• Sonuç bulunamadı

Büyük Önder, ‘Onuncu Yıl Söylev’inde’ güzel sanatlardan, büyük bir alanda, büyük bir kitleye söz etmektedir.

“… şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk Milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlar sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür” (Önder, 1973, s.3).

Atatürk, ‘Güzel Sanatları sevmek ve onda yükselmeyi’ tarihsel bir ulus niteliği olarak öne getirmektedir. Bu tarihsel nitelik bir görev, bir karakter oluşması içinde beslenecektir ve böylece uygarlık yolundaki basamaklarda yerelleşmenin bilinci doğacaktır (Elibal, 1973, s.39).

Atatürk 1935’i ‘çelişim devri’ olarak niteler. Bu dönem Kültürel ve Sosyal alanda büyük başarılar elde edilmiştir.

‘Büyük hadiseler, Fikirlerde büyük inkılâplar yapar’ diyen Mustafa Kemal Halkla konuşmalarından Bursa Şark Sinemasında 22 Ocak 1923 gününde konumuzla ilgili bir soru üzerine doğrudan girer. Yirmiyi aşkın soru içindeki ilk soru gerçekten ilgi çekicidir. Elli yıl öncesi için böylesine bir dertleşme, uyarı değinmedir ki, koşulları içinde de hem başka bir ülkede he de başka bir ortamda eşine rastlamak zordur. Sanat ve düşünceden yana olan bu karşılığı, yanıtı tümüyle izlemek bir kaçınılmazlık da taşır.

“Abidattan bahseden arkadaşımızın maksadı heykel olsa gerektir. Dünyada mütereddin, müterakki ve mütekâmil olmak isteyen herhangi bir millet behemehâl heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir. Abidatın şuraya buraya hatıratı tarihiye olarak rekzinin mugayiri dün olduğunu iddia edenler, ahkâmı şeriyyeyi layıkıyla tetebbu ve tetkik etmemiş olanlardır. Cenabı Peygamberin dini İslamı tesisinden bu ana kadar bin üç yüz kadar sene geçmiştir. Hazreti Peygamberin evamiri ilahiye yi tebliği esnasında muhataplarının kalp ve vicdanında putlar vardı. Bu insanları tariki hakka davet için evvela o taş parçalarını atmak ve bunları ceplerinden ve kalplerinden çıkarmak mecburiyetinde idi. Hakayiki islamiyet tamamıyla anlaşıldıktan ve hâsıl olan kanaati vicdaniye kuvvetli hadisat ile de teeyyüt eyledikten sonra bir takım münevver insanların böyle taş parçalarına taabbüdünü farz ve zan etmek âlemi islamı tahkir etmek demektir. Münevver ve dindar olan milletimiz terakkinin esbabından biri olan heykeltıraşlığı azami derecede ilerletecek ve memleketimizin her köşesi ecdadımızın ve bundan sonra yetişecek evlatlarımızın hatıratını güzel heykellerle dünyaya ilan edecektir. Bu işe çoktan başlanmıştır.

Mesela Sivas’tan Erzurum’a giderken yol üzerinde güzel bir heykele tesadüf edersiniz. Sonra Mısırlılar İslam değil midir? İslamlık, yalnız Türkiye ve Anadolu halkına mı münhasırdır? Seyahat edenler pekâlâ bilirler ki, Mısır’da birçok eazımın heykelleri vardır. Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz. İnsanlar mütekâmil olmak için bazı şeylere muhtaçtır.

Bir millet ki, fennin icap ettirdiği şeyleri yapamaz; itiraf etmeli ki, o milletin tarik-i terakkide yeri yoktur. Hâlbuki bizim milletimiz, evsaf-ı hakikisiyle mütemeddin ve müterakki olmaya layıktır ve olacaktır”(Karal, 2003, s. 124).

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, çağdaş ve gelişmiş olmak isteyen herhangi bir ulusun ne olursa olsun heykel yapması ve heykeltıraş yetiştirilmesinin gerekeceğini

31

daha ilk cümlede söylüyor. Uygar bir ülkenin bireyleri heykeltıraşlar yetiştirecek ve heykeller yaptıracaktır. Bunu uygarlık için, ilerililik ve gelişmişlik için kaçınılmaz bir koşul olarak ifade etmiştir.

Bu girişten sonra, konu din açısından ele alınır. Müslüman dünyasının yersiz damgalanması, yanlış anlaşılması öncelik kazanır. Gazi Mustafa Kemal, anıtların şuraya buraya ‘hatıratı tarihiye’ olarak rekzinin mugayiri din olduğunu iddia edenlerin varlığından söz eder. Gerçi böyle bir iddia uzun Osmanlı yıllarında tümüyle ve çok açıktan bir gerçeklik kazanamamış ise de, karşıtında varlığından, bu varlığın uygulamalarından örnekler bulabilmek güç de değildir. Heykelin varlığından, tarihe geçmiş bir kişi ya da olayın yansıtılması olarak, ‘Osman Gazi’nin Sivas yöresindeki büstünden ancak son Osmanlı yıllarında söz edilebilir. Ancak bu bir olgudur. Bu bölgenin ülkücü sayılması gereken hareketi bunu belgeleyen bir mutasarrıfının bir büst yaptırmış olması aslında ‘yasak’ ya da ‘günah’ sayılması mümkün olmayan resim-heykel konusundaki ‘yasak gibi’ engeli önünde bir atılımdır böylesi davranış (Elibal 1973, s. 43).

Aydın bir kişinin taş parçası denilen heykele tapınması, onunla din içindelik kurması mümkün değildir. Üstelik gerçek bir Müslüman için, heykel aracılığıyla tapınmak, Tanrı ile ilinti kurmak hiç mümkün değildir. Öyleyse mümkün olmayan bu durumun önceden yasaklanması, günah sayılmanın söz konusu olmaması gerekir. Böylesi bir durumda ise, olmayanla uğraşmak ancak gerçek İslamlık dışındaki, söz yerindeyse özde değil sözde Müslüman davranışında gerçekleşmiş olabilir ki, bunu da İslam dünyasını hor görmek, anlamını taşıyacağı bilakis ortadadır. İslamlığın gerçek ve aracısız bir gönül yanı, yapıcı bir insan içtenliğini getirdiği, birliktelik sağladığı bu durumda da heykel için tapınma aracı varsayılabileceği varsayımı da boşlukta kalmaktadır.

Atatürk, heykeltıraşlığı aydın ve dindar bir ulus için gelişme nedenlerinden biri olarak öne sürer. Öyle ki, heykeltıraşlığı ilerletmemiz ve ülkemizin her köşesinde atalarımızın ve bundan sonra yetişecek kişilerimizin anılarını yansıtıp açıklayacak, örneklemelere ulaştırmamızı ister. Bir yerde de dünya heykel sanatına, gelişmesine yeni bir tad ve de öz-biçim getirmek sorumluluğuna işaret etmektedir. Ülkenin büyükleri, anıları bu heykellerle dünyaya kazandırılmalıdır (Elibal, 1973, s. 46).

Atatürk, toplumda heykeltıraş gereğini her fırsatta dile getirmiş ve sanatı toplum için bir yapıtaşı saymıştır. Atatürk için sanatçı; gerçekçi, gereğine inandığını işleyen, bununla hizmetini yürüten, kişiliğinden daha çok fedakârlık istenemeyecek bir kişidir.

Atatürk sanatın toplumda mutlak bir yeri olmasını, toplumun malı sayılmasını, toplumu geliştirecek bir güç durumu kazanarak, gerçek ulus ve Cumhuriyet için sürekli yaşamaya yarayacak kaynaklardan biri olmasını önermiş ve istemiştir.

Atatürk’ün milli bir sanat anlayışı oluşturmak ve sanatı uygar uluslar düzeyine çıkarmaya yönelik düşünceleri ‘Hükümet Politikası’ olarak benimsenmişti. Atatürk’ün bu doğrultuda yurt genelinde halkı aydınlatmaya yönelik sözleri, sanatı ve sanatçıyı destekleyici tutumu, plastik sanatların gelişimi ve halka benimsetilmesi açısından inkâr edilemez önemdeydi. Bu doğrultuda milli bilinci ve kurtuluş zaferini ebedileştirmek, gerici düşüncelere karşı devrimleri pekiştirmek ve diğer sosyal amaçlarla yaptırılan Atatürk heykelleri, bu sanat dalının halk tarafından benimsenmesi yolunda atılan en büyük adım olmuştur (Tematik Larousse Ansiklopedisi, 1993, c.4).

Atatürk, heykel sanatı konusunda değerlendirme yaparken, tarihimizin konularında yaşayıp ölümsüzlüğe ulaşmış pek çok kişinin önemine değinmiş, örnekler vermiş ve bunlarında heykele dönüşmesini istemiştir.

1936 yılında Ulusal Ekonomi Artırma Kanunu Salonlarında bir sergi düzenlenir. Bu sergi iki genç sanatçının sergisidir. Bu sergiye Güzel Sanatlar Genel Müdürü beklenirken birden Atatürk geliverir. Atatürk Kültür Bakanının nerede odluğunu sormakla başlar işe. Nice sonra Kültür Bakanı gelince de iletilen şu sözleri ile ne denli değerlendirme içinde bulunuşuna yöneticiler ne gibi uygulama yanıtı sağlayabildiler ve toplumdaki yankısı gelişmeye ulaşabildi mi? sorusu kendiliğinden yanıtını bulabilmektedir.

Yetişen Kültür Bakanını dinleyen Büyük Önder, umutsuz ve biraz kırgın halde, kendisi gelmemiş olsaydı bu hiç gelmeyişliğin (Kültür Bakanı için )hükmünü şöyle veriyor;

Bak diyor, “senden Kültür Bakanı olur mu? İşte deniyoruz. Amma ne edersek edelim gücümüz sana (genç sanatçıları göstererek) böylesine bir kişilik veremez. Olamayacağımıza yanmak bir yana, fakat onlara ve emeklerine gereken saygıyı ve ilgiyi göstermekte elinizden gelmez mi?”

Bu gerçek açıklama, bu anının o günlerinden Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatına ve ondan sonraki kesime (siyasi) bir eleştiri olabildi mi ya da olabilecek mi?

“Ankara’nın sanat kımıldanışlarında devlet kişileri, erişemedikleri sonuçlara hiç olmazsa saygı duyma duygusu taşıdıklarının belgesi olarak sıralanıyor. Takii, Büyük Önder gözlerini kapayıncaya kadar…”(Elibal, 1973, s.316).

Devlet kişilerinin, yakın ilgili yöneticilerinin sanat dünyamız ile çok yakın, içten ilintilerde olmaları gerektiğini bu örnekle bir kez daha öne getirmiş olmak yerindedir sanırız.

33

Günümüzde, sanatçıya saygı ve ilginin sıcak yapıcılığında kavramak, ‘anlıyoruz’, ‘izindeyiz’ dediğimiz M.K. Atatürk ile gerçek bir ilinti kurabilmek açısından ne yazık ki çok gecikmişlik gösteriyor.

BÖLÜM III

Bu bölümde araştırmanın modeli, evren ve örneklemi, kullanılan veri toplama araçları, verilerin toplanması için izlenen yol ve toplanan verilerin çözümlenmesinde kullanılan yöntem ve teknikler konusunda bilgi verilmiştir.

3. YÖNTEM

Benzer Belgeler