümünde kadınların eğitim ve meslek alanlarında ilerlemesinin devlet politikası olarak belirlendiği, modernleşmenin gereklerinden ve dinamiklerinden biri olarak görüldüğü, yeni kurulan ülkenin acil olarak ihtiyaç duyduğu eğitimli iş gücü gereği kadınların da meslek alanlarına özendirildiği ifade edilmiştir. Ancak bu eğitimli kadınlar daha çok üst düzey ailelere mensup şehirli kadındır. Gülendam, “Eğitim

(27)

Hayatında Kadın” başlığında 1930'lu yılların sonu 1940'lı yılların başlarında kadının hem düşünceleriyle hem de dış görünümleriyle zamanın gereklerine uyan modern kızlar yetiştirmek olduğunu belirtir.

Kadın üzerine yapılmış belli başlı çalışmalara göz attıktan sonra burada sonuç olarak şunları ekleyebiliriz. Kadın varlığını toplumsal, siyasi değişimlerden ayrı tutmak mümkün değildir. Hem Türkiye’de hem de dünyada oluşan düşünce sistemleri kadının sosyal, siyasi, evlilik, aşk, cinsellik gibi pek çok alandaki düşüncesinin değişmesini sağlamıştır. Kadın sosyoloji, psikoloji, hukuk, ekonomi gibi disiplinlerin ortak araştırma konusu olarak güncelliğini korumaktadır. Bu anlamda kadın, edebiyatta diğer disiplinlerle birlikte işlenen ortak bir araştırma konusudur.

Bizden önceki dönemlerde yapılan çalışmalar seksen öncesi kadının romana yansıması konu edilmiştir. Ancak seksen öncesi dönem ile seksen sonrası dönem siyasi, ekonomik, sosyal alanlarda farklı bir tablo ile karşımıza çıktığı için bunun romana yansıması da farklı olmuştur. Önceki çalışmalarda var olmayan temalar işlenmiştir. Bu çalışmamızla kadının seksen sonrası dönemdeki durumunu ortaya koymaya dünyadaki ve Türkiye’deki değişimin romanlardaki kadın karakterlerine yansımasını ele almaya çalıştık.

(28)

I.BÖLÜM

KADIN OLGUSU

I.1. KADIN KAVRAMI VE KADIN İÇİN KULLANILAN NİTELEMELER

Kadın kelimesinin etimolojik incelemesinde hem kelimenin kökü hem de içerdiği anlamlarla ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır. Farklı coğrafya ve kültürlerde kullanılan bu kelime kullanıldığı dönemlerin kültürleri ile ilgili de ipuçları sunmaktadır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

"Kadın kelimesi eski İran dili olan Soğdça’ya bağlanılmaktadır. Bu isim eski tespitlerde ‘ağanın, reisin, yöneticinin karısı’ anlamındadır. Kaşgarlı Mahmut bu kelimeyi sözlüğüne ‘katun’ olarak almıştır. Ayrıca Kaşgarlı Mahmut bu kelimenin fiil şeklini de vermiştir. ‘Hanın karısı kılığına girmek’ anlamında olan ‘katunlanmak’ fiili eserin 3. cildinde geçer. İlk hecesi Farsçada uzun olan ‘hatun’ kelimesi Türkçeye daha önce geçen ‘katun’ kelimesi ile kökteştir. Kadın kelimesinin kullanıldığı en eski yazılı metinler Orhun anıtlarıdır. Bu metinlerde birkaç yerde geçmiş olan kadın kelimesi ‘kraliçe’ anlamında da kullanılmıştır: ‘Türük atı küsi yok bolmasun tiyin kanım kaganıg, çüm katunug kötürmiş tengri..." (Zülfikar, 1988:96)

Kaşgarlı Mahmut, "uragut" kelimesinin katunlanmak şeklinde fiil olarak kullanıldığını belirtmiştir: katunlanmak, hanımlanmak, han karısı şekline girmek (DLT-IV:281): "uragut katunlandı: Avrat hanımlandı, han karısı şekline girdi." (DLT-I:206)

"Eski lehçelerden en yeni lehçelere kadar ‘kadın’ için umumiyetle belli olan söz xatun, katun, katın, kadın, xotun, xatın vb. Soğdça xwaten, A.Gr. xwt ynh ‘kraliçe’ sözcüğünden üretilmektedir. Osmanlıcadaki xatun ‘zevce, yüksek sınıf kadını, hanım sözünün yeni Farsça’dan nispeten yeni bir geçiş olduğu aşikârdır. Çok geniş bir sahada yayılmış olan bu söz bazı lehçelerde saygı ve şerefi ifade eden eski

(29)

manasını korumuştur. Mesela (Malov, Sarı Uygur) katın, hanımefendi; kadın kraliçe, hanım manalarındadır.

Bazı lehçelerde bu katın, xatun sözünün kısaltılmış şekilleri vardır. Bunlar da aynı kelimeden ortaya çıkmış olabilirler. Abakan lehçelerden kat, ‘kadın, genç kadın’ xat, ‘kadın, evlenmiş

"Kadın kaday, kadın, zevce ve ihtiyar kadın." (Çağatay, 1962:13)

"Temel anlamlar yanında ‘temizlikçi’ karşılığında mecaz anlamları da bulunan kadın kelimesi kadınana, kadın avcısı, kadın berberi, kadınbudu, kadın düşmesi, kadınevi, kadın göbeği, kadın hareketi, kadın hastalıkları, kadın kadına, kadın kadıncık, kadınnine, kadın terzisi, kadın ticareti, kadıntuzluğu, kadınlar hamamı, ana kadın, ayşekadın, genel kadın, gündelikçi kadın, kiralık kadın, kötü kadın, temizlikçi kadın, uygunsuz kadın, yazıcı kadın, bilim kadını, ev kadını, evinin kadını, hayat kadını, iş kadını, Osmanlı kadını, sokak kadını şeklinde dilde çeşitlilik gösterir. Yine ‘kadına yakışır’ anlamında kadınca şeklinde bir yapıda yer alan bu söz, kadınca, kadıncağız, kadıncık, kadıncıl, kadıınımsı, kadınlaşma, kadınlaşmak, kadınlı, kadınlı erkekli, kadınlık, kadınsal, kadınsılaşma, kadınsılaşmak, kadınsılık olarak çeşitli türetmeler halinde de görülür. Katun, kadın, hatın, katın, gadın gibi hem tarihi hem de yaşayan lehçelerde fazla değişmeye uğramadan geçmiş bulunan bu şekiller, yazılı belgelere göre 1200-1300 yıldan beri Türkçede yer alır." (Zülfikar,

1988:97)

Arapçada kadınlar için kullanılan kelimeler ise "zevce, refîka, nisa"dır. Kadın için kullanılan kelimelerin farklılaşmasında sosyolojik değişimlerin etkisi büyüktür. Önceleri eş için "zevcem, refikam" denilirken daha sonra ‘karım’ denilmiştir. Günümüzde ise genellikle "eşim" kelimesi kullanılmaktadır. Anadolu ağızlarında erkek eşiyle ilgili konuşurken "çocukların anası" ifadesini kullanırken şehirlerde bu durum farklıdır. Şehirlerde erkek, eşi için "hayatım, sevgilim" gibi kelimeleri tercih etmektedir. Bedri Rahmi Eyüboğlu ise kadın için:

‘Daha nem olacaktın bir tanem Gülen ayvam ağlayan narımsın

(30)

Kadınım, kısrağım, karımsın’ der.

"Güney-Batı ağızlarında, Anadolu’da ve Azeri’de metatezle arvat, avrat, avret, kadın, zevce, eş kullanılmaktadır. Kökü çok eskilere inen ve Türkçe olan tarihi metinlerde daha çok yaşlı anlamında geçen ‘karı’ kelimesi erkek ve dişi gözetilmeden insan ve hayvana eklenen bir sıfat olarak kullanılmıştır. ‘Karı’ sözcüğü bugün karım, karıcığım veya çiftleri karı koca ilan etmek için sıfatlıktan çıkarak isim halinde kullanılmış olarak görmekteyiz." (Zükfikar, 1988:97)

"Bugünün Türkiye Türkçesinde ‘karı’ pek nazik bir kelime değildir. Eski lehçelerde ‘ihtiyar kadın’ Anadolu’da anadilden karı (Ö. A. Aksoy III) ‘gari’ aynı (A. Caferoğlu, Güney Doğu III) gızgari, ‘erkeğin karısına hitabı’ anlamındadır. Konuşma dilinde karım, benim hanım bizim hanım manasına gelmektedir. Hanım, İngilizce’nin ‘lady’ karşılığı ‘yüksek seviyeli kadın’ manasına geldiği gibi hitap olarak Ayşe Hanım, Fatma Hanım şeklinde her ikisi kullanılmaktadır." (Çağatay,

1962:14)

"Hanım kelimesi ise Farsçadan han kelimesinin iyelik kelimesi ile kalıplaşması sonucu oluşmuştur. Vurgusu ikinci hecede olan hanım kelimesi kız veya evli kadın için kullanılır. Saffet’in hanımı derken eşi, hanım kadın derken kadınlığın tüm meziyetlerini taşır anlamına gelir, hem isim hem de sıfat olarak kullanılır."

(Zülfikar, 1988:99)

Kadın için kullanılan kelimelerden biri de Arapça "helâl" kelimesidir. Helâl, dinî kurallara göre yasaklanmamış olan demektir. Bununla birlikte yüksek seviyedeki kadınlar için "melike, sultan, hatun, terken" gibi kelimeler de kullanılmıştır.

Kadın kelimesi birçok atasözde ve vecizelerde yer alır: "Kadının fendi erkeği

yendi, atasözünü bilmeyen yoktur. Bu sözle kadının kıvrak zekası, erkeğe nazaran pratik çözümler bulmaktaki ustalığı anlatılır. Artvin’in Şavşat ilçesinden derlenmiş olan atasözünde ise erkeğin kadına karşı olan şefkati, iyimserliği, koruyuculuğu şu cümle ile verilir: Kadını eri, peyniri deri saklar." (Zülfikar, 1988:97) Bunun dışında "Erkek aslan da dişi aslan değil mi?", "Erkek sel, kadın göl", "Kadının kırk çırağı vardır, biri sönse diğeri yanar", "Kadınsız hâne parasız kasaya benzer", "Kadının

(31)

kazdığı kuyudan su çıkmaz" vb. atasözlerimiz mevcuttur. Toplumumuzda kadının

değerini dile getiren birkaç atasözü şunlardır: Karın kardeşten yakın,

Yuvayı dişi kuş yapar,

Kişiyi vezir eden de karısı rezil eden de, Erkek sel, kadın göl...

Kadın-erkek ayrımını belirgin bir biçimde ortaya koyan, erkek karşısında kadını güçsüz ve edilgen sayan sözlerle de karşılaşılır:

Kadının yüzünün karası erkeğin elinin kınası Kadının kırk çırağı var, biri sönse diğeri yanar...

Kadına olan güvensizliği anlatan sözler de bulunmaktadır: Kadının kazdığı kuyudan su çıkmaz,

Kadının söylediği sözden sadece birine inan, Saçı uzun olanın aklı kısa olur...

Kadın nasıl eğitilmelidir? sorusunun cevabını atasözlerimizden alıyoruz: Kızını dövmeyen dizini döver,

Kız kıskıda gelin baskıda Avradı ar zapt eder, er değil,

Kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya...

"Bilindiği gibi dilimizde ‘erkek’ kavramı ve bu kavramla ilgili deyimler ne kadar olumluysa ‘kadın-karı’ kavramı ve bu kavramla ilgili olanlar da o kadar

(32)

olumsuzdur. Kadın gibi ağlamak, karı ağızlı, kancıklaşmak, karı köylü, karı kılıklı."

(Bektaş, 1995:795)

Kadın kelimesinin kullanımındaki farklılık sosyal ve kültürel değişikliklerde de kendini gösterir. Batılılaşmanın etkisiyle "bay, bayan" sözcükleri kullanılmaya başlanmıştır. Bay, bayan kelimeleri ismin önünde kullanılması gerekiyordu. Ancak bu Türkçenin yapısına aykırı bir durum olduğu için bu kelimeler çok fazla yerleşmemiştir. Anadolu ağızlarında kadınlara başka isimler de verilmiştir:

"Baydalak, cangalaz, çaça, düvelgen, eksik etek...". Türkiye Türkçesinin dışında en

çok kullanılan isim "kadın ve hatın"dır. Ayrıca "bike, eyal" kelimeleri de kullanılanlar arasındadır:

Yapılan bir araştırmada katılımcılara "Kadın kelimesi size ne çağrıştıyor?" şeklinde bir soru yöneltilmiştir. Sonuçlar şöyledir: "Araştırmaya katılan deneklerin

% 90.0'ı kadın kavramının çağrışımsal alanına olumlu yargılar içeren sözcüklerle yanıt vermiştir. Olumsuz yargı içeren yanıtların oranı ise % 6,9'dur. Kadın kavramı çağrışım alanına olumlu yansımaktadır. Deneklerin verdikleri yanıtlar içinde anne (% 13,8) çağrışımsal alanın birinci kadını olarak yer almıştır. Güzelliğin simgesi (% 10,7) ve sevgi (% 7,5) daha sonra gelen yanıtlar arasında bulunmaktadır. İnsan kendi dışında bir öteki oluşturmazsa kendisiyle mücadelesinde başarısız olacağını düşünür. Bu nedenle ötekileştirdiği kadın çağrışım alanına şeytan, eziyet edilebilen biri olarak gelmektedir. Kutsanan annenin dışında şeytanlaştırılan bu nedenle eziyeti hak eden kadınlar, eşlerdir." (Er, 2009: 484-485)

"Övgü sözlerinin cinsiyete göre dağılımı incelendiğinde şu sonuçlar elde edilmiştir. Güzellik yanıtını verenlerin % 61,8'i erkeklerden, % 38,2'si kadınlardan, zarafet yanıtını verenlerin % 70'i kadınlardan, % 30'u erkeklerden, çiçek yanıtını verenlerin % 55,6'sı kadınlardan , % 44,4'ü erkeklerden oluşmaktadır. Kadınların çağrışım alanına gelen diğer yanıtlar: Olağanüstü, mükemmeliyet, estetik, asalet, onsuz temel kaynak, kadınların kendilerine farklı anlamlar yükledikleri görülmektedir. Kadınlar doğurganlık özelliği nedeniyle olağanüstü bir varlık olarak değerlendirilmektedir. Erkeklerin çağrışım alanını gelen diğer sözcükler : Kutsallık, incelik, hayatın anlamı, baş tacı." (Er, 2009:488)

(33)

Netice olarak; kadın kelimesine devirden devire farklı anlamlar yüklenmiş olsa da kadının sosyal ve kültürel hayatın merkezinde yer almaya devam ettiğini söyleyebiliriz.

I. 2 KADIN NEDİR?

Kadın, tarihî süreç içersinde çeşitli tanımlamalara, araştırma ve incelemelere konu olmuş, farklı ilmî disiplinlerin tartışma sahasında kalmıştır. Tarihî süreç incelendiğinde görülür ki, bir takım değişiklikler olmasına rağmen, kadının erkek karşısındaki durumu, toplumsal hiyerarşideki yeri, aile açısından sorumlulukları genellikle aynı kalmış; kadın dünyası ile erkek dünyası sürekli karşılaştırılmıştır: “Her şeyden önce bir mücadeleyle karşılaşılacak, erkekler tarafından ve erkekler

için yazılmış kroniklerle tarih kitaplarının pek sözünü etmediği bir savaş dikkatini çekecektir. Öyle bir savaş ki kadınlar ve erkekler arasında geçmiştir. Çok eski zamanlardan beri ortalığı birbirine katarak adeta gizli saklı bilinçaltından süregelmiş egemenliği kimi zaman kadınların kimi zaman erkeklerin ellerine teslim etmiştir.” (Graber,1998:15)

“Kadın nedir?” sorusunun cevabı, kadına tarih boyunca biçilen rolle yakından ilgilidir. Bu bölümde, tarih boyunca kadına yüklenen anlamdan yola çıkılarak bu sorunun cevabı aranacaktır. Tarih boyunca kadınlar, genellikle erkeklerin kurmuş oldukları düzende yer almışlar ve toplumda daima ikinci bir yere sahip olmuşlardır. Kadın bu erkek dünyasını çoğu zaman kabul etmiş ve ikinci, bağımlı bir varlık olarak varlığını sürdürmüştür. Uzun yıllar kadının yaşama alanı evi olarak görülmüş ve kadın da buna razı olmuştur. Onun için hayattaki en önemli şeyler evinin düzeni, mutfağı, giysileri, yemekleri vs.dir. Erkek, kadının hayat alanının dışındaki işlerden sorumlu, daha güçlü ve kudretli bir varlıktır. Bu durum kadının gözünde erkeği adeta tanrısallaştırmıştır. Çünkü kadın güçlü olana daima hayrandır ve güçlü olan da erkektir. Bu güç karşısında kadın, edilgen olarak yaşamayı kabul etmiştir. Erkek de bundan hoşnuttur: “Erkek, kimi zaman, gülümseyerek kışkırtır onları, kendisinin

(34)

büyük bir ölçülülükle öne sürdüğü görüşlerin kadına en aşırı biçimde yansıdığını görmekten hoşlanır çünkü; kimi zaman da fikirlerinin bu alık ve inatçı görünüşü karşısında müthiş sıkılır.” (Beauvoir,1993:13)

Kadının edilgen yapısı onda farklı hasletlerin gelişmesine yol açar. Mesela; kadındaki boyun eğiş onda sabrı doğurur. Bu sabırla birlikte inatçı bir kimliğe de kavuşurular. Sıkıntılara, acılara dayanma güçleri aslında erkeklerinkinden daha fazladır. Devrimci olmamakla beraber elindekini saklamaya, korumaya çalışırlar. Çünkü riski göze almak istemezler.

Kadınlar çoğu zaman; boş işlerle uğraşan, değersiz işler peşinden koşan, köle ruhluluk gibi özelliklerle nitelendirilmiştir. Bu nitelemeler kadının eve bağımlı bir varlık olarak hayatını sürdürmesinden kaynaklanır. Ne var ki, kadının evindeki en ufak işlerle ilgilenmesi onun uzun süre eve mahkûm edilmesinden kaynaklanmaktadır. Yüzyıllar boyunca evde yaşayan kadın kendisini oyalamak için süslerle, nakışlarla uğraşmış, daha sonra evin rahatlığı onu tembelliğe itmiştir: “Ev

kadınının dünyasında yararlılık ve doğruluk, güzellik ve özgürlükten daha yücedir.”

(Beauvoir,1993:18)

Kadına biçilen bu rol karşısında kadın kendisini erkek karşısında yenilmiş olarak görür. Bu durum kadını farklı kılan farklı davranış biçimlerini ortaya çıkarır. Mesela kadındaki yenilmişlik duygusundan ötürü kadın, erkek karşısında ağlayarak bu yenilgisinin acısını çıkarmak ister. Erkek karşısında sürekli sızlanmaktan hoşlanır. Onu kendisini dinlemeye mahkûm ederek bir nevi intikam alır. Sinir sistemi erkeğe göre daha zayıftır. Zaten küçüklüğünden beri duygularını saklamasına gerek olmadığı yönünde yetiştirilmiştir. Erkek daima serttir ve kendini hemen koyvermemesini öğrenmiştir. Kadının ise böyle bir sorunu yoktur. Kadın güçsüzlüğünü, elinde herhangi bir silahın olmayışını ağlamakla telafi etmek ister. Gözyaşları hem yakınma hem de avunmadır. Erkek bu durumu yargılamakla beraber kadın bu kural dışılığı baştan itibaren kabul etmiştir. Beauvoir, gözyaşı için ‘büyülü

dua’ der. Kadın bu durumda tutarsız davranışlar sergiler. Bazen çocuklaşıp

(35)

olduğunda bu tutumu gösterir. Kendisinden daha zayıf olanların, örneğin çocuklar karşısında kolay kolay bunu sergilemez.

Kadının davranışları kafa tutma, inatçılık olarak nitelendirilirse de aslında bu onun tamamen başka bir çaresi olmadığı içindir. Kadın hayatı boyunca oyun oynamak zorunda kalır. Çünkü aslında onu buna zorlayan erkektir. Erkek onun bir nesne gibi olmasını ister. Kadın da nesneleşir.

Kadın, gururun arkasına sığınarak düşüncelerini gizlemez, anlık düşündüklerini çekinmeden dışa vurur. Erkek çoğu zaman gazeteden ya da başkasından öğrendiği gündelik bilgilerden konuşurken kadın kendi cümlelerini kurar. Bu durum da onda ‘kadın duyarlılığını’ oluşturur. Dünyaya daha dikkatli bir gözle bakar. Erkekten daha derin bir yaşantısı vardır, heyecanlanmalara kendilerini bırakmayı severler. Sevdiklerine tutkuyla ve büyük bir duygulanmayla bağlanmayı isterler. Etrafındaki her şeyi inceleyip onlardan bir anlam çıkarmak isterler. Karşısındaki kişideki değişimleri anlamaya çalışırlar. Onu kendi içinde yeniden yaratmaya çalışırlar. Onun tasarılarını, kaygılarını benimserler.

Kadının ruhu erkeğinkinden farklıdır. Doğum öncesinde birbirine benzeyen bu iki varlık doğum sonrasında gün geçtikçe birbirinden ayrılır. Zamanla kadın ve erkek birbirine yabancılaşır: “Kadının ruhu ‘üzeri dümdüz bir göle’ benzer. Suların

göle akışı ve gölden dışarı akışı buharlaşma ve yağmur üst yüzeyinde gerçekleşirse de gölün tüm derinliklerine işler, çiftleşme, doğum ve ölüm gibi bitip tükenmeyen bir değişim sürecini oluşturur. Bir hazne ve geçit yeri olarak kadın vücudunun simgesidir göl, dalgaları ve çalkantıyı ise rüzgar yaratır. Erkek ruhu ise akan suya benzer; hep çalkantılıdır, alabildiğine derinlere, hep denize varmaya çalışır.”

(Graber,1998:113)

Bir kadın için erkek büyük bir meçhuldür. Doğuştan itibaren çekingen ve edilgen yetiştirilen kadın tüm derinliğiyle erkeği anlayamaz. Erkeğe birçok yönüyle yabancı olan kadın, aynı zaman da kendisini de anlaşılamamış olarak görür. Bu durumlarda sığınacak bir yer ararlar. Sevgi göstermek ve sevgi görmek onun yaratılışında bulunan bir özelliktir. Bu özellikleri Graber şöyle özetlemektedir: “Kız

Referanslar

Benzer Belgeler

Yukardaki müsveddeler arasında Tanpınar’ın, kendisine etkilendiği şair ve yazarları soran mektup münasebetiyle yazdığı satırlara ek gibi veya onun devamı

Bunlardan mürekkep olan kelimât-ı ilâhiye ve esmâ-i hüsnanın tesir ve ruhaniyetinden ehl-i simya istifade ederek tasarrufta bulunmak iddiasındadırlar.” (Levend 1984:

Kalp damar cerrahisi YBÜ’de yatan, açık kalp ameliyatı olan ve MV’ye bağlı erişkin hastaların (n=100) göz bakımı ve endotrakeal aspirasyon uygulamaları

In this study, the noise levels in the waiting areas of the outpatient clinics of the Medical Faculty Hospital in DUZCE University were above the nationally and

Akıcı okumanın bir diğer bileşenlerinden olan okuma hızı açısından elde edilen veriler incelendiğinde de kelime tanıma ve doğru okunan kelime sayısındaki artışlara

lar ve gece yarılarına kadar sürer, uyku lütuftur, ço- cuklar hemen her gece anne babalarının yolunu gözlerken düşlere dalar; bir işyeri düşünün alınya- zısını

Medikal tedaviden sonra eğer hastanın klinik bulgularında bir düzelme olmaz veya, USG ile biliyer kanal içinde izlenen askarisin hareketsiz olduğu görünürse (yaklaşık olarak

Yeni medya türlerinden olan internet hem televizyon hem gazete içeriklerini birlikte aktarması, taşınabilir olması, mekân serbestliği sunması ile geleneksel