• Sonuç bulunamadı

1.3. Ütopyanın Tarihsel Gelişimi

1.3.1. Antik Çağ ütopyaları

Sümer tabletlerinde bahsedilen ütopik dünyadan sonra ideal bir dünya hayalini işleyen Mısır, Roma, Çin, Hindistan ve Avrupa medeniyetlerinin mutlu toplum ve

dünya özlemlerini işleyen metinlerine ulaşmak mümkündür. Mısır’da Sümer tabletleriyle aynı temaları işleyen bazı metinlerin varlığı bilinmektedir. İnsanın insanı sömürmediği, günahkâr olmadığı ve Tanrı tarafından cezalandırılmadığı dönemde bolluk, bereket ve mutluluğun hâkim olduğunu anlatan bir efsane bulunmaktadır. Yaratıcının insanları eşit olarak aynı çamurdan yarattığı; ancak zenginlerin doyumsuzluğu ve mülkiyete olan düşkünlükleri nedeniyle insanların ahlaktan uzaklaştıkları anlatılır. Cennet tasavvuru bu metinlerde insan psikolojisini rahatlatan bir imge olarak dikkat çekicidir. Güçsüz olan, eşit şartlarda hayatını sürdürüp kendisini savunamayan bireylerin gelecekte eşit şartlarda bir yaşam sürecek olması umudu, sınıf ayrımının olmadığı, köleliğin kalktığı, senyör ve kralların olmadığı bir dünya hayali Mısır metinlerinin özünü oluşturmaktadır.

Toprak herkesin müşterek malı olacak, onu ne duvar ne de sınır bölecektir. İnsanlık bal gibi hurmaların yetiştiği, buğdayın kendiliğinden göverdiği, sütün ve balın ırmaklar gibi aktığı bir diyara ulaşacaktır. Herkes birlikte yaşayacak ve zenginlik bir fayda sağlamayacaktır. O zaman ne fakir, ne zengin, ne zalim, ne köle, ne kral, ne senyör, ne büyük, ne küçük herkes eşit olacaktır. (Tandaçgüneş, 2013: 34).

Antik Çağ’da Yunanlılar ve Romalıların hayali adaları ile ilgili geniş bir literatürü vardır. “Antikçağ’da Yunanlılar’ın ve Romalılar’ın canlı bedenleriyle mutluluk dolu, kaygısız ve soylu bir yaşam süren kahramanlarının olduğu kutsanmış adaları; Tibetliler’in, Himalayalar’ın mutlak hidayet ve saf Budizme erişilen, gizemli krallığı Shambhala’nın efsanesi diğer yaygın örnekler olarak literatürde yer almaktadır” (Tandaçgüneş, 2013: 34). Cennet ülke tasvirleri böylece efsane, destan ve diğer metinlerde görülmektedir.

Antik Çağ’da ilk ütopyacı olarak Platon bilinse de Platon’dan önce eser vermiş olan ütopya yazarları vardır. Antik Yunan şairlerinden olan Hesiodos’un İşler ve Günler adlı eserinde “Altın Çağ” üzerine kurulu ütopyası tarihin en eski ütopyalarından biri olarak kabul edilir. Hesiodos, Altın Çağ’daki insanların tanrıların ırkı olan altın ırktan geldiklerini savunur. “Bütün nimetler onlarındı. Bereketli kır, zengin yiyecekleri onlara kendiliğinden sunuyordu; onlar da bundan keyiflerince istifade ediyorlardı” (Cioran, 2010: 98-101). Bütün insanlar, tanrılar gibi kaygıdan, acıdan, çalışmaktan uzak bir yaşam sürmektedirler. Hiç yaşlanmayan bu ırkın eğlenmek, uyumak ve mutlu olmaktan başka işi yoktur.

Bu eserde soylar ile ilgili tespitlerde bulunan Hesiodos, insanların altın, gümüş, tunç ve demir soyları olarak sırasıyla yaratıldıklarından söz eder. Hesiodos;

ilk yaratılan, en saf ve temiz soyun altın soy olduğuna inanır. Altın ırktan sonra gümüş ve bakır ırkın yaratıldığını; ancak bolluk içinde yaşayan bakır ırkın israf, ölçüsüz yaşam ve tanrıları tanımayan davranışları nedeniyle yok edildiğini anlatır. “Bakır ırkı daha öncekilerin aksine fiziksel olarak çok daha güçlü ve yırtıcı olacaktır. Yiyeceklerini, silahlarını ve evlerini kendileri yapacak, sonunda da birbirlerini öldürüp toprağa karışacaklardır. Bu şekilde bir bozulma ile demir ırkına gelen insan, yaşamını öncekilere göre daha farklı yürütecektir” (Yıldız, 2011: 7). Şair Hesiodos, kendisinin demir ırkından olduğunu söyler. Demir ırkın yaşadığı dönemde kötülüğün ve haksızlığın gün geçtikçe arttığından bahseden Hesiodos, Altın Çağ mitosundan yola çıkarak olmayan bir dünya hayalini sunar. Hesiodos, İşler ve Günler adlı eserinde mutlu bir insan topluluğu tasvir eder; bereketli toprakların insanlara bütün güzelliklerini sunduğu, insanların rahat, huzurlu ve barış içerisinde yaşadıkları bir dünya sunar.

“Onun saltanatı sırasında, önce, canlı ve sürekli bir gençliğin nimetlerini en ufak bir kaygı ve hırs ya da kıskançlık duymaksızın, sonu gelmez şölenlerle dolu bir varoluş içinde yaşayan altın insanlar ırkı belirdi.” (Sarcey, Bouchet ve Picon, 2003: 13)

Gelecek yüzyıllarda mutluluk, huzur ve barışın egemen olacağı ve bunun bin yıl süreceği inancı, Virgil ve Ovid gibi yazarların eserlerinde de cennet ülke tasvirleri ve Altın Çağ mitosu olarak işlenir. Ovid’in Dönüşümler (Metomorphodes) adlı eserinde cennet ülke tasviri ve Altın Çağ, insanların zorlama olmadan, herhangi bir yasaya gerek kalmadan doğrulukla davrandıkları ilk çağ olarak tasvir edilir. Geçmişte var olduğuna inanılan veya gelecekte var olması umut edilen bir çağdan bahsedilir. Altın Çağ’da bütün insanlık için uygun olan bir düzen tasviri yapıldıktan sonra bu metinlerde açgözlülüğün ve insanın doymak bilmeyen nefsinin kendi felaketini nasıl hazırladığına dikkat çekilir. Bireylerin başkalarını dışlama, hor görme, ezme ve ötekileştirme gibi yollarla sınıfsal bir toplumun ortaya çıkışına öncülük ettiği gösterilmeye çalışılır. Sınıfının üstüne çıkmak ve özgürlüğüne tekrar kavuşmak isteyen insanın hiyerarşik düzene açtığı hayali savaş ise ütopik metinleri oluşturmaktadır.

Altın çağ doğmuş ilkin acısız, yasasız, Doğrulukla, güvenle yürürdü işler kendince

Ne ceza, ne korku, ne tunca kazılı korkulu Sözler, ne yargıçların önünde titreyen.

Gelmiş üçüncüsü tunç çağı azıtmış insanlar Korkunç araçlarla donanmışlar o evrede, yine de Pek kıyılmazdı canlara. Sonuncusu katı demir çağı Kalkmış ortadan utanma, sıkılma, doğruluk, bağlılık Başlamış bütün kan dökmeler işte bu evrede. (Ovidius, 1994: 23)

Diodorus Siculus’un Yunan Edebiyatı Kitaplığı adı altında kırk kitaptan oluşan bir külliyatı yayımlanmıştır. Siculus, bu kitaplarında Yunan mitolojisine ait bazı parçaları ve bilgileri aktarır. Antik Çağ ütopyası olarak bilinen Jambulos’un Güneş Adaları, Diodorus Siculus tarafından günümüze ulaştırılır. Bu eserin ne zaman yazıldığı bilinmediği gibi Jambulus hakkında da fazla bilgi mevcut değildir. Güneş Adaları’nda dört yüz kişilik komünlerden oluşan toplumda herkes eşit haklara sahiptir. Ortak bir yaşam ve iş alanına sahip olan Güneş Adaları sakinleri; eşit kazanç, ortak toprak, ortak tarım araçlarına sahiplerdir. Eşitliğe ve ortaklığa zarar getirecek davranışlar görülmez. İsraf kesinlikle yasaktır; bu nedenle olabildiğince bolluk ve bereket hâkimdir. Uzun iş saatleri olmadığı gibi iş ortaktır. Herkes üzerine düşen görevin ne olduğunu bilir ve bunu eksiksiz olarak yerine getirmeye çalışır (Usta, 2005a: 18). İşin rutinleşmesinin önüne geçmek ve adaletsizliğe engel olmak için iş, dönüşümlü olarak yapılır, böylece herkes, her işte sırayla yer almış olur. Kölelik kaldırılmıştır ve sınıfsız bir toplum mevcuttur. Kadınlar cinsel bir obje olarak görülmez. Çocuklar herkese aittir. Kıskançlık ve ayrım yoktur.

Antik Çağ ütopyaları arasında gösterilen bir diğer önemli eser ise MÖ 392’de Aristophanes tarafından yazılan Kadınlar Mecliste (2016) adlı eseridir. Aristophanes’in eserinde savaşın meydana getirdiği sorunlar ve bu sorunlara çözüm önerileri ele alınır. Kadınların siyasal iktidara geldiği eserde yeni bir düzen inşa edilir. Kurulan sistemde özel mülkiyet yoktur. Kadınlar, çocuklar ve mülkiyet kimsenin değildir. Kadınlar sadece siyasal düzene değil, toplumsal düzene de hâkim konumdadırlar. Platon’un Devlet adlı eserinden çok daha önceleri yazılmış olan bu eser, döneminin siyasi şartlarını yansıtması bakımından önemlidir. Diyaloglar şeklinde oluşturulan eserde kadınlar, meclise girdikten sonra erkeklerin egemenliğine son verirler ve bütün toplumun ortaklaşa yaşam sürecekleri bir şehir düzeni kurarlar.

Blepiurus:

Sıradan halk için nasıl bir hayat tarzı yaratacaksın peki? Praksagora:

Bütün evlerin duvarlarını yıkarak şehri kocaman bir eve dönüştüreceğim, herkesin mutlu olabileceği bir yuvaya. Böylece, dileyen dilediği zaman komşusunun evine gidebilecek ve her yerde her şeyi paylaşmak mümkün olacak. (Aristofanes, 2016: 85)

MÖ 6. yüzyılda yaşamış Atinalı Solon’un yaptığı reformlarla Atina demokrasisinin temelini attığı kabul edilir. Bu reformları arasında, çiftçinin borçlarının kaldırılması, asillerin etkisinin azaltılması adına toplumun dört sınıfa ayrılması ve bu sınıflara üyeliğin kan bağı yerine maddi varlığa bağlanması yer almaktadır. Bu dönemin önemli isimlerinden bir diğeri ise MÖ 7. yüzyılda yaşamış olan Sparta’nın kanun koyucusu olarak kabul edilen Lycurgus’tur. Lycurgus, koyduğu yasalar ve askeri yönetim şekli ile Antik Çağ’da ütopik bir sistem kurar.

Platon, Devlet adlı eserinde ideal toplum yapısı ile ilgili görüşlerini ortaya koyar. Platon’dan sonra devlet yönetimiyle ilgilenen birçok düşünüre yol gösteren bu eser, ilk sistematik ütopya olarak kabul edilir. Platon tasarısının bir ütopya olmaktan öteye geçemeyeceğini anlayarak Yasalar (1998) adlı bir eser daha yazsa da Devlet, ütopya yazarları için kılavuz olma özelliğini korur. Yasalar adlı eserinde Atinalı ve Kleınıas arasında geçen diyaloglarda ideal bir devletin bütün ayrıntıları ele alınır.

ATINALI: Haydi bakalım, kuracağımız devleti nasıl tasarlamalıyız?

KLEINIAS: Sözünü ettiğimiz kent denizden aşağı yukarı seksen stad uzaklıkta, yabancı.

ATINALI: Peki, denize bakan yanda limanlar var mı, yoksa hiç yok mu? KLEINIAS: Bu kısımda olabilecek en güzel limanlar var, yabancı.

ATINALI: Yapma yahu, ne diyorsun! Peki, ya toprağı nasıl? Her şey yetişiyor mu, yoksa bazı eksikleri var mı?

KLEINIAS: Hemen hiçbir eksiği yok.

ATINALI: Yakınlarında komşu bir kent olacak mı?

KLEINIAS: Hayır, zaten bu yüzden burada kuruluyor; eskilerde buradan bir göç olmuş, bu bölge kim bilir ne zamandır boş duruyor.

ATINALI: Peki, ya ovalar, dağlar ve ormanlar? Bunların her birine durumda? (Platon, 1998: 157)

Platon’un Devlet’ten başka ideal toplumu düşlediği Atlantis adlı bir anlatısı da vardır. Atlantis, mitolojik, fantastik ögeler de taşıyan bir efsanedir. Devlet’ten sonra yazdığı bu çalışmada önemli iki şehir devleti olan Sparta ile Atina’nın dışta Perslerle içte ise kendi halkları ile savaşmaları anlatılır. Platon, döneminin diğer

önemli kişileri gibi kurtuluşu arzuladığı için bu savaşları sonlandırmak ister. Devlet adlı eseri ile çözüm bulamayınca Atlantis ile daha uygulanabilir ve gerçekçi bir model sunmaya çalışır. Devletin ve yöneticilerin ne gibi özellikler taşıması gerektiğine değinir.

Antik Çağ ütopyacılarından diğer ikisi Milletli Hippodamos ile Kadıköylü Phaleas’tır. Aristoteles, Politika (2015), adlı eserinde devlet tasarılarını incelerken bu iki isimden bahseder, onların oluşturdukları eşitlikçi devlet tasarılarını anlatır. Phaleas’in mülkiyetten çok eğitim eşitliği üzerine çalışmalar yaptığı, Milletli Hippodamos’un ise ünlü bir mimar olduğu, mimari alanda ve şehircilik konusu ile ilgili ütopik çalışmalarının olduğunu belirtir. Milletli Hippodamos’un Komünal Kenti, Antik Çağ’a ait bir başka ütopyadır. Hippodamos, kentleri mahallelere ayırır ve Pire’yi yeniden düzenler. On bin nüfuslu kenti üçe ayırır. Zanaatkârlar, çiftçiler ve silahla ülkeyi koruyacak olanlar şeklinde bir sınıflama yapar. Toprak da kendi içinde kamusal, özel ve kutsal alanlar şeklinde üçe ayrılır. Tanrılarla ilgili harcamaları kutsal topraklardan elde edilecek gelirlerden, savaşçıların ücretlerinin özel topraklardan sağlanmasını kararlaştırır. Davalara göre yasalar üçe ayrılır. Suçlar kişiye, mülkiyete zarar verme ve insan öldürme suçlarından oluşur. Mahkemelerde yaşlılar görev yapar. Ayrıca ülke adına icat yapanlara ödül, savaşta ölenlerin ailesine maaş verilmesi belli kurallara bağlanır (Aristoteles, 2015: 68-69).

Lukianos’un Ütopyalar Diyarına Yolculuk (Lucius oder der Magische Esel) adlı eserinde yer alan ütopyalarda; yolculuk yaparken dev bir balık tarafından yutulduktan sonra fantastik bir ülkeye düşen kahramanın dünyanın çok ötesinde, mahrum bırakıldığı ve arzuladığı her şeyin mümkün olduğu bir yerdeki serüveni anlatılır. “Lukianos’un ütopyasında siyasi, coğrafi bazı etkiler sonucunda Adıyaman’a ve Suriye’ye ait motifler kullandığı görülmektedir” (Tandaçgüneş, 2013: 40). Felsefe, tarih ve ütopyanın birleşiminden oluşan Ütopyalar Diyarına Yolculuk, fantastik ögeler içerir. Ayrıca Lukianos’un Tanrıların Konuşmaları (2016) adlı eserinde birçok bölümde ütopik unsurlar taşıyan bir başka dünyada mutluluğun mümkün olduğunu, zengin ve fakirin eşitlendiği bir dünyanın mevcut olduğu zikredilir.

Ne diye saklarsınız paranızı? Faiz hesaplayacağız, altın üstüne altın yığacağız diye didinmek ne oluyor? Yarın ahrete götüreceğiniz bir tek obolos değil mi? Güzellere, güçlülere, Korinthos’lu Megillos’a pehlivan Damoksenos’a söylersin: burada lepiska saç yoktur, gözün ne mavisi olur ne de karası; pençe pençe yanaklar da bulunmaz; öyle pazıydı, geniş omuzdu yoktur burada… Yoksullar için de diyeceğim var Lakonia’lı! Çoktur onlar, alınlarının yazısını beğenmezler de yoksuluz diye yanıp yakınırlar. Söyle onlara: ağlamasınlar, inlemesinler; burada herkes birdir, yukarıdaki zenginler de buraya gelince düşer onların haline. (Lukianos, 2016: 99-100)

İlk Çağ ütopyacıları, sosyal ve siyasi konuları ele alarak ve bunlara yönelik çözüm üreterek ütopyanın sınırlarını belirlerler. Sonraki çağlarda düşünürler, ütopyanın sınırları içerisinde İlk Çağ’dan beri süregelen problemlere kendilerince çözüm üretemeye çalışırlar.