• Sonuç bulunamadı

2.2. Pakistan'ın Demokrasi Tarihi: İki İleri Bir Geri

2.2.8. Askeri Liderlerin Pakistan Siyasetine Bakış Açısı

Pakistan'daki darbeci generaller, Huntington'ın askeri yöneticiler ve demokrasiye geçiş eğilimleri konusundaki tespiti için güzel bir örnektir. Huntington'a göre, askeri yöneticiler kendilerini devletin sahibi ve koruyucusu gibi algılamalarına rağmen, ülkenin daimi yöneticisi olarak görmezler. Askeri müdahaleye neden olan olumsuz durumun ortadan kalkması ile birlikte iktidarı sivil yönetimlere bırakacakları izlenimini canlı tutmaya çalışırlar. İktidardan ayrılma zamanı geldiğini anlayan askeri yöneticiler, muhalefet ile pazarlığa giriştikten sonra yönetimi sivillere devrederler (Huntington, 2011: 131). Böylece ülkenin ve rejimin "koruyucusu" rolünü pekiştirmeye çalışırlar. Pakistanlı generaller, iktidarı sivillere devrederken şu mesajı açıkca vermiştir: Olumsuz durumun tekrar ortaya çıkması durumunda askeri müdahale yapılması kaçınılmazdır. Doğal olarak, askeri liderler sonraki müdahale için de elverişli bir ortam oluşturarak iktidarı sivillere devretmişlerdir. Ayrıca, başarılı bir darbe de, sonraki müdahaleler için cesaret verici bir unsur olarak Pakistanlı generallerin zihinlerinde önemli bir yer işgal etmiştir.

Pakistan'ın kuruluşundan itibaren geçen sürenin neredeyse yarısını generaller yönetmesine rağmen, Pakistan'da demokrasi yegane meşru yönetim şekli olarak kabul ediliyor. Bu gerçeği kabul eden dört darbeci general, Ayub Khan, Yahya Khan, Zia ül-Haq ve Müşerref de demokrasiyi askıya almak için değil demokrasiyi inşa

64 etmek için müdahalede bulunduklarını iddia etmişlerdir (Haqqani, 2006: 114). Pakistan'da darbeciler, ulusal ve uluslararası meşruiyet elde edebilmek için çeşitli söylemler kullanmışlardır. 1958 yılında darbe ile yönetime gelen general Ayub Khan, ülkenin "siyasetçi" adı altında sadece kendini düşünenler tarafından tamamen mahvedilmesini önlemek için ordunun, askeri yönetimi empoze etmek zorunda kaldığını söyledi. Benzer bir söylemi kullanan diğer darbeci general Yahya Khan, siyasi kargaşanın ve şiddetin ülkeyi nihai felakete götürmesine engel olmak için müdahale ettiğini iddia etti. 1977'de yönetimi ele geçiren general Zia ül-Haq, ülkeyi içinde bulunduğu krizden siyasetçilerin çıkaramadığını gören silahlı kuvvetlerin, öylece oturup sessizce bu durumu izlemesini kabul edilemez olarak ifade etmiştir (Jan, 2010: 241-242). SondarbecigeneralPervez Müşerref ise, oldukça olağanüstü bir ortamda askeri müdahale yapmak zorunda kaldığını ve yaşanan siyasi kargaşanın sorumlusunun dönemin Başbakanı Navaz Sharif olduğunu iddia etti. Müşerref'e göre, Şerif, ülkenin tek sağlam kurumu olan orduyu yaptığı atamalar ile bir iç kargaşaya sokmaya çalışmıştı (International Crisis Group, 2002).

Haqqani'ye göre Pakistan'daki askeri darbelerin dört karakteristik niteliği var. Öncelikle, her darbenin ülkenin istikrarını bozan bir duruma karşı ani bir cevap olduğu savunulmaktadır. Ancak, yapılan müdahalelerde generaller ve alt kademedeki askeri görevliler eşgüdümlü bir şekilde faaliyette bulunmuşlar ve hiçbir hiyerarşik kargaşa yaşanmamıştır. İkinci olarak, darbeciler mevcut anayasayı ya yürürlükten kaldırdılar ya da askıya aldılar. Darbeciler, müdahaleleri için ihtiyaç duyduğu meşruiyeti ise hukukun üstünlüğünden ziyade "zaruret haline" inanan yargı aracılığıyla elde etti. Bazı hallerde ise, Müşerref döneminde olduğu gibi, darbe yapıldıktan sonra yüksek yargı mensupları görevlerinden alındı ve yenileri atandı. Böylece yüksek yargı hakimleri, askeri müdahalenin yapılmasını "zaruri" hale getiren unsurların ortadan kaldırılması gerekçesi ile, askeri liderlere anayasayı askıya alma, hatta yürürlükten kaldırma yetkisi vermişlerdir. Üçüncü olarak, her askeri lider, demokrasiyi geçici bir süre için askıya aldığını ve mümkün olan en kısa sürede demokrasiye geçileceğini ifade etmiştir. Ancak, Ayup Khan 11 yıl, Müşerref 9 yıl, Zia ül-Haq 10 yıl boyunca ülkeyi demir yumrukla yönetmişlerdir. Son olarak, her darbeci general, "yozlaşmış" siyasetçileri ortadan kaldırarak, ulusal politikayı

65 temizleyeceğini ve reformlar yapacağı vaatlerini vermişlerdir. Buna örnek olarak Müşerref'in siyasi muhalifleri ortadan kaldırmak için kullandığı iki kriter örnek verilebilir. Siyasetçilerin akademisyen olması gerektiği ve haklarında yolsuzluk davası açılmamış olması kriterleri ile Müşerref, pek çok deneyimli politikacıyı siyaset dışına itmiştir (Haqqani, 2006: 120-121). Nitekim, Müşerref'in iktidarına tehdit oluşturabilecek olan iki lider olan Benazir Bhutto ve Navaz Sharif, Müşerref'in uyguladığı siyasi baskılar nedeniyle uzun yıllar yurtdışından muhalefet etmeye mecbur kaldılar (Crompton, 2007).

Ayub Khan'dan Pervez Müşerref'e her askeri lider "Pakistan'ın demokrasiye henüz hazır olmadığı" argümanını kullanmıştır. Haqqani'ye göre, bu argüman oldukça tutarsız. Pakistan ve Hindistan halkları, İngilizlerin hakimiyeti altında uzun yıllar yaşadılar ve birer gün arayla bağımsızlıklarını ilan ettiler. Hindistan, bağımsızlığından itibaren işleyen bir demokratik rejime sahip oldu. Sivil yönetimler birbirine yetkiyi devrettiler. Hindistan ekonomisi istikrarlı bir şekilde büyüdü. 1971 yılında bağımsız olan Bangladeş de Hindistan'a benzer bir gelişme gösterdi. Haqqani'ye göre, Hindistan ve Bangladeş, demokratik yönetimlerle yönetilip refahını artırırken, Pakistan'ın demokrasiye henüz hazır olmadığı argümanı pek mantıklı bir açıklama getirmiyor. Aslında demokrasiye hazır olmayan Pakistan halkı değil, generaller ve kıdemli bürokratlardı. Pakistan'ın kuruluş yıllarında ülke yönetiminde tek söz sahibi olan ve bu "hakkı"nı kimse ile paylaşmak istemeyen generaller ve üst düzey bürokratlar demokrasiye asla bir şans vermediler ve İngiliz kolonyal yönetimindeki gibi ülkeyi yönetmeye devam ettiler (Haqqani, 2006: 120).

Haqqani, askeri ve bürokratik oligarşinin Pakistan'da demokrasinin gelişimi için fırsat vermediği konusunda oldukça yerinde bir tespitte bulunmaktadır. Ancak, Haqqani'nin; Pakistan, Hindistan ve Bangladeş'in ortak bir kolonyal geçmişe sahip oldukları argümanı tam olarak doğru değil. İngilizlerin kolonyal yönetimi boyunca günümüz Pakistan topraklarında uyguladığı politikalar, Pakistan'da demokrasinin gelişmesini zorlaştıran etkenlere neden oldu. Pakistan demokrasinin geçmişte ve günümüzde karşılaştığı kronik sorunların kökeninde bu kolonyal miras yatmaktadır. Bu nedenle, tarihinin büyük bir kısmını cunta rejimleri ile yönetilen ve sivil liderlerin

66 de otoriter eğilimlere sahip olduğu Pakistan'da British Raj'ın kolonyal mirasını ele almak elzem bir durumdur.

Pakistan çalışan Batılı uzmanlar, Pakistan'da ordunun demokrasi üzerinde yıkıcı etkileri olmasına rağmen, gerek sivil siyasetçiler ve gerekse de halkın nazarında sahip olduğu imajın kötü olmadığını sıklıkla dile getirmektedir. Beceriksiz, yozlaşmış sivil yöneticilerin olduğu bir ülkede, kurumsal yapının ve liyakatin olduğu tek kurum olarak kabul edilen Pakistan ordusu, halkın iradesini hiçe sayan askeri müdahalelerine rağmen Pakistan toplumunda önemli bir konum işgal etmektedir. 2010 yılında yaşanan ve pek çok insanın hayatına mal olan sel felaketi sırasında sivil kurumlar aciz bir durumda kalırken, Pakistan ordusu yaptığı başarılı çalışmaları ile halk içindeki saygınlığını artırmıştır (Çevik, 2013: 113-114). Pakistan ordusunun görece sağlam örgütsel yapısının kaynağında da kolonyal miras yattığı için İngiliz kolonyal yönetimindeki Hint alt kıtasının sosyo-ekonomik ve toplumsal geçmişine bakmak gereklidir.