• Sonuç bulunamadı

3. AMAÇ VE YÖNTEM

3.2. Araştırmanın Yöntemi

Çalışmada ağırlıklı olarak Eleştirel Söylem Çözümlemesi yöntemine başvurulacaktır. Ferdinand de Saussure’ün dil çalışmaları ve Michel Foucault’nun söylem çalışmalarının etkisinde gelişmiş olan Eleştirel Söylem Çözümlemesi, dil ve söylemi kullanıldığı toplumsal ve siyasi bağlam içinde inceleyerek, söylem yapıları ile iktidar yapıları arasındaki ilişkiyi ortaya koymayı hedeflemektedir.113 Buna göre dil, bilginin aktarımını sağlayan basit bir iletişim aracı değil, sosyal ilişkileri ve kimlikleri yaratan bir

‘makinedir’. Buradan hareketle, hakikat, söylemsel bir inşaya dayanmaktadır ve söylemdeki değişiklik sosyal gerçekliğin yeniden üretilmesini beraberinde getirmektedir.114

Eleştirel Söylem Çözümlemesi bağlamında tek bir teorik ve metodolojik çerçeveden bahsetmek olanaksızdır ve literatürde birbirinden farklı yaklaşımların mevcut olduğu görülmektedir. Örneğin Jørgensen & Phillips’e göre Eleştirel Söylem Çalışmalarına, Laclau ve Mouffe’un Söylem Teorisi, Söylemsel Psikoloji ve Eleştirel Söylem olmak üzere üç temel yaklaşım hâkimdir.115 Gerek Laclau ve Mouffe’un,

“Söylem Teorisi”, gerek Norman Fairclough ve Teun Van Dijk’in çalışmalarına dayanan

“Eleştirel Söylem” yaklaşımı söylemin sosyal ilişkilerdeki inşa edici rolüne dikkat çekmektedir. Diğer taraftan, Eleştirel Söylem yaklaşımı, maddi boyuta işaretle, sosyal

113 Ruth Wodak & Michael Meyer, Methods of Critical Discourse Analysis, London: Sage, 2001, s. 10.

114 Marianne Jørgensen & Louise Phillips, Discourse Analysis as Theory and Method, London: Sage, 2002, s. 9-13.

115 a.g.e., s. 6-8.

54

gerçekliğin söylemsel olmayan boyutlarının da mevcut olduğunu savunurken, Laclau ve Mouffe, söylemsel alanın dışında kalan herhangi bir sosyal gerçeklik bulunmadığını öne sürmektedir.116

Laclau ve Mouffe’un Söylem Teorisi, sosyal pratikleri söylemsel olan (discursive) ve söylemsel olmayan (non-discursive) gibi ikili bir ayrıma tabi tutmamakta, tüm sosyal pratiklerin münhasıran söylemsel bir inşa olduğuna dikkat çekmektedir. Keza Laclau ve Mouffe’un Söylem Teorisi, Eleştirel Söylem yaklaşımının söylemsel alanın dışında konumlandırdığı ekonomi, üretim örgütlenmesi ve kurumlar gibi maddi gerçekliği de söylemin bir parçası olarak kabul etmektedir.117 Bu noktada, Laclau ve Mouffe’un söylemsel alanın dışında hiçbir sosyal gerçekliğin var olmadığı iddiasını ontolojik bir problem veya realizm/idealizm ikiliğine dayandırmadığına dikkat çekmek gerekmektedir. Söz gelimi, bir deprem söz konusu olduğunda bunun gözlemcinin iradesinden bağımsız olarak var olduğu konusunda Laclau ve Mouffe’un bir itirazı bulunmamaktadır. Öte yandan, depremin bir “doğa olayı” veya “Tanrı’nın gazabı”

ifadelerinden hangisiyle tanımlandığı onun söylemsel olarak nasıl var olduğunu belirlemektedir.118

Laclau ve Mouffe’un geliştirdiği eklemlenme (articulation) kavramı, Eleştirel Söylem Çözümlemesi çalışmalarına yeni bir bakış açısı getirmiştir. Laclau ve Mouffe’a göre, söylemin, nihai bir anlam sabitliği bulunmamakla birlikte, kısmi bir anlam sabitliğine sahip olması gerekmektedir ve bu kısmi sabitleştirmeyi mümkün kılan söylemsel noktalara Laclau ve Mouffe “düğüm noktası” adını vermektedir. “Öğeler arasında kimlikleri değiştirecek bir ilişki kuran her tür pratiği eklemlenme olarak

116 a.g.e., s. 7.

117 a.g.e., s. 19.

118 Mouffe & Laclau, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, s. 173.

55

tanımlayan”119 Laclau ve Mouffe’a göre “eklemlenme pratiği, söylemin kısmi anlam sabitliği sağlayan düğüm noktalarının tesis edilmesiyle meydana gelmektedir”120. Söylemsel alanın dışında kalan hiçbir toplumsal kimliğin mevcut olmadığını ve bütün kimliklerin ilişkisel olduğunu savunan Laclau ve Mouffe’a göre “toplumsal ve siyasi kimlikler hiçbir aşamada amacına ulaşmış, tamamlanmış ve kapalı yapılar değil, bilakis her daim açık uçlu, istikrarsız ve her daim yeni eklemlenme pratikleri üzerinden müzakereye açık niteliktedir”121.

Eleştirel söylem çözümlemesi konusunda yukarıda açılan parantez ışığında, çalışma boyunca kullanılacak yöntem, Ulusal Cephe ve Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi’nin seçim bildirgeleri, Marine Le Pen ve Jean-Luc Mélenchon’un mitinglerde yaptıkları konuşmalar, resmi internet sitelerindeki yazı ve makaleleri ile basına yaptıkları açıklamaların eleştirel söylem çözümlemesi olacaktır. Bu çerçevede, başta 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik olarak Marine Le Pen’in “144 Taahhüt” ve Jean-Luc Mélenchon’un “Ortak Gelecek” isimli seçim bildirgeleri olmak üzere, anılan liderlerin, konuşma ve metinlerinde kullandıkları popülist siyaset mantığına ilişkin, elit, halk, oligarşi, halk egemenliği, demokrasi gibi “düğüm noktaları” üzerinden tesis ettikleri eklemlenme pratiğinin toplumun farklı kesimleri arasındaki ortaklığı nasıl mümkün kıldığı inceleme konusu edilecektir.

Çalışmanın ikinci bölümünde öncelikle popülizmin Fransa’da yükselişine etki eden faktörler ele alınacak; bu bağlamda, neoliberalizmin krizi, artan demokrasi açığı, uluslararası terörizm ile göç ve mülteci krizi çerçevesinde, sağ ve sol popülizmin Fransa’da hangi özgün koşullar içinde yükseliş imkânı bulduğu irdelenecektir. Takip

119 a.g.e., s. 169.

120 a.g.e., s. 183.

121 Steven Best & Douglas Kellner, Postmodern Teori, İstanbul: Ayrıntı, 2011, s. 237.

56

eden bölümde öncelikle, Ulusal Cephe çerçevesinde Marine Le Pen, Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi çerçevesinde ise Jean-Luc Mélenchon’un siyasi kariyerine değinilecek, ardından her iki partinin yükselişini kolaylaştıran koşullar, hitap ettikleri kitleler, seçim vaatleri ve siyasi tercihleri popülizm uğrağı üzerinden birbirinden yalıtık olarak incelenecektir. Son bölümde ise, her iki partinin 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimleri esnasındaki performansı popülizm uğrağı üzerinden karşılaştırmalı bir perspektifle ele alınacaktır.

57 İKİNCİ BÖLÜM

FRANSA’DA POPÜLİZM

1. Fransa’da Popülizmin Yükselişine Etki Eden Faktörler

Fransa’nın özellikle 1980’li yıllardan itibaren bir yandan sağ diğer yandan sol popülizmin aynı anda yükselişine imkân veren özgün koşullara sahip olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Esasen, sağ ve sol popülizmin farklı tezahürleri İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Fransa’da çeşitli siyasi parti ve hareketler üzerinden varlık göstermiştir. Diğer taraftan, 1980’lerden itibaren Fransa’da yükselen popülist hareketleri ortak paydada birleştiren bazı özgün koşul ve nedenler bulunmaktadır. Aşağıda detaylı şekilde incelenecek olmakla birlikte, küreselleşme ve neoliberalizmin krizi, artan demokrasi açığı, uluslararası terörizm ile göç ve mülteci krizi, Fransa’da hem sağ hem de sol popülizmin yükselişine olanak sağlayan koşulların başında gelmektedir.