• Sonuç bulunamadı

Ahlâkın Tarihsel Gelişimi ve Ahlâki Ekoller

A) Ahlâk Kavramı

2. Ahlâkın Tarihsel Gelişimi ve Ahlâki Ekoller

Ahlâk ilminin tarihi insanlık tarihiyle eş zamanlıdır. Yaşanılan çağların karakteristiğine, uygarlıkların ekonomik, politik ve sosyal dinamiklerine, toplumların yapılarına, kurumlarına, ideolojilerine göre farklılık gösteren uzunca bir tarihe sahiptir. Bu tarih içinde ahlâkın gelişimini ana başlıklar olarak İlkçağ ahlâkı, Ortaçağ ahlâkı, Modern ahlâk ve Çağdaş ahlâk olarak ayırmak mümkündür (Cevizci, 2002: 33).

Ahlâk ilminin en eski kaynağı olarak, Antik Yunan felsefesini şekillendiren Sokrates kabul edilmektedir. Sokrates’in “nasıl davranmamız gerektiği” hakkında ileri sürdüğü sistemli fikirler, ahlâk felsefesinin de temellerini oluşturmaktadır (Güngör, 1998: 12). M.Ö. 469-399 yılları arasında yaşamış olan Sokrates’in “mutluluk ahlâkı” felsefenin merkezine insanı geçirmiş, insanın kendisiyle, toplumla ve evrenle ilişkilerindeki durumunu ve nasıl olması gerektiğini ortaya koyarak, insanın ahlâki boyutunu ön plana çıkarmıştır (Cevizci, 2002: 34). Sokrates’ten sonra ünlü Yunan filozoflar Aristoteles, Platon, Antisthenes, Zenon ve Eflatun felsefeye ve dolayısı ile ahlâk ilmine yön vermişlerdir.

Yunan ahlâkının gayesi mutluluktur ve mutluluğa ulaşmada tabiata ve akla uygun hareket etmeyi gerekli görmektedir. Bu yönüyle Yunan ahlâkı rasyonel ahlâk olarak kabul edilmektedir (Ülken, 2001: 33).

Tek tanrılı dinlerin doğuşu ile birlikte, aklın bireysel ve toplumsal yaşam için sağlam bir temel sağlayacağı şeklindeki inanç çöker. Böylece felsefenin yaklaşık bin yıllık bir dönemini oluşturan Ortaçağ dönemi, ahlâk ilminin temellerinde köklü değişmelere neden olur. İnsanın tanrı tarafından yaratılmış bir varlık olarak kabul edilmesi, ahlâklılığı da dinin bir parçası haline getirmiştir. Ortaçağ ahlâkı olarak kabul edilen teoriler tamamen dine ve teolojiye dayalı teorilerdir (Cevizci, 1999: 47- 49).

Ahlâk ilmini dönemsel olarak ifade etmek açısından yapılan bu ayırım, dönemler arasında keskin çizgiler anlamına gelmemelidir. Zira, dine dayalı ahlâk anlayışı, günümüze kadar devam etmiş bir anlayıştır. Her ne kadar modern ahlâk teorileri dini temellerden arındırılmaya çalışılsa da, günümüz dünyasında insanı dini eğilimlerden arındırmak mümkün değildir. Günümüz dünyası da büyük çoğunlukla tek tanrılı dinlere mensup insanlardan oluşmaktadır. Dolayısı ile insanların ahlâki yapılarının oluşumunda dini motiflerin etkisi hala baskın bir şekilde ağırlığını korumaktadır.

Bununla beraber her çağ, ideoloji ya da kültür kendi ahlâk ve ahlâklılık anlayışını beraberinde getirmiştir. Yeniçağ ve modern bilimin yükselişi ile birlikte, ahlâk anlayışında da çok köklü değişmeler olmuştur. Dine ve teolojiye dayalı ahlâk anlayışı yerini, insanların birbirleriyle yaptığı toplum sözleşmesiyle, oluşturulan sosyal ve politik kurumlarla, serbest pazarın rekabet koşulları ile şekillenen yeni ahlâk anlayışına bırakmıştır. Bu dönemim ilk ahlâk teorileri 17. yüzyılda Newton, Kopernik, Galile ve Kepler eliyle gerçekleştirilmiştir. Ahlâk ilminin hedeflerinde önemli değişikliklere yol açan bu dönemin en önemli özelliği, kişisel yararı ahlâk yoluyla meşrulaştırıp genel yararmış gibi gösterme gayretidir. Ahlâkı psikolojik bir faktör gibi düşünme yanılgısı, psikolojik egoizm ve beraberinde bencillik ahlâkını getirmiştir (Cevizci, 2001: 95-96).

Rönesans ve Aydınlanma’yla başlayan gelişme içinde büyük ölçüde Hıristiyanlığa bağlı olan Batı ahlâk düşüncesinde önemli değişiklikler olmuş, katı kurallardan uzaklaşılarak “özgürlükçü” ve “usçu” bir ahlâk anlayışına yönelme başlamıştır. Bu süreçte en önemli yeri Kant’ın “ahlâk çözümlemesi” tutar. Aynı süreç içinde genel olarak ahlâklılık kavramı da sorgulanmış, özellikle Nietzsche ve ondan etkilenen varoluşçuluk akımının temsilcileri, yaşadıkları toplumları eleştirerek ahlâktan bağımsız, özgür bir yaşam biçimi önermişlerdir.

Modern ahlâk felsefesinin doğuşu ve gelişiminde Thomas Hobbes (1588- 1679) önemli bir yer tutmaktadır. Ahlâk felsefesini din ya da teolojinin etkisinden kurtarmaya çalışan Hobbes, ahlâkı bilime tabi kılmış ve ahlâkın psikoloji ve biyolojinin nesnel yasalarına dayanmak durumunda olduğunu iddia etmiştir (Hobbes, 1993: 46).

Modern ahlâk felsefesi içinde önemli bir akım da determinist ahlâk anlayışıdır. İnsan için özgürlüğün söz konusu olmadığı dolayısıyla insanın dünyasında mutlak bir nedenselliğin hüküm sürdüğünü ileri süren bu görüş, insan karar ve eylemlerinin belirlenmiş olmasının, bu karar ve eylemleri zorunlu kılan nedenlerin bulunduğunu ileri sürmektedir. Bu nedenle insanın özgürce karar ve eylemde bulunmasının mümkün olmadığından hareketle, insanların ahlâki bakımdan sorumlu tutulamayacağını ve ahlâkın bir temeli olmadığı ileri sürülmektedir (Cevizci, 2001: 106-107).

Çağdaş ahlâk felsefesine ulaşıncaya kadar, modern çağ dediğimiz dönem içinde ahlâki yozlaşmanın bilimle beraber artmasına en etkili eleştiriyi Jean Jacques Rousseau yapmıştır. Aydınlanma çağında fizik, kimya, matematik gibi ilimlerde sağlanan ilerlemenin, beraberinde ahlâki yozlaşmayı getirdiğini düşünen Rousseau, kendisini tam bir aydınlanma eleştirmeni olarak göstermiştir. İlimle faziletin birbirine aykırı şeyler olmadığını, ancak ilim ve sanatta ilerlemenin ahlâki gerilemeye neden olduğunu çarpıcı üslubuyla ortaya koymuştur (Rousseau, 1989: 7- 27).

Modern ahlâk teorileri, içinde bulunduğumuz dönemi de etkilemiş ve etkilemeye de devam etmektedir. Dine ve teolojiye dayalı teorilerden ahlâkı kurtarma

çabaları, ilkçağ ahlâkına doğru bir yönelmeye de neden olmuş, Platoncular gibi ekollerin çıkmasına yol açmıştır.

Modern ahlâk ekollerini üçlü bir ayrıma tabi tutarak sınıflamak mümkündür. Bunlar; fayda ahlâkı, duygucu ahlâk ve görev ahlâkıdır. Bu üç ana ekol kendi içinde çok önemli teorileri de barındırmaktadır. Örneğin Stuart Mill’in tam faydacı teorisi fayda ekolü içinde, Adam Smith’in duygudaşlık teorisi ile Comte’un diğergamlık teorileri duygucu ekol içinde, Kant’ın şekli ahlâk teorisi ise görev ahlâkı ekolü içinde yer almaktadır13. Vergi ahlâkı, bir görev ahlâkı türü olarak kabul edilebileceğine göre, bu sınıflandırmada üçüncü grup içinde yer almaktadır.

Burada üzerinde durmamız gereken teorilerin başında Immanuel Kant’ın (1724-1804) ödev ahlâkı gelmektedir. Ahlâkın, ödevlerden dolayı yasalara uygun hareket etmede kendini gösterdiğini ileri süren Kant, her insanın da kendi içinde bir ahlâk yasası barındırdığını iddia etmektedir (Bertrand, 2001: 114). Kamusal giderlerin karşılanması amacıyla yasalarla konulmuş olan vergilerin yasada belirtildiği şekilde ödenmesi, bu yönüyle tam bir görev ahlâkıdır.

20. Yüzyılda ahlâk daha çok bireyin toplum karşısındaki durumu açısından ele alınmıştır. Bir yandan oluşan teknolojik uygarlık ile refah toplumu ve bunlara bağlı hukuk devleti anlayışı, öte yandan bilginin yaygınlaşması, bireyin genel olarak toplum ve ahlâk yargıları karşısındaki durumunu güçlendirmiştir. Ancak bazı çağdaş düşünürler, özellikle Faucault, bunun görünürdeki durumdan ibaret olduğunu, aslında yaygın ahlâkın birey üzerindeki egemenliğini dolaylı yollardan güçlendirerek sürdürdüğünü savunmuşlardır.

Öte yandan içinde bulunduğumuz yüzyılın başından bu yana, özellikle Anglo-Sakson ülkelerde ortaya çıkan meta ahlâk anlayışı, ahlâkın psikoloji, sosyoloji ve tarihle ilişki içinde olması gerektiğini vurgulamış ve ahlâk alanında birçok amprik araştırmaların yapılmasına zemin hazırlamıştır (Pieper, 1999: 80).

13 Ahlâk ekollerinin ayrıntılı sınıflandırması için bkz. Alexis Bertrand, Ahlâk Felsefesi, (Çev. Salih ZEKİ), Akçağ Yayınları, Ankara, 2001.

Günümüzde sosyal sermayenin öneminin daha iyi anlaşılmaya başlaması ile ahlâk gibi toplumsal yapıyı güçlendiren ve ilişkileri kuvvetlendiren olgulara atfedilen önem artmıştır. Klasik iktisat öğretisinde yer alan “emek, sermaye, girişim ve doğal

kaynaklar” dan oluşan dört temel üretim faktörü ile çağdaş dünyanın ekonomik

olgularını açıklayabilmek çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Çünkü sanayileşmiş toplumların gelişmişliğini sadece fiziki sermaye birikimiyle ve az gelişmiş toplumların gelişememelerini de yalnızca fiziki sermaye yetersizliği ile açıklamak mümkün değildir. Bu nedenle yeni “içsel büyüme teorileri”nde ekonomik gelişmeye ve büyümeye doğrudan veya dolaylı olarak katkıda bulunan, her türlü maddi ve maddi olmayan; politik, örgütsel, çevresel, entelektüel, kültürel, beşeri, bilimsel,

teknolojik, sosyal ve ahlâki unsurlar sermaye olarak kabul edilmektedir (Berber,

2004: 139). Ekonomik kalkınma için öneminin de artması ile ahlâk gibi önemli konular kapitalizmin kıskacından yavaş yavaş sıyrılmaya başlamıştır. Son yıllarda dünya literatüründe görülen gelişmeler, bu kanıyı doğrular niteliktedir. İnsan odaklı eğilimler, çevre sorunları, kadının toplumdaki yeri ve ülkeler arasındaki eşitsizlikler gibi güncel sorunlar, özellikle uluslararası örgütlerin bu konulara hassasiyetinin artmasına sebep olmuştur.