• Sonuç bulunamadı

Allah’ın Rızası ve Cemalullahı Seyir

BÖLÜM 3: CENNET VE CENNETLİKLERE SUNULAN NİMETLER

3.19. Allah’ın Rızası ve Cemalullahı Seyir

Cennetteki nimetlerin en büyüğü Allah’ın rızasını kazanmak ve Allah’ın cemalini müşahede etmektir425. Nitekim ayetlerde şöyle buyruluyor:

“Allah’ın rızasını kazanmak ise (bütün Cennet nimetlerinden) daha büyüktür.

İşte en büyük kazanç (ve saadet)tir.”426

Allah'dan bir rıdvan yani Allah'ın rızasından olan bir küçücük şey bile ekberdir, yani en büyüktür. Bütün bu sayılan Cennet nimetlerinin hepsinden daha büyüktür. Çünkü her hayrın ve her mutluluğun, her şerefin ve her yüceliğin dayanağı odur. Bunun doğrudan doğruya vaad olunan nimetler dizisi içinde gösterilmemesi dikkat çekici bir şeydir. Allah bilir, bunun

423 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, XI, 105.

424 Kutup, Fi Zılali’l-Kur’an, XVI, 97.

425 A. Cüneyt, Eren, Kur’an’da Cennet, sy. 43, İzmir, 1999, s. 27–31.

hikmeti, her vaadin içeriğinde her iki dünya için geçerli olan bir mânânın bulunmasıdır, denilmiştir.

Fakat rivayet olunmuştur ki: Allah Teâlâ, Cennet ehline "Razı oldunuz mu?

Hoşnut musunuz?" Buyuracak, onlar da "Ey Rabbimiz, nasıl olmayız ki, bize başka kullarından hiç birine vermediğin nimeti verdin." diyecekler. Bunun üzerine buyuracak ki, "Size bundan da büyüğünü vereceğim.", "Bundan daha üstün ne olabilir?" diyecekler. İşte o zaman Allah Teâlâ aradaki perdeyi kaldırıp buyuracak ki; "Size rıdvanımı helâl kılacağım ve artık size sonsuza

kadar hiç gazap etmeyeceğim."427

Ayetlerin birbirini tefsir etmesine binaen Yunus Suresi’nde “İyi ve güzel

davranışlarda bulunanlara en güzel mükâfat yani Cennet ile daha da fazlası (olarak Allah’ın cemalini görmek) var”.buyurulmuştur. Buradan anlaşılan

mağfiret ve Rıdvan; yani Hüsna Cennet, ziyade de Allah'a mülaki olmaktır, denilmiştir428.

Allahu Teala’nın Cennette görülmesi hadisesine bu ayetler ışık tutmakla beraber aşağıdaki ayet de açıklık getirmektedir:

“O gün rablerine bakan ter ü taze ışık saçan yüzler vardır.429

Ehl-i sünnet âlimlerine göre âhirette müminlerin Allah’ı görmeleri aklen caiz, naklen ise vaciptir430.

Aslında insan düşüncesi peşin hükümlerden ve her türlü dış çevrenin etkilerinden arınarak kendi başına kalırsa, aksine bir delil bulunmadığı sürece Allah’ın âhirette görülebileceğini aklen kabul eder. Nakil ise zaten Allah’ın âhirette görülebileceğini ispat etmektedir.

Ehl-i sünnete mensup müfessir, muhaddis ve mütekellimler, müminlerin âhirette Allah’ı göreceklerini yukarıdaki ayet ve hadislerin zahir manalarına dayanarak ispat etmeye çalışmışlardır.

427 Müslim, İman, 80; Tirmizi, Cennet, 16; Bkz, Ahmet Faiz, Kıyamet ve Âhiret, trc, Veli Ulutürk, Konya, 1991, s. 514.

428 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, VII, 178.

429 Kıyame Suresi, 75/22-23.

Önderliğini Mutezile’nin yaptığı Havaric ve bazı Mürcie fırkaları ise aynı ayetlerin zahir manalarını tevil ederek ve fakat rüyeti ispat eden hadislere hiç değer vermeksizin Allah Teala’nın görülmeyeceğini, görülmesinin imkânsız olduğunu ileri sürmüşler ve delil olarak da “Gözler O’na erişemez.

Onun ilmi ise bütün gözleri ihata eder.”431 aytiyle “Ya Rabbî!” dedi, “göster

bana Zatını, bakayım Sana!” Allah Teâla şöyle cevap verdi:“Sen Beni göremezsin. Ama şimdi şu dağa bak, eğer yerinde durursa sen de Beni

görürsün!”432 ayetlerini delil olarak getirmişlerdir.

Hâlbuki ehl-i Sünnet’e göre birinci ayet, Allah’ın görülmesini (rüyet) değil idraki nefyetmektedir. Yani Allah’ın hiçbir zaman idrak ve ihata edilemeyeceğini bildirmektedir.

İkinci ayetteki “len terani” ibaresindeki “len” edatı ebedîlik değil, tekid ifade ettiğinden, Musa (a.s.)’ın bu dünyada iken Allah’ı göremeyeceğini ortaya koymaktadır. Dünyada imkânsız olan, âhirette de imkânsız olacaktır demek değildir433. İnsan varlığının o gün böyle bir sınırsız gerçeğin doruğuna tırmanmasının beklenebilmesi için toprak kaynaklı ve sınırlı yapısının kayıtlarından arınması gerekir. Bu arınmada olmaksızın böyle bir yüzleşmenin gerçekleşmesini umması bir yana, onun hayalini bile kafasında canlandıramaz.

Buna göre Cennette yüce Allah'ın görülüp görülemeyeceğine ilişkin gerek mutezile mezhebinin, gerek ehl-i sünnet karşıtlarının ve gerekse kelâm bilginlerinin giriştikleri uzun ve bıktırıcı tartışmalar boş ve anlamsızdır434. Bu tartışmanın tarafları bu büyük gerçeği yeryüzü kaynaklı kriterle değerlendirmekte, yeryüzü çekimli kavramlara bağımlı aklın baskısı altındaki insandan söz etmekte, bu sınırsız gerçeği sınırlı kavrama güçlerinin kapasitesine sığdırmaya çalışmaktadırlar..

431 Enam Suresi, 6/103.

432 Araf Suresi 7/143.

433 Geniş bilgi için bakınız, Sabunî, Bidaye, 97-102, Taftazani, Kelam İlmi ve İslam

Akaidi, trc. Süleyman Uludağ, s. 183-189; Maturidi, Kitabu’t-Tevhid, s. 77-85.

Kullandığımız sözcüklerin anlamları bile aklımızın sınırlı kavrama kapasitesine ve hayal ufkumuzun sınırlarına bağlıdır. Sözcükler kafanızdaki kavramların bağımlılığından kurtulup özgürleşince nitelikleri değişir. Sözcükler, anlam kapasiteleri insan kafasındaki kavramlara bağlı olarak değişen birer sembolden başka bir şey değildirler. Eğer insanın kavrama kapasitesi değişirse bu kapasite ile birlikte kafasındaki kavram birikimi de değişir. O zaman bu değişimin doğal bir sonucu olarak sözcüklerin anlamları da değişir. Bizler yeryüzünde düşünme kapasitemizin elverdiği oranda bu semboller aracılığı ile düşünür, iletişim kurarız. O halde kelimelerinin anlamlarını bile değişmez bir zemine oturtamadığımız sınırsız bir gerçeği nasıl tartışma konusu yapabiliriz?

Buna göre sırf bu gerçeği hayal etmemizin sağladığı uçsuz-bucaksız mutluluğu ve kutsal sevinci beklemeye koyulalım. Ruhlarımız bu beklentinin coşkunluğu ile meşgul olsun. Çünkü bu beklenti başlı başına öyle büyük bir nimettir ki, ancak doğrudan doğruya yüce Allah'ı görme nimeti onun üzerine çıkabilir. Bu da işte nimetlerin en üstünüdür.