• Sonuç bulunamadı

3. ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ

3.5. Araştırmanın Sınırlılıkları

3.5.1. Kur’an’ı Kerimin sözlü metin oluşu:

Sözün sadır olduğu anda muhatapların tavır ve tutumları, sözü söyleyenin jest ve mimikleri, söylenen sözün anlaşılmasında çok büyük bir etken olduğu için Kur’an’ı Kerim’in nazil olduğu dönemde anlaşılmama gibi bir sorunun varlığı Kur’an İlimlerinde bahsi geçen bir konu olmamıştır. “Anlamın bir bölümü sözcüklerden, bir bölümü de toplumsal bağlamın söylenilenleri yapılaştırma biçiminden kaynaklanmaktadır (Giddens A. , 2013, s. 173) . Bu nedenle Kur’an’ın dilinin, statik değil dinamik olduğu ve

söylendiği anda anlaşılamama gibi bir sorun olmadığı açıktır. Nazil olduğu şekliyle Hz. Peygamberin vefatından sonra yazılı metin haline getirilip, korunmuş ve sonraki nesillere aktarılmıştır. Belli bir dönemde, belli bir dil ile ortaya konulan herhangi bir metin için, o metnin yazarı hayattan ayrıldıktan sonra yazar ile aynı dili kullananlar, aynı zaman dilimini paylaşmış olsalar dahi, metnin anlaşılamaması durumu doğaldır. Günümüzde ana dili Arapça olanların Kur’an’ın tefsirlerine ihtiyaç duyuyor olmaları bu duruma örnektir. Kaldı ki Kur’an’ın zamanla asli metninin yazılı değil, şifahi/sözlü olduğu unutulmuş, şimdiki haliyle yazılı bir metin gibi algılana gelmiştir. Oysa yazı-okuma ilişkisi ve konuşma-dinleme ilişkisi birbirinden farklıdır. Yazının dondurma özelliği, kelimeleri dondurur. Yıllar sonra aynı kelimeler görülür ve okunur ama hayatın içerisinde dinamik bir yapının varlığı, kelimeleri de etkilemiş, metnin dondurulduğu zaman ve mekandan farklı bir zaman ve mekanda tekrar hayata dönmüştür. Bu dönüşte farklılıkların olağanlığı hatırda tutulmalıdır. Yazılı metinlerin zamanı ve mekanı dondurmaları çok basit bir şekilde örneklendirilebilir, konuşan birisinden birkaç dakika sonra ikinci kez sözünü tekrar etmesini istediğimizde ilkiyle aynı olmayacaktır, çünkü içinde bulunulan kısacık anda dahi zaman ve hatta mekan değişmiştir. Oysa M.Ö. 400 yıllarda Delphi tapınağı girişinde yazılmış “Nosce Te İpsum” –kendini tanı- hep aynı şekilde kalmıştır. Bu nedenle yazılı metinlerde hapsolmuş söz değişmeden kalsa bile sözün irâd edildiği zamana ve mekana, söylemi anlamak isteyenin girmesi gerekmektedir. Okumak bu anlamda sadece seslendirmenin ötesine ulaşan bir kavram olarak durur karşımızda, o da çok katmanlı kavramlardandır. Arapçada okuma eylemi üç farklı boyutu ile de adlandırılmıştır. Sesli okuma, taklit ederek okuma ve düşünerek okuma olarak özetleyebileceğimiz okuma çeşitleri içerisinde dil ve düşünce birlikteliği dikkate alındığında, yazının anlamına ulaşabilmek için sözün içine düşmek gerektiği ortaya çıkar. Kutsal kitaplardan Tevrat’ın öğretisi dokunmayı, İncil’in öğretisi işitmeyi, Kur’an’ı Kerim’in öğretisi okumayı öncelemiştir. Bu nedenle Kur’an metinin anlaşılabilmesi için pek çok alt disiplin geliştirilmiştir.

3.5.2. Kur’an’ın Arapça, doküman olarak kabul edilen metinlerin Türkçe oluşu

İnsanların sosyalleşmesinde en etkin unsurun anlam ve düşünce üretmesi yönüyle “dil” olduğu görülür. Diller köken ve yapı bakımından kelime üretimi düzeyinde farklı sınıflara ayrılırlar. Çalışmamızda iki farklı dil ailesine ait metinler bulunmaktadır. Arapça ve Türkçe; Arapça Hami-Sami Dilleri Ailesi’ne aitken, Türkçe Ural-Altay Dilleri

Ailesine aittir. Dil, insan türüne özel ve temel antropolojik bir yetkinlikken; çeviri, dil faktörü ile birlikte ve ona bağlı olarak ortaya çıkmıştır.

Her dil, belli bir muhitin, belli bir coğrafyanın, belli bir kültür ve hayat tarzının izlerini taşır (Cündioğlu, 2018, s. 19). Buna Kur’an’ın ilahi kelam oluşu eklenince durum daha vahim bir hal alır. Kur’an dilinin anlam ve kavram dünyasına nüfuz edebilmek için, bu dilin Arapça oluş keyfiyetinin dışındaki mahiyetini de kavramak gerekir (Öztürk, 2016, s. 17). Kur’an’ın dini bir metin olduğu, temel amacının insanlara rehberlik etmek, öğüt vermek olduğu iyi kavranmalıdır. Kur’an’ın doğru anlaşılması hep gündemde olmuş, bu hususta pek çok ilmi araştırma yapılmış üzerinde hassasiyetle durulan bir konu olmuştur. Hatta Kur’an çevirisini ifadede tercüme yerine meal kelimesinin tercih edilmesine sebebiyet vermiş, Kur’an çevirileri Meal olarak adlandırılmışlardır. Meal kavramının Kur’an’ı harfi harfine değil, mana ve mefhum itibariyle bir başka dile çevirmek anlamına geldiği kabul edilir (Öztürk, 2017, s. 17).

3.5.3. Çalışma Dokümanlarının Çeviri Oluşu

Bu çalışma da Türkçe Kur’an Mealleri esas alınmıştır. Ana dil ve çeviriler, bilimsel açıdan farklı nitelikler ve değerliklere sahiptir. Yeniden hatırlatmakta fayda gördüğümüz husus, hiçbir çeviri orijinal metin değerliliğinde değildir.

Kur’an-ı Kerim tek bir kitap olmasına rağmen, günümüz Türkçesine çevrilmiş şekli net sayı olmamakla birlikte iki yüzü aşkındır (Öztürk, 2017, s. 13). Ana dili Arapça olmayan kişiler Kur’an-Kerim üzerindeki tefekkürlerini çeviriler yoluyla edinmek ve beslemek durumundadırlar. Bu durumun sakıncaları hususunda akademik ve popüler düzeyde yayın yapılmış, Kur’an’ı çevirilerden okuma alışkanlığının önüne geçilemeyince hemen her İslami grup ve cemaat kendine uygun bir çeviri bulma ya da hazırlama ihtiyacı hissetmiş ve sonuçta işin serencamı “bana mealini söyle, sana cemaatini söyleyeyim” noktasına gelmiştir (Öztürk, 2017, s. 39). Kur’an’ın başka dillere çevrilmesi yönündeki teşebbüsler --bu teşebbüs sahipleri farkında olsunlar ya da olmasınlar-- önemli ölçüde siyasi bir amacın gerçekleşmesine hizmet etmiş (Cündioğlu, 2018, s. 1). Mealler ilmi güvenilirlik, tercüme tekniğinde ve dil kullanımında yeterlilik, anlam takdirinde isabetlilik gibi muhtelif hususiyetler bakımından (Öztürk, 2017, s. 41) alanın uzman kişileri tarafından değerlendirilmektedir. Çalışmada bu konunun hassasiyeti göz önüne alınarak “örnekleme yapma” tercih edilmemiştir.

Benzer Belgeler