• Sonuç bulunamadı

2. KURAMSAL VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.3. Mutluluk Kavramı

2.3.1. Mutluluk Kavramı Yaklaşımları

2.3.1.1. Antik yunan felsefesi yaklaşımları

Felsefe tarihinin mutlulukla ilgili en eski ve en etkili anlayışı olarak bilinen felsefi akımı, eudaimonizmdir. Bu anlayışa göre, hayatın merkezinde mutluluk vardır. İnsan bu amaç doğrultusunda hareket ettikçe hayatı anlam kazanır ve ahlaklı bir insan olur. Mutlak iyi olan mutluluk amaç edinildiği için gerçekleştirilen bütün eylemler haliyle iyi olur (Keskin, 2011). Mutluluk çalışmaları Aristotales, Buddha, Mensiyus, Konfüçyus gibi düşünürler tarafından Çinde, Hindistanda ve Yunanda 2.500’den fazla yıl öncesinden başlamıştır (Zaibun, 2008:3). Felsefe tarihinde, mutluluğu ilk kez insanın nihai amacı olarak ortaya koymasından dolayı, Demokritos bu konuda bir önceliğe sahiptir. Mutluluğun içle ilgili bir şey olmasının, ahlâki olanın otonomisi düşüncesinin ilk defa kendisinde belirmesiyle Demokritos; Sokrates ve Platon etiğinin hazırlayıcısı sayılabilir. Böylece mutluluk, Demokritos ile birlikte Antik Yunan ahlak felsefesinin ana ilkesi olmuştur (Ocak, 2012:124).

Demokritos’a göre mutluluk ruhun dinginliğidir. Mutluluğun tek yolu ise iyinin ne olduğunun bilinmesidir. Bunun ölçüsünü de insan haz ve acı duyguları ile bulabilmektedir. Yalnız, insan gerekli olan iyi ile mutlak olan iyiyi de ayırmalıdır. Mutlak olan iyi, ruhun iyi durumda bulunmasıdır. Ruhun böyle bir durumda bulunmasıyla insan, yalnız iyi olandan sevinç duyar, kötüyü yapmak şöyle dursun onu istemez dahi. Zaten insanın ahlakça değer ölçüsü düşüncesinden geçer. İşte insan, düşünceleri ile dışardan bağımsız olarak sevincini kendisi oluşturur. Bundan dolayı mutlu olmak için yapılacak şey, ruh dinginliğine erişmektir. Ruh dinginliğine erişmek için de sarsıcı tutku ve duygulanımlardan kaçmak gerekir (Acaboğa, 2007:7).

Eski Yunanda Sofistlerin çabaları sonucu önemli hale gelen insan ve onun mutluluğu ile ilgili sorunlar, Platon ve Aristoteles tarafından derinliğine işlenmiştir (Taş, 2006:1). Platon (Eflatun) mutluluğu erdem ile açıklamaktadır. İnsanda akıl,

68

öfke ve şehvet olmak üzere üç temel yeti ve bu her yetiye özgü bir erdem vardır. Aklın erdemi bilgi (hikmet), öfkenin erdemi yiğitlik (şecaat) ve istek gücünün (şehvet) erdemi ise iffettir (itidal). Bu üç erdemin birleşmesinden doğan temel bir erdem daha vardır ki bu da O’nun doğruluk da dediği adalettir. Eflatun, en yüksek iyiyi hazda değil, bizim gittikçe Tanrıya benzeyişimizde bulmaktadır. O’na göre Tanrı iyi, mutlak adalet olduğu için biz ona ancak adaletle benzeyebiliriz ve mutluluğu da ancak bu şekilde yani adalete uygun davranmakla kazanabiliriz. Bunun dışında hazlara, mala mülke, şöhret ve benzeri şeylere sahip olmak mutluluk değildir. Aksine aklın erdemine uyan ve adaleti gerçekleştiren bir insan, fani yönünün ağırlığından kurtularak ölümsüz olan yönünün yetkinleştirerek olabildiğince Tanrı’ya benzeyip mutlu olur. Kısaca O’na göre mutluluk doğruluk ve adaletten, mutsuzluk da ölçüsüzlük ve adaletsizlikten doğmaktadır (Taş, 2006:37-38).

Aquinas’ın mutluluk anlayışına göre; bütün insani fiillerin bir gayeye yönelik olması gerekir. İnsan farklı gayelere yönelik fiiller işlese de onun tek bir nihai gayesi vardır. Gaye kavramının iyiyi kendi özünde bulunduran şey ve bu şeyin kullanımı veya kazanılması anlamında kullanılabileceğini vurgulayan Aquinas, ilk anlamda kullanıldığında insanın ve diğer bütün varlıkların nihai gayesinin Tanrı olduğunu ifade eder. İkinci anlamda kullanıldığında, bu gayenin kazanılmasını sadece insan ve diğer akıllı varlıklar başarabilir. Bu anlamda da nihai gayenin kazanılması mutluluk olarak isimlendirilir. Aquinas’a göre mutluluk zenginlik, şeref, şan ve güç gibi dışsal iyiliklerden ibaret olamaz (İskenderoğlu, 2005:118).

Antik Yunan ahlak felsefesinin mutluluk anlayışı, tek tek bireylerin mutluluğa nasıl ulaşabileceklerini araştırmayı amaç edinmekle bireyci mutluluk anlayışı niteliği taşımaktadır. Ancak Platon ve Aristoteles ile birlikte bu anlayış, toplumu göz önünde tutan, ama bireyi ortadan kaldırmayan toplumcu bir mutluluk anlayışına dönüşmüştür (Ocak, 2012:124). Mutluluk, Aristoteles’ten önce onun kadar sistemli olmasa da farklı şekillerde de yorumlanmıştır. 18. ve 19. yüzyıla kadar eudaimonia, çeşitli ahlak öğretilerine kaynaklık etmiştir. Bunlar genel manada, hedonist denilen hazcı etik ve utilitarist denilen faydacı etik anlayışlarıdır (Keskin, 2011:8).

69 Eudaimonizm; insan eylemlerinin son ereği olarak mutluluğu gören anlayıştır. İnsan davranışlarının son gayesi olarak mutlu olmayı amaçlayan, ahlaki çabayı mutluluk araştırmasından ibaret sayan, erdemle mutluluğu aynı telakki eden ve insan davranışlarının mutluluk isteğiyle belirlendiği görüşüne dayanan ahlâk felsefesi akımıdır (Kırbıyık, 2012:12). Hedonistik etik, tıpkı Aristoteles gibi, mutluluğun insanın en yüksek amacı olduğu düşüncesinden hareket eder; fakat mutluluk deyince, sadece hazzı, zevki, neşeyi anlar. Bu anlayışa göre, hayatın amacı zevkten ibarettir ve en büyük iyilik zevktir. Duyuların ve iç güdülerin tatmin edilmesi ahlakî amaç sayılmaktadır. Buradan da “herkes kendine haz, zevk veren şeyleri yapmalı, kendisine acı ve elem verecek her türlü davranıştan da kaçınmalıdır” ilkesini türetir. Ancak neyin en çok haz ve zevk verdiği problemine gelince, hedonistler arasında fikir ayrılıkları görülmektedir (Keskin, 2011:8). Bu fikir ayrılığı en net biçimde, Aristippos ve Epikuros arasında görülür. Kyrene okulunun ve hedonizmin kurucusu olan Aristippos’a göre mutluluk, hazdan ibarettir. Hazzı sağlayan şey iyidir, acı veren şey kötüdür, bu ikisi dışında kalan şeylere karşı kayıtsız kalınmalıdır. İradenin biricik amacı hazdır. Böylece haz iyinin kendisi olmuş oluyor. Aristippos haz deyince, ruhun sürekli olan bir durumunu anlamaz; onun göz önünde bulundurduğu bir anlık, subjektif ve bedensel haz duygusudur. Geçmiş ve gelecekteki duyumlar haz duyumu olarak göz önüne alınamazlar, çünkü geçmiş artık yoktur, gelecek de henüz gelmemiştir (Keskin, 2011:9). Buna karşılık Epikuros, mutluluğun asıl temelini ruhun dinginliğinde ya da ataraksia’da (kişide tepki yokluğu), acıdan, huzursuzluktan kurtulmuş olmada bulur. Epikuros, hedonizmi kaba hazcılıktan kurtarır, şöyle ki bedensel haz ve zevklerden daha kalıcı ve dış etkenlerden bağımsız oldukları için, ruhsal hazlara öncelik tanır. Çünkü, bedensel hazlar kısa sürerken, ruhsal hazlar gelip geçici olmayan salt hazlardır. Ancak Epikuros’a göre, kaba duyusal hazlar bizi bir takım yüksek güçler, ölüm ve acı karşısındaki korkudan kurtarabiliyorsa, onları bir yana atmada hiçbir sebep yoktur. Bu durumda bedensel hazlar ile ruhsal hazlar arasındaki denge doğru ve akla uygun bir şekilde hesaplanmalıdır. Hazzın hiçbir çeşidi kendi içinde kötü değildir, ancak sonuçları itibarı ile bazı hazlardan kaçınılması gerekmektedir.

Utilitarist (Faydacı) etik ise, mümkün olan en çok sayıda kimsenin olabilecek en büyük mutluluğunu öngördüğü ölçüde eudaimonist bir anlayışta temellenmiş sayılır. Utilitarist etik, bu amaç ve hedefle bağlantılı olarak yararlılık ilkesini ahlak ilkesi olarak formüle eder. Bir eylem, yöneldiği kimselere en büyük

70

yararları getirdiğinde ahlakidir; diğer bir deyişle, bir eylemin bir davranışın sonuçları, azami yarar ve sevinç, asgari üzüntü ve zarar getirirse, bunlar ahlakidir (Keskin, 2011:9). Utilitarist etik anlayışının en önemli temsilcilerinden biri Jeremia Bentham’dır. Bentham’a göre, insanlar dahil bütün canlı varlıklar hazza yönelir, haz elde etmek için çabalarlar; tabiatları gereği acıdan kaçınır, haz isterler. Bu dünyanın nimetlerinden yüz çeviren dindar insanlar bile öbür dünyada mutluluğa erişmeyi istemekle yine hazzı arıyor demektir. Bentham her varlığın hazzı aramasını bir kural olarak görür, ancak bir kural daha vardır ki, o da; her defasında eylemleriyle en büyük haz duyumuna erişmeyi düşünen insanın akla uygun eylemde bulunması gerektiğidir. Yani bir hesaplama, akılla tartıp düşünme söz konusudur. Böylece Bentham, ahlakı rasyonel ve bilimsel bir temele oturtmuş olur. Bentham’a göre, haz verecek şeylerin ölçüsünü acı vereceklerin karşısında iyice tartıp değerlendirmeyi bilen kimse, daha büyük hazlar için daha küçük hazlardan yüz çevirmeyi öğrenen, hatta sırasında daha büyük hazza erişmek için acıyı üzerine almaya hazır olan kimse, erdemli bir insan adını hak etmiştir. Böyle bir kimse artık mutluluğunu rastlantıya değil, kendi akıllılığına ve kendi eylemine borçludur (Kırbıyık, 2012:15).

Bentham‟ın faydacı etik anlayışını toplumsal normlar çerçevesinde, akla uygun bir şekilde düzenleyen en büyük mirasçısı John Stuart Mill’dir. Mill’in eserlerinin pek çoğunda toplumsal etik konusu ele alınmakta ve bireyle toplum arasında denkleşme için bir formül aranmaktadır. Herkesin iyiliği ve korunması için zorunlu olan kurallarla, bütünün gelişmesinde kaçınılmaz olan bireysel güçlerin bağımsızlığı ve çeşitliliği arasında bir denkleşme amaçlanmaktadır. Mill’e göre insanın ahlaklı olmasının ölçüsü, davranışlarındaki normların toplamıdır. Bunların yerine getirilmesiyle bir mutluluk durumu elden geldiğince geniş çevreye götürülebilir. Mill’in ortaya koyduğu faydacılık, demokrasiyi savunan bir politika felsefesi olarak da görülür. Faydacılıkta sözü edilen mutluluk ve haz, sadece eylemi yapan kişinin değil, ondan etkilenen herkesin mutluluğu ve hazzıdır (Kırbıyık, 2012:16). Faydacı etik anlayışında, insanın bencil hazzı yerine, en büyük sayıda insanın yani toplumun hazzı dikkate alınmaktadır. Bireysel, bencil hazların birbiriyle çatışma durumu göz önüne alınarak, toplumsal olan ortak hazda uzlaştırmaya gidilmektedir. Bu anlayışa göre, ahlaklı insan şöyle düşünür: “Bir eylem başkaları için de haz verici olmadıkça benim için haz verici olamaz.” Bir anlamda eylemin doğurduğu sonuçların muhasebesini yaparak, eyleme ahlaki değer yükler. Bu anlayışa göre, ahlaklı insan başarılı bir haz muhasebecisidir.

71 Burada hazzın doğru ölçümü için onun şiddeti (hazzın yüksek düzeyde olması), sürekliliği, yakınlığı, güvenilirliği, hızı, verimliliği ve saflığı (acıyla karışmamış olması) gibi faktörleri göz önüne almak gerekmektedir (Keskin, 2011:9).

Descartes, mutluluğu tam bir ruh memnunluğu ve iç hoşnutluğu olarak tanımlamaktadır. O mutluluğu erdeme, erdemin de aklın iyi kullanılmasına bağlı olduğunu iddia etmektedir. Gücümüz dahilinde olan en yüksek iyinin ıslah edilmiş irade olduğunu akıl bize göstermektedir. Descartes ihtirasların insan yaşamının önemli bölümünü oluşturduğunu ileri sürmektedir. Mutlu olmak için bu ihtirasları kontrol etmek gerekmektedir (Türkben, 2010:239).

İnsan davranışlarının son gayesinin mutluluk olduğu şeklindeki düşünceyi eleştiren Kant’a göre ise; “mutluluk, dünyada us (akıl) taşıyan bir varlığa özgü var oluşun bütünü içinde, her olayın kendi istek ve istencine uygun giden durumudur.” Tanrı’nın dünyayı yaratmasındaki son amaç Kant’a göre mutluluk değil, en yüksek iyidir. En yüksek iyiye ulaşmak ancak, istençle uyum sağlandığında umulabilir. “En yüksek iyi, us taşıyan varlığın isteğine bir koşul daha katar, bu da us taşıyan varlıkların ahlaklılığı anlamına gelen, mutluluğa yaraşır olmaktır (Kırbıyık, 2012:17).

Felsefenin İslam dünyasına intikali ile birlikte mutluluk kavramı İslam filozofları tarafından yazılan eserlerde aynı ölçüde hatta daha geniş bir şekilde ele alınmıştır.