• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: NURETTİN TOPÇU’DA İDEAL GENÇLİK TASAVVURU TASAVVURU

2.2 Nurettin Topçu’da ideal Gençliğin Ana Vasıfları .1 İrade

2.2.6 Ahlak Nizamı

Bu çalıĢma, Topçu‟nun ideal gençlik tasavvurlarını biraz daha görünür kılmak ve belirginleĢtirmek çabasındadır. Buraya kadar irade, isyan, hareket, mesuliyet ve hürriyet maddelerinde özetlediğimiz ideal gencin vasıfları tamam olduktan sonra tahayyül edilen nesil ben oldum demeden hep daha kâmil hale gelmenin peĢinde olacak ve aynı zamanda beklenen ahlak nizamının kurucusu olacaktır. Ahlak nizamı bir anlamda hareket Ģiirinin son mısrasıdır. Bu mısra yazılmadan bu Ģiir tamam olmayacaktır, eksik kalacaktır. Ġnsanlığa kendisinden beklenilen faydayı sağlamayan bir nizamın yıkılıĢ günlerini yaĢıyoruzdur. Ġçinde bulunulan düzen insanlığa dayanmıyordur ve insanlığı yarı yolda bırakmıĢtır. Bu yüzden, temelleri insanlığa dayanan bir ahlak nizamı kurmak neslin önünde bir zarurettir. ĠĢte tam bu noktada buraya kadar Ģahsiyetinin özellikleri tek tek özetle yazılmıĢ ideal gençlik bu yeni nizamın hamurunu yoğuracaktır.

Ġslam ahlakçıları tarafından yapılmıĢ olan çeĢitli ahlak tanımları arasından en fazla kullanılanı Gazzali‟nin ahlak tanımıdır. Ona göre ahlak; “ insan nefsinde yerleĢen öyle bir melekedir ki, fiiller, hiçbir fikri zorlama olmaksızın düĢünüp taĢınmadan bu meleke sayesinde kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkar.” Ahlak, arapça bir kelime olan ve yaratma, yaratılıĢ gibi anlamlara gelen “halk” sözcüğüyle aynı kökten gelen hulk veya huluk sözcüklerinin çoğuludur. Ancak dilbilgisel olarak çoğul olan bu sözcük Türk dilinde tekil olarak kullanılmaktadır. Diğer yandan ahlak, genel anlamda, mutlak olarak iyi olduğu düĢünülen ya da belli bir yaĢam anlayıĢından kaynaklanan davranıĢ kuralları bütünüdür. Ġnsanların kendisine göre yaĢadıkları, kendisine rehber aldıkları ilkeler bütünü yada kurallar toplamıdır. Bir kimsenin iyi niteliklerini yada kiĢiliğini ifade eden tutum ve davranıĢlar bütünüdür ahlak.

Ahlakın temel öğeleri denebilecek ahlakın varoluĢunun kendine bağlı olduğu temel unsurlar vardır. Bu anlamda evvela ahlak, eylemlerimizde her zaman bir takım alternatiflerle karĢı karĢıya kaldığımız gerçeğinin kabulüyle baĢlar. Biz doğru ya da

48

yalan söyleyebiliriz. Söz konusu iki ya da daha fazla alternatif ve olanak kendini bize eylemimizde yöneleceğimiz seçenekler olarak sunar. Biz bu iki alternatiften birini ya da diğerini seçebiliriz. Oysa cansız varlıklar ya da eĢya için böyle bir durum kesinlikle söz konusu değildir. Cansız bir varlık, baĢka bir biçimde değil de, yalnızca kendisine etki eden dıĢ bir güce bağlı olarak davranıĢta ve bir harekette bulunur. Bir çiçek açıp açmama arasında bir tercihte bulunamazken, insan için farklı bir durum söz konusudur. O, farklı alternatiflerin bilincinde olan bir varlıktır. Sosyal psikoloji sahasında önemli tespitleri olan Erol Güngör de bu duruma dikkat çekmiĢtir: “Ahlak dediğimiz zaman insan davranıĢları akla gelir. Ġnsandan baĢka canlıların hareketleri ahlaki davranıĢ sayılmaz”(Güngör, 2000: 11). Hayvanların ahlakı yoktur; çünkü onların zekâları iyi ve kötü hareket kavramlarının doğmasına, üstelik bu davranıĢların mükâfat veya ceza ile karĢılanabilmesi için bir sosyal düzenin kurulmasına yetecek kadar geliĢmemiĢtir. Bu basit gerçeği bildiğimiz için, hayvanların hareketlerini insanların ki gibi değerlendirmiyoruz; onları sadece iyi hareketleri yapmaya ve kötü hareketleri yapmamaya Ģartlandırıyoruz.

Ahlakı mümkün kılan çok önemli bir baĢka öğe ise seçim ya da irade özgürlüğüdür (Cevizci, 2000: 20). Zira insan bir makine olsaydı ve insanda her Ģey önceden belirlenmiĢ olsaydı, ahlak diye bir Ģey hiç söz konusu olmayacaktı. BaĢka bir deyiĢle, ahlaki özne iyi ve kötü, değerli ve değersiz karĢısında, kendi motifleriyle kendi arzu ve ideallerine dayanarak bir seçim yapamayacak ve böyle bir durumda da ahlak ve ahlakilikten bahsetmek oldukça güç olacaktı. Diğer yandan ahlakın baĢka bir temel öğesi ise sorumluluktur. Sorumluluk, kiĢinin eylemlerinin sonuçlarını üstlenebilmesi anlamına gelir. Buna göre ahlaki sorumluluk, seçim öğesini, irade özgürlüğünü varsayar. Yani eylemlerine özgürce ve kendi motifleriyle karar veremeyen bir kimsenin, bu eylemlerin hesabını verebilmesinden, onların sonuçlarını üstlenebilmesinden söz edilmez. Bu anlamda bir çocuğun ya da akıl hastasının sorumluluğundan söz etmek mümkün değildir. Onlar sorumlu tutulmazlar, çünkü kendilerine eylemlerine özgürce, kendi tercihlerine göre karar verebilme imkanı verecek, bir zihinsel olgunluktan yoksun bulunmaktadır.

Ahlakın bir baĢka temel öğesi de, baĢka insanları hesaba katma zorunluluğudur. Buna göre, davranıĢlarımızın baĢkalarını nasıl etkileyeceği konusu, ahlakın konularının önemli bir bölümünü oluĢturur. Çünkü davranıĢlarımızın iyi ve doğru

49

olup olmadıkları, çoğunlukla söz konusu davranıĢların baĢkaları üzerindeki etkilerine bağlı olacaktır. Nitekim birçok ahlakçı Daniel Defoe‟nun evrensel karakteri Robinson Crusoe‟sunun gerçek anlamda ahlaklı ya da ahlaksız davranabileceği görüĢünü kabul etmez.

Modern psikoloji tüm alt dallarıyla birlikte bireyde ahlaki davranıĢın geliĢimini farklı görüĢler ileri sürerek analiz etmiĢtir. Örneğin, öğrenme psikolojisinin bu konudaki yaklaĢımının temelini Rasyonel Pedagojinin öncüsü olarak görülen John Locke‟nin bireyin zihnini “tabula rasa”2

ya da boĢ bir levha kabul etmesi oluĢturur. Hümanistik psikolojinin ahlak konusundaki yaklaĢımının kökeni Fransız filozof Jean Jack Rousse‟nun insanı soylu bir yabani (noble savage) olarak gören felsefesine dayandırır. Ġnsan, ahlâken geliĢmeye meyilli olması yanında, kendi kendine geliĢim potansiyeline sahip olması bakımından soylu; kendi yolunda gitme ve kendi kararını vermeye çalıĢma bakımından da yabanidir. Carl Rogers ve Abraham Maslow gibi humanistik psikologlar, insanın kendi değerlerini seçme ve kendi kararlarıyla hareket etmelerine izin vermek suretiyle ahlâklı olma hususundaki tabii arzusunu canlandırmayı yeğlerler. Zira ahlâkî geliĢim, bir dıĢ kaynak tarafından zorla empoze edilmek yerine, bireyin kendi içinden gelmek suretiyle gerçekleĢir.

Belki de son zamanlarda sosyal bilimler dünyasında en çok konuĢulan ve tartıĢılan isimlerin baĢında gelen Psikoanalitik psikolojinin kurucusu olan Sigmund Freud ise kiĢiye daha farklı bir metotla bakar. Ġnsan bir id olarak veya irrasyonel tutkuları ve içgüdüleri olan bir “o” olarak doğar ve tutku ve içgüdüler tarafından zevk veren Ģeye ve hazza yönlendirilir. Zamanla, gerçek bir dünyaya yönlendirilen ego veya “ben” ortaya çıkar. Daha sonra doğru ve yanlıĢ konularına yönlendirilen bir superego veya “vicdan” geliĢir. Çocukluktan yetiĢkinliğe geliĢim, bir toplumda baĢkalarıyla birlikte yaĢayabilme bakımından daha iyi, ayrıca tutum ve davranıĢları denetleyen geliĢen bir vicdan anlamında daha iyi ve daha ahlaklı bir fert meydana getirmek olarak görülebilir.

Tüm bu örneklerden baĢka ahlak ve geliĢimiyle ilgili literatürün önemli bir kısmına imza atmıĢ olan Jean Piaget ve Kohlberg gibi bilim adamlarının da bu sahaya yaptıkları katkıyı unutmamak gerekir. Ahlakın psikolojinin çeĢitli alt dallarında nasıl

2 Tabula rasa : Henüz yaĢantılar, tecrübeler, düĢünceler... vs.‟nin etkisine maruz kalmamıĢ ve bozulmamıĢ bir zihin; öze uygun saf bir hal.

50

yorumlandığına kısaca göz attıktan sonra Topçu‟nun, merkezinde ahlaklı insan olan yeni bir nizam tasavvuru daha iyi anlaĢılacaktır.

Topçu‟nun,“bizim ahlakımız” dediği ahlak hürmet, hizmet ve merhamet prensiplerini kendinde birleĢtiren aĢk ahlakıdır. Her Ģeyden önce, hayatın temellerinin atıldığı yaĢta içgüdülerinin üstüne yükselemeyen gençlere aĢkı sevdirmelidir. Ġlmin, sanatın, ahlakın ve hepsinin gayesinde aĢkın âĢıkları olmayı ideal edinecek bir nesil yetiĢtirmelidir. Topçu‟nun bu yaklaĢımı günümüz psikoloji terminolojisinden bir anlamda entelektüel zekanın (IQ) karĢıtı olan duygusal zeka (EQ) kavramıyla oldukça örtüĢmektedir. 19. yüzyılda geliĢtirilen entelektüel zeka yaklaĢımı beĢ duyuya ve temel bilgi becerilerine odaklandı. Ancak araĢtırmalar, IQ‟nun sosyal baĢarıdaki rolünün yüzde 4-20 civarında kaldığını gösterdi. 1983 yılında Gardner, “ söze, mantığa, matematiğe, eĢyalar arası konuma, kendi bedenine, müziğe, iç algılara ve iliĢkilere hakimiyet” unsurlarını içeren çoklu zeka teorisini geliĢtirdi. Nihayet 1995 yılında duygusal zeka (EQ) kavramı Ģöhret kazandı. Kendini tanıma, harekete geçirme, empati ve sosyal becerilerden oluĢan duygusal zekanın baĢarıyı yüzde seksen oranında etkilediği ileri sürüldü.

Sevgisini yitirenin yaĢama coĢkusunu, çalıĢma, üretme, paylaĢma, kaynaĢma becerisini kaybedeceğinden hareketle, Topçu‟nun ahlak nizamı tahayyülünü en sağlam bir temel olan aĢk ve sevgiye dayandırdığını görmekteyiz. Tarhan göre, aĢk ve sevginin insanı kainata bağlayan sınırsız bir kuvvet olduğunu Ģu benzetmeyle ortaya koyar: “hayvanlar insanlardan farklı olarak tıpkı bir radyo ya da teyp gibi, elektrik olduğu sürece çalıĢan ve içine kaydedilmiĢ bilgileri kullanan bir yapıdadır; yiyip içerler, cinselliklerini yaĢarlar ve temel ihtiyaçlarını karĢılarlar. Ama evrendeki bilgiyi alabilecek bir FM bantları yoktur. Oysa insanda ise bu sistem mevcuttur ve bu sistem vasıtasıyla ilahi radyoya bağlanır. Bu bağı oluĢturan sevgidir. Sevgi gönlün enerjisi, kalbin özüdür” (Tarhan, 2009: 127). Hatta, son yıllarda ıĢık hızından daha hızlı bir enerji parçacığından söz edilmekte ve ismine “psikon” denilmektedir. Bunun sevgi enerjisi olabileceği üzerinde tahminler yürütülmektedir.

Ahlak nizamı tasavvurunun gerçekleĢmesinde aĢk ve sevgi ahlakını ideal neslinin Ģahsiyetinin temel harcına koyan Topçu, diğer önemli bir öğenin de “irade terbiyesinin” verilmesidir. Ona göre irade terbiyesini en kuvvetle verebilecek, din adamları olmalıydı ancak onlar affedilmez bir gafletle, baĢka meslek sahiplerinin

51

iĢlerine benzer iĢler görmüĢler ve yalnızca bir takım hukuk ve kaideleri sunmuĢlardır. Din adamlarının son asırlarda bilhassa edebiyat ve öğretim alanında derinleĢmemiĢ olması muhataplarının deruni dileklerine duygu getirememelerini netice vermiĢtir. Büyük ruhların yetiĢmesi için ve sadece muhteĢem mazinin tahayyülleriyle yaĢamamak için irade terbiyesini icra edecek metafizik gerilimi yüksek ruhlara ihtiyaç duyulmaktadır. Ġradenin ideal gencin Ģahsiyetinde nasıl da önemli bir yeri olduğu “irade” baĢlığında incelenmiĢti. Topçu‟nun tasavvurundaki ahlak nizamını oluĢturan ideal toplumunun iki temel vasfının aĢk ve sevgi ahlakına sahip, irade terbiyesini almıĢ ve iradesinin hakkını vermiĢ olduğu tespit edilmiĢtir. Diğer yandan Topçu, ahlak nizamını yıkıcı ve o nizamın ruhlarda makes bulmasını engelleyici üç durumdan bahsetmektedir. Topçu, ahlak nizamının yıkılıĢ nedenlerinin karakteristik birkaç çizgisini Ģu Ģekilde ortaya koymaktadır:

1) Sebeple netice arasında bağlantı kurmasını bilmemek.

Topçu‟ya göre, bu en büyük tabiat kanununu, ilimlerin ve en eski insan zihniyetinin bile bağlanmak zorunda olduğu bu evrensel hakikate yeterince değer verilmemektedir. Bu bağlamda, ancak netice elde edildikten sonra felaketin farkında olmak, insan zekâsının sebep tanıma kabiliyetinden mahrum oluĢun bir ifadesidir. Bu sebep-netice prensibini insan karakterine, Ģahsiyet meselesine tatbik etmekte güçlük çekilmektedir. Aynı insanın çok kere sistemli fenalıklar yaptığı halde, bazen iyilikler yaparak iyi ve faziletli sayılabileceğine inanılması, insanımızda bir irade gevĢekliği olmaktan daha ileri Ģahsiyetlerin bir nevi iflası demek olan müsamaha hastalığına dönüĢmüĢtür.

2) Bir irade faciası yüzünden, hayatımızı her sahada istila eden sahtekârlıkların hakiki hallerden ayırt edilememesi.

Topçu‟ya (2008a: 16) göre, en mukaddes gayeyi bir ikbal ve servet vasıtası edinmesini bilenler, en yükseklerde sahtekârlık tahtlarını kurabilmek için, en mukaddes davaları istismar ederler. Bunların sözleriyle eserleri arasındaki, kal ile hal arasındaki korkunç tezadı görmek yeterlidir.

3) Neslimiz, kendi iradesinden, kendi varlığından bile o kadar şüpheli ki, hayat ve mukadderatı hakkında bir hüküm verebilmek için mutlaka bir üstün otoritenin kuvvetine sığınmak lüzumunu duymaktadır.

52

O da yetmezse ölülerden yardım istemektedir. En esaslı hayat ve mukadderat davalarının hallinde, son hüküm olarak „ falan böyle diyor, filan böyle demiĢti‟ sözü ile cemaatin Ģuur ve vicdanına zincir takılıyor. Hâlbuki ölüler ve baĢkaları, bizim düĢüncemizin arızasız iĢlemesi için ancak kendilerine danıĢılabilen birer yardımcı olurlar. Topçu bu durumu, hükümlerimize ölüler mühür basarlarsa, onların otoriteleri hakka karĢı kullanılmıĢ kalkan haline gelir. Onlara boyun eğmek mecburiyeti, yaĢayanların iradelerinde tam bir çürüme iĢareti sayılamalıdır Ģeklinde ifade etmiĢtir (Topçu, 2008a: 16-17).