• Sonuç bulunamadı

1.3. YABANCILAġMA KATEGORĠLERĠ ve YABANCILAġMAYA ĠLĠġKĠN

1.3.6. Alvin Toffler

YabancılaĢma ve insanın kendi öz değerlerinden uzaklaĢması konusunda etkili

yaklaĢımlardan bir diğeri de Alvin Toffler‟a aittir. Toffler‟ın görüĢleri özellikle geçicilik

ve kalıcılığın ölümü vurgularında Fromm‟un görüĢleri ile paralellik göstermektedir.

Toffler, özellikle modern dönemde artan yabancılaĢmanın kökeninde

kapitalizmle birlikte artan hız faktörünü ön plana çıkarmaktadır. Toffler, daha çok

hızlanan bir toplumsal zamandan bahsederek, hız, değiĢim, geçicilik ve buna bağlı

olarak ortaya çıkan gelecek korkusu, güvensizlik gibi faktörleri yabancılaĢmanın

temellerine yerleĢtirir. Ona göre sanayileĢme ile birlikte teknolojik geliĢim ve bunun

yarattığı hız kalıcılığı değil, geçiciliği ön plana çıkarmakta ve bu durum psikolojik bir

baskı yaratmaktadır.

Değişme hızı psikolojik bir baskı doğurur. Bireyin yaşamını sürdürebilmesi ve gelecek korkusuna kapılmaması için şimdi daha kolay uyum yapabilmesi gereklidir. Hızlanan bu süreç geçiciliği yaratmaktadır. İlişkilerin dönem hızı artmaktadır… Hızı artan bu değişme, uyum sorunları ortaya çıkarmaktadır. Çünkü değişme nedeniyle insan ilişkilerinde geçicilik ortaya çıkmakta, ilişkilerin dönüş hızı da artmaktadır… Bireyin bu baskıya dayanabilmesi, yani gelecek korkusundan uzak kalabilmesi için uyum yapma yeteneğini zorlaması gerekir.

Geçiciliğin […] görünümü insan ilişkilerinde belirginlik kazanmaktadır. Kent insanı çevresindeki insanlarla sınırlı ilişkiler kurar; bunlar belirli işlevleri olan ilişkilerdir. Çoğu kez karşımızdaki bireyin bütünüyle değil, onun sadece belli bir yönüyle ilgileniriz… İnsan ilişkilerinin parçalanması sonucu yabancılaşma artmaktadır… Geçicilik, bir yandan ilişkilerin çokluğu ve kesikliğinde, bir yandan artan mobilite ile birlikte daha çok sayıda ve gene aynı şekilde geçici ilişkiler kurulmasında, örgütlerde çalışanların sık sık yeni yerlere atanmasında, geçici personel istihdamında

da ortaya çıkmaktadır. Kısacası ilişkiler geçicidir, çabuk kurulmakta ve bozulmaktadır

(Tolan, 1980: 229, 230).

Bireyler hızla akan sosyal yaĢama uyum sağlarken sürekli yeni durumlar, yeni

iliĢkiler ve yeni seçimlerle karĢı karĢıya kalmaktadır. ĠliĢkilerin hayatı her yönden saran

hız faktöründen ötürü ömrü kısalırken, insanın, doğrulayıp onayladığı ya da hayatından

çıkarmak durumunda kaldığı birçok olay yaĢanmaktadır. Ġnsanın tüm bu değiĢim içinde

iliĢkilerinde kalıcılığı yakalaması ve içselleĢtirdiği değerlerle yaĢamaya çalıĢması

gittikçe daha zor olmaktadır.

Değişim, toplumda gürültüyle çağıldarken, inançlarımızla doğrular, kafamızdaki görüntülerle dayandıkları gerçekler arasındaki açıklık (uçurum) gittikçe genişlemektedir…

Gittikçe daha hızlı akan durumlar, bir durumdan diğer duruma yönelttiğimiz, karmaşık, dikkat yoğunlaştırıcı mekanizmamızdan daha çok çaba istemektedir. Sürekli olarak yeni durumlara yönelme zorunluluğu, sorunlara ve durumlara rahatça yaklaşma olanağını yok etmektedir… Her seferinde bir durum üzerine eğilebilecek yetenekte olan insanın, durumların hızlı akımı sonucu, oynaması gereken roller artmakta, yapmaya zorlandığı seçimler çoğalmakta, kısacası yaşamın tüm yapısı karmaşık bir hal almaktadır. Kişi çağdaş yaşamın karmaşıklığı içinde boğulma duygusuna kapılmaktadır

(Toffler, 1996a: 39).

İnsan organizmasının günümüz toplumlarının çığırından çıkmış hızına dayanıklı olup olmadığı bilim adamları tarafından araştırılmış ve çoğu, insanın yenilikleri benimseme yeteneğinin sınırlı olduğu sonucuna varmışlardır. İnsanın, hızlı değişikliklere uyum gösterebilse de, bu değişiklikleri gerçekten özümseyebilmesi için, yeni olaylarla geçmiş arasında bir ilişki kurabilmesi, yaşamının denetimini elinde tutabilmesi ve nereden gelip nereye gittiğinin durum değerlendirmesini yapabilmesi gerekmektedir. Oysa çağımız insanının bunu gerçekleştirebilmesi giderek güçleşmektedir. Böylesi hızlı bir değişim içinde, bazı toplumlarda bir kuşakta benimsenen değerler bir sonraki kuşakta tümden reddedilebilmektedir. Değişme hızı, insanları doğruyu yanlıştan ayırmalarına olanak bırakmadan karar vermeye zorlamaktadır. Dolayısıyla davranışlar çoğu kez geleceğe yönelik bir tasarının parçası olmaktan çok, o anda beklenmedik durumlara gösterilen yalın tepkilerden ileri

Toffler, hız faktörünün maddi yaĢamdaki görünümlerini ortaya sererken, bunun

manevi dünyalarımızda ve sosyal iliĢkilerimizde ciddi bir yıkımı ve patlamaya hazır

büyük olumsuz bir enerjiyi barındırdığını özellikle vurgular. Çünkü hız büyük bir

karmaĢıklıkla artarken bunun insan dünyasında yarattığı tahribat artmaktadır. Bununla

birlikte bu karmaĢıklık içerisinde Ģu an gerçekleĢmekte olandan çok daha büyük bir

tehdit mevcuttur. Ve tüm bunların temelinde para, hız ve karmaĢıklaĢan sistem yer

almaktadır.

Sürat sonucunda, para ile birlikte; kurumsal ilişkiler, planlar, insanlar da çok çabuk değişmeye başladı. Örneğin 1974‟de Amerikan reklam endüstrisinde, bir ajanstan diğerine nakledilen para miktarında % 26‟lık bir artış kaydedildi… İngiltere‟de iş bulmadan sorumlu bakanlık; işsizler listesine, her gün 300.000 ile 350.000 arasında insanın girip çıktığını bildiriyor. Bu rakamın toplam çalışan nüfusla karşılaştırıldığında, çok fazla olduğu görülür. Değişimin bu hızı, her kesimden insanı etkileyen, sinirli ve kısa süreli durumlar yaratıyor. Böyle bir durumda iki şey ortaya çıkar. Sistem çeşitlenmeden ötürü daha karmaşık hale gelir ve sistemin metabolik hızı çok artar. Bu iki faktörün birleşmesi ise –karmaşıklık ve hız- patlayıcı bir etkiye sahiptir

(Toffler, 1991: 36).

Toffler‟a göre sistemin içinde patlamaya hazır bu aĢırı yüklülük, karmaĢıklık ve

tüketim ile sosyal dünyamızı gittikçe saran bir Ģekilde biçimlendirmeye baĢlamıĢtır.

AĢırı yüklenme, geçicilik ve hızı da beraberinde getiren sistemle eklemlenirken bu

durum, insan dünyasına özgü temel değerleri yerle bir etmektedir.

Ona göre, iliĢkileri hızlıca tüketmek, kalıcı değerlerle ve iliĢkilerle yaĢamaya

çalıĢmayı güçleĢtirirken, bu durum Ģimdi hissedilir olan ve gelecekte iyice Ģekillenecek

olan bağlanma duygusunu daha fazla tahrib edecektir. Bağlanmadan kaçıĢ ve sürekli

devinime ayak uydurma ise kaçınılmaz olarak duyarsızlaĢmayı beraberinde getirecektir.

Ġnsan farkında olmadan hızla tüketmeyi, tükettiği her Ģeyi geride bırakmayı öğrenmekte

ve belli değerlere yaĢamı boyunca sarılmayı gereksiz görerek unutmaktadır. Toffler‟a

göre bu durum nesnelerle iliĢkilerimizdeki değiĢimden baĢlayarak sosyal iliĢkilerimize

kadar sızmaya baĢlamıĢtır.

İnsan yapısı nesneler bireyin bilincine girmekte, onu renklendirmektedir… Nesneler yalnızca yararlı işlerden ötürü değil, psikolojik etkileri açısından da büyük

önem taşımaktadırlar… Nesneler süreklilik ya da süreksizlikle ilgili duygularımızı etkilemekte, durumların yapısı üzerinde etken olmaktadırlar… Nesnelere karşı takındığımız tavırlar, temel değer yargılarımızı da yansıtır. Yeni geliştirilmiş modellere sahip olmak uğruna eski Barbie bebeklerini seve seve elden çıkaran yeni kuşak kız çocuklarıyla, bir çocukluk boyu tek bebeğe sevecenlikle sıkı sıkı sarılıp parçalanıncaya kadar saklayan anneleri ve büyük anneleri arasındaki farktan daha dramatik bir gerçek

bulunamaz

(Toffler, 1996b: 51).

Toffler, ekonominin iĢleyiĢi ile teknolojik üretimin yaĢamımızda yarattığı

değiĢimin değerlerimizi de etkilediğini vurgulamaktadır. Ona göre yeni dönemde bir

ürünü onarıp dayanıklılığını arttırmak yerine onu hayatımızdan çıkararak yerine yenisini

koymak, çok daha kolaydır, aynı zamanda bu durum bir zenginlik belirtisidir. Bir

Ģeyleri değiĢtirmek daha güzel ve daha konforlu diğerine yönelmek, elde bulunanı

kullanmaya direnmekten çok daha büyük bir zenginlik ve saygınlık göstergesi

olmaktadır. Kendini eskisi ile sınırlamak ya da eski eĢyayı onararak kullanmaya devam

etmek yerine, yenisini elde etmek toplumdaki dikey hareketliliğin de bir belirtisidir.

Toplumda saygınlık kazanmanın yolu maddi olanakları ile öne çıkma, yükselen değer

de para ve parayla elde edilen yeni nesneler olunca, nesnelerle iliĢkilerde gözlenen

iĢlevsellik, insanlar arası iliĢkilerin de yozlaĢmasını beraberinde getirmektedir.

Dolayısıyla hayatımızdaki nesnelerin yeniliğine ve Ģekline göre Ģekillenmeye baĢlayan

değerlerimiz zamanla insan iliĢkilerimizi de biçimlendirmeye baĢlamaktadır.

Bilinçli ya da bilinçsiz olarak çoğu insanlarla olan ilişkimizi, işlevi açısından tanımlarız […] Ayakkabı satıcısının evdeki sorunları ya da umutları, düşleri ve sıkıntılarıyla ilgilenmediğimiz sürece o, bizim için aynı yeterlikteki ayakkabı satıcısıyla değiş tokuş edilebilecek bir kişidir. Gerçekte modüler kuralını insan ilişkilerine uygulamaktayız. Elden çıkarılabilir insanı yaratmış durumdayız. Bu kişi “Modüler İnsan”dır. İnsanın tümüyle uğraşacağımıza, onun kişiliğinin modülüyle ilişki

kurmaktayız

(Toffler, 1996c: 86).

Ġnsanın daha çok maddi temelle ve iĢlevsel mantıkla kurduğu iliĢkiler, daha

mekanik ve duygulardan daha arınık bir sosyal örüntü yaratmakta, kent yaĢamında birey

bu duruma ayak uydurmaya çalıĢırken devinim içinde bu iliĢkileri tekrar üretmektedir.

Bunun en temel nedenini teknoloji ve teknolojinin hayatımıza kattığı hızla açıklayan

Toffler, ekonomik değiĢimin geçiciliği zorunlu kılmasının iliĢkileri yapaylaĢtırdığını

savunmaktadır.

Toffler, mekanikleĢen ve yabancılaĢan sosyal iliĢkilerin temelinde hız faktörünü

ele alırken bunu sadece kapitalist döneme özgü bir süreç olarak değerlendirmez. Bu

durum insanlığın sanayileĢme süreci ile baĢlayan ancak çok hızlı bir üretime ve en az

onun kadar hızlı bir tüketim sürecine giren modern dönemin gerçekliğidir. Zaten

denemesi yapılan sosyalist ülkelerde de karĢımıza çıkmaktadır. Sosyalist veya kapitalist

olsun Toffler‟a göre sanayileĢmeye bağlı hızlı üretim ve hızlı tüketimin gerçekleĢtiği

her yerde benzer durumları görmek mümkündür. Çünkü üretim ve tüketim sanayi

dönemi ile birlikte keskin bir Ģekilde birbirinden ayrılmıĢ ve teknoloji ile süreç

muazzam bir hız kazanmıĢtır.

Amerika‟da tüketimci akımın gelişmesi, Polonya‟da hükümet kararıyla fiyatların yükseltilmesi karşısındaki ayaklanmalar, İngiltere‟de fiyatlar ve gelir politikasıyla ilgili sonu gelmez tartışmalar, Sovyetler Birliğinde ağır sanayiye mi yoksa tüketim malları üretimine mi öncelik tanınması konusundaki ideolojik mücadeleler, sosyalist olsun, kapitalist olsun bütün toplumlarda üretimle tüketimin birbirinden kopmasının neden olduğu asıl büyük çekişmenin görüntüleridir.

Bu bölünme yalnız politikayı değil, kültürü de etkilemiştir, çünkü aynı zamanda tarihin varsa yoksa para diye düşünen, ticarileşmiş, en hesabi uygarlığını da yaratmıştır… Kişisel ilişkiler, aile bağları, sevgi, dostluk, komşuluk, yerel topluluklara duyulan bağlılıklar […] Artık bütün bunlar ticari çıkar hesaplarıyla kirlenmiştir.

İnsanlar arası ilişkilerin insancıl olmaktan uzaklaştığını iyi teşhis eden Marx, bundan ötürü kapitalizmi suçlarken yanılıyordu. Kuşkusuz, sanayi toplumunu sadece kapitalist şekliyle gözlemleyebileceği bir çağda yazıyordu. Ama şimdi sosyalizme ya da en azından devlet sosyalizmine dayalı sanayi toplumuyla ilgili elli yıllık gözlemlerimiz var ve artık biliyoruz ki, her şeyi elde etmek için o saldırgan telaş, o ticari ahlaksızlık bütün insan ilişkilerini katı ekonomik ölçülere indirgemek sadece kar sisteminin

tekelinde değildir

(Toffler, 1981: 68).

Üretim ile tüketimin keskin bir Ģekilde ayrılması ve kar mantığı ile iĢleyen bir

yaĢam organizasyonu sadece ekonomik iliĢkilerde değil sosyal iliĢkilerde de

gözlenebilecek etkiler yaratır. Özellikle insanın manevi dünyasında ve yakın

iliĢkilerinde gözlenebilecek durumlar ortaya çıkarmıĢtır. Söz konusu durumlar Toffler‟a

göre (ekonomik modeli kapitalist ya da sosyalist olsun) neredeyse her toplum yapısında

bireyler, kâr odaklı ve hesaplı düĢünen, duygularından çok akıllarıyla tepki gösteren,

çıkarlarıyla doğru orantılı iliĢkiler kurarak bu yönde davranma eğilimi içindedirler.

Siteme eklemlenen hız da devreye girdiğinde insan iliĢkilerinde yozlaĢma ve

yabancılaĢma kaçınılmaz olmaktadır.

Toffler‟a göre modern dönemdeki, üretim ve tüketimin piyasa odaklı bu kesin

ayrımı modernizmin sağlıksız bireyini de yaratmıĢtır. Çünkü birey bu karıĢıklık,

bölünmüĢlük ve hız süreci içinde rol çatıĢması yaĢayabilmekte veya kimlik karmaĢası

içinde girmektedir.

Üretimle tüketimin, sanayi ya da ikinci dalga toplumlarının tanımlayıcı bir özelliği haline gelen bu kopukluğu ruhumuzu kişilik hakkındaki görüşlerimizi bile etkilemiştir. Davranış bir dizi alışveriş biçiminde görülmeye başlanmıştır[…]

Tüketicilik ve üreticilik rolleri arasındaki bu ayırım, aynı zamanda kişiliği de ikiye bölmüştür. Aynı insana ailesi, okulu, patronu zevklerine tabi olmamasını, itidalli, disiplinli olmasını, ekip çalışması yapmasını öğretirken, öte yandan da tüketici olarak zevklerini hemen tatmin etmesi, hesabi olmayı bırakması, disiplinli olmaktan vazgeçmesi… Kısacası büsbütün başka bir insan olması öğretilmektedir. Özellikle Batıda reklamcılık tüm gücüyle tüketiciliğe göre ayarlanmış olup, tüketiciyi borç almaya, borçlanmaya, aklına geleni satın almaya, “Şimdi uç, sonra öde” formülünü benimsemeye ve bütün bunları ekonominin çarklarının dönmesini sağlayarak, ülkesine

hizmet olarak yapmaya teşvik etmektedir

(Toffler, 1981: 69, 70).

Toffler‟ın geçicilik ve hız faktörünün, insanın kendi iliĢkilerine ve değerlerine

yabancılaĢması arasında kurduğu iliĢkiyi, benzer Ģekilde dile getiren Simmel‟e göre en

az hız faktörü kadar para da, bu süreçte çok büyük rol oynamaktadır. Simmel, kent

yaĢamının karmaĢıklığı içinde, hız faktörünün insanda yarattığı güvensizlik kadar,

paranın toplumda yükselen bir değer olarak, iliĢkileri daha yüzeysel kılması olgusuna,

insanın öz değerlerinde ve iliĢkilerinde yarattığı yabancılaĢmaya dikkat çekmektedir.