• Sonuç bulunamadı

Aşkın Yitimini Milliyetçilikle Bastırmak: Sodom ve Gomore (1928)

romanlarındaki kahramanların memleketleri menfaatine çalışmayı seçmeleri, âşık oldukları kişiye olan arzularının karşılık bulmamasıyla ilişkilendirilmiştir. Bu kurguya göre Hulki, Rum güzeli İzmaru’nun ihanetine uğramasaydı millî benliğine dönüp cephede vatanını savunmayacaktır. Kuzeni Seniha aşkına karşılık verse Hakkı Celis, cepheye gitmek kararlılığını gösteremeyecektir. Feride, Kâmran tarafından ihanete

86

uğramasa Anadolu’daki sefil köy mekteplerinde ulusun menfaatine eğitim neferliğiyle veya hastabakıcılıkla hizmet etmeyecektir. Dolayısıyla bu üç karakterin millî kimlik edinme serüvenlerinin ardında sevdikleri kişi tarafından hezimete uğratılmaları

gösterilmektedir. Aşktaki hayal kırıklığı nedeniyle toplumsal kimlik inşa etme ve millî bilinç kazanma temine 1928’de tefrika edilen Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore romanı da eklenebilir.

Romandaki ana kadın karakter olan Leyla’nın kuzeni ve nişanlısı olan Necdet mutaassıp bir İngiliz düşmanıdır. Necdet, alafrangalığından yakındığı Leyla’nın İngiliz subaylarla fazla samimi olmasına ve eğlence hayatından başka bir şey

düşünmemesinden ötürü ona tepki gösterse de genç kadına duyduğu arzudan vazgeçemez. Necdet, Leyla’nın eğlencelerine son vermediğini görünce onu

denetlemek amacıyla gittiği partilerde ona iştirak eder. Leyla tuhaf arkadaşlıkları ve çıkar ilişkileri nedeniyle cemiyet hayatından dışlanınca ağır bir buhran geçirir. Necdet artık uzak bulduğu nişanlısına son bir iyilik yaparak onun yurt dışında istirahat etmesi için ailesine maddi destekte bulunur. Leyla yurt dışından ailesine yazdığı mektuplarda iç huzuru yakalamış, mazbut ve sakin bir kadın portresi çizmeye başlar. Necdet’in Leyla’daki bu değişime inanamadığı hatta Leyla’nın bu yeni hâlinin karşı koyamadığı cinsel arzuyu silmeye başladığı şöyle ifade edilir:

Necdet, Leylâ'nın yalnız anasıyla babasına bu masum yüzü gösterip de gerçekte gene o şehvet dolu, o şuh o dişi Leyla olduğunu sanmasa, belki ondan büsbütün soğuyacak, belki hayatından bu Leylâ tamamıyla silinip gidecekti. Lâkin, buna rağmen, kalbini örtmeye başlayan külün altında, şüphenin kızıl kıvılcımları sinsi sinsi yanmakta devam ediyordu” (244).

87

Necdet’e göre Leyla’ya beslediği arzu, onu millî arzunun sorumluluklarından men etmiştir. Ankara’da savaşıp İstanbul’a Mütareke ilanı sonucunda geri dönen arkadaşı Cemil Kâmi’yle bir araya geldiğinde Necdet cephede savaşmadığı için utanır. Anadolu’ya gitmek yerine ülkesinde kalmasının nedenini Leyla’ya düşkünlüğü ile açıklar ve kendini bir nevi vatan haini gibi görür. Necdet’in millî ülküden uzak kalışında Leyla’ya olan arzusunu gerekçe göstermesi romandaki şu cümlelerden çıkarsanabilir: “Ve bütün bunlar ciğeri beş para etmez bir kız için. Bu söz sanki kendisine bağladığı bütün kötülüklerin bir mazereti gibiydi” (263). Necdet’in millî ülküye yaklaştıkça Leyla’dan uzaklaştığı şöyle ifade edilir:

Necdet bu yeni âlemde o kadar yepyeni bir insandı ki, bir zamanlar Leylâ ile kendi arasında geçen macera ona bir başka adamın hikâyesi gibi geliyordu. Dumlupınar Muharebesi'ne dair dinlediği menkıbeleri yeni bir dine girmiş insanların imanıyla kendinden geçmiş bir halde anlatıyordu ve arada bir Mustafa Kemal adını söylerken sesinin titrediğini hissediyordu, ona yalnız "O” demek zorunda kalıyordu (284-85).

Bir müddet sonra yurt dışından İstanbul’a dönen Leyla, Necdet’i yeniden kazanmayı dener. Necdet millî ülküsüne bağlılığıyla kendisini baştan çıkarmaya çalışan Leyla’ya karşı koyar, artık genç kadına hissettiği cinsel arzuyu yitirmiştir. Böylelikle Necdet Leyla’ya olan aşkının hayal kırıklığı ile sonlandığını kabul etmiş ve onu arzulamayı bıraktığı zaman millî arzuya sarılarak toplumsal kimliğine kavuşmuş olur.

Bu bölümün sonunda denilebilir ki “millî edebiyat” kanonuna dâhil edilebilecek çeşitli romanlarda millî dava ile sevgili aşkı arasındaki gerilim çeşitli arzu dinamikleri ekseninde kurmacada yer bulmuştur. Politik/toplumsal kimliğe sahip olmayan

88

kahramanların idealist kahramana duydukları aşk sayesinde milliyetperver bir kimlik kazanması gibi millî ülkünün uzağında figürlerin arzulanması durumunda da tatmin edilmemiş arzunun da milliyetçi kimlik kazandırabileceği kurgusu göze çarpmaktadır. İdealist kahramana duyulan arzu kadar olumsuz kahramana yönelen arzunun da Türk milletine fayda sağlamak üzere toplumsal kimlik edinme idealini kazanmaya hizmet ettiği sonucuna varılmıştır. Sodom ve Gomore’de Necdet emperyalist İngilizlere eğlenmeyi seven Leyla’ya âşıktır. Olay örgüsünde ilginç biçimde Leyla bu hayattan vazgeçip mütevazı, sakin bir yaşamı seçtiğinde Necdet tarafından arzulanmaz ve Necdet takıntıya dönüştürdüğü Leyla’yı hayatından çıkarır. İşgalciler de Türk

ordusunun zaferi ile İstanbul’u terk etmeye başlarlar. Bu romanda da alegorik yapıya gerek kalmadan bireyin yaşantısı ile toplumsal olaylar birbirlerine işaret etmeden ve birbirlerini bastırmadan anlatıda yer almıştır.

Türkçe millî edebiyat kanonunda arzu dinamikleri çerçevesinde bir de kadın ve erkeğin birbirlerine olan aşklarından bağımsız olarak millî kimliklerini inşa etmiş oldukları, bir araya geldiklerinde ise hem cinsel hem de millî arzuyu bir arada yaşatma idealinde buluştukları içerikte romanlar da mevcuttur. Söz konusu tematik içerik kapsamında üçüncü türden bir arzu dinamiğinin toplumsal kimlik inşa etme sürecinde kadın-erkek dayanışmasına dayandırıldığı göze çarpmaktadır. Buradan hareketle, bir sonraki bölümde arzunun milliyetçi ülkü ile örtüştürülmesi meselesine yer verilecektir.

89

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

AŞKTA VE MİLLÎ ARZUDA BULUŞMAK: GÖNÜL HANIM (1920), KAN VE

İMAN (1922), SÖZDE KIZLAR (1923), MAHŞER (1924)

Arzulayan ve arzulananın birbirlerinin olumlu veya olumsuz motivasyonu olmaksızın millî kimlik etrafında buluşmasının ele alındığı romanlar da vardır. Karşılıklı arzunun ve karşılıklı millîliğin bir arada sunulduğu bu romanlarda aşk ve davanın karşısındaki engellerle kadın-erkek birlikte mücadele ederken sunulmuştur. Romanlardaki bu yapıyı yakından incelemek üzere kadın-erkek ilişkilerine yer verilen içeriğe temas etmek faydalı olacaktır. Bu bağlamda öncelikle Ahmet Hikmet

[Müftüoğlu]’na ait Gönül Hanım isimli roman, sonrasında Ercüment Ekrem’in önceki bölümde ele alınmış olan Gün Batarken romanının devamı olarak kurguladığı ancak birkaç karakter dışında farklı bir içerik sunduğu romanı Kan ve İman, Peyami Safa’nın Sözde Kızlar ve Mahşer romanları analiz edilecektir.

Bu bölümdeki incelemenin temelinde sevgiliye duyulan arzunun milliyetçi ülkü ile örtüştürülmesi dinamiğine yer verilecektir. Önceki bölümlerde birer neden-sonuç ilişkisi üzerinden millî kimliğe sarılan kahramanların bu kez birbirlerinden bağımsız biçimde sahiplendikleri millet/memleket sevgisini birbirlerine duydukları bireysel aşk duygusuyla çatışmadan sahiplendikleri kurgusuna yer veren romanlar toplumsal cinsiyet ve kimlik odağında incelenecektir.

90