• Sonuç bulunamadı

3. AĐLE, KADIN VE ÇOCUK KONULARININ SERVET-Đ FÜNÛN ROMANINA

1.2. EVLĐLĐK USULLERĐ

1.2.2. Anlaşarak Evlilik

Toplumsal yapıdaki değişmelerle kadınların sosyal yaşam içinde az da olsa bir yer edinmeye başlamaları, kadın ve erkekler arasında bir iletişim kurulmasına ve görücü usulü evliliğin yerini yavaş yavaş anlaşarak evliliğin almasına sebep olur. Kadın ve erkeklerin seyir yerlerinde ya da batılı yaşam tarzının getirdiği eğlence yerlerinde, birbirlerini görüp tanımaları, bu tür evliliklere zemin hazırlamıştır. Bu anlamda, kültürel yaşamdaki yenileşme,

geleneksel olguların yavaş yavaş yitip gitmesine etki eder. Evlilik usulünde de bu yöndeki bir değişimle, erkekler ve kadınlar birbirlerini tanıdıktan sonra evlenmeye başlamışlardır. Özellikle görücü usulü evliliğe yönelik eleştiriler ve kadın-erkek eşitliği noktasında mücadele veren yazarlar, bu tür evlilikleri destekleyici bir rol oynarlar.

Nemide’de, Şevket Bey, yolda görür görmez ruhunda derin bir kıpırdanma oluşturan Naime Hanım’a bakmaktan kendini alamaz. Âşık olduğu Naime Hanım’la tanıma/anlaşma yoluyla evlenir. Zira Naime Hanım’ı görür görmez kalbinde ona karşı derin bir yakınlık hisseden Şevket Bey, “bu kızı sahiden seveceğini anladı, elinde olmayan bir davranışla peşine takıldı”(s.13) Şevket Bey’in kendisine karşı bir eğilimi olduğunu hisseden genç kız, bu durumdan gizli bir memnuniyet duyar.

“Genç kız Şevket Bey’in çarpan bakışı altında ezilmiş gibi utanarak geçti. Ama delikanlı kıvırcık kumral kirpiklerle gölgelenmiş, bir çift koyu yeşil gözleri görecek kadar zaman bulmuş, ruhu onlardan akan kuvvet karşısında titreyip kalmıştı.”(s.13)

Bu sırada on dokuz yaşında olan Naime Hanım’ın güzelliği karşısında büyülenen Şevket Bey, yolda görüp âşık olduğu bu genç kızı hemen takip eder. Zengin ve soylu bir aileden gelen Naime Hanım’ın babası Sami Bey ölmüştür. Naime Hanım, annesiyle birlikte Şevket Bey’in evine yakın bir yerde oturmaktadır. Bu kısa araştırmayı yaptıktan sonra Şevket Bey’in genç kızın annesine mektup yazarak evlenme talebini dile getirmesi, onun cesaretinin ve kendine güveninin bir göstergesidir.

“Şevket Bey karısını delicesine bir aşkla seviyordu. On günlük birlikte yaşanan bir hayat, bir anda kurulan muhabbetini zorlu bir bağ haline getirmiş, genç adamı karısına bütün duyguları, bütün fikirleriyle bağlamıştı.”(s.14)

Karısını çok seven Şevket Bey, onunla yaşadığı kısa evliliğinde çok mutlu olmuştur. Ancak evlendikten iki ay sonra hastalanan karısının hastalığı süresince Şevket Bey, onunla beraber acı çeker ve onun iyileşmesi için bütün imkânlarını seferber eder. Karısının hastalığında tıbbın çaresiz kalması neticesinde Şevket Bey, suç kendisindeymiş gibi vicdan azabı çeker.

“Kimi zamanlar olurdu ki genç kadın çıldırmış gibi, göğsünü yırtan acılar içinde kendisini yerlere atar, bütün vücudunu ateşten mengenelerle kıvıran bu korkunç acıyı çıkarıp atmak istiyormuş gibi göğsünü yırtardı. O zamanlar Şevket Bey görmemek, işitmemek için kaçardı”(s.17)

Naime Hanım’ın çocuk doğurması doktorlar tarafından yasaklanır. Baba olma ümidini yitirdiğini sanan Şevket Bey, çok üzülse de karısı Nemide’ye hamiledir. Ancak Naime Hanım, Nemide’yi doğururken ölür. Üzüntüden beyin hummasına tutulan Şevket Bey, uzun bir seyahat için Suriye’ye gider. Suriye’den dönüşünde bir daha evlenmeyerek çok sevdiği karısının hatırasına bağlı bir yaşam sürer.

Bir Ölünün Defteri’nde Hüsam ve Nigâr, aşk evliliği yaparlar. Hüsam ve Nigâr, birbirlerini çok küçük yaşlardan beri tanımaktadırlar. Bu iki genci birleştiren ve birbirlerine yaklaştıran en önemli unsur, edebiyattır. Hüsam ve Nigâr, evlilik hayatlarında bu sevgilerini devam ettirebilmişlerdir. Nigâr, değişen toplum yapısı içinde kendini yetiştiren ve edindiği kültür birikimini karşısındaki insanlara aktarabilen entelektüel biridir. O, yaşamını olumsuz yöne sürükleyebilecek olaylardan kurtulmayı başarabilmesiyle yaşamsal süreçte etkin bir yapıya sahip olduğunu gösterir.

Nigâr’ın Hüsam’la edebiyat konusunda anlaşması, aralarındaki en önemli ortak noktalardan birisidir. Zira Hüsam’ın yaşama bakış açısında edebiyat ön plandadır. “Hayat görüşü, düşünüş tarzı, şiir anlayışı ve zevkleri bakımından Hüsam, adeta Mai ve Siyah’ın kahramanı Ahmet Cemil’in bir prototipidir”(Kerman, 1995:59). Bu anlamda, edebiyatın ve hayallerin süslediği bu kişilik, Nigâr’ı etkilemeyi başarır. Nigâr’ın Hüsam’la evliliğinin kendisini seven akrabası Vecdi’nin varlığına rağmen gerçekleşmesi, genç kızın kendine güveninden ve bilinçli bir evlilik yapmak istemesinden kaynaklanır. Nitekim annesi tarafından ortaya atılan Vecdi ile evlilik fikrini kabul etmemesi ve sonuçta âşık olduğu Hüsam’la evlenmesi, kendisini hiç kimse için feda etmeyecek kadar cesur ve kararlı olduğunu gösterir. Onun bu tutumu, toplumdaki yaptırımlara bir başkaldırı niteliğindedir. Bu anlamda o sevdiği adamla evlenmek cesaretini gösteren dirayetli genç kızların prototipidir. “Özellikle de kocasını kendi seçen Nigâr söz konusu olduğunda, kadın davranışlarıyla ilgili yerleşik kurallar bir tarafa atılmış ve Türk romanında, namusluluğu erkeklerin yaptığı seçimlere pasif bir şekilde boyun eğmesine bağlı olmayan yeni tipte bir kadın ortaya çıkmıştır”(Evin,2004:196). Nigâr’ın annesinin de kızının aşkına saygı duyması, aşk evliliğine verilen değerin ve kızının mutluluğu için çabalayan bir annenin varlığının bir göstergesi niteliğindedir.

Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu romanında Peyker, annesinin bütün karşı çıkmalarına ve onay vermemesine rağmen sevdiği adam Nihat Bey’le evlenir. Bu evlilikten hiçbir zaman pişman olmayan ve sağlam bir aşk temeline bina ettiği mutluluğunu sürekli ifade

eden Peyker, her ortamda eşini ve aşkını savunur. Peyker, aşkı uğruna annesini karşısına alarak kendi ruhunun arzularını gerçekleştirmeye öncelik tanımıştır.

“Peyker’in izdivacı onun için müthiş bir darbe olmuş idi. Mesele çıkar çıkmaz kızının izdivaç fikrine karşı isyan etti, huusuile Peyker’in yapmak istediği gibi bir aşk izdivacı afv olunmaz bir kabahat nazarile bakıyordu.”(s.9)

Firdevs Hanım’ın bu evliliğe karşı çıkmasının temelinde, aşk evliliğini onaylamaması değil birincil olarak kendisinin aşk evliliği yapamamış ve evlilikten beklediklerinin gerçekleşmemiş olması; ikincil olarak ise kızını evlendiren yaşlı bir anne konumunda toplumda görünmemek istemesi gerçeği yatar. Peyker’in annesini karşısına alarak yaptığı bu evlilik, annesine karşı vermiş olduğu sert bir cevap niteliğindedir.

Kırık Hayatlar romanında, doktor olan Ömer Behiç, bir hastalık vesilesiyle tanıştığı Vedide’yi kendine uygun bir eş olarak görür ve kısa süreli bir tanışma döneminden sonra iki genç evlenirler.

“Vedide’yi küçük bir soğuk algınlığı içinde görmüş ve kendi kendisine ilk sözü: “-işte beni mutlu edecek bir kadın!..”olmuştu.”(s.18)

Ömer Behiç, Avrupa’dan Đstanbul’a döner dönmez önüne çıkan bu ilk evlilik fırsatını değerlendirir. Zira o, ruhundaki aşk boşluğunu evlilikle doldurma amacı güder. Vedide’nin ailesi de Ömer Behiç için ona : “Nasıl? Beybaban seni, istersen, verecek!..”(s.69) diyerek onun Ömer Behiç’le evlenmek isteyip istemediğini sorarlar. Vedide, hastalığı sırasında kendisini muayene eden bu doktorla ilgili düşüncelerini ailesine söyleyemez ve utancından haftalarca annesi ve babasının yanında gözlerini kaldıramayarak dolaşır. Vedide’nin bu “utangaçlığı” ve “pısırıklığı” yıllarca kocasına karşı da devam etmiştir. Ömer Behiç, bu seçiminde yanılmadığını evliliği süresince hisseder. Ancak severek evlendiği Vedide, onun için bir dinginlik dönemi değil aşk hülyalarının alazlandığı bir süreç olur. Evliliğinin sekizinci yılında kendisiyle ve dış dünyanın gerçekleri ile bir çatışma yaşar.

Sekiz yıllık evlilikleri süresince Ömer Behiç ve Vedide, birbirlerine saygı duyan ve sevgilerini bu saygı etrafında geliştirebilmeyi başaran bir çift olmalarına rağmen; Ömer Behiç’in bir başka kadınla yaşadığı kısa süreli bir aşk, bu mutlu evliliğin üzerine gölge düşürür.

Yine bu romanda Avrupai yaşam tarzına kapılan ve Beyoğlu eğlence hayatının müdavimlerinden olan Doktor Bekir Servet, boşanmış bir kadın olan Müzzan’la anlaşarak evlenir. Yakışıklı biri olmamasına karşın Avrupai tavrından dolayı kadınlar tarafından beğenilen Bekir Servet, Müzzan’la tanışmadan önce evliliğe şiddetle karşı çıkan hedonist bir kimliğin taşıyıcısı niteliğindeki sorumsuz bir tip olarak karşımıza çıkar.

“-Evlenmek, elbette pek iyi bir şey; toplumun önemli bir kuralı, insan varlığının temeli; ama bir bölüm erkekler için hiç öyle değil. Bugün bir Bekir Servet’ten bir Ömer Behiç yapabilir misin? Azizim, bana kahvelerin tütün dumanlarıyla dolu havası, Beyoğlu caddesinin kadın kokusu ile akan çağlayanı, bir gazino köşesinde alınmış dört(kadeh)rakıdan sonra bulutlu gözlerle, bulutlu bir beyinle gece gezintileri gerekli…”(s.113)

Nebile’yle ilişkisi olduğu dönemde evliliğe sıcak bakmayan ve onunla evlilik düşünmeyen Bekir Servet’i evliliğe yönelten kişi Müzzan’dır. Eşinden boşanınca ailesinin yanına sığınan Müzzan’ın Bekir Servet’le tanışma amacı, kocasını elinden alan rakibesi Nebile hakkında bilgi edinmektir. Her ikisi de belli bir çıkar uğruna bir araya gelen bu iki kişi, bir müddet sonra evlenirler. Oysa Bekir Servet, önceleri Müzzan’la evlenmeyi düşünmez.

“Evlenmek? Hiçbir zaman! Dedi; her şey(olabilir), yalnız o değil. Evlenmek için az çok sana benzemelidir. Sen ta okuldan beri, bir parça…nasıl anlatayım?...”(s.105)

Bekir Servet, tıpkı başka kadınlara yaptığı gibi onunla da vakit geçirme amacındadır. Kendisini eleştiren Ömer Behiç’e, böylelikle Müzzan’ın hayatına biraz zevk ve neşe getireceğini söylemesi, onun yaşama bakış açısını özetler. Zira ona göre, bu tutumuyla Müzzan’ın hayatındaki yas ve umutsuzluk yok olacaktır. Ancak Müzzan, Bekir Servet’in bütün çabalarına karşın ona yüz vermeyecek kadar mağrur ve onun kirlere bulanmış yaşam tarzından uzak bir kadındır. Bekir Servet, önceleri gönül eğlendirmek istediği Müzzan’ın davranışlarından ve onun çevresindeki insanlardan farklı olmasından etkilenerek ona âşık olur. Bekir Servet’in Müzzan’la tanışması, imrendiği ve gizliden gizliye kıskandığı bir yaşamı, elde etmesine de imkân hazırlar. Zira o, sakin evlilik yaşamından dolayı küçümsediği Ömer Behiç karşısında gizli bir eziklik duyduğunu ve hep onu kıskandığını itiraf eder. Ona benzememenin sebep olduğu ruhsal sıkıntıyı onu eleştirerek bertaraf etmeye çalışır.

Müzzan’ın yaşam şekli ve içe kapanıklığı, dışa dönük ve şuh kadınlarla gönül eğlendirmeyi tercih eden Bekir Servet için bir dinginlik süreci olacaktır. Evlilik hakkında olumsuz düşünceleri olan genç doktor, evlendikten sonra eski yaşamından uzaklaşma

arzusundadır. Nitekim Bekir Servet, evlendikten sonra üzerine bir ağırbaşlılık çöker. Eski hayatının kirlerinden arınmayı arzulayan genç doktor, yeni hayatında mutlu ve huzurludur. Artık yaşam algısı değişen Bekir Servet, evlilik yaşamına ihaneti sokmamaya kararlıdır.

Nesl-i Ahir’de, on yıllık evli olan Muzaffer ve Klara anlaşarak/tanıyarak evlenen bir çifttir. Muzaffer, Almanya’da iken yoksul bir matematik öğretmeninin pansiyon olarak kiraladığı evinin bir odasında kalır. Muzaffer, iki kız çocuğuyla bu öğretmen ve evinin hem aşçısı hem hizmetçisi durumundaki anneden oluşan bu temiz aileyi çok sever. Bu aile sessiz, durgun ve kendi halinde yaşamaktadır. Almanya’daki yalnızlık hayatı ve gurbetin oluşturduğu hislerle kendine dönük bir yaşam kuran Muzaffer, bu namuslu ailenin kızına rastladıkça onun acıyan ve içtenlikle bakan gözlerinden etkilenir.

Klara, “biraz irice, kırmızı yüzlü, sarı saçlı, çok çocuk yetiştirmek için yaratılmış Cermen örneklerinden biriydi.”(s.305) Onurlu bir ailenin kızı olan Klara, cana yakın ve sosyal biridir. Onun “gözlerinde, tatlı bir gülüşle dalgalanan öyle derin bir incelik ve sevecenlik duygusu vardı ki onunla konuşurken, temiz duyguların etkisini altında bulunmaktan doğan bir ruh doygunluğu ve rahatlığı duyulurdu.”(s.305-306) Klara’nın Türkçesi de yeni öğrenenlere mahsus bir özellik göstermektedir. Zira“Madam Klara’nın bütün “r” harflerini yumuşak “g” ile değiştiren tuhaf ve hoş bir Türkçesi vardı.”(s.421) Bütün bu özellikleriyle Klara, sadece kocasına karşı değil aynı zamanda çevresine karşı da olumlu bir tip olarak yansımaktadır.

Karısını çok seven, ona saygı duyan ve aile yaşamında çok mutlu olan Muzaffer, onunla evlendiği için pişmanlık duymaz. Küçük evlerinde, karı-koca çocukları ile mutlu bir aile yuvası kurmayı başarmışlardır. Evine bağlı ve sadık bir eş olan Klara, kendi kültüründen tamamen uzaklaşmayarak özellikle evinin idaresinde bunu belli etmiştir. Kendi benliğinden ve kültüründen taviz vermeden Muzaffer ile ortak bir yaşam kurması, onun karakterindeki sağlamlığı gösterir. Süleyman Nüzhet, aile yaşantısına gösterdiği titizlikten dolayı bu kadına saygı duyar.

Bir dakika içinde Süleyman Nüzhet, bu evden intişar eden saadetle mestoldu. Bu minimini temiz evde, yekdiğerini seven bu karı-koca arasında, o güzel, sarı saçlı, penbe tenli, zinde ve şatır çocuklarla geçen hayat, ne mesut olmak lazım gelirdi.”(s.302)

Karı kocanın karakter yapılarının da uyum içinde olması, onların aile yuvalarının sağlamlığında etkendir. Küçük evleri, dışarıdan birilerini aile yaşamlarının içine kabul etmeyeceklermiş gibi bir izlenim oluşturmaktadır.

“Sahanlıkta bir küçük masayla ancak iki sandalye vardı. Buraya bir başak sandalye zor konulabilecekti. Bu mini mini ev sanki bir üçüncüye yer vermekte çekingenlik gösteriyordu.”(s.303)

Yaşam görüşü olarak yabancı kültürden/ırktan biriyle evlenemeye karşı olan Muzaffer, kendi evliliğini ve mutluluğunu bir istisna olarak görür. Çünkü ona göre ırk, din ve milliyet farkı, evlilik yaşamı içinde göz ardı edilemeyecek bir unsurdur.

“O, kural olarak, milletlerarası evlenmelerin yanlısı değildi. Her iki kişi(kadın ve erkek)duygu ve düşünce bakımından birbirlerine karşı ne kadar hoşgörülüğe hazır olurlarsa olsunlar, başka başka soylara ve öğelere bağlı bir karı -kocanın hayatında, o bin türlü çözümlenmesi imkânsız hiçlerde, küçük küçük sorunlarda, olaylarda önceden görülüp de giderilmek yolu bulunmayan anlaşmazlıklarda öyle çatışmaların olması kaçınılmazdı ki önceden düşünüp taşınmadan çok, geçici bir sevda ile başlayan böyle evlenmelerde hayat sürekli bir didişmeden başka bir şey olamazdı; bu zorunluydu.”(s.307)

Muzaffer’e göre küçüklükten beri benlikte yer edinen milli adetler ve mezhep inançlarıyla tarihsel birliktelikten yoksun oluş, evlilik hayatında zamanla aşılması güç sorunlar halini alır. Bu durum, karı-kocanın birbirleriyle sürekli kavga etmeye hazır iki düşman olmalarına yol açar. Ya da karı kocadan biri sürekli yenilgiyi kabullenerek kendi kültürel kimliğinden çıkarak ötekinin kimliğini kabullenmek zorunda kalır. Bu da sevgiyi değil esareti/boyun eğmeyi yansıtır. Muzaffer, etrafında gördüğü milletler arası evliliklerde, genellikle erkeklerin soy sop haklarından vazgeçerek genel yaşayış, eğitim ve ahlak yönünden kendi tabakalarının altında kendi sınıflarının dışında bir yaşama yöneldiklerini düşünür. Ona göre, bu tür erkekler, ülkelerinin genç kızlarına bağlanması gereken hayatlarını heder etmektedirler. Ancak kendi evliliği bu kuralın dışındadır.

Bu romanda, birbirlerini seven Behiç ve Ayşe, etraflarındaki insanların yardımıyla evlenirler. Ağırbaşlı ve ciddi olan Ayşe “ on sekiz yaşında bir genç kız olduğu halde, daha hala bir küçük çocuğun masum katıksızlığından çıkamamış”(s.213)tır. Behiç ise çevresine karşı duyarlı, sosyal ve dışadönük bir gençtir. Ancak bu iki gencin aşklarında bir çekingenlik

sezilir. Onların aşklarının evlilikle sonuçlanması, dışarıdan birilerinin müdahalesiyle gerçekleşir. Özellikle Ayşe, aşkına kavuşmanın mutluluğunu davranışlarıyla dışa yansıtır.

“Behiç’in yanında mutluluk havasının ve ortamının içinde, her gün biraz daha artan mutluluk neşesiyle parlayan bir bahtiyarlık çiçeği de vardı: Ayşe”(s.389)

Ayşe ve Behiç, evliliklerinin ilk günlerinde, Süleyman Nüzhet ve Azra’nın koruması altındadırlar. “Öyle genç, öyle sevinçli ve neşeli bir mutluluğun tertemiz ruhu”(s.386) ile bu genç çift, mutluluklarını etraflarındaki insanlara hissettirerek onların da desteğini alırlar.

Bu romanda hafifmeşrep bir kadın olan otuz yaşlarındaki Suzan, sevgilisi Şefik evlenince adı pek çok aşk dedikodusuna karışmış olan Mısırlı Selim Bey el- Bedri ile evlenir. Suzan’ın evliliği, herkesi şaşkınlık içinde bırakır. Zira Selim Bey el Bedri de Suzan’la evlenmek için sevgilisinden ayrılmıştır. Ancak romanda onların nasıl tanıştıklarına dair bir bilgi verilmemiştir.

Yine bu romanda Suat Hanım, kardeşi Şakir’in onaylamamasına karşın Şeyda Bey’le evlenir. “Şeyda Bey, sadece bir uşak bozuntusundan başka bir şey değildi; öğrenimi, imlası bozuktu. Kısa bir mektubu bile doğru dürüst yazmazdı. Avusturya’yı Đngiltere ile sınırdaş, Endülü’ü Yemen’in güneylerinde eski bir Arap ülkesi sanırdı. Sekiz kere kırk beşin ne ettiğini bulabilmek için dörder dörder iki kere kırkbeş yazıp topladıktan sonra hesap ederdi.”(s.329)

Şeyda Bey, çevresinde pek sevilen biri olmamasına karşın devrin güçlü ve zengin adamlarından biridir. Geniş çevresi sayesinde pek çok insanın işlerini halleden Şeyda Bey’in Londra bankalarında en az iki yüz bin(altın)liralık parası bulunduğu ileri sürülmektedir. “Yalısı her zaman orman, demiryolu, köprü, inşaat ayrıcalıkları almak peşinde koşan yabancı komisyoncuların başvurmakta olduğu yerdi(r)”(s.329) Etraftakilerin Şeyda Bey hakkındaki olumsuz tutumları, Suat Hanım’ın ona yaklaşımını değiştirememiştir. Nitekim Suat Hanım, evlendikten sonra Şeyda Bey’in yalısına taşınır. Bu evlilik, Şeyda Bey ve Suat arasında dillerde dolaşan ilişkinin yasal bir durum kazanmasını sağlar.

Genç Kız Kalbi romanı, görücü usulü evliliğe karşı yazılmış bir sosyal tenkit eseri olma özelliği gösterir. Romanda, Nerime adlı uzun boylu, güzel, endamlı ve çekici bir genç kız, evli ve iki çocuklu bir adama âşık olmuş ve toplumsal özyapıyı göz ardı ederek aşkı uğruna bu adamla evlenmiştir. Evlendiği adam Cemil Bey de Nerime uğruna karısını bırakmış ve onu ikinci bir eş yapmak yerine, sadece onun eşi olmayı kabul etmiştir. Nerime’nin Cemil

Bey’le evliliği, genç kadına göre onun cesaretini ve aşkı için yaptığı fedakârlığı göstermektedir.

Nerime, romanda, “gayet ciddi, gayet namuskâr, gayet münevver bir genç kız” olarak tanıtılır. Aşkın sadece evlenmekle büyüyeceğine inanan Nerime, hayatını sevdiği adama feda eder. Nigâr’ın evinde toplanan genç kızlar, onun aşk evliliği yapmasına ve sevdiği bir adamla yaşayacak olmasına gıptayla bakarak çok mutlu olacağını düşünürler. Onların böyle düşünmelerinde, görücü usulü bir evlilikle hiç sevemeyecekleri bir adamla yaşama zorunluluğunun tedirginliği söz konusudur.

Nerime, kendine güvenen ve her ortamda kendini ve aşkını savunabilen cesur bir kadındır. Nigâr’ın üvey annesi, Nerime’yi eleştirerek onu küçük düşürmeye çalıştığı anlarda Nerime, hem aşkını hem de kocasını savunur. Eşinin ilk evliliğinde mutsuz olduğunu ve hayatını kendisini mutsuzlaştıran bir kadına adayamayacağını bu yüzden de kendisiyle evlendiğini söylemesi, kendisine olan güveninin bir yansımasıdır. Ona göre, fedakârlığı tecrübesizliğinden değil aşkının gücünden gerçekleşir. Mutluluğunun kıskanıldığını ve kendi mutluluğunu çekemeyenlerin yaptığı yorumların onu etkilemediğini düşünmesi, yine toplumsal yaptırımlara başkaldırabilecek yapıda olduğunu gösterir.

“Eğer ben böyle severek kalbimin ruhumun enisini kendim intihab ederek mesud olacağıma, onlar gibi âdete tebean hissiz, izansız, hayvan bir erkeğe teslim-i hayat edip ölünceye kadar gözyaşları dökseydim o vakit benden haberleri olsa bile bun u kadere hamledip tabii bularak lakırdısını bile etmezlerdi? Fakat bugün ki mesudum, saadetten kanatlanmış gibiyim. Bana gelip: “size yazık oldu diyorlar. Beni bu kadar mesud eden erkekten başka ne isteyebilirim değil mi? Bu erkek vakıa benden evvel başka bir kadınla teehhül etmiş ve iki çocuğu olmuş. Bu elbette olmasa daha iyi olurdu. Fakat bizim aşkımı gibi büyük aşkların önünde bunlar ne aciz mânialardır.”(s.100-101)

Cemil Bey’in ilk hanımıyla evliyken pek çok gönül macerası olduğunu söyleyenlere

Benzer Belgeler