• Sonuç bulunamadı

1.3. Araştırmanın Amacı ve Sorusu

1.3.1. Araştırmanın Yöntemi: Anlatı Geliştirme

Kurguya dayalı edebiyat eserleri, sıklıkla toplumsal tahlil aracı olarak işlev görmüş (Önal, 2012: 355), sosyal bilimlerin farklı alanlarında yararlanılan önemli birer kaynak olma işlevini artırmıştır (Whiteman ve Phillips, 2006: 11-12). Edebiyatın belgesel niteliği (Hoggart 1966: 226), örgüt alanındaki çalışmalarda da edebi eserlerin kullanımını arttırmış ve bu şekilde örgüt yazını zenginleşmiştir (Rhodes ve Brown, 2005; Watson, 2011; Phillips, 1995). Bu çalışmada, Türkçe romanda Türkiye’deki iş sisteminin temel unsurlarının oluşumunun incelenmesi amacıyla İkinci meşrutiyetten 1960’a kadar olan dönemi anlatan on roman belirlenmiştir. Bu romanlardan devlet ile ticaret erbabı ilişkisini anlatan bölümler seçilmiş, daha sonra seçilen bu parçalar dönemi anlatan tarihsel olaylarla birleştirilerek bir anlatı (narrative) çerçevesinde işlenmiştir.

Son yıllarda anlatı (narrative) yöntemine, psikoloji, sosyoloji, antropoloji, dil bilim, örgüt çalışmaları ve tarih gibi alanlarda artan bir ilgi vardır (Mitchell ve Egudo, 2003). Örneğin psikoloji tarihinde, erken dönemlerde bireylerin hayatına yoğun bir odaklanma olmuştur ve özellikle Freudcu gelenek hastanın hatıraları ve hayallerinden hastanın hayatını anlamak için tutarlı bir anlatı oluşturmaya çalışmıştır. Keza tarih disiplininde de geçmiş olayların anlatı tasvirleri yoğun şekilde kullanılmış, verilerin düzenlenmesi ve açıklanmasında yorumlama temel dayanağı oluşturmuştur (Polkinghorne, 1988). Anlatı yönteminin nerede konumlandığına dair yapılan bazı çalışmalarda, bu yöntem edebi teorinin bir devamı, etnografik yöntemin bir uzantısı ya da psikanalizden gelişen bir metot olarak değerlendirilmektedir (Addleson, 2000; Craig-Lees, 2001). Bazı yazarlar ise postmodernist düşüncenin ya da sosyal inşacılık kuramının sadece modernizm eleştirisi yapmadığını, aynı zamanda anlatı yönteminin uygulanması ve anlaşılması noktasında temel oluşturduğunu iddia etmektedirler (Gergen, 1998).

Edebi çalışmalarda anlatıya yöneliş 1960’lı yıllarda yapısalcı, bilimsel ve betimleyici bir retorik geliştirilerek yapılmıştır Sosyal bilimlerde ise anlatıya ilgi görece geç bir tarihte, 1980’lerin başında, tamamen farklı konuları kapsayacak şekilde olmuştur. Kültür ve insan psikolojisi araştırmalarında antipozitivist ve birey odaklı bir yaklaşım benimsenmiştir (Hyvarinen, 2007:449). Kültürün hikâyelere içkin olduğu ve herhangi bir toplumu anlayabilmek için o toplumun kökenlerindeki dramatik yakıtı oluşturan hikâyeler bütününü bilmek gerektiği görüşü yaygınlaşmıştır (Fulford, 2015: 37-44).

Anlatılar doğası gereği çok disiplinlidir ve sosyal bilimlerdeki yorumsama (hermeneutik17) yaklaşımın bir uzantısıdır. Hikâyelerdeki zengin verileri yakalamak için niteliksel bir araştırma imkânı sunarlar. Geleneksel metodlar öykülerde somutlaşan anlamı tam olarak yakalamak için yeterli değildir. İnsanların belirli bağlamlarda oluşturdukları metinler anlatı yönteminin bizatihi çalışma nesnesidir. Odak, öykü, dilsel ve yapısal özellikler incelenerek bireylerin ve grupların hayatlarındaki olayları ve eylemleri nasıl anlamlandırdıkları ortaya çıkabilir (Riessman, 1993, Akt: Mitchell ve Egudo, 2003:2).

Etnografik araştırmalar sosyoloji alanında sıklıkla kullanılmaktadır. Benzer şekilde antropolojide de etnografik yöntem kullanılmış ve yaşam öyküleri anlatı biçiminde incelenmiştir. Bununla birlikte anlatı (narrative) metodu, etnografik yöntemden ve metinsel analizden farklıdır. Etnografik yöntemde araştırmacının kendi kişisel notları, bilimsel çalışmalar için alternatif bir format olarak kabul edilir. Dolayısıyla soruşturmanın esas konusu araştırma sonucu kurgulanan hikâyeler değil, anlatılan olaylar olmaktadır. Dil tekil anlamları yansıtan bir araç konumundadır. Anlatı yönteminde ise dil yalnızca anlam oluşturmak için bir araç değil, aynı zamanda gerçeğin kurucu öğesidir. Hikâyeler dünyayı yansıtmaz, onu belagatle inşa eder ve yorumlar (Riessman, 1993, Akt: Mitchell ve Egudo, 2003:2).

Sosyoloji ve psikolojide metnin nesnelliği sorunu sosyal inşacılık kuramıyla farklı bir boyut kazanmış ve dilin incelenmesi teşvik edilmiştir. Anlatı yöntemi etnografik yöntemden ve metin analizinden yorumlama ilkesiyle ayrılır. Bu tıpkı bir kurgu eserin başkahramanının etrafındaki şeyleri yorumlamasına benzer (Bruner 1990: 51). Bir toplum bilimci için bu hikâyeler, sosyal yaşam ve kültür hakkında çok şey söyler, çünkü esasında hikâyeyi anlatan, kültürün bizatihi kendisidir. Araştırmacılar insanları izleyerek, koşulların, inançların ve anlatıların bağlama içkin ve tarihsel olduğunu görebilirler (Rosenwald ve Ochberg, 1992, Akt: Mitchell ve Egudo, 2003:3). Araştırmacılar gördükleri dünyayı (araştırma nesnesini) bir

17 Hermeneutik, genel anlamda, herhangi bir ifade, anlam, metin ya da sanat eserini yorumlama sanatıdır. Hermeneutik gelenek bir metnin, bir sözün, bir mesajın, bir dış gerçekliğin veya dış gerçeklikler toplamının en doğru anlamının veya nasıl anlaşılması gerektiğinin, nasıl anlaşılabileceğinin üzerinde işleyen epistemolojik bir metodoloji geleneği olarak ifade edilebilir (Saygın, 2009).

hikâye formuna dönüştürüp, yorumladıkları veriyi kelimeler aracılığıyla yeni bir dünyaya dönüştürürler (Scarneci, 2011: 287).

Denzin (1998) anlatılarda üç farklı tip yazma biçimi olduğunu belirtir. Bunlar; merkezi, yorumlayıcı ve betimleyici biçimler olarak adlandırılmıştır. Merkezi yazım biçiminde hikâye nesnel olarak kurulur, hiçbir yargılama, önyargı ya da eleştiri ve duyguya yer yoktur. Gözlemlenen olayların, insanların ya da deneyimlerin kısa açıklamaları vardır sadece. Bu yazım biçimiyle, yazarın araştırma nesnesi bireyin veya grubun gerçekliğinin nesnel bir portresini sunabileceği iddia edilir. Yorumlayıcı biçimde ise, yazar, gözlemlenen insanların hayatındaki olaylarla ilgili kişisel yorumlarını açıklar. Deneyim ve anlamlar araştırmacının süzgecinden geçtikten sonra sunulur. Son olarak betimleyici biçimde ise yazar çalıştığı dünyanın kendisinin konuşmasına izin verir. Hikâye konu edilen olguların kendi sesleriyle kurulur (akt. Scarneci, 2011: 288).

Usher’e (1997:35) göre bir araştırma, yalnızca varolan dünyayı temsil ederek, yansıtarak veya raporlayarak orada neler olup bittiğini gösteremez, bir araştırma pasif olarak yansıtmaktan ziyade, veriyi etkin bir şekilde yapılandırır ve bunu belirli bir yöntemle yapar. Toplum bilimlerinde yazma araştırma sürecinin bir unsurudur ve bu eylem sadece birinin gözlemlerinin rapor edilmesi değildir, aynı zamanda anlam yaratma sürecinin bütünleyici bir parçasıdır (Berger ve Quinney, 2005: 9).