• Sonuç bulunamadı

Adab-ı muaşeret, toplumda yaşayan bireylerin uymak zorunluluğu hissettiği ahlak, nezaket ve görgünün gerekliliklerini, kendini kusur ve ayıplardan koruyacak erdemli bir birey olmasını sağlayacak kuralları içeren bir davranış disiplini demektir.267

Toplumun kültür ve hayat tarzından kaynaklanan adab-ı muaşeret, bireyin içinde bulunduğu toplumun zamanla oluşan genelde topluma has davranış kalıplarını içerir. Adab-ı muaşeret, toplum hayatında insanların birbirleriyle olan ilişkilerini, toplumun geneli tarafından kabul gören doğrular çerçevesinde gerçekleştirmeyi hedefler. Adab-ı muaşeretin kaynağı toplumdur. Toplumun zaman içinde meydana getirdiği yazılı olmayan bu hususlar, kişiler arasında davranış biçimlerine yön verir.

Çocuğun ailede almış olduğu eğitim ve görgü, onu yaşamı boyunca doğrudan etkileyecektir. Bu etki, tüm davranış biçimlerine yansıyarak kurmuş olduğu ilişkilerde kendini gösterir. Osmanlı toplumunda bütün çocuklar çok sevilmesine, hatta zengin ailelerde her isteklerinin yerine getirilip şımartılmalarına rağmen, başta aile büyükleri olmak üzere, büyüklere karşı saygılı davranmaları, onlara küçük yaşta öğretilirdi. Çocuk; baba, anne, ağabey ve ablaya karşı saygı gösterirdi, hatta büyümüş bir erkek, babasının yanında onun izni olmadan oturamaz, yemek yemez, sigara içmezdi.268

Osmanlı tolumun da çocuklar büyüklerine karşı nerede olursa olsun saygı gösterirlerdi. Bu saygıda Müslüman veya Hristiyan fark etmezdi. Çocuklar yolda bir ihtiyara rastlasalar koşar ellerini öperlerdi.269

Osmanlı'yı ziyaret eden Ubicini toplum içinde yazılı olmayan fakat insanların uymakla yükümlü olduğu bu kalıpları şu şekilde belirtmiştir:

İhtiyarlık Türkiye'de olduğu gibi hiçbir yerde hürmete mazhar değildir. Çocuklarını daha fazla şefkat ve alaka içinde yaşatan bir memleket de bilmiyorum. Sokaklarda çocuğunu omzuna, kucağına alarak yürüyen, onu fazla yürütmeyen, yormaktan sakınan çok baba görülür. Emretmedikçe oturamaz. Yalnız baba değil, babasının unvanı neyse efendi baba, ağa baba, bey baba, paşa baba diye hitap eder. Küçük kardeş büyüğe saygı gösterir. Büyük kardeşi asla ismiyle

266

Cüneyd Okay, Osmanlı Çocuk Hayatında Yenileşmeler 1850-1900, s. 50-51. 267

Meriç, a.g.e.,s. 15. 268

Lewis, a.g.e., s. 97. 269

çağırmaz, abla ve ağabey denir ki bizim dilimizde bu kelimeler meçhuldür. Baba, oğlu sadrazam

olsa bile yalın ismiyle çağırır.270

Modernleşme sürecinde değişmeye başlayan yaşam tarzı toplumsal alanı yeniden şekillendirirken, aile de bu gelişmelerden etkilenmiştir. İş alanlarının evden ayrılması ve dolayısıyla evin selamlık bölümünün eski işlevini kaybetmesiyle başlayan bu değişim süreci bir başka açıdan aile erkeklerinin akşamları evlerde kadın ve çocuklarla daha çok birlikte olmasını sağlamıştır.271

Ailenin yaşadığı bu değişim kendini toplum hayatında da göstermiştir. Bu alanlarda aile yeniden şekillenerek birbirleri ile olan ilişkilerinde yeni davranış tarzı geliştirmiştir. Batılı tarzda kurallarının kabulü gençlerde ve üst tabaka ailelerde öncelikle başlamıştır. Nitekim bu aile grupları dışarıya açılmada geleneksel ailelere oranla daha önce davranmışlardır. Bu atılımı Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi, Avrupa başkentlerine sürekli elçilikler açılması, Batıdan ülkeye devlet adamlarının gelmesi gibi gelişmeler sağlamıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak Batılı usul ve görgü kuralları aile hayatına girmesine zemin hazırlamıştır.

Toplumun Batı’ya açılışı kendine günlük uygulamalarda da yer bulmuştur. Oturma, kalkma adabı, yemek yeme usullerinin nasıl olması gerektiği bir resmiyet kazanarak kamusal alanda çocukları eğitmek için uygulamaya konulmuştur. Okullarda çocuklara eski ve yeni usul yemek tarzı uygulamalı olarak gösterilirdi. Dönemin kitap ve gazeteleri de bu konuda yaptıkları yayınlarla bu usulleri gösterip benimsetme konusunda etkili olmuştur. O dönemde sayıları oldukça fazla olan

İdare-i Beytiye adıyla çıkan kitaplardan bu gelişmeler daha iyi izlenebilir. Nitekim Ahmet Rıza

kızlar için yazdığı İdare-i Beytiye kitabında sofra kurma adabını anlatırken hem alaturka hem de alafranga usule yer verir. Ancak hangisi daha iyidir? sorusunu cevapsız bırakır. Ayrıca çocuklara derslerde, usul-i taamın mevzu taharet olduğu gibi, gayesi de karşısındakini iğrendirmemektir272 şeklinde yapılan tavsiyelerle Batılı yemek yeme usulünün gelecek kuşaklar tarafından benimsenmesinde ve toplum hayatına yerleşmesinde etkili olmuştur.

Adab-ı muaşeret kurallarını toplum hayatına aşılamak için dergi ve gazeteler de üzerlerine düşeni yapmaya çalışmışlar, çocukları toplum hayatındaki kurallar hakkında bilgilendirerek eğitmek için yazılar yayınlamışlardır. Vasıta-i Terakki dergisinde ana-babaya saygı duyup, onlara hürmet edilmesi gerektiği yönünde çocukları eğitici bir yazı yayınlamışlardır. “Çocuklarla Mütalaa” başlıklı yazıda:

... Bizi dünyada terbiyelendirmek, yiyecek, giyecek, yatacak yer tedarik etmek için pek çok meşakatler çeken, herkesten daha samimi olan ana ve babamızı sevip, son derece hürmet ve saygı göstermeliyiz. Az bir hastalansak veyahut bir tarafımız ağrısa sıhhat ve sağlığımız için hemen Allah'a yalvarırlar. Üzerimize titrerler. Bu haklarına, her an gördüğümüz iyiliklerine

270 Öztuna, a.g.e., s. 210. 271 Meriç, a.g.e., s. 58. 272 Meriç, a.g.e., s. 114-115.

mükabil şayet onlardan biri hastalansa veya bir tarafları ağrısa elimizden geldiğince onlara

yardım etmeliyiz...273

Dönemin dergileri incelendiğinde çocukları doğruya yönlendirmek onları eğitmek adına bu tür yazıların kaleme alındığı görülmektedir. Lâne dergisinin ikinci sayısında yayınlanan, Vaiz Efendi tarafından kaleme alınan “Yalan Söylemek” adlı yazıda çocukların yalan söylemesinin ne kadar yanlış olduğu, yalan söylemeyi hem dinimiz hem de ahlakımız tarafından yasaklandığı anlatılmaktadır. Yazıda yalan söylemenim çok kötü bir şey olduğu dile getirilmiştir. Doğru söyleyenlerin hiçbir zaman hiçbir şeyden çekinmedikleri işlenmiştir. Vaiz Efendi, yalancılığı şu şekilde anlatmaktadır: “Her kötülüğün başı yalancılıktır. Yalancılardan herkes hastalıktan kaçar gibi kaçar. Bir kere yalancı diye adı çıkınca bir daha yemin etse kimse inanmaz. Onun içindir ki bir kabahat dahi işleseniz, o kabahati işlediğinizi itiraf etmek en doğru harekettir. Zira inkar etseniz daha muazzeb olursunuz.” Kişi yalan söylediğinde vicdanının sesi onu rahat bırakmaz ve sürekli ona: “Niçin yalan söyledin?” diye sizi her dakika üzer durur. Bu ses vicdanınızın sesidir. Sizi her yerde kovalar, rahat vermez. Vicdanı rahat olmak isteyen adam doğrudan, doğruluktan bir dakika ayrılmamalıdır. Derginin bu eğitici yazısının devamında çocuklara ders çıkarması için bir hikaye anlatılmaktadır:

Vakti ile valilerimizden biri bir hapishaneyi ziyaret edip, mevkufların birer birer kabahatlerini sorar. Hepsi masumuz, derler. Sıra en son bir mevkufa gelir. Paşa sorar: “Sen niçin buradasın?” Mahkum cevap verir: “Efendim bir hayırsızlık yaptım da ondan.” Vali derhal mahiyetine döner der ki: “Bu kadar masumun arasında bu kabahatlinin işi yok derhal serbest bırakınız.” İşte doğruluk dünyada da ahirette de böyle mükafatını görür. Yalancıların ise görecekleri daima

hakaret ve zilletdir.274

273

Fahri, İhsan ve İsmail, “Çocuklara Mütalaa”, Vasıta-i Terakki, 1, 10 Cemaziyelahir 1299 (28 Nisan 1882), s. 4-5. 274

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. OSMANLI DEVLETİ’NDE ÇOCUĞUN SOSYAL HAYATI