I.3. Kamu Yönetiminin Tanımı ve Kapsamı
I.3.2. Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı
I.3.2.2. Amerika Birleşik Devletlerinde Yeni Kamu Yönetimi
Amerika Birleşik Devletinde (ABD) 1993 yılında hazırlanan Ulusal
Performansın Değerlendirilmesi (National Performans Review- NPR) raporu ile başlatılan
ve daha çok Devletin Yeniden Yapılandırılması (Reinventing Goverment) olarak anılan
girişim, kapsam, uygulama ve ulusal ve uluslararası alanda doğurduğu etkiler bakımından
en önemli çalışmadır. Ulusal Performansın Değerlendirilmesi, Başkan Bill Clinton ve
Başkan Yardımcısı AL Gore tarafından Federal Hükümetin çalışmalarının reform edilmesi
amacıyla başlatılan bir girişimdir. Bu programın amacı özetle; “daha az maliyet, daha iyi
çalışan devlet” (govermnet that Works beter and costs less) olarak belirlenmiştir (Yılmaz,
2001: 47).
ABD’de kamu yönetiminin yeniden yapılanmasında etkili olan, Bill Clinton
döneminde David Osborne ve Ted Gaebler tarafnda yayınlanan Reinventing Goverment
adlı eseridir. Bu eser yayınlanmasından itibaren hak tarafından fazlaca ilgi görmüş, en iyi
satanlar listesine girmiştir. Halkın bu isteği de yeni bir yapılanmada halkın da destekçi
olacağının göstergesidir. Bu eserde genel tema, devletin “girişimci” bir kamu yönetimi için
10 temel ilke benimsenmiştir (Yılmaz, 2001).
1. Kürek çekmekten çok rotayı çizmek
2. Sadece hizmet sunmak yerine toplumun güçlendirilmesi 3. Tekelden çok rekabetin teşvik edilmesi
4. Kurallardan çok amaca odaklanma 5. Girdi yerine etkilerini finanse etmek
6. Bürokrasi yerine müşteriye odaklanma
7. Sadece harcamaya değil kazanmaya da yönelmek
8. Sorunları çözmek yerine sorunların ortaya çıkmasına engel olmak 9. Yetkilerin merkezden alınıp ereler ya da ilgili birisine aktarılması
10. Yeni kamu programları yaratmaktan ziyade piyasa mekanizmasında yer
almak (Yılmaz, 2001: 48).
Küreselleşmenin son derece önemli ve büyük etkisi her değişimin arkasında ya
da yanında gölge olduğu gibi klasik yönetim anlayışına geçilmesinde de etkisi olmuştur.
Büyük şirketlerin ulusal ve uluslar arası rekabet güçlerini korumak amacıyla otoritelerini
desantralize etmeleri, hiyerarşik yapının dikey ve daha katı olmasına karşı daha esnek ve
yatay olması, kalite, yenilik ve müşteri taleplerine odaklanmaları ve nihayet kamu tercihi
(public choice) teorisyenlerinde etkileri olmuştur (Bilgiç, 2003: 29).
Güçlü ve özgür bir birey, özgür bir piyasa ve sınırlandırılmış bir devletten
yana olan yeni sağ, kapitalizminin girdiği krizin baş sorumlusu olarak devleti görmekte ve
yaşanan krizi onun işlevsel ve kurumsal olarak büyümesinin kaçınılmaz bir sonucu kabul
ederek refah devletine şu eleştirilerde bulunmaktadır (Sezen, 1999: 55):
Devletin ekonomik yaşama doğrudan (üretici olarak) ya da dolaylı
(piyasaları düzenleyici olarak) müdahalesi kamu tekellerine yol açarak
bireysel girişim özgürlüğünü sınırlandırmakta, özel girişimler için haksız
rekabet yaratmaktadır.
Yeni Sağa göre, kamu niteliği gereği verimsiz ve pahalı çalışmakta ve
kaynak israfına yol açmaktadır. Temel politika araçları olarak piyasanın
adlarla tanımlanan aslî fonksiyonlarına çekilmiş bir devlet, özelleştirme ve
deregülasyon (merkezi gücün yerel birimlere dağıtımı) öngörülmektedir.
Yeni Sağa göre, kamusal hizmetlerini tüketen taraf vatandaş olarak değil,
müşteri gibi kabul edilmeli, hizmetler fiyatlandırılmalı ve sadece hizmeti
satın alma gücünden yoksun yurttaşlar kupon vb. yöntemlerle
desteklenmeli, kamu yönetimi işletmeci bir anlayışla yönetilmelidir.
Yeni Sağ ayrıca refah devletinin sosyal harcamalarının haksız gelir
transferine yol açtığını savunmaktadır. Görüldüğü gibi yeni sağın savları,
özgürlüklerin kısıtlayıcısı, hatta yer yer yok edicisi devlete karşı serbest
piyasanın erdemleri üzerinde yükselmektedir. Çünkü zaten piyasa
sisteminde var olan rekabet ve uyum, toplumsal refahı kendiliğinden
düzenleyecek öz güçlere sahiptir. Yeni sağ 1970’lerin sonunda devlet ile
sivil toplum arasındaki sınırları yeniden biçimlendirmeye koyulmuştur.
Bunu yaparken sivil toplumu devlet karşısında öncelemiştir (Yılmaz, 2001:
212).
1980 sonrasında egemen olan neo-liberal ekonomi düşüncesinin temelinde
devletin küçültülmesinde yer almaktadır. Sınırlı ve sorumlu bir devlet anlayışı ile savunma,
diplomasi, adalet gibi tam kamusal nitelikteki hizmetlerin sunulması devlete bırakılırken
yarı kamusal mal ve hizmetlerin (eğitim, sağlık vb.) devlet tarafından rasyonel
sunulamayacağı ve bu tür hizmetlerin piyasa tarafından gerçekleştirilmesinin daha iyi
sonuçlar ortaya koyacağı ileri sürülmektedir. Bu süreçte kamu yönetiminin özel sektör gibi
yönetilmesini ve yönetim hizmetlerinde rekabet sağlanmasını ve özelleştirmenin
cesaretlendirilmesi, yönetimin masraflarının azaltılması öngörülmektedir (Tortop ve
1980’li yıllardan sonra işletme yönetime ait birer olgu olarak görülen toplam
kalite yönetimi, vizyon yönetimi, öğrenen örgütler, zaman yönetimi ve performans
yönetiminin işletme yönetiminde başarılı bir şekilde uygulanması ve verimli sonuçlar
alınmasına bağlı olarak kamu yönetiminde de bunların uygulanmasına yönelik yeniden
yapılandırma süreci hız kazanmıştır (Aykaç vd., 2003: 161-162). “Özel ne yaparsa iyisini
yapar, kamu ne yaparsa kötüsünü yapar” temel düşüncesiyle özel sektörde kullanılan bir
takım teknik ve yöntemlerin kamu yönetiminde kullanılması da doğal karşılanmıştır. Bu
durum, değişen iç ve dış şartlara, yeniliklere, ihtiyaçlara, ekonomik ve sosyal gelişmelerle
birlikte kaliteli, hızlı, etkin ve verimli kamu hizmeti sunabilmek için reform çabalarında bir
zihniyet ve anlayış değişimini öngörmektedir.
Kısaca,1980’den sonraki dönemde birey, toplum ve devlet bağlamında birçok
kavram anlamını yitirmiştir. Bireylerin günlük yaşantıları başta olmak üzere devlet –
vatandaş ilişkisi, kamu kurumlarının, özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının yapısı,
işleyiş mekanizmaları, temel ilkeleri ve hizmet anlayışları tamamen değişmiştir. Buna
bağlı olarak da devletin rolü ve işlevleri reform tartışmalarının merkezine oturmuştur
(Güler, 1996: 8; Aksoy, 2004: 38; Güzelsarı, 2004: 95; Yılmaz, 2001: 4; Aktel, 2003: 63 –
64).
Geleneksel kamu yönetimi (public administration), piyasa ekonomisi temelinde
köklü bir evrimleşme geçirmiş ve bununla ilintili olarak da devletin toplumsal rolü ve
kamu hizmetlerinin niteliği hissedilir derecede değişmeye başlamıştır (Uluğ, 2004: 5).
Aynı şekilde 1970’lerin ikinci yarısında ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkisi altına alan mali
krizin aşılmasında o tarihe kadar devletin yeniden yapılandırılması bağlamında genel kabul
gören “idari reform” yaklaşımının da yetersizliği anlaşılmış ve yönetim alanında bir
Kamu yönetimi alanındaki bu pradigma değişimi, basit bir reform ya da yönetim tarzında
kısmi bir dönüşüm değil; yukarıda vurgulandığı gibi devletin yapısı, faaliyet alanı, toplum,
birey ve piyasa ilişkileri, hizmet yöntemleri, çalışanların rolü ve statülerinde kapsamlı ve
bütüncül bir yapılanma sürecini ifade etmektedir (Eryılmaz, 2004: 54-55). Bunun sonucu
olarak Dünya Bankasının, neo-liberalizmin “minimal devlet” söylemi yerine, “devletin
yeniden düzenlenmesi”, “girişimci devlet”, “piyasa – dostu devlet”, “yönetişim”, “kamu
yönetişimi” ve “etkin devlet” gibi kavramlar yine Dünya Bankası tarafından gündeme
getirilerek kamu yönetiminde reform tartışmalarının yönü değişmiştir.
Artık bu aşamadan sonra yönetişim, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticraet
Örgütü, Ekonomik ve Kalkınma İşbirliği Teşkilatı (OECD), Birleşmiş Milletlerin bazı
kuruluşları (UNDP) ve Avrupa Birliği kurumlarının resmi söylemleri arasında yerini
alarak, tüm reform programlarının genel çerçevesini ve içeriğini belirleyen bir rol
üstlenmiştir (Güzelsarı, 2004: 104 – 119 ve 2003: 17 – 30). Çünkü yönetişim devlet
yapısında köklü bir dönüşümün ifadesi olarak kabul edilmektedir. Bu kavramla birlikte
devletin ekonomi, siyaset, yönetim ve sosyal alanlardaki faaliyetleri ve etki alanları
yeniden tanımlanmakta ve “etkin devlet” kavramına ve bu bağlamda “güçlü devlete” vurgu
yapılmaktadır. Başka bir deyişle yönetişim ile birlikte devlete yeni bir anlam ve rol
yüklenmiştir.
Bu yapılanma ile başta devlet olmak üzere diğer aktörlerin rol ve işlevleri
yeniden tanımlanmakta; başka bir deyişle devletin küçültülmesi, faaliyet alanının
daraltılması, yerinden yönetimin ilkesine vurgu yapılarak devletin tek başına karar alma ve
uygulama gücünün çoklu aktörlere devri söz konusudur. Yönetişim bu özellikleri
bağlamında yönetim-siyaset ayrımını da ortadan kaldırmayı öngörmektedir denilebilir