Almanya Türklerinin Alman Toplumu ve Medyasındaki Konumu
Burak GÜMÜŞ Özet
Çalışmanın merkezinde 11 Eylül terör saldırıların yarattığı İslamofobi iklimi ele alınacaktır. Zaten doksanlı yıllardan itibaren artan işsizlik ve yabancı düşmanlığı nedeniyle sıkıntı yaşayan göçmen Türklerin özellikle 11 Eylül sonrası Almanyasıʹndaki toplum ve medyadaki konumu irdelenecektir.
İslam dinine mensup ve/veya Türkiye kökenli Almanyaʹdaki göçmenlerin 11 Eylülʹe kadar daha az zan altında tutulduğu iddia edilmektedir. Çünkü o döneme kadar Almanyaʹda mevcut olan Nazi karşıtı söylem, yabancı düşmanı tutumların hareket alanını oldukça daraltmıştır. Göçmenlerin lehinde olan bu durum, New Yorkʹtaki saldırılar sonrası hızla ortaya çıkan İslamofobi nedeniyle tamamen değişmiştir. Çünkü 2001ʹe kadar süre gelen uyum söylemi, İslam ve terör birlikteliği algısı nedeniyle milli güvenlik söylemine dönüşmüştür. Bunun sonucu olarak Nazi karşıtı bir tutumdan hareketle yoğun olarak korunan göçmenlere karşı yönelen saldırılar, yeni islamofobik iklim içerisinde tanımlanan güvenlik ve uyum söylemiyle daha kolay göz ardı edilebilmiştir. Bu yeni ortam aynı zamanda göçmen aleyhtarı tutumların daha da artmasını sağlamıştır.
Zusammenfassung
Im Rahmen dieser Arbeit wird das islamophobische Klima behandelt, das durch die terroristischen Angriffe vom 11. September geschaffen wurde. Die Situation der türkischen Migranten nach dem 11. September in der deutschen Gesellschaft und den Medien besprochen, zumal diese bereits schon ab 1990er Jahren wegen zunehmender Arbeitslosigkeit und Fremdenfeindlichkeit Probleme hatten.
Es wird behauptet, dass Migranten in Deutschland mit muslimischer bzw. türkischer Herkunft bis zum 11. September weniger verdächtigt wurden. Denn nicht zuletzt aufgrund des bis dahin in Deutschland verbreiteten antinazistischen Diskurses hatten die fremdenfeindlichen Haltungen wenig Chance, sich zu weiter entfalten. Diese Situation, die zum Vorteil der Migranten war, änderte sich gänzlich wegen der Islamophobie schlagartig, die nach den Anschlägen in New York entstanden war. Denn der Integrations‐Diskurs, wie dieser bis 2001 galt, mündete nicht zuletzt durch das wahrgenommene Zusammenfallen des Islam und des Terrors in einen nationalen Si‐
cherheits‐Diskurs. Infolgedessen wurden die Angriffe gegen die Migranten, die bis dahin aus einer antinazistischen Haltung heraus besonders abgewehrt wurden, konnten aufgrund des neuen In‐
tegrations‐ und Sicherheits‐Diskurses, der in einem islamophobischen Klima definiert wurde, leichter übersehen. Diese neue Situation begünstigte zugleich, dass sich migrantenfeindliche Hal‐
tungen immer mehr verbreiten konnten.
98
Giriş
Başlangıçta kalmayacakları kesin olarak gözüken ve o dönem Türk ʺmi‐
safir işçilerʺin Almanya’ya gelişlerinin 50. Yıldönümü, ʺGöçtürklerʺin (Zafer Özcan, 19.03.2012) azınlık konumunun değerlendirilmesi için bir fırsat teşkil etmektedir (http://www.50jahre‐migration‐tuerkei.de/). On‐
ların Almanyaʹda uzun vadeli kalıcı göçmen olacaklarının meydana çıkması ile birlikte, tartışmalı bir uyum polemiği başlayıp ve 11 Eylül terörist saldırılarının 10. Yıldönümüʹnde misafir işçilerin Müslüman göçmenlere dönüş(türül)en ʺmisafir işçilerʺin sorunlu durumu hakkın‐
daki ʺSarrazin tartışmasıʺ olarak olumsuz bir doruğa ulaşmıştır. Bu durumu anlamak için Almanyaʹda göçmenlere karşı hâkim olan genel ortamın hem 11 Eylül saldırıları önceki hem de sonraki halini irdelemek gerekmektedir.
11 Eylül Öncesi: Müslüman Göçmenlerin ötekileşmesi ve Alman tarihinin rolü
Sosyal prestij, bir şahıs ya da grubun çevrelerindeki konumudur. Üst konumdaki aktörlerin meşru kabul edilip kıt kaynakları elde etmeleri veya bu kaynaklara ulaşabilmeleri için onlara kolaylık sağlanması ʺdo‐
ğalʺ karşılanır. Alt konumdaki aktörler gayri meşru algılanıp, öteki‐
leş(tiril)irler, kıt kaynaklara ulaşmaları ʺhoşʺ karşılanmaz. Almanyalı Türklerin çoğu kırsal kesimden gelmesi, düşük gelirli ailelerden oluş‐
ması, alt kademe verimsiz meslek gruplarına dahil olmaları, başarı ve rekabeti hedeflemiş Alman toplumunda onların meslek, gelir, eğitim, iş, konut, çalışma güvencesi gibi alanlarda olumlu sayılamayacak yerleri elde etmelerine neden olmuştur.
Onların ʺgeri kalmışʺ diye damgalanması çöpçülük veya temizleyi‐
cilik gibi meslek gruplarına dâhil olmasından kaynaklanmaktadır (Nuscheler 1995: 114). Eğitim, meslek ve gelirin insanların sosyal presti‐
jini ölçmek için kullanıldığı performansa odaklı Alman toplumunda onların kültürel olarak ʺgeri kalmışʺ diye damgalanması, bu düşük sosyo‐ekonomik konumlarının sonucudur. Alman toplumu, Türk göç‐
menlerin başarısızlığının nedenlerini etnik, dinsel ve kültürel kökenle‐
rine bağlamaktadır (Birsl/ Ottens/Sturhan, 1999: 56‐57).
99
Böylece etnik ve/veya dinsel köken ile sosyal prestij arasında bir sebep sonuç ilişkisi kurgulanmaktadır. 1990 yılında Almanya Federal Cumhuriyeti ve Almanya Demokratik Cumhuriyetiʹnin birleşmesi ar‐
dından batılı kapitalist ve doğulu sosyalist biçimde toplumsallaşmış Almanların arasındaki farklılıkları gölgelemek için ortak dil, kültür, tarih ve köken gibi unsurların ortaklık ve birliktelik duygusunu pekiş‐
tirmek için yüceltilmeleri, bu kriterlere göre dahil olmayan en büyük azınlık grubu olan (Müslüman) Türklerin daha fazla ötekileşmelerine yol açmıştır (Alber 1994: 339), çünkü onlar Alman kökenli değillerdi.
Aynı zamanda Avrupa Birliği sürecinde ʺBarış Projesiʺ (Kaya/Kentel 2005: 1), insan haklarının evrenselliği konsepti, refah ve ortak tarih gibi değer ve hedeflerin ön plana alınmasıyla ʺbiz çağdaş Avrupalılarʺ ve ötekileş(tiril)meye maruz bırakılan ʺİslam Dünyasıʺ ve dolayısıyla Av‐
rupaʹdaki ʺMüslüman göçmenlerʺ arasında bir (s)empati sınırı yaratıl‐
mıştır. Böylece bu (s)empati sınırın ötesinde genelde ʺMedeniyetler Çatışmasıʺnda (Huntington, 1996) Müslüman olan Türk, Arap ve Acem‐
ler yer almaktadırlar (Fuchs 1993: 7). Bundan yola çıkarak, kültüralist bakışla, Avrupa ve İslam Dünyası (ve böylece Türkler) arasında kültürel ve değersel bağdaşmazlık varsayımı konusu tazelenerek yeniden üre‐
tilmektedir.
1990ʹlı yıllarda Mölln ve Solingen kasabaları gibi Türklerin oturdu‐
ğu binaların aşırı sağcılarca kundaklanması bu etnisist‐kültürelci yakla‐
şımının bir sonucudur.
Irkçılığının ivme kazanmasıyla beraber Almanya Türkleri kendi kimliklerini dış dünyaya gösteren ve Alman milliyetçiliğini dengeleme‐
ye çalışan ay yıldızlı veya başka sembollü kolye taşımaya başladıkları görülmektedir. Ayrıca kendileri bu sefer Almanları dışlayarak kendi aralarında sosyal ilişki kurmaya başlamışlardır. Bu olaylar Alman top‐
lumu ile uyum içinde, hatta asimile olmuş Almanya Türklerinin yeni‐
den kültürel uyanışına neden olmuştur. Kendilerini Almanya ve/veya Batıʹdan sıyırıp yeniden keşfeden Almanya Türkleri, bu sefer Türkiyeʹ‐
nin iç meselesi haline gelen etnik, dinsel, siyasal ve mezhepsel çelişkiler içinde bulmaya başlamışlardır. Böylece Alman toplumundan dışlanan ve de kendilerini dışlayan göçmen Türkler, kendi aralarında sağcı‐solcu,
100
Türk‐Kürt, Alevi‐Sünni, laik‐dinci eksenlere göre çeşitli ve birbirlerine zıt fraksiyonlara göre bölünmüştür (Atılgan, 2002: 115‐135).
Fakat ʺAlmanyaʹnın kendine özgü tarihiʺ (ʺbesondere deutsche Vergangenheitʺ) Türk göçmenlere karşı geniş çaplı olumsuzlukları engel‐
lemiştir. Yahudi Soykırımı Holokost, nice Almanları kendi tarih ve mil‐
letinden utanır hale getirmiştir. Hala İkinci Dünya Harbiʹnden 66 yıl sonra bile Alman toplumsal hafızasında ayakta tutulmaktadır: Nazi dönemi çeşitli bilimsel araştırmalar, diziler, sinema filmleri, müzeler, akademik camiada tartışmalar, sağ kurtulanlar veya ölenlerden yakınla‐
rına tazminat hakkındaki tartışmalar, kitaplar ve araştırmaların ana konusudur. Hakikaten Almanya kendi tarihiyle hesaplaşmaktadır.
Holokost Alman devlet ve milleti tarafından o kadar içselleştirildi ki, Yahudi Soykırımıʹnın inkârı hem hukuki bir suç hem de toplumsal bir sapkınlık örneği teşkil etmektedir. Hem devletin hem de Nazi karşıtı yetiş(tiril)miş Alman toplumun cezalandırdığı bir suç ve sapkınlıktır bu.
Bu durum aşırı sağcıların devlet ve millet tarafından hemen ve en ağır biçimde cezalandırılmasının nedenidir. Sadece Naziler değil, aynı za‐
manda sürçülisan yapan veya yanlış anlaşılan tüm eylem ve söylemler cezaya maruz bırakılmaktadır. Kolektif travma ve bellek hakkında araş‐
tırmaları bulunan toplumbilimci Bernhard Giesenʹe göre Holokost ʺAl‐
man kimliğinin travmatik temelini oluşturmaktadırʺ (Giesen, 2004: 47).
Bu noktadan yola çıkılırsa Türklerin Almanyaʹdaki varlığını eleştiren Almanlar kendilerinin Nazi olarak damgalanıp marjinalleştirlmeye maruz bırakılma tehlikesini göze alarak yapmıştır. Bu durum da Türk göçmenlere karşı bir şey yapmaktan Almanları caydırmıştır (Gümüş, 2007: 123‐124).
Bu Almanyaʹdaki Türk azınlığını korunması için elverişli durum, İslamcı tehditin çoğalması ve 11 Eylül saldırıları sonucu tamamen de‐
ğişmiştir. Artık Almanlar milliyetçi söylemle değil de, ulusal güvenlik söylemi dahilinde İslam ve göçmen karşıtı konuşma ve eylemlere giri‐
şebilme olanağına kavuşmuştur.
İslamcı tehdidi dengelemek için kontr terör söylemi içinde Alman‐
lar artık Müslümanlara dönüştürülen Türk göçmenlere karşı eylemleri Nazi olarak damgalanmaksızın gerçekleştirebilmektedirler. Alman
101
medyası kamu güvenliği asayiş olaylarına karışarak tehdit eden ve sos‐
yal sağlık ve güvenlik kurumlarında yük olarak sayılan Türk ve Müs‐
lümanların olumsuz imajına nefret söylemiyle katkıda bulunmaktadır (Geißler, 2010: 11).
11 Eylül öncesi Alman medyasının rolü
Alman medyası genelde yabancıları olumsuz bir konumda gösterip onların olumsuz imajını haber ve manşetlerle dolaşıma sokup yeniden üretmektedir. Bu durum 1960ʹlı yıllardan bugüne süregelmektedir. 1972 yılında yapılan bir gazete içerik analizine göre, olumsuz haberlerin teh‐
likelerine dikkat çekilmiştir (Delgado, 1972). Alman medyasındaki bu trend içerik analizleri tarafından doğrulanmıştır. Ayrıca ʺiyiʺ ve sevilen ve ʺkötüʺ sevilmeyen ülkelerden gelen yabancılar arasında ayrım ya‐
pılmaktadır. Bu prensibe göre, kötü sayılan yabancılar hakkındaki ha‐
berlere öncelik verilmektedir (Ruhrmann/Demren, 2000). Klaus Merten, Georg Ruhrmann ve diğerleri 1986 yılında çeşitli günlük ve haftalık Alman gazetelerinde yaptıkları içerik analizlerinde, yabancılar hakkın‐
daki haberlerin genelde olumsuzluk derecesine göre yayımlandığını tespit ettiler (Merten/Ruhrmann vd., 1986). Alman medyası, yabancıları genelde suç haberleriyle beraber yayımlamaya meyilli olmaktadır.
Alman medyası, bu bağlamda düşük olan Alman suçlular istatisti‐
ğini ve yabancı suçlular istatistiğini birbirleriyle mukayese ederse, ya‐
bancıların Almanlardan fazla suç işlediğine dair yanlış bir kanıya vara‐
bilmektedir. Suç istatistiği, suçluların kendi nüfuslarıyla karşılaştırılma‐
sı sonucu meydana gelen orandan ibarettir. Alman devleti, Alman va‐
tandaşları ve yabancılar için ayrı ayrı polisiye olaylar istatistiği tutmak‐
tadır. Bu arada yabancı sayıların yegâne ortak özelliği, Alman pasapor‐
tu sahibi olmamaktır. Bu durum, gurbetçiler mülteci, turistler, yabancı ülke temsilciliklerinde çalışanlar ve yabancı askerler için de geçerlidir.
Böylece bu gruplara ait herhangi biri bir suç işlerse, Alman olmayanla‐
rın suç istatistiğine yansıyacaktır. Ayrıca, Almanyaʹda yabancı yasasına göre, sadece ve sadece yabancıların çiğneyebileceği kanunlar vardır.
Onlardan biri süresi dolmuş pasaportunun geçerlilik durumuna dikkat etmezse, oturma hakkı otomatikman iptal edileceğinden illegal konu‐
muna düşer. Bu ʺsuçuʺ Almanlar tekniksel açıdan işleyememektedir.
102
Ayrıca, yabancıların suç istatistiği, Alman suç istatistiğine nazaran mahkemede hüküm giymiş, yani suçlu bulunmuş yabancılardan ziyade, sadece yabancı şüphelileri kapsamaktadır (Focus 6/1994: 70). Yani şüp‐
heli olarak gözaltına alınanlar, suçlu olsun veyahut olmasın, bu yabancı suçlular istatistiği tarafından kapsanmaktadır. Böylece yabancıların suç istatistiği Almanlarınkinden daha yüksek olabilir. Alman vatandaşı olup olmama kıyas kriteri olduğundan, suç işlemek zorunda kalanların mesleği, geliri ve eğitimi, yani sosyal tabakası önemsenmemektedir Alman medyasında. Hâlbuki alt tabaka mensupları, maddi neden‐
lerden dolayı asayiş olaylarına karı‐
şabilirler.
1980ʹli yılların başında genelde yabancılar hakkındaki haberlerin başında fazla göze çarpan ʺTürkler ve Kürtlerʺ (Ruhrmann/Sommer, 2005: 126) yer almaktadır. 1981‐
1983, 1986, 1995‐1999 ve 2003 yılla‐
rında yapılan analizler yabancılar hakkındaki yapılan haberler bağla‐
mında ilk başta polisiye olaylar, sonra da uyum konusunu işlemek‐
tedir (Ruhrmann/Sommer, 2005:
129).
Kendini bulunduğu fanatizm ortamına kaptırmış izlenimini veren Türk Bayrağını sallayan genç bir Türk kızı; Kurʹan kurslarında bulunan tesettürlü öğrenciler, Türk Bay‐
rağıʹnın gölgesinde tehdit arz eden agresif yüz ifadesine sahip olan so‐
kak çetesini izleyen Türk milliyetçiliğinin ve İs‐lam(cılığ)ın tehlikeli bir çeteleşmeye neden olduğu duygusuna kapılabilir. Bu fotomontajdaki kapak kindar ve öfkeli biçimde sunulan kızının büyük harflerle ʺtehlike‐
li biçimde yabancıʺ (ʺgefährlich fremdʺ) manşetinin altında milliyetçi bir mitingte yer almadığı, tam tersine 29 Mayıs 1993ʹte vukua olan ve 5 Türk vatandaşının öldürüldüğü Solingen Katliamıʹnı protesto yürüyü‐
şüne iştirak ettiği meydana çıktı. Kapak kızı olarak kullanılan Yasemin K.ʹnin SPIEGEL dergisince yabancı ve tehlikeli göçmenlerin simgesi
Şekil 1: Der Spiegel, 16, Nisan 14, 1997
103
olarak sunulması, kendisinin mecmuaya dava açmasına neden olmuş‐
tur. (Beck‐Gernsheim 2007: 224, Dipnot 207; Sendtner 2000).
1990ʹlı yıllardan beri Alman medyası ve kamuoyu göçmen işçiler‐
den oluşan Türkleri bir sınıf veya ulusal bir toplum olarak değil de, gitgide ʺMüslüman göçmenlerʺ olarak dinsel yolla tanımlamaya başla‐
mıştır. Hâlbuki 1960ʹlı ve 1970ʹli yılarda Türk göçmenlerle ilgilenen araştırmalar İslamʹa hiç değinmemiştir (Pinn 1997: 215). 1993 yılında SPIEGEL tarafından ʺYabancı düşmanlığının kurbanları. Alman Türk‐
lerʺ (Der Spiegel, 23, 7 Haziran 1993) diye sunulan göçmenler, Solingen Olayıʹndan on sene sonra ʺMüslüman göçmenʺ olarak sunulmuştur.
SPD Federal Meclis Milletvekili Lale Akgün’den bile artık haber dergile‐
rinde ʺMüslüman bir SPDʹli siyaset kadınıʺ (SPIEGEL 40/29.03.2003, s.88) olarak bahsedilmiştir. Artık Almanyaʹdaki Türklerin durumu ʺAl‐
man İslamʹı – Almanyaʹdaki İslamʺ (Hannemann/Meier‐Müssing, 2000), ʺAlmanyaʹdaki Müslümanlarʺ (Steinbach 1998), ʺİslami Göçʺ (Tibi 2002), ʺEuro‐İslamʹa giden yolda mı?ʺ (Leggewie 2002) gibi isimli kitaplarda ele alınmaktadır.
Aynı durum Alman gençlerinin okuduğu BRAVO dergisinde ya‐
yımlanan ʺAylin – yüreğin çığlığıʺ (ʺAylin – Schrei des Herzensʺ) adlı foto romanda da görülmüştür. Bu hikâyeye göre Aylin isimli 15 yaşın‐
daki bir Türk kızı, tıpkı Alman akranları gibi modern giyinmek ve bir birliktelik yaşayabileceği bir erkek arkadaş arzulamakta olmasına rağ‐
men, dindar ailesi tarafından tesettür takmaya ve erkeklerle her türlü ilişkiden sakınmaya zorlanmaktadır (Bravo 41/1995: 44 vd.). Alman erkek arkadaşıyla beraberken, kendi özgürlük alanını daralttığını olarak gördüğü başörtüsünü yırtması üzerine, babası kızını dövüp, yaşlı bir adam ile evlendirmek için Türkiyeʹye kaçırır. Onun peşini bırakmayan Alman sevgilisi, onu Türkiyeʹde kurtarıp, onu sınıf arkadaşı Katjaʹnın ailesine teslim eder. Hikâyeʹnin sonunda dar blucinli, tişörtlü, başı açık ve böylece özgür olan Aylin Alman erkek arkadaşıyla öpüşür (Pinn, 1997: 219). Böylece genç Alman okurlarına İslam dini ve Türklerin kül‐
türü kızların hareket alanını daraltan ve uyuma bir engel unsur olarak sunulmuştur. Türk kızları da baskıcı ailelerinden kurtarılıp çağdaş Al‐
man ailesi tarafından büyütülmesi gereken edilgen varlıklar olarak su‐
nulmuştur. Ayrıca, tesettürlü kız ve kadınların bir bölümünün değil de tümünün çevre baskısı nedeniyle kapandıkları öne sürülmüştür.
104
Avrupa bütünleşmesi ve iki Almanyaʹnın birleşmesi süreçleri esna‐
sında hem Avrupalılar hem de Almanlar arasında birlik ve beraberliği sağlamak için ʺöteki Müslümanʺ olarak empoze edilen Türkler göçmen Türk gençleri arasında yükselen İslamcılık hakkında sansasyonel bi‐
çimde ele alınan araştırmaların (Heitmeyer/Müller/Schröder, 1997) da katkısı sonucu gitgide potansiyel bir tehdit unsuru olarak algılanmaya başlandılar (Nuscheler 1995: 224, Ahmed/Hafez 1995: 411).
11 Eylül sonrası Alman medyasının rolü
11 Eylül 2001 tarihindeki New York, ardından Londra ve Madridʹdeki terörist eylemler bu süreci hızlandırmıştır.
ʺBatı ve Müslüman dünya arasında yeni ve oldukça şiddetli bir kırılma noktası oluşturan 11 Eylülʹün ardından İslamiyetʹe ilişkin bu eleştiriler, üs‐
telik çoğunlukla eleştiri olmaktan çıkıp birer suçlamaya dönüşerek, kamu‐
oyunda ve siyaset çevrelerinde daha önce olmayan bir meşruiyet ve geçer‐
lilik kazanmıştır.ʺ (Uluç 2009: 397)
En geç 11 Eylül saldırılarından beri batılı ve Müslüman ülkeler ara‐
sındaki karşılıklı mesafe koyma göç alan batılı ülkeler içindeki çoğunluk toplumu ve Müslüman göçmenler arasında da devam etmektedir. Dış haberlerde Irak Savaşı, Ortadoğu ve Afganistan sorunları ve İslamcı terör eylemlerine yer verilirken, içerde toplumsal bir yabancılaşma ya‐
şanmakta. ʺParalel toplumʺ, ʺnefret hatipleriʺ, ʺnamus cinayetiʺ ve ʺzo‐
runlu evlilikʺ gibi kavramlar çoğunluk toplumunun İslam algısını belir‐
leyip İslamofobiʹye neden olmaktadır (Foroutan/Schäfer 2009: 18).
Özellikle İslamʹdaki kadın hakları Müslüman olarak sunulan Türk göçmenleri ve Alman toplumu arasındaki farkları gözönüne sermek için öne serilmektedir. Kitaplar ve dergi kapakları suskun, tesettürlü, kapalı, mesafeli kızlar ve kadınları kapak olarak sunmaktadır (Beck‐Gernsheim 2007: 56 vd.).
Ülkeleri iç ve dış güvenlik siyasetlerini gözden geçirmeye sevk eden 11 Eylül saldırılarından (Mittelstadt /Speaker /Meissner vb., 2011) beri yaygın veya bilimsel kitaplarda İslam, İslamcılık, terör ve hatta Alman kentlerinin içine sızma sonucu olası bir iç savaş ile bağdaştırılıp, Türk göçmenlerine karşı daha sert bir yabancılar yasasının çıkarılması
105
tavsiye edilmektedir: ʺBizim Şehirlerimizdeki Savaş. Radikal İslamcıların Almanyaʹya sızmalarıʺ (Ulfkotte, 2003). Diğer kitap kapakları da tolerans sahibi insanların yaşadığı Almanyaʹnın Müslümanlaş(tırıl)an göçmenler tarafından nasıl tehlikeye atıldığını ima etmektedirler: ʺÖlümcül Tole‐
rans. Müslümanlar ve bizim açık toplumumuzʺ (Lachmann, 2004), ʺTanrıʹ‐
dan Allahʹa mı?ʺ (Raddatz, 2001), ʺAllahʹtan teröre mi?ʺ (Raddatz, 2002), ʺTürk Tehdidi mi?ʺ (Raddatz, 2004), ʺİslami Göç. Başarısız Uyumʺ (Tibi, 2002), ʺGöçedenler. Almanyaʹnın >>Paralel Toplumları<<ʺ (Finkelstein, 2006), ʺKanunsuz Kadılar. İslami Paralel hukuk bizim hukuk devletimizi tehli‐
keye atmaktadırʺ (Wagner, 2011). Wagnerʹin kitabı, ʺMüslüman göçmen‐
lerinʺ cemaat kanaat önderi, aşiret reisi veya yerel mafya patronlarının devletin müdahale etmesi gerektiği sorunları bir nevi halk mahkeme‐
sinde çözerek Alman kanunlarının geçerliğini ortadan kaldırmaktadır.
Ona göre hâkim rolüne bürünmüş yerel seçkinlerin kararına göre Al‐
man devletine resmi ifade vermiş şahitler bile ifadelerini geri çekip hat‐
ta değiştirerek, Alman hukuk devletini işlevsiz hale getirmektedir.
Bu durum günlük gazeteler için de geçerli olmaktadır. Yasemin Shoomanʹın FAZ ve Die Welt gazetelerinin 2006 ila 2009 yıllarındaki Alman İslam Zirvesi Çalıştay toplantıları hakkındaki haberleri içerik analizine tabi tutması, üç hususu ortaya çıkarmıştır (2010: 43‐48):
1. Müslümanlar ʺötekilerʺ olarak medyada temsil edilmektedir.
2. Ayrıca ʺMüslümanʺ inanç kategorisi adeta soya dayalı etnik bir kategori olarak sunulup, İslam inancına mensup insanlara atfe‐
dilen toplumsal niteliklerinin köke dayalı olarak sunulduğun‐
dan, ʺMüslümanlarʺ hiçbir zaman değişmeyen bir özelliğe sahip oldukları izlenimi yaratılmaktadır. Müslümanlara atfedilen uyum sorunu da, böylece eğitim veya maddi düzenlemelerle çözülemez, çünkü değişmeyen özelliklere sahip olan Müslü‐
manlıktan kaynaklanır. Böylece sorunlu bir grup olarak kurgu‐
lanan Müslümanların reformlarla terbiye edilemeyeceği kanısı okuyuculara empoze edilmektedir. Onların yarattığı sorunların ancak radikal uygulamalarla çözülebileceği kanısı yaratılmak‐
tadır. Aynı zamanda etnik bir kategori olarak sunulan ama as‐
lında inanç kategorisi olan Müslümanlık Alman millet ve devle‐
tiyle karşı karşıya gelen bir unsur olarak lanse edilmektedir.
106
3. Kültür kavramı, çağdaş ve uygar olarak sunulan Alman toplu‐
mu ve öteki gerici Müslüman yığınlar arasındaki sınırı ayakta tutmak için su istimal edilmektedir.
Başka bir meşhur örnek, İslam ve göçmen karşıtılığına dö‐
nüş(türül)üp Alman toplumunda Türkler arasında ʺzorunlu evlilikʺ ve ʺithal gelinʺ konuları üzerinde polemiklere vesile olan, hatta göç yasası‐
nın sertleşmesine neden sayılan toplumbilimci ve kendi deyişiyle ʺİslam eleştirmeniʺ Necla Kelek tarafından kaleme alınan ithal ʺYabancı Gelinʺ (Kelek, 2005) yapıtıdır. Doğrudan İslam dini ile bağdaştırılan zorunlu evlilik meselesi hakkındaki kitap, dönemin Federal İçişleri Bakanı (SPD) tarafından Otto Schily desteklenmiş, kendisi, yine haftalık SPIEGEL mecmuasında yazdığı kitap tahlilinde, yazarı ʺuyum tartışmasıʺna kat‐
kısından dolayı övmüştür (Schily, 2005: 60). Bu kitap baz alınarak, Al‐
manyalı göçmenlerle evlenen Türk vatandaşlarının Almanyaʹya göçü daha da zor hale gelmiş, Kelek de sayısız açık oturum, söyleşi, sunum, misafir profesör olarak ders verme ve alman devletine bilimsel danış‐
manlık görevleri teklif edilmiştir (Beck‐Gernsheim, 2007: 78). Kendi yapıtı tartışmaya açtığı öne sürülen zorunlu evliliklerin azalması yerine Almanyaʹya göçün azaltılmasına katkıda bulunmuştur.
Kişisel mağduriyet olaylarını ele alan otobiyografiler de göçmen‐
leri zan altında bırakacak niteliktedir: Ben sadece özgür olmak istemiştim (Kalkan, 2005), Kimse bana sormadı (Ayşe, 2007), Yalanlarınızla boğulun (Inci Y, 2005). Baskı altındaki Türk kadınlarının yazdığı öne sürülen bu kitaplar genelde Alman kadınlar tarafından okunmakta olup sorunun çözülmesinde katkıda bulunmamaktadırlar (Araghie, 2005: 120). İnce Y.ʹnin yaşam öyküsü, yazarın Türk‐İslam toplumunda yaygın olduğunu iddia ettiği zorunlu evlilik, tecavüz, zina ve yalan söyleme konularıyla
leri zan altında bırakacak niteliktedir: Ben sadece özgür olmak istemiştim (Kalkan, 2005), Kimse bana sormadı (Ayşe, 2007), Yalanlarınızla boğulun (Inci Y, 2005). Baskı altındaki Türk kadınlarının yazdığı öne sürülen bu kitaplar genelde Alman kadınlar tarafından okunmakta olup sorunun çözülmesinde katkıda bulunmamaktadırlar (Araghie, 2005: 120). İnce Y.ʹnin yaşam öyküsü, yazarın Türk‐İslam toplumunda yaygın olduğunu iddia ettiği zorunlu evlilik, tecavüz, zina ve yalan söyleme konularıyla