• Sonuç bulunamadı

Allah’a Mekân İzafe Edilmesi

Belgede KUR ÂN DA ARŞ KAVRAMI (sayfa 140-143)

D. ARŞ’IN MEKÂNSAL KARAKTERİ

3. Allah’a Mekân İzafe Edilmesi

Hiç kuşkusuz mekân ihtiyaç için söz konusu edilir. Oysa Cenâb-ı Hak her türlü ihtiyaçtan beridir. Bu nedenledir ki “Rahmân Arş’a istivâ etti”448 âyetindeki ifadede O’nun bir “mekânda bulunması” tarzında bir anlatım söz konusu olmamıştır. Zira böyle bir ifadeyle ulvîlik ve azâmet anlatılır. Hal böyle iken kendi yarattığı bir nesne sebebiyle böyle bir şeyin O’nun için söz konusu edilmesi imkân haricindedir.

Allah’a mekân nispet etmek her şeyden önce şu sonuçları doğurur: Allah’a mekân nispet edildiğinde ya O, bir bütün olarak her yerde olur ya cüzleriyle her yerde olur yahut da bunların dışında sadece bir yerde olur. Evvela, O’nun bir bütün olarak her yerde bulunması fikri geçersizdir. Zira tek bir ilâh olduğu halde bu, iki veya daha fazla ilâhın mevcudiyetini gerektirir. Cüzleriyle her yerde olması da geçerli değildir. Zira Allah’ın cüzlerden müteşekkil olduğunu söylemek küfürdür. O’nun bunların dışında sadece bir yerde olması da aynı şekilde mümkün değildir. Çünkü O, bir yerden bir yere intikal etmekten münezzehtir. Bu, mahlûkatın sıfatlarından olup muhdes olma belirtilerindendir.

Allah Teâlâ bütün bunlardan münezzehtir.449

445 Tâhâ, 20/68.

446 Âl-i İmrân, 3/139.

447 el-Hillî, el-Levâmi‘u’l-İlâhiyye, s. 186.

448 Tâhâ, 20/5.

449 en-Nesefî, Bahru’l-Kelâm, s. 214.

126

Fahreddin er-Râzî, teşbîhe meyledip Allah’a mekân izafe etmenin hem aklen hem de naklen batıllığını ve yanlışlığını bazı maddeler halinde açıklamaktadır. Bu maddeleri burada şu şekilde zikretmemiz yararlı olacaktır:

1. Geçersiz bir iddia ve zanda bulunan kimseler, Arş’ın hep Allah ile birlikte olduğunu söylemişlerdir. Ancak Allah Teâlâ Arş ve mekân henüz yokken bile vardı. O, mahlûkatını yarattığında bir mekânda olmaya da ihtiyaç duymamıştı. Tersine O, mekândan münezzehtir ve hep böyle olmakla muttasıf olmuştur.

2. Şayet iddia edildiği gibi Allah, Arş’ın üzerinde oturmuş bir halde bulunuyor ise, o zaman O’nun bir parçasının (cüzünün), Arş’ın sol tarafında olan parçasının tersine, Arş’ın sağ tarafında bulunuyor olması gerekir. Böyle olunca da O, bizzat te’lîf ve terkîb edilmiş (cüzlerden bir araya getirilmiş) bir varlık olur ki böyle olan her varlık da bir te’lîf ve terkîb edeni gerektirir. Böyle bir durum Allah hakkında imkânsızdır.

3. Bir şey üzerinde oturan, ya bir yerden bir yere hareket edip geçmeye muktedirdir, ya da onun için böyle bir şey mümkün değildir. Eğer birinci ihtimal söz konusu ise, o zaman o, hareket ve sükûnun mahalli haline gelmiş olur ve zorunlu olarak muhdes bir varlık olur. Eğer ikinci ihtimal söz konusu ise, o zaman da o bağlı bir varlık gibi, hatta kötürüm birisi gibidir.

4. Müşebbihe’nin bahsettiği mabûd, ya her mekânda ya da bir mekânda bulunmaktadır.

Eğer o her mekânda ise, o zaman onların, o mabûdun pislik ve necâset yerlerinde de bulunduğunu kabul etmeleri gerekir ki aklı başında olan hiç kimse bunu söylemez.

Eğer o, bütün mekânlarda değil de bir tek mekânda bulunuyor ise, o zaman o, hem sınırlı bir varlık olur hem de kendisini bu mekâna yerleştirmiş bir varlığa muhtaç bir varlık olur. Bu ise Allah hakkında muhaldir.

5. Allah Teâlâ’nın “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur”450 âyeti, içinde “illâ” ( َّلا إ) edatıyla istisnâ yapılabileceğine delâlet olmakla beraber O’nun için hiçbir yönden benzerlik ve eşitliğin olmadığı anlamını içerir. Zira örneğin, “Oturma, mikdar, renk... hususları müstesnâ, O’nun benzeri hiçbir şey yoktur” denilerek bundan istisnâ yapılabilir.

İstisnânın yapılabileceğine delâlet olmasına rağmen istisnânın yapılmamış olması, istisnâ yapılabilecek tüm bu hususların bu ifadenin kapsamında olduğuna delâlet

450 eş-Şûrâ, 42/11.

127

eder. Dolayısıyla eğer Allah oturuyor olsaydı, oturma bakımından ona benzeyen başkasının da olması gerekirdi, o zaman da âyetin anlamı kaybolurdu.

6. Allah Teâlâ, “O gün Rabbinin Arşını, üstlerinde sekiz melek taşır”451 buyurmuştur.

Melekler Arşı taşıdıklarında, Arş da mabûdlarının oturduğu mekân olunca, bu durumda meleklerin, müşebbihenin mabûdunu da taşıyor olmaları gerekir.ٌ Bu ise akledilebilir bir şey değildir. Zira yaratıcıdır, yaratılanı koruyup gözeten. Yaratılan ise yaratıcıyı ne koruyup gözetebilir ne de taşıyabilir.

7. Şayet bir mekânda karar kılan bir varlığın ilâh olması mümkün olsaydı, güneş ve ayın da birer ilâh olmadığı nasıl bilinebilecekti? Zira güneş ve ayın ilâh olmadıklarını ortaya koyarken takip ettiğimiz metot, onların hareket ve sükûn ile muttasıf oldukları ve böyle olan bir varlığın da muhdes olup bir ilâh olamayacağı şeklindedir. Bu aklî yolu kapatınca güneşin ve ayın ilâhlığını tenkîd etme kapısı da onlar için kapanmış olur.

8. Âlem bir küre şeklindedir. Bize nispetle “üst” olan taraf, yeryüzünün diğer tarafında oturan kimseler için “alt”tır. Şayet bir cihetle kayıtlı olsaydı, bu cihet kimi insanlara göre üst olsa bile diğerlerine göre alt olurdu. Âlimlerin ve aklı başında kimselerin ittifakı ile sabittir ki mâbud’un eşyanın “alt” cihetinde olduğunu söylemek câiz değildir.

9. Bütün Müslümanlar, Allah Teâlâ’nın “De ki: O Allah birdir”452 kavlinin müteşâbih âyetlerden değil de muhkem âyetlerden olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

Dolayısıyla Allah bir mekânla kayıtlı olmuş olsaydı eğer, o zaman O’nun sağ tarafındaki şeylere bitişik olan tarafı, sol tarafındaki şeylere bitişik tarafından başka olurdu. O zaman da O, mürekkeb (parçalardan müteşekkil) ve kısımlara bölünebilecek bir varlık olmuş olarak gerçekte “Tek” olmamış olurdu ki, bu da “De ki: O Allah birdir” âyetinin yanlış olduğunu göstermiş olurdu.

10. Hz. İbrahim (a.s.), “Ben batıp kaybolan şeyleri sevmem”453 demiştir. Buna göre eğer mâbud bir cisim olmuş olsaydı, o da ebedi olarak batmış ve kaybolmuş olurdu. Böyle olunca da o da Hz. İbrahim’in (a.s.), “Ben batıp kaybolan şeyleri sevmem” sözünün kapsamına dâhil olurdu. İşte bütün bu deliller, istikrâr (bir yerde karar kılma)

451 el-Hakka, 69/17.

452 el-İhlâs, 112/1.

453 el-En‘âm, 6/76.

128

kavramının, Allah hakkında kullanılmasının imkânsız olduğunu kesin bir şekilde göstermektedir.454 O halde diyebiliriz ki söz konusu durum (Arş’a istivâ), Allah’ın zâtıyla sahip ve layık bulunduğu yücelik ve rif‘at konumunun bir gereğidir. Daha herhangi bir varlık yokken de O’nun, zâtıyla sahip bulunduğu bu nitelik aynen mevcuttu. Onun için O’nu yaratılmış bir şeyle nitelemek hem aklî ve hem de naklî delillerle mümkün değildir.

Belgede KUR ÂN DA ARŞ KAVRAMI (sayfa 140-143)