• Sonuç bulunamadı

B. Nâzım Hikmet‘in Şiirlerinde İmajların Dönüşümü

7. Azınlıklar

MİM‘de bir Kürt, Rum, Ermeni ya da sünni İslâm karşısında sorun haline getirilmiş bir mezhepten olması bakımından bir Alevi ne derecede anlatılmaktadır? MİM, ilk bakışta, beş yüz kişiyi aşan kadrosuna rağmen etnik gruplardan ya da sünnilik

dışındaki mezheplerden neredeyse arındırılmış bir Türkiye‘nin toplumsal manzaralarını sunuyor gibidir. Kurtuluş Savaşı öncesinde ve sonrasında göçen Rumlar, 1915 Ermeni tehciri, 1938 Dersim isyanı gibi olaylar bağlamında azınlıkların durumu son derece hassas bir konudur ve kapitalizme entegre oluş sancılarını, millî iktisat anlayışının toplumsal sınıfları şekillendirmekteki rolünü gayet bilinçli biçimde yapıttaki hikâyelere yansıtan Nâzım Hikmet‘in etnik bir sorun bağlamında tipleştirilmiş insanların

hikâyelerine daha az yer vermesinin nedenleri olmalıdır. Burada ilk akla gelen MİM‘in tamamlanmamışlığı ve Nâzım Hikmet‘in cezaevi koşullarında ve dostlarına emanet ettiği bölümlerin korunamaması yüzünden MİM için yazdığı binlerce satırı kaybettiği konusundaki bildirimleridir. İkincisi şairin bu konuları ele almaktan özellikle kaçındığı, 1940‘lı yılların siyasi katılığı ve sansür ortamı içinde bazı meseleleri ancak ima ile geçmek zorunda kalışıdır.

Yapıtta yedi kere kullanılan ―Kürt‖ sözcüğü, kocasıyla Anadolu‘yu dolaşan Bayan Emine‘nin konuşmasında geçer önce. ―Hüsnü Çavuşla on beş yıl, bayan hemşire, / kalmadı gezmediğim yer. Karadeniz‘de içinde Lazların, / şarkta Kürtlerin arasında / Kürtlere kuyruklu derler / yalan./ Kuyrukları yok./ Yalnız çok âsi, çok fakir insanlar. / Zenginleri de var / ama az, / beyleri...‖ (87). Aydınlı bir köylü kadın aracılığıyla, Kürtlere yönelik absürd ve yanlış bir algı düzeltilir. Bayan Emine‘nin Kürt beyleriyle ilgili cümlesi ise yarım kalır. Yemekli vagon yolcularından hakim vekili Fehim‘in karısının bir Kürt derebeyi soyundan geldiği söylenir (172). Halil‘in doğudaki bir cezaevinde uğradığı bir saldırıyla ilgili şu satırlar Bayan Emine‘nin yarım kalan cümlesini de tamamladıkları için önemlidir: ―Ve şarkta, / akrepleri, toprak koğuşları, karpuzlarıyla ünlü hapisanede / Halil‘in üstüne uşaklarını saldırdı Kürt beyleri / ve beline inen odunla devrilmeden önce Halil / aynı rahatlıkla yardı üçünün kafasını‖ (261).

Halil, Kürt beylerinin saldırısını bir kez daha hatırlayacaktır (276). Halil‘in cezaevinin askerlik şubesi önünde, askere gidecek 36‘lıların yakınları toplaşmıştır ki jandarmalarla konuşmak isteyen bu kızgın kadınlar için jandarmanın söylediği şudur: ―ha kızgın karı, ha Kürtlerin iti / atın üstünden alırlar yiğiti‖ (316). Sözcük son olarak Çankırı‘nın yerel sosyetesi anlatılırken tanıtılan Refik Başaran için kullanılır. Valinin kızının, Halkevi‘nde yapılan düğününde davetlilerin ağırlanmasından sorumlu Refik Başaran, Parti Vilayet İdare Heyeti azasıdır ve bütün resmî balolar, karşılama törenleri, önemli düğünler onun daracık omuzlarına yüklenir. Parti için kendini su gibi harcayan Refik Başaran‘ın vali beyin gözünde laf anlamaz bir adam ve parti başkanının gözünde ―Kürt Memet‖ olduğu söylenir (328-9). ―Kürt Memet‖ ifadesi, ―Alavere dalavere Kürt Memet nöbete‖

şeklindeki deyimin anlamına uygun biçimde kullanılmıştır. Pek çok sözlük ve ansiklopedide ―Alavere‖ maddesinde geçen deyim için, Ali Püsküllüoğlu, ―çevrilen bütün dolaplar, bütün oyunlar, yükü kimsesiz, arkasız kişinin sırtına yüklemek için‖ açıklamasını yapar (79). Toplumun Kürt algısının sözlü kalıplarla ortaya konduğu ve eleştirildiği MİM‘de, doğrudan Kürt olduğu belirtilen ve yaşamı kimliğiyle ilişkili biçimde ele alınan herhangi biri yoktur.

Yapıtın birincil kadrosunda yer alan, hikâyesi detaylı biçimde işlenmiş bir Ermeni de yoktur. Ermeni sözcüğünü ilk kullanan kişi kadın pazarlayıcısı Vedat‘tır. Aysel ve Neclâ‘ya Bursa otellerini anlatırken ―Geçen sene bir Ermeni kızı götürdüm. / Kurnazdır Ermeni milleti / bizim Türklere benzemez‖ (21) der. Nuri Cemil ve köşeyi dönmüş diğer dostları hakkında Hasan Şevket‘i kışkırtan ―baş parmak boyundaki adam‖ın Beyaz Rus ve Ermeni pansiyonlarının pisliğinden bahsederek ―Şimdi nasıl küstah ve muzaffer dokunuyorlar kadınlara‖ (114) demesi, konuya Rumlar da dahil edilecek olursa Yunan adalarından kaçan Rumların anlatıldığı bölümde kendisi de Giritli

olan valinin Rum kadınlarına ilgisini vurgulamak için ―konuşur elenikasını Rumcanın‖ (512) denmesi, Eleni ismi bağlamında romanlarda da sık karşılaşılan gayrimüslim kadın üzerindeki ―fahişe‖ algısını işaret eder. Toprak ağası tüccarlardan Mustafa Şen‘in Ermenilerle ortak ihracat yaptığı söylenir (405) ve yazın çalıştırıp kışın evden kovduğu oğlu Ömer‘in parasını elinden almaya gelmiş köylü Çolak İsmail‘den söz edilirken, İsmail‘in seferberlikte daha on altı yaşındayken askere alındığı, Yozgat taraflarına jandarma gittiği söylenir. ―Ve Ermeniler kesilirken / kana battı göbeğine kadar.‖ denilir (502). Ermeniler hakkındaki en önemli veri, cezaevinde Bakkal Sefer, Asrî Yusuf ve İhsan Bey tarafından okunan Sabah gazetesindeki bir haberdir. 10 Rebiülahır 1327 tarihli, ―Sahibi imtiyazı Mihran‖ (303) olan gazete okunamayacak derecede

yıpranmıştır. Satırların okunabilen kısımları verilir sadece ve okunanlar arasında 1909 Adana Vukuatı da vardır. Ermenilerle ilgili bu olayın açıkça anlatılamadığı bölüm, azınlıklarla ilgili hikâyelere neden yeterli biçimde yer verilemediği sorusuna yanıt niteliğindedir. Dönemin baskıya ve şiddete dayalı ortamını iyi bilen Nâzım Hikmet Türkiye‘de Kürtlere nasıl bakıldığını ancak deyimler aracılığıyla eleştirebilir, Ermeni ve Rumlar konusundaki genel algıyı ise gayrimüslim kadınlara yöneltilen namussuzluğa yaptığı vurgularla görünür kılmaya çalışır.

Rumlar söz konusu olduğunda detaylı bir hikâye olarak İstanbullu Ramiz‘in hikâyesi vardır. Kahveci çırağı olan, ince kumral bıyıklı, buğday benizli, çekik yüzlü, çıplak ayaklarında tulumbacıları (ökçesi basılarak giyilen ayakkabı) parçalanmış, eski ve bol paçalı pantolonuyla betimlenen Ramiz terk etmek zorunda kaldığı İstanbul‘u

özlemektedir:

―— Elado vre karagözlüm,‖ dedi, ―elado vre Eleni. Adalar, Arnavutköy, Samatya.

Kekeres boynos?

Suları, havası, balığı, çileği, Türkü, Ermenisi, Rumu, Yahudisini de kat içine,

koktu mis gibi burnumda, ahparın gırlas?‖ (506)

Ramiz, II. Dünya Savaşı İstanbul‘unun o ve tüm yakınları için nasıl dayanılmaz koşullar getirdiğini anlatır (506-9). Bu koşullar, içinde gayrimüslimlerin de bulunduğu çok sayıda insanın ölmesine yol açmıştır. Son olarak Kiryos Trastellis‘i hatırlamak gerekir. 510 numaralı 3. mevki vagonun yolcularından Kiryos Dimitriyos Mihail Trastellis, Türkiyeli değil Yunanistanlıdır. Hitlerin subayları tüm arkadaşlarını vurmuş, ailesini dağıtmıştır. Trenin penceresinden gördüğü toprak Mihail Trastellis‘e hiçbir şey söylemez (98).

MİM‘de ―Alevî‖ sözcüğü bir kere geçer (100). Halil‘e, komünistlerin karılarını ortak kullandıklarını söyleyerek saldıranlardan biri ―kızılbaşlık‖ sözcüğünü kullanır (524). Hz. Ali ise cezaevi esnafından Asrî Yusuf‘un cam üstüne işlediği resimler ve Halim Ağa‘nın rüyası bağlamında anılır. Nâzım Hikmet, azınlık meselesine ya da Türk ve sünni olmayan toplulukların yaşamlarına yeterince yer vermiyor gibidir ancak detaylara ve yıpranmış bir gazete haberinin sayfa üzerinde görüntülenecek şekilde sunulmasına kadar varan imajlara dikkat edildiğinde bu durumun baskı ve sansürle ilgili nedenleri olduğu açıklık kazanır. ―Tarih Yazan İmajlar‖ başlıklı bölümde sansür konusu daha detaylı bir biçimde incelenecektir.

Benzer Belgeler