• Sonuç bulunamadı

kumandasındaki Kıpçak kuvvetleri, Don ve Dinyeper Havzası’nda darmadağın olmuş ve kaçabilenler Macaristan’a sığınmışlardır (1239). Kıpçakların büyük bir kısmı Moğol istilâsı sırasında İtil Bulgarlarının topraklarındaki ormanlık sahaya gitmişlerdir. Bu olay, eski İtil Bulgar yurdunun büsbütün Kıpçaklaşmasında büyük rol oynamıştır. Kıpçak ülkesi Moğol istilâsına uğrayıp bölgede Altın Orda Devleti’nin kurulmasından sonra da (1241) Kıpçakların hiçbir rolü ve kuvveti kalmamıştır. Ancak Kıpçakların bölgedeki hâkimiyeti sona erse bile, Moğolların İslamiyet’i kabul etmelerinde etkin rol oynamaları ve Altın Orda sonrası hanlıklar tarihinde bile bürokraside daima en yüksek makamlarda yer almaları, bu bölgedeki Moğolların Türkleşmesinde büyük bir rol oynamıştır. Bu sebeple de bölgeye gelen seyyahlar, bölgeyi bir Türk yurdu, hanlığı da bir Türk hanlığı olarak değerlendirmişlerdir. 26

1.3. Altın Orda Devleti

En kısa tanımıyla Altın Orda Hanlığı, 1241-1502 yılları arasında Deşt-i Kıpçak’ta hüküm süren bir Türk-Moğol devletidir. Orda Moğolca “çadır, otağ” manasına gelmektedir. Devletin kurucusu Batu Han’ın ak otağının üst kısmının altın yaldızlı olması sebebiyle bu devlete Altın Orda veya Ak Orda denmiştir.27

Cengiz Han’ın 1227’de ölümünden sonra yerine geçen Ogeday zamanında karar verilen batı seferi, 1237-1241 yılları arasında sürmüş, seferleri yürüten Cengiz’in torunu olan Batu (Sayın) Han, bir Türk kavmi olan Kumanlar üzerine yürüyerek onları dağıtmıştır.28

Çağatay Han ve Ogeday Kağan’ın 1241 yılında birbiri ardına ölmeleri üzerine Cengiz’in torunları arasında en yaşlı ve itibarlı kişi durumuna geçen Batu Han, daha rahat hareket etme imkânına sahip olmuş, böylece İrtiş boyundan Aral Gölü’nün kuzeyindeki yerler de dâhil olmak üzere Kama, İtil Havzası, Özü Boyu ve Turla bölgesine kadar uzanan geniş bir sahada, merkezi Saray şehri olan Altın Orda Devleti’ni kurmuştur. Bu devletin teşkilâtı, Cengiz Han’ın yasası ile Türk töresinin ortak esaslarına göre tespit edilmekle beraber,

26 Lazslo Rasonyi, Tuna Köprüleri, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1984, s.98-100.

27 Mustafa Kafalı Makaleler, C:1-2, Haz. Edip Semih Yalçın, Süleyman Özbek, Berikan Yayınevi, Ankara 2005, s.81.

12

idare altına alınan yerlerin mahallî birçok hususiyetleri de göz önünde tutulmuş ve bu esaslar bilhassa Batu Han zamanında başarıyla uygulanmıştır.29

Batu Han’ın oğullarının ölmesi üzerine kardeşi Berke, han olmuştur. Daha önce Müslümanlığı kabul eden Berke-Han, İlhanlı Hakanı Abaka Han ile yaptığı savaşta yenilgiye uğramış ve dönüş sırasında hastalanarak 1266 yılı başlarında vefat etmiştir.30 Berke-Han’dan sonra Altın Orda’nın başına geçen Müngge-Timur (1266-1280), devletin bütünlüğünü korumaya çalıştıysa da yerine geçen Tuda Mengü Han zamanında (1280-1287) ve bundan sonraki yirmi beş yıllık süre, Altın Orda’nın ilk fetret devri olmuştur.31 Neyse ki fetret devrinin XIV. yüzyılın başlarından sona ermesiyle başa geçen Özbek Han (1315-1341) ile Can-ı Bek Han’ın (1342-1357) saltanatları döneminde Altın Orda’nın bütünlüğü yeniden sağlanmıştır. Keza ilerleyen yıllarda Özbek Han döneminde İslamiyet’in tam olarak bölgeye yerleşmesinin yanı sıra, Özbek Han dönemi, İbn Battuta tarafından dönemin yedi büyük hükümdarları arasında gösterilebilecek kadar parlak bir dönem olmuştur.32 Ancak Berdi-Bek Han’ın (1357-1359) başa geçmesiyle beraber Altın Orda yeniden bir karışıklık devrine girmiştir.33 Altın Orda’nın batısında bu gelişmeler olurken, doğuda Timur Devleti kurulmuştur. Timur, Altın Orda’nın başına yeni geçmiş olan Toktamış Han’ı (1379-1396) destekleyerek duruma tamamen hâkim olmasını sağlamışsa da bu iki Müslüman devletin araları Azerbaycan meselesi yüzünden açılmıştır.34 Netice olarak Timur, Altın Orda’ya karşı sefere çıkarak, Toktamış Han’ı önce 1391’de Kundurça’da, sonra 1395’te de Terek’te büyük bir yenilgiye uğratmıştır. Bu yenilgilerden sonra da Altın Orda Hanlığı hızla parçalanmaya başlamıştır. Bundan sonra sırasıyla Timur Kutluk (1396-1400), ve Edige Mirza yönetimi ele geçirerek 1419’a kadar devleti idare etmişlerdir. Daha sonra başa geçen Uluğ Muhammed Han (1419-1422) ise, saltanat mücadelesine girmiş olan prensler tarafından tahttan indirilmiştir.35 Bundan sonra Altın Orda Hanlığı’nı ele geçiren Küçük Muhammed Han’ın (1427-1445) onu takip

29 Mustafa Kafalı, 2009, s.43.

30 İsenbike Togan, “Çinggis Han ve Moğollar”, Genel Türk Tarihi Ansiklopedisi, C:5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.31.

31 Uli Schamiloglu, “Altın Orda”, Türkler Ansiklopedisi, C:8, Çev: Bülent Keneş, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.415-6.

32 İbn Battuta Seyahatnamesi, Çev: Said Aykut, YKY Yayınları, İstanbul 2005, s.320.

33 Mustafa Kafalı, 1976, s.85-7.

34 Age, s.107.

13

ettirmesi üzerine, Uluğ Muhammed kuzeye giderek orada Kazan Hanlığı’nı kurmuştur. Küçük Muhammed Han böylece tamamen Altın Orda Devleti’nin hâkimi olmuştur.36

Küçük Muhammed Han’ın ölümünden sonra ise yerine geçen Seyid Ahmet Han (1445-1465), Altın Orda’yı eski parlak günlerine döndürmek amacıyla giriştiği mücadelelerde bir sonuç alamamıştır. Seyid Ahmet’den sonra Ahmet Han da (1465-1481) mücadeleyi sürdürmüş, yerine geçen oğlu Şeyh Ahmed Han (1481-1502), ise dirayetsiz bir hükümdar olduğu için, memleketi içine düştüğü buhrandan kurtaramamıştır. Taht mücadelesine giren prenslerin artması ve bunlar arasındaki rekabet, zaten ağır darbeler yemiş olan devletin parçalanmasına yol açmıştır. Böylece Altın Orda toprakları üzerinde daha önce kurulan Kırım, Kazan ve Nogay hanlıklarından başka Astrahan ve Sibir hanlıkları da ortaya çıkmıştır.37

36 Mustafa Kafalı, 1976, s.31-2.

14

BÖLÜM II

13.- 15. YÜZYILLARDA DEŞT-İ KIPÇAK SAHASINI ZİYARET

EDEN SEYYAHLAR

13.-15. yüzyıllarda, Deşt-i Kıpçak sahasını pek çok seyyah ziyaret etmiştir. Bunlar arasında başta İbn Battuta olmak üzere, Plano Carpini, Ruysbroeckli Willem, Ambrogio Contarini, Pero Tafur ve Josaphat Barbaro dikkat çekici gözlemlerde bulunmuşlardır. Belirtilen yüzyıllardan önce ise, Ratisbon’lu Petachia da Deşt-i Kıpçak’tan geçmiş ve bu bölge hakkındaki gözlemlerini not etmiştir. Meşhur gezginler Marko Polo ve Ruy Gonzales de Clavijo ise 15. yüzyılda, başka ülkeler görme isteğiyle yollar kat ederken, Deşt-i Kıpçak’a yakın bölgelerden geçmişler ve kıymete değer notlar almışlardır. Bundan başka Clavijo’nun dönemine yakın olmakla birlikte, bir başka dikkat çekici bilgiler veren seyyah Johannes Schiltberger olmuştur. Zira Ankara Savaşı sırasında esir düşüp, Kumanlarla ilgili gördüklerini ve duyduklarını anlatan Schiltberger’in aktardığı bilgiler, diğer seyyahlarımızın gözlemleriyle oldukça benzerlik arz etmektedir. Son olarak Simon de Saint Quentin de Deşt-i Kıpçak sahasına gelmiş ve Plano Carpini ile aynı yıl Deşt-i Kıpçak’ta bulunmuştur. Quentin’in eseri, tam olarak seyahatname niteliğinde olmasa da, raporunda bölge halkı hakkında verdiği bilgiler oldukça dikkat çekicidir.

Seyyahların verdiği bilgiler noktasında bilinmesi gereken bir husus vardır ki, bu da, Batu ile beraber Deşt-i Kıpçak'a önemli bir Moğol kitlesinin geldiği ve konar-göçer halk arasında Moğolların çokluğu teşkil ettiği düşüncesidir. Ancak bilindiği gibi, Moğolların esas kitlesi Moğolistan'da kalmıştır. Bu durum karşısında da Kıpçak bozkırlarının Moğollaşmasından söz edilemeyeceği tabiidir.38 Keza, Güneydoğu Avrupa'da eski Türk unsurlarının kuvvetli oldukları, Kıpçakların Deşt-i Kıpçak'ta esas konar-göçer kitleyi teşkil

15

ettikleri el-Ömeri'nin aşağıdaki ifadesinden anlaşılmaktadır: “Bu devlet (Altın Orda) eskiden Kıpçakların yurdu idi. Lakin Tatarlar tarafından işgal edilince, Kıpçaklar onlara tabi oldular. Sonra Tatarlar Kıpçaklarla karıştılar ve akraba oldular. Toprak, Tatarların tabiat ve soylarına galip geldi. Tatarlar tamamıyla Kıpçaklaştılar. Çünkü Moğollar Kıpçak topraklarına yerleştiler ve onlardan kız aldılar ve Kıpçakların yurtlarında kaldılar.”39 Bu Türkleşmenin ne derece süratli olduğunu, XIV. yüzyılda Altın Orda’da Moğolca yerine Türkçe edebi bir dilin teşekkül etmesinden de anlayabiliriz.40

Sonuç olarak, Altın Orda Devleti’ndeki bu etnik kaynaşmadan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz ki, adı geçen devletin kurulduğu ve yükseldiği yıllarda, Deşt-i Kıpçak’ı ziyaret eden seyyahlardan özellikle Plano Carpini, Ruysbroeckli Willem ve Simon de Saint Quentin, aktardıkları gözlemlerinin her ne kadar Moğollara dair olduklarını söyleseler de, bölgenin etnik çoğunluğunu oluşturması dolayısıyla bu gözlemlerin Kıpçaklar yani Türkler için de geçerli olduğu kanaatindeyiz.