• Sonuç bulunamadı

AİLE İÇİ ŞİDDET YAYGINLIĞI

5. AİLE İÇİ ŞİDDETİN OLUŞUMU

5.3. AİLE İÇİ ŞİDDET YAYGINLIĞI

Kadınların maruz kaldığı şiddete ilk dikkati çekenler feminist kadınlar olmuştur. Bu açıdan eşler arası şiddete yönelik tutumların ve davranışların incelenmesi oldukça önemlidir. Günümüzde artık “şiddet” olgusu kapalı kapılar arkasında kalan, şiddet yaşayan kişinin kimseye açıklayamadığı, dayak yedikten sonra izlerin geçene kadar evden çıkılmadığı bir düşünce artık etkinliğini kaybetmiştir.

Eşe yönelik şiddet kadından kocaya veya kocadan kadına yönelik olabilmektedir. Ancak, bu araştırmada, eşler arası şiddetin sadece erkekten kadına yönelik kısmı dikkate alınmıştır (Vatandaş, 2003: 21). Şiddet hakkında yapılan araştırmalara baktığımızda tüm dünyada erkekten kadına yönelik şiddetin, kadından erkeğe yönelik şiddetten daha fazla olduğu görülmüştür.

5.3.1. Türkiye’de Aile İçi Şiddet

Dünyanın farklı bölgelerinde ve tarih içinde aile içi şiddet farklı algılanmış, farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Türkiye’de de bu konuda gerek aile yapısı, gerekse içerdiği şiddet açısından değişik kültürel özellikleri olduğu görülmektedir. Kadının çalışma hayatına girmesiyle birlikte sarsılan otoritelerini kadına kabul ettirmek için erkeğin şiddete daha çok başvurduğu düşünülmektedir.

Kadının aile içinde maruz kaldığı şiddet 1950’li yıllara kadar hiçbir şekilde kayda değer bir durum olarak görülmemiş ve ele alınıp bilimsel incelemelere tabi tutulmamıştır. Kocasının karısına yönelik şiddeti hep yabancı ve uzak tanıdıkların uğradıkları şiddetin gölgesinde kalmış ve pek görülmemiştir (Vatandaş, 2003: 21-22).

1970'li yıllara gelindiğinde kadına yönelik şiddetin dikkate alınması gerektiğine yönelik bir bilinç oluşmaya başlamıştır. Bu ilgi ve merakın oluşumunda feminist teoriyi temsil eden kişilerin önemli etkisi vardır. Feminist yazarlar, aynı zamanda ilk bilimsel araştırmaları da yürütmeye başlamışlardır. İlk olarak 1973 yılında Londra yakınlarında açılan sığınma evi, şu anda var olan kadın sığınma evlerinin ilk örneğini oluşturmuştur.

38

Dünya’da olduğu gibi Türkiye'de de kadına yönelik şiddet önemli bir toplumsal sorun olarak kabul edilmektedir. Dünya'da 1970'lerden itibaren önem kazanan bu sorun ülkemizde 1980'lerin ortalarından itibaren tartışılmaya başlanmıştır (Yıldırım, 1998: 38- 39). Diğer toplumlara göre konunun geç incelenmeye başlamasının temel nedeni: Türkiye’nin daha gelenekselci aile yapısına sahip olması ve kapalı kutu özelliğini taşımasıdır. Zamanla gelenek, görenek ve dini yapılarda çözülmenin olmaya başlaması ile şiddet konusu da incelemeye açılmıştır.

Örneğin 17 Mayıs 1987'deki “Dayağa Hayır” yürüyüşü kadınların şiddete karşı ilk toplu tepkileri olmuştur. Türkiye’de ilk kadın hareketleri, 1987’de “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemek” atasözüne atıfla eşinden dayak yiyen hamile bir kadının açtığı boşanma davasını reddeden yargıca karşı kadınların ayaklanması ve yürüyüş yapması ile başlamıştır. Bunu 4 Ekim 1987'de '”Kariyer Kadın Şenliği” izlemiştir. Ayrıca yapılan bazı yayınlar ve çalışmalar konuya dikkat çekmiştir (Yıldırım, 1998: 38-39).

Türkiye kadın hakları konusundaki uluslararası faaliyetlere çeşitli kurum ve kuruluşlarıyla geniş bir işbirliği içinde katılmaya çalışmıştır. Bunun yanı sıra ulusal düzeyde de politikalar üretmeye ve faaliyetler yürütmeye çaba göstermiştir (Kocacık, 2004: 44). Nüfusun yarısına yakın kısmını oluşturan kadınların, her türlü şiddet karşısında donanımlı hale getirilmesi zorunludur. Türkiye’de aile yapısının ve bütünlüğünün hala güçlü olması toplumumuzun geleceği açısından da önemlidir.

5.3.2. Dünya’da Aile İçi Şiddet

Başlangıçta birçok ülkede kadınlara karşı şiddetle mücadele yöntemlerinin geliştirilmesi ve uygulanması, büyük ölçüde feminist örgütler ya da hükümet dışı kuruluşlar tarafından üstlenildi (İlkkaracan, 1996: 84). Devlet kurumlarının şiddet konusundaki tutumu değişmedikçe devletin aile içi şiddeti önlemekte yetersiz kaldığinı gören bu gibi kuruluşlar, sorumlulukları kendileri yerine getirmeye başlamaktadırlar.

Araştırmaların sonucuna baktığımızda aile içi şiddet "gelişmiş" ve "modern" toplumların en önemli sorunları arasında yer almaktadır. Örneğin, ABD'de yapılan araştırmalarda, yardım istemek için polise başvuranların büyük kesiminin aile içi şiddetin mağdurları olduğu tespit edilmiştir. Dünyada ulusal düzeydeki araştırmaların

39

sonuçlarına baktığımızda pek çok kadının sürekli olarak kocaları tarafından şiddete maruz kaldıkları ve bu şiddetin hiçbir farklılık gözetmeksizin uygulandığını ortaya koymaktadır.

İngiltere'de 1971 de şiddet görenler için ilk Kadınlara Yardım Sığınağı “Chiswıck Kadın Merkezi” açılmıştır. 1975 yılında da Ulusal Kadınlara Yardım Federasyonu “Woman's Aid'” kurulmuştur. Almanya'da da, Berlin'de 1974 de “Berlin 1. Kadın Evi” kuruldu. Almanya'da 1994 yılı sonunda 10 tane bağımsız kadın gruplarınca yönetilen, 130'u kilise, belediye, vb. Resmi ve yarı resmi kuruluşlarca açılan 260 kadın evi aile içinde ve aile dışında şiddete uğrayan kadınlara hizmet sunmuştur

Fransa'da 1976 yılında Paris'te “Flora Tristan Sığınağı”, Norveç'de Oslo'da 1977 de ilk “Kadın Evi”, İsviçre'de 1977 de “Kötü Müdahale Gören Kadınları Koruma Derneği” kurulmuştur. Sosyalist ülkelerde daha çok 1990 da Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra şiddete uğrayan kadınlara hizmet veren yerler açılabilmiştir (Yıldırım, 1998: 48-50).

Dünya Kadın Konferansları da kadınlara yönelik önemli kazanımlar sağlamıştır. Dünya Kadın Konferansları'nın ilki 1975 yılında Meksico City'de, ikincisi Kopenhag'da ve üçüncüsü 1985'de Nairobi'de, dördüncüsü ise 1995 yılında Pekin'de gerçekleşmiştir (KSGM, 1994: 1-8).

Görüldüğü gibi hem Türkiye’de hem de Dünya’nın hemen hemen her ülkesinde az ya da çok “şiddet” konusu adı altında çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların bir kısmını devlet desteklerken, bir kısmı da gönüllü kuruluşlar tarafından uygulanmaktadır. Kadının toplum içinde söz sahibi olmaya başlamasıyla beraber şiddet olayı gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Temelde çocukları için şiddete tahammül eden kadınlar; sonra ki zamanlarda ekonomik özgürlüklerini ellerine aldıklarında, ailelerinin kendilerine destek sağlamasıyla ya da devletin sağlamış olduğu imkânlardan yararlanarak şiddete daha fazla dayanmamaktadırlar. O zaman da gündeme yeni bir kavram geliyor “boşanma olgusu”.

40

İKİNCİ BÖLÜM

KADINA YÖNELİK ŞİDDET

1. AİLE İÇİNDE KADIN EŞE YÖNELİK ŞİDDET

Araştırmacılar çağdaş toplumlarda da aile içi şiddetin büyük bir sorun olduğunu ortaya çıkarmışlardır. 1970 sonrasında Neo-Feminist akımların ataerkil değerlere dayanan aile kurumunu sorgulayıcı yaklaşımı, kadınlara yönelik şiddetin en fazla aile bireyleri ve özellikle de eş tarafından gerçekleştirildiğini ortaya çıkarmıştır (İçli, 1995: 43).

Toplumun geleneksel ya da modern olması şiddeti bütünü ile ortadan kaldırmaz. Dünyadaki bu gelişmelere paralel olarak Türkiye’deki kadın hareketinin çabasıyla aile içi şiddet, 1980’lerden sonra Türkiye gündeminin de önemli bir parçası olmuştur. Yapılan araştırmalar, pek çok kadının sürekli olarak birlikte yaşadıkları erkekler veya kocaları tarafından şiddete maruz bırakıldıklarını ve bu şiddetin sınıf, etnik köken ve sosyo-ekonomik düzey gözetmeksizin uygulandığını ortaya koymaktadır.