• Sonuç bulunamadı

5.5. Yalan Dünya Dizisi Hakkında Bilgiler

5.5.1. Bir Kavram Olarak “Yalan Dünya”

5.5.1.1. Bir Arketip Olarak “Yalan Dünya”

Arketipler, bir yer ve durumun imgesidirler. Arketipler, evreni algılama Ģemalarının mihenk noktalarında belirir ve gücünü algılamada vazgeçilmez olan bu yer ve durumdan almaktadır. Böylece vazgeçilmez olmaktadırlar (Saydam, 2009, s.12). Ġlk örnek, kalıp ya da Ģablon anlamına gelen arketipler, insan kültürünü oluĢturan yapıtaĢlarıdır. Ġnsanlar uzun dönemler içerisinde yaĢadıkları olayları belirli davranıĢ kalıpları içerisine sokarak bunları bir sonraki kuĢağa aktarma çabasına girmiĢlerdir. Böylece her bir kuĢak bir sonraki kuĢağa iletmiĢ ve günümüze değin bu davranıĢ kalıpları kullanılagelmiĢtir. Bu noktada toplumsal

roller ve toplumsal öğretiler önemli bir boyut kazanmıĢtır. Çünkü bireyin toplumsallaĢma süreci içerisindeki rol ve görevleri bu davranıĢ kalıplarıyla ĢekillenmiĢtir. Bireyin toplumdaki kadın, erkek anne, baba rolleri ve yaĢamını idame ettirmek üzere geçim sağlamak, seyahat etmek, çevre edinmek gibi arketip denilen Ģablonlar oluĢmuĢtur. Böylece, ilk örnek ya da ilktip kuĢaktan kuĢağa aktarılarak geçerliliğini sağlamıĢ ve her geçen yaĢamda kendini yenileme ve yineleme fırsatı bulmuĢtur.

Jung, arketipleri “ortak bilinçdıĢını oluĢturan yapısal öğeler” olarak tanımlar (Namlı, 2007, s.1210 - 1211). Arketipler, Jung‟a göre varlığı en uzak geçmiĢe dayanan ilk görseller olarak kabul edilmektedir. Arketipler, bilinçlenme yolundaki yapıtaĢlarıdır. Arketipi, bilinçlenme sürecindeki kavramlaĢtırma eylemi olarak tanımlamak da mümkündür. Saydam, bilincin özne ve nesne/ler arasındaki “ayrıĢtırıcı/tanımlayıcı/yorumlayıcı” bir iliĢki” olduğunu vurgularken Çotuksöken‟in insanın (özne), nesneler ve nesneler arasındaki iliĢkilerden oluĢan olaylar dünyasında yaĢayan insanı, insan yapanın kavram kurma etkinliği olduğu tespitine gönderme yapmıĢtır (Saydam 1997, s.37). Buradan hareketle arketipleri, bilinçlenme ya da “anlamlılık arayıĢına” yön veren ana Ģemalar, kavramlar, “ilk imgeler” olarak kabul etmek mümkündür (Fedakâr, 2014, s.7).

Arketiplerin varlığı, mitolojide, peri masallarında, inanç sistemlerinde ve ilkel sanat iletilerinde de görülmektedir. Tüm arketiplerin kaynağı, aklın ilk geliĢen kısmı olan ortak bilinçdıĢımızdır ve kolektif bilinçdıĢı insanlığın atalarının geçmiĢi ile kurması gereken bağı sağlar. Kolektif bilinçdıĢı sayesinde, türlerin her bir üyesini genelleĢtirmede, insanlık atalarından kalan bu Ģekil ve deneyimlerden faydalanabilmektedir (Iaccino, 1998, s.10). Iaccino, arketipleri Ģu anki düĢüncelerimizi farkında olmadan Ģekillendiren ve bir kalıba sokan “ırksal hatıralar” olarak tanımlamaktadır. Tarnas ise (2009, s.27), arketipleri evrensel bir ilke ya da insanın deneyim dünyasına ve ruhuna etki eden (yapılandıran) bir güç olarak görmektedir. Günümüzde arketiplerin varlığını medyanın önemli bir ayağı olan televizyonda özellikle dizilerde görmek de mümkündür.

Televizyon dizilerinde sıkça rastlanılan arketipleri özellikle “Yalan Dünya” dizisindeki karakterlerin özeliklerinde görmek mümkündür. Çünkü dizi senaristin elitist bakıĢ açısıyla onun dünyasından olayları görmekte ve yaĢanır kılmaktadır. Dolayısıyla “Yalan Dünya”nın özellikle günlük yaĢama dair bölümleri alt sınıfa özgü bir arketiptir. Orada insanlar sıradan insanlar gibi evde yemek yemekte, dinlenmekte, gereksinimlerini gidermekte ve hareket etmektedirler. Oysa sanatçı dünyası bu dünyada sıradan insanlar gibi sıradan olmaktadırlar. Bu noktada onların gerçek gördükleri asıl dünya sanatlarının konuĢtuğu ve dünyanın yıldızı olduklarını hissetikleri dünyadır. Bu dünyada kendilerini merkeze koymakta

ve bu dünyada var olduklarını sanmaktadırlar. Kendilerini bu yaratılan dünyada daha görünür kılmaktadırlar. Mark ve Pearson‟ın (2001, s.14) birlikte geliĢtirdikleri Arketipsel Marka Kişiliği Modeline göre belirli on iki arketip bulunmaktadır. Bu model, diziye uyarlandığında ise belirli arketiplerin tüm bölümlere yansıdığı görülmektedir. Bunlardan özellikle kahraman (hero) arketipi cesaret, kararlılık ve güç görevler üstlenme açısından; asi (outlaw) arketipi isyankâr, baskıcı yapıları geçersiz kılması açısından; masum (innocent) arketipi mutlu, iyimser, erdemli, sakin ve güvenilir olunması açısından; sıradan adam (regular guy) arketipi gerçekçi, samimi ve kaderci olması açısından; aĢık (lover) arketipi romantik, Ģehvetli tutkulu olma açısından; soytarı (jester) arketipi eğlenceyi öne taĢımasından dizinin tüm bölümleri düĢünüldüğünde genelinde egemen olmaktadır.

“Yalan Dünya” kavramının arketipi ise, Gerbner‟in geliĢtirdiği mutlu şiddet (happy violence) kavramıyla anlamlılık kazanır. Gerbner‟in yalan dünya tanımının uzantısına paralel olan vahşi dünya sendromu ve mutlu şiddet kavramları, bir anlamda sosyal yapının biçimlenmesi ile ilgilidir. Çünkü kendisini Ģiddetin ve suçun kol gezdiği bir toplumda yaĢadığına inandıran ve en iyi çözümün yine Ģiddet ve suç olduğunu düĢünen insanlar hem toplumun düzenini zedeleyebilirler hem de kendi ruhsal dengelerini bozabilirler. Bir yandan da televizyon gerçek yaĢamdan daha Ģiddetli bir boyut kazanmaktadır(Morgan ve Shanahan, 1997). Dolayısıyla bu kavramlar ıĢığında “yalan dünya”nın arketipi televizyonun yalan bir dünya yarattığı imajına karĢılık gelir. Ġnsanlar o yalan dünya üzerinden yaĢamı algılamaya çalıĢmakta ve daha çok ceza, baskı, Ģiddet talebinde bulunmaktadırlar.

Öte yandan, Gerbner‟in sürekli altını çizdiği “televizyonun yalan dünyası” heterojen niteliğe sahip izleyicileri aynı mesajı sürekli tekrarlayarak homojenleĢtirir. Çünkü sabit ve homojen bir görüĢü izleyicilere yayarak ana bir dünya görüĢü etrafında toplamaya çalıĢır. Gerbner de bu durumu ana akım ve sert tutum kavramlarıyla açıklar. Ana akım, televizyonun ekmeye çalıĢtığı genel dünya görüĢü ve değerleri olarak tanımlanabilir. Böylece ana akıma dahil edilecek izleyiciler bütün farklılıklardan sıyrılarak ana akım Amerikan değerlerine doğru evrilecektir. Ana akım oluĢturma, televizyonun farklı grupları Amerikan değerlerinin ana akımında bir araya getirdiği süreçtir. Gerbner‟in ana akım oluĢturma hipotezi, televizyondaki sivil özgürlüklere karĢıt görüĢleri olan- Ģiddet programlarını fazla izlemenin, o yetiĢkinleri ana akıma ya da sivil özgürlüklerle ilgili arketipal Amerikan pozisyonuna yakınlaĢtıracağını belirtir. Ana akım oluĢturma, televizyonu çok izleyenlerin varlığı ve oranı ile doğrudan iliĢkilidir. Çünkü ana akıma doğru evrilmek için ana akım değerlerin pompalandığı iletilere fazlasıyla maruz kalmak gerekir. Bu maruz kalma sonucunda ana akım içerisinde sert tutum geliĢir.

Sert tutum, Ģiddetin tekrarlanan sembolik portreleri izleyicilerin gerçek yaĢam pratiklerini Ģiddetle birlikte hatırlamalarına yol açan kavramdır. Ana akımda izleyici aynı imge ve sembollere maruz kalarak bakıĢ açısını sunulanın bakıĢ açısına göre biçimlendirirken; sert tutumda Ģiddete baĢvurarak yaĢamında deneyim edinir. Gerçek yaĢam deneyimlerinin Ģiddetle yer değiĢtirmesi sonucunda, ana akım dıĢında yer alan gruplar ya da sınıflar ana akım içerisinde yer alan insanların “sert tutum”una maruz kalırlar. Böylece televizyon izlemek insanları ana akıma doğru iterken onların sert bir tutum geliĢtirmelerini ve ana akım değerler dıĢında kalan grupları ve azınlıkları ötekileĢtirmelerine yol açar. Ana akım içinde yer alan insanlar farklı sınıflardan olsalar da bunun dıĢında kalan değerlere karĢı birleĢerek aynı sert tutumu geliĢtirirler. Birlikte hareket edebilirler. Örneğin, üst kültür ve alt kültür sahibi kimseler, televizyonu çok izleyerek suç hakkında benzer tutumlar geliĢtirebilmektedirler. Bunun yanında, çok TV izleyenlerin “muhafazakârlar” gibi düĢündükleri, “liberaller” gibi davrandıkları ama kendilerini “ılımlı” bir biçimde, olağan gördükleri yeni bir popülizm hareketinin sinyallerini verdiği de düĢünülebilmektedir. Televizyonun yol açtığı bu popülist akım yanında muhafazakârların baskınlık kazanmasını ve göçmenlerin, azınlıkların, etnisitenin, eĢcinsellerin, siyahilerin vb. grupların “öteki”leĢtirilmesini getirmektedir. Buradan hareketle, televizyonu çok ve az izleyenlerin aralarında yalnızca televizyonun kültürel göstergeleri bakımından ayrılmadıkları, aynı zamanda kendi içlerinde sosyo-ekonomik, siyasal görüĢ, eğitim, yaĢ, cinsiyet, alıĢkanlık, sosyal sınıf, aile yapısı, gelenek, meslek, yaĢanan çevre gibi unsurlardan etkilenerek ayrıldıkları da görülmektedir (Erdoğan, 1998, s.149 -180; Dines ve Humez, 2003, s.339 - 348).

Benzer Belgeler