• Sonuç bulunamadı

AĢkları, Evlilikleri ve Ailesi

C. Türk Edebiyatında Popüler Roman

I. BÖLÜM

1.4. AĢkları, Evlilikleri ve Ailesi

Libreri Mondiel‟de iĢe baĢlayalı tam bir yıl olduğunda maaĢı 55 liraya çıkarılır ve kendisinden oldukça memnun olan patronları memnuniyetlerini defalarca kez dile getirir.

Burada çalıĢırken, büyük bir Fransız sigorta Ģirketinin Ġstanbul Ģubesine gönderilmiĢ yeni müdürü olan Georges Pessarau, Mebrure'ye âĢık olur. Ona Ģiirler, mektuplar yazar. Kendisinden en az 25 yaĢ büyük, 45 yaĢlarındaki bu adama zamanla Mebrure de âĢık olur. Günün birinde mağazaya tekerlekli sandalyede felçli bir çocuk, babasının doğum günü için bir albüm almaya gelir. Bunun, Pessereau'nun çocuğu olduğunu öğrenen Mebrure, onu üzmemek, ağlatmamak için kendisinin de sevmeye baĢladığı bu beyden uzaklaĢması gerektiğini anlar ve iki yıldır çalıĢtığı bu mektepten, Libreri Mondiel'den ayrılmaya karar verir.

Mondiel'den daha ayrılmadan yeni iĢini bulur. O kadar baĢarılıdır ki artık iĢler onu bulmaya baĢlamıĢtır. Ve Elektrik-Tramvay Ģirketinde -diğer adı ile Tercüme Odası- çalıĢmaya baĢlar. Burada tercüme kalemi Ģefi Cemil Sait Bey‟in yanında çalıĢacaktır. "ġimdilik daktilograf, ileride mütercim olabilir" kaydıyla 70 lira aylıkla iĢe baĢlar.90

Daha ilk günlerde ciddi bir rahatsızlık geçirir. Epey süren "Para-Tifo B" adlı hastalık saçlarını alır. Saçları öylesine dökülür ki, onları çok kısa kestirmek zorunda kalır.

Tercüme odasında çalıĢırken Hakkı isminde birisi Mebrure'yi annesinden ister. Daha sonra Mebrure ile de görüĢür. "Her Ģeyin helalini isteyen, Müslüman çocuğu, tam anlamı ile normal bir adam olan, iyi yüzlü, sportmen yapılı, çok yakıĢıklı"91

Hakkı'yı Mebrure de sevmeye baĢlar. Ama fazla aceleci olduğunu düĢünür. Bunun üzerine:

“Aceleciyim, çünkü seni baĢkalarına kaptırmaktan korkuyorum. Ama göreceksin, kimse kapamayacak seni benden! Evet, lisan bilmiyorum, kitap delisi değilim, hele Mısır hiyeroglifleri nedir, hiç çakmam, ama seni çok mutlu edebilecek bir

Dediğini yaptım, artık elimden kitap düĢmez olmuĢtu. Tranvayda bile okurdum. O kadar dalardım ki, oturduğumuz Ortaköy‟e geldiğimizin bile farkına varamaz, sonra birden bire doğrulur, anamdan yiyeceğim (paparayı) düĢünerek, tranvaydan atlardım.” Bk. Kandemir, “Mebrure Sami Alevok Bütün Hayatını Anlatıyor”, Edebiyat Âlemi, S. 16, s.7.

90

Bk. M. Alevok, Geçmişte Yolculuk, s.210.

91

insanım Mebrure. Buna inanmalısın. ġunu da bilmelisin ki, seni, kırkını aĢmıĢ, kemik veremi geçirmiĢ, topal, yarı deli bir herife bırakmam. Kimseye bırakmam.”92

Bu sözlerin sahibi Hakkı aradan dört gün bile geçmeden Ģiddetli bir apandisit krizi geçirir. Sedye ile hastaneye götürülürken "Dediklerimi unutma, çabuk döneceğim."93

der ama bir daha dönemez.

“Ama zavallı Hakkı, belki de sahiden beni ömür boyu mutlu kılabilecek, bana dört-beĢ evlat verecek, beni bir alay torun sahibi edecek iyi insan, normal erkek Hakkıcık dönemedi. Çabuk değil hiç dönemedi. Ameliyat masasından kalkamadı. O güçlü, kuvvetli pehlivan yapısını hiçe saydı ecel."94

Böylece ömür kitabının bir sayfası daha, yine hiç açılmadan kapanmıĢ olur. Mebrure Hanım ilk evliliğini 1924 yılında, tercüme odasının çalıĢanlarından Süleyman HurĢit Bey ile yapmıĢtır.

"Benim 17 yaĢını sürdüğüm o sıralarda; ana dili gibi Fransızca, Ġngilizce, Rumca bilen bu mütercim bey kırkını boylamıĢ, saçları tepeden seyrelmiĢ, bir bacağı iyice aksadığı halde çarpıla çarpıla çok hızlı yürüyen, parasını pulunu hep acayip kitaplara harcayan yeĢil gözlü bir adamdı."95

Bu adam için kimileri “delinin, manyak herifin teki” derken kimileri de “çok bilgili bir adam, Mısır Hiyegroliflerini bile okuyor, yazıyor. Halalarından biri Mısır'da prensesmiĢ! Ona mumya göndermiĢ”96

diyerek ona destek çıkıyorlardı.

Mebrure de, bu garip adamda sevilecek bir taraf bulamaz ama çok okuyor olması ve nezaketi onu etkiler:

"Güzel yakıĢıklı bir adam değil. Hiç değil. Ġyi giyinmiyor. Üstüne baĢına aldırmıyor. Elleri hamal eli gibi iri, kaba. Bu eller, bu kalın parmaklar keman telleri üzerinde nasıl dolaĢabiliyor?

Hayır! HoĢa gider hiçbir tarafı yok. Sadece nezaketi, zaman zaman insanın damarına dokunan, soğuk nezaketi var."97

Bir cuma günü Süleyman Bey, Ģirket çalıĢanlarını evine davet eder. Mebrure,

çokça merak ettiği Süleyman Bey‟i, evi ve ailesini yakından tanıma fırsatı bulmuĢtur. Aslında bu davet sırf bu amaçla verilmiĢtir.

92 Aynı yer. 93 Aynı eser, s.236. 94 Aynı yer. 95 Aynı eser, s.220. 96 Aynı yer. 97 Aynı eser, s.228.

Süleyman Bey‟in annesi Naciye HurĢit Hanım aynı zamanda el falına da bakmakta ve dedikleri hep çıkmaktadır. O gün Mebrure'nin de falına bakar:

“Uzun parmaklar… Karanfil tırnaklar… tam sanatkar eli bu! Böyle ellerden resim, heykel, müzik, yazı gibi Ģeyler çıkabilir. Sizin etrafınızda dönenler var. Ġki erkek, en yakında. Bunlardan birinin burnu çok büyük. Ötekinin elinde kitap var. Size uzatıyor gibi. Evet, iyice görüyorum artık. Siz, yazı yazacaksınız. Bir gün isminiz tanınacak. Eliniz hep, hep kalem tutacak. Bir kapının ardında saçınız dökük duruyorsunuz. DıĢ taraftan bir Ģeyler soran, cübbeli, sarıklı bir adama cevap veriyorsunuz. Tamam! Anladım! Nikahlanıyorsunuz. Hem de yakında bir nikah var size… yedi sene süren bir nikah. Yedi sene sonra ayrılıyorsunuz yahut da o adam ölüyor. "98

Birkaç hafta sonra 17 yaĢındaki Mebrure, 40 yılın bekârı Süleyman Bey‟le

önce niĢanlanır, ardından da birkaç gün sonra nikâhlanır.

Dört ay nikâhlı olarak yaĢadıktan sonra düğünleri olur. Fakat bu dört aylık süre içinde kendisini, ikisi evden çıkarken Allaha ısmarladık manasında yanağından, ikisi de manyetizma seansı sırasında ayaklarından olmak üzere dört defa öpmüĢtür. Bu garip bir durum gerdek gecesinde de devam eder. Mebrure'ye uyumayı tavsiye eden Süleyman Bey, o gece çiçeği burnunda hanımına, sakat bacağına uyguladığı iğrenç tedavi yöntemini anlatır. Evli kaldıkları yedi yıl boyunca devam edecek bu tedavi seanslarını Mebrure iğrenerek dinler.99

Düğün gecesi konuĢtukları ikinci konu Süleyman Bey'in sürekli olarak okuduğu ve Mebrure'nin çok araĢtırmasına rağmen ne olduğunu öğrenemediği

Exteriorisation adlı kitaptır. "Ölmeden, ruhu bedenden ayırabilmenin sırrı var o

kitapta."100 diyerek Mebrure'yi ikinci kez ĢaĢkına çeviren Süleyman Bey, ruh çıkarma seanslarını uzun uzun anlatır. Ve ilginç bir itirafta bulunur:

"Senin Ģu genç güzel yüzünü, kafanı, ruhunu seviyorum ama bana eflatunlarla sardıklarını göstermeye kalkıĢma. Ġnsan bedeninden nefret ederim ben."101

TraĢ olduğu bir gün, pijama ceketini üzerinden çıkaran Süleyman Bey‟in kollarında yuvarlak yuvarlak tüysüz beyaz noktalar görür. Nedir bunlar diye sorduğunda aldığı cevap ilginçtir:

98

Aynı eser, s.254-255.

99

Bu garip tedavi yöntemi için Bk. M. Alevok, Geçmişte Yolculuk, s.281.

100

Bk. Aynı eser, s.282.

101

"Sigara yanığı. Sigara söndürüldü buralarda. Cazır cazır, etimi yaka yaka… yanan kılların, derinin kokusunu keyifle duya duya ."102

Bu garip durumların devamı düğünden sonra da devam eder. Süleyman Bey ve annesinin aslında varlıklı insanlar olmadığı, çokça borçları olduğu ve düğünden önce gördüğü eĢyaların neredeyse tamamının, birilerinden ödünç alındığı ortaya çıkar.

Mebrure neye uğradığını ĢaĢırmıĢ ve artık piĢman olmaktadır. Kulağında hep “yazık ettin kendine, yazık!" sesleri çınlamaktadır.

Hem bedenen hem manen yalnız kalan Mebrure kendini yazılara verir ve bu dönemde yaptığı pek çok tercümeden sonra telif eser vermeye baĢlar.

Fransızcasını oldukça ilerleten Mebrure‟nin, Alphonse Daudet'ten yaptığı ilk uzun çevirisi Niçin Beni Aldattın adı ile Suhulet Kitabevi tarafından basıldığında henüz Latin harflerine geçilmemiĢtir.103

Daudet'in bu romanı daha önce Servetifünun yazarı Ahmet Ġhsan Tokgöz tarafından da tercüme edilmiĢtir.104

Mebrure Hanım, eserinin önsözünde bu çevirideki akıl almaz hataları105

gösterir ve bu çeviriyi yazma sebebini anlatır.

O zamanlar, Esat Mahmut Bey‟in sahibi bulunduğu Milliyet gazetesinde, edebî eleĢtirmeler yapan Ġbrahim Necmi Bey106

tercümeyi beğenmekle beraber, Ahmet Ġhsan Bey‟e çatan önsözü yeren bir makale yazar.

Mebrure Hanım‟ın bu makaleye cevabı mektup Ģeklinde olur:

102

Aynı eser, s.291.

103

Alphonse Daudet‟ten bu ilk uzun tercümem “Niçin Beni Aldattın” ismi altında, kitap halinde çıktığı zaman 18 yaĢlarındaydım. (Bk. M. Alevok, Geçmişte Yolculuk, s.172.) diyor, fakat eserin 1928‟de basıldığı ve yazarın 1905‟de doğduğu düĢünülecek olursa yaĢı 23 olmalıdır.

104

Bk. M. Alevok, Geçmişte Yolculuk, s. 308.

105 Ahmet ihsan Bey, “AteĢ böceği” sözcüğünü “ Berk vuruyor” diye, gene baĢka bir yerde, yaprak

üstünden alınıp sevgilinin saçları arasına konan aynı ıĢıklı böceği, ne hikmetse bu kez de baĢka bir isme layık görerek “Ġğne taĢı” diye çeviriyordu. Bütün sahifeler, buna benzer, en acayip Ģekillere bürünen, bin türlü yanlıĢlıkla dolmuĢ, coĢkun yaĢımın kesin kararıyla: “Alphonse Daudet katledilmiĢti.” Bk. M. Alevok, Geçmişte Yolculuk, s. 309.

106 “Harf inkılâbı hazırlanırken, Ankara‟ya çağrılmıĢ, Gazi Mustafa Kemal PaĢa‟ya yardımcı olmuĢ,

1928‟de Latin harfli ilk alfabeler onun ismini taĢımıĢ, soyadı devriminde de kendisine Dilmen ismi verilmiĢtir.” Bk. Aynı eser, s. 310.

1889‟da Selanik‟te doğup 1945‟te Ankara‟da ölen Ġbrahim Necmi Dilmen, Türk dilbilimci ve edebiyat tarihçisi olarak tanınır. Orta öğrenimini Selanik'te yapan Dilmen, Ġstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi‟nden mezun olur. 1908 yılında, Selanik Hukuk Okulu‟nda dersler verir. Ġstanbul'da çeĢitli liselerde edebiyat öğretmenliği yapar. Ġstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi‟ne bağlı Ural- Altay dilleri ve edebiyat nazariyeleri kürsülerinde müderris muavinliği görevinde bulunur. 1932‟de Milli Eğitim Bakanlığı Genel MüfettiĢliği‟ne atanır. 1935 – 1945 yılları arasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi‟nde Burdur milletvekili olarak yer alır. Türk Dil Kurumu‟nda çeĢitli yöneticilik görevleri üstlenir.

“Eğer Fransız edebiyatının dostuysanız, Daudet‟i okumuĢ, benim gibi de pek çok sevmiĢseniz. Ahmet Ġhsan Bey‟in bu akıl almaz yanlıĢları karĢısında, sizin de tüyleriniz diken diken olmalı!” 107

Mektupla birlikte A. Ġhsan Bey tarafından yapılan tercümeyi de gönderir. Kabul edilemez hatalarla dolu bu çeviriyi okuyan Ġbrahim Necmi Bey, gazetedeki köĢesinde bu defa genç yazardan özür dileyen ve övgülerle bahseden bir yazı kaleme alır.108

Ayrıca bir de mektup gönderen Ġ. Necmi Bey, antika değerinde olan çeviriyi bizzat kendisi evine getirmeyi uygun bulduğunu, bu vesile ile de o satırların sahibi ile tanıĢmayı umduğunu dile getirir.

Ġbrahim Necmi Bey, Mebrure ile tanıĢtıktan sonra ona mutlaka telif eser yazmasını tavsiye ederken Ģu sözleri kullanır:

“Muhakkak telif eser vermelisiniz. Zaten Libreri Mondial‟den hatırlıyorum. Size “Mavi KuĢ” diyorlardı galiba o zamanlar. TanınmıĢ romancılarımızdan bir kaçı, hep sizden hayranlıkla bahseder, “bu genç Türk hanımından, ileride mutlaka iyi bir Ģeyler çıkacak.” derlerdi. Evet, telif… telif yazmalısınız. Mesela bize, gazeteye, bir ilk deneme olarak hikâye yazamaz mısınız?” 109

Bunun üzerine: “Yazarım, zaten aklımda bir sürü Ģey var. Bu gece yazarım.” diyen Mebrure “GözyaĢından Kahkahaya” adını verdiği ilk telif hikâyesini yazar. Hikâye ertesi gün gazetede, hem de birinci sayfada Mebrure‟nin isminden de bahsederek çıkar.

Ġbrahim Necmi Bey, birkaç kez daha ziyarete geldikten sonra her gün bir mektup yazmaya baĢlar. “Yeryüzünde, bir kadına yazılmıĢ, yazılacak en güzel mektuplardır bunlar.”110

Ara nağme, hep “Sihirbaz”dır. Satırların arasında kirliye, çirkine kaçan tek kelime yoktur. Gümülcine‟deki çocukluğunu, yokluk içinde, üvey ana elinde büyüyüĢünü, Mebrure‟ninkine benzer gayretlerini, çabalarını anlatır bu mektuplarda.

107 Aynı eser, s.311. 108 Aynı yer. 109 Aynı eser, s.315. 110 Aynı eser, s.319.

Her gün, her gün, platonik bir duygu ile yazılmıĢ bu edebî mektuplar gelmektedir artık.111

Mektuplar öylesine güzeldir ki altıncı mektuptan sonra Mebrure de ona cevaplar yazmaya baĢlar ve bir mektubunda: “Artık evimize gelmeyin. Bu güzel, temiz dostluğumuz, sadece yazı yolu ile yürüyüp gitsin.”112

der.

“Ġhtiyar dostunuza uğur getirdiniz küçük sihirbazım. Gazi Hazretleri beni çağırıyor. Yeni, çok büyük bir devrim hazırlığı var. Bir iki gün sonra, size vedaya evinize geleceğim. Buna artık hayır diyemezsiniz.”113

cümlesiyle biten mektup, destenin sonuncusu olur. Onu daha sonra ancak, harf devrimiyle ilgili yazılarıyla ve Gazi PaĢa‟nın yanında çekilmiĢ resimleriyle gazetelerde görebilmiĢtir.

Ġlk telif hikâyesi "GözyaĢından Kahkahaya" ilk telif romanı Sönen Işık ve daha pek çok yazı hep bu dönemde kaleme alınmıĢtır.

Sönen Işık adlı ilk telif romanını Mebrure HurĢit‟in kendi ağzından ilk kez dinleyen Milliyet gazetesinden gelen ve dönemin en popüler yazarı olan Esat Mahmut Bey:

“DeğiĢik bir konu. Güzel. Üslup da güzel. Yalnız bazı yerleri kısaltmak, kesmek gerekecek. Gazeteden bunu muhakkak böyle isteyeceklerdir. Ama ne derlerse desinler, benim onlara verilecek tek cevabım Ģu: “Mebrure HurĢit hanımı, bir güneĢ sayın" diyeceğim. Onu durdurmak, örtmek, gizlemek, karartmak artık kimsenin elinden gelmez. Bu güneĢ nasıl olsa yolunu bulup sızacak. Her tarafa yayılacak, aydınlık saçacak" diyeceğim. ĠĢte bu kadar."114

Esat Mahmut Bey‟in115 yıllar sonra Mebrure Hanım'la karĢılaĢtığında söylediği sözler de onun sanat gücünü ortaya koymaktadır:

111

“Arap harfleriyle yazılmıĢ bu rastlanılması zor güzellikteki mektupları, kelimenin tam anlamıyla bir “Edebi hazine” gibi, hala saklamaktayım.” Bk. Aynı yer.

112 Aynı yer. 113 Aynı eser, s.320. 114 Aynı eser, s.333.

115 1902‟de Ġstanbul‟da doğup 1977‟de yine Ġstanbul‟da vefat eden Esat Mahmut Karakurt ġura-yı Devlet üyesi Urfalı Mahmut Nedim Bey'in oğludur. Kadıköy Sultanisi'ni, Ġstanbul DiĢ Hekimliği Okulu'nu ve Ġstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirir. Avukatlık, gazetecilik, Galatasaray Lisesi'nde Türkçe öğretmenliği yapmıĢtır. 1954-1960 yılları arasında 10. ve 11. dönem ġanlıurfa milletvekilliği ve 1961-1966 arasında senatör olarak görev yapar. Ġlk yazıları muhabir olarak çalıĢtığı Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayınlanır. Daha sonra çalıĢtığı İleri, İkdam, Cumhuriyet,

Tasvir, Yeni Sabah gibi gazetelerdeki polisiye olayları konu alan röportajlarıyla tanınır. Küçük

öyküler yazar. Ama daha çok, sinemaya uyarlanan, olaya dayalı aĢk ve serüven romanlarıyla ün kazanır.

"Gazetelerde, mecmualarda, piyeslerde isminizi hep görüyorum. Hem sizin iĢiniz bizimkinden zor oldu. HurĢit, Koray, Ģimdi de babanızın soyadı: Alevok… Yani üç ayrı ismi tanıtmak baĢarısına ulaĢtınız. O bakımdan güneĢ hala parıl parıl…"116

Babıâli‟nin en tutulan yazarı olan bu bey, Mebrure Hanım‟ın eserini beğenir ve sırada bekleyen onca esere rağmen bu eseri gazetede tefrika ettirir. Tefrika bittikten sonra, kitabı basacak naĢiri de temin eder.

Ayrıca Esat Mahmut Bey Mebrure'yi Güzel Sanatlar Birliğine kaydettirir. Dönemin kalburüstü tüm sanatçıları burada toplanmaktadır. Mebrure'nin sanat dünyası içine tam anlamıyla girmesi bu vesileyle gerçekleĢir.117

Güzel Sanatlar Birliğine gelenlerden biri de Nazım Hikmet‟tir. Bir toplantı çıkıĢı, tramvay bekleyen Mebrure‟nin yanına sokulan Nazım, müjde verircesine sevinçli bir sesle:

-“Çok Ģükür, çok Ģükür! Rusya‟dan döneli, ilk defa sizin gibi birini görüyorum. Memleketimde gördüğüm kadınların hepsi ya çirkin-zeki, ya da güzel-aptal çıktılar.” diyerek Mebrure‟yi hem çirkin bulmadığını hem de zeki bulduğunu belirtir.

-“Ama, benim zeki olduğumu nereden anladınız. Daha üç beĢ lakırdı bile etmedik sizinle.” demesi üzerine ise:

-“Anlarım ben! Hem Ġsmail Galip Bey‟den hikâyenizi dinledim. Ġnsanın gözünün içine baktım mı, zeki mi aptal mı hemen anlarım.”118

diyen Nazım Hikmet‟in konuĢma isteğini, beklenen tramvayın gelmesi kursakta bırakır.119

116

Aynı eser, s. 350.

117

“Gülhane Parkından içeri girilince, soldaki yokuĢun tepesinde, uzun pencerelerinin çoğu tramvay caddesine bakan, “Alay KöĢkü”nde, “Güzel Sanatlar Birliği”nde yeni bir yüz var iĢte!

Kadın yazarların; bütün o ġükufe Nihallerin, Halide Nusretlerin, Nezihe Muhiddinlerin, Ġffet Halimlerin yanında daha genç kalan, bir yeni isim! Kimler yok ki? ReĢat Nuri, Peyami Safa, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Ethem Ġzzet, Valâ Nureddin, Halit Fahri… YaĢlılardan Hüseyin Rahmi Bey, Abdulhak Hamid Bey… Müzisyenlerden Cemal ve Ekrem ReĢit kardeĢler, Muhiddin Sadık… Tiyatroculardan Ġsmail Galip, Vasfi Rıza, Büyük Behzat ve daha bir sürü Ģairler, ressamlar, Yunus Nadi Bey gibi gazete patronları, gazete baĢyazarları… Lafın kısası hep sanata tapanlar, onun uğruna kalem yürüten, göz nuru, dil dökenler var!” Bk. Aynı eser, s.355.

118

Bk. Aynı eser, s.357.

119

Mebrure Alevok ile Nazım Hikmet Kadıköy‟de uzun yıllar komĢu olarak yaĢamıĢlardır. Bugünkü gibi binalar tarafından kuĢatılmamıĢ Kadıköy‟de Mebrure Alevok‟un oturduğu üç katlı, bahçeli bina ile Nazım Hikmet‟in Rusya‟ya kaçmadan önce Piraye ve oğlu Mehmet Fuat ile beraber oturdukları ev arasında sadece birkaç ev ve boĢ arsalar vardır. (Bu bilgiye Nazım Hikmet ve Mebrure Alevok ile Kadıköy‟de aynı mahallede yaklaĢık on yıl oturan Halit Vuran ile 02.09.2009 tarihinde Ġstanbul Kadıköy‟de yaptığımız söyleĢiden ulaĢılmıĢtır.)

Mehmet Fuat babası Nazım Hikmet ile ilgili anılardan bahsettiği Gölgede Kalan Yılar adlı eserinde Piraye‟yi kıskançlık krizine sokan, aĢk romanları yazan bir bayan muharrirden bahseder. O günle ilgili olarak Ģöyle der Mehmet Fuat:

Bu sanat dükkânına üçüncü, dördüncü gidiĢinde kendisini iyice göstermeye, göze, gönle girmeye baĢlayan Mebrure, “Karımı Ben Öldürdüm” adlı hikâyesini bütün iskemleleri dolu salona karĢı, coĢkun bir sesle, “Karımı ben öldürdüm! Ben öldürdüm!” diye bağırarak okuduğunda, yaĢlı baĢlı yazarlar bile yerlerinden kalkmıĢ,

“Selçuk apartmanının hemen yanındaki köĢede, bahçe içinde bir ev vardı. Bu evde, aĢk romanları yazan bir kadın yazar oturuyordu. Pek gidip gelmezdik. Sanırım bir toplantıda Nazım‟la bir yakınlıkları olmuĢ; annem bunu biliyor, uzak duruyordu…

Bir gece oldukça geç bir saatte o kadın yazarın hizmetçisi gelip hanımının hastalandığını, Nazım Bey‟i çağırdığını söyledi. Kapıyı ben açmıĢtım. Ġçeri haber verdim. Annemde arkamızdan sofaya çıktı. Nazım, hizmetçiyi dinledi, sonra, “Ben bir bakıp geleyim, karıcığım.” diyerek fırladı gitti…

Bekliyoruz. Nerdeyse iki saat geçti. Gelmiyor bir türlü. Annem pencerelerde…

Önce kadının hastalığını merak ettiğini sandım. Sonra baktım sinirleniyor. Pençe pençe kızarıyor yanakları. Söylenmeye de baĢladı. Sorun kocasının baĢka bir kadınla ilgileniyor olması. Barut gibi. Sonunda geldi Nazım… YorulmuĢ, hırpalanmıĢ…

Kadının ateĢi kırk dereceymiĢ. YaĢlı hizmetçisinden baĢka da kimse yokmuĢ evde. Nazım‟ı bir doktor bulup getirmesi için çağırtmıĢ. Önce NiĢantaĢı‟nda dolaĢıp doktor bulmak, sonra o doktoru eve getirmek, sonra yazdığı ilaçları gidip eczaneden almak, hastaya içirtmek, hizmetçisine neler yapılacağını anlatmak derken saatler geçmiĢ…

Annem bunları dinlerken sürekli araya girip tersleniyordu. Ben Nazım‟ın anlattığı Ģeylerin hepsini yapmak zorunda kaldığını, baĢka türlü davranmasının olanaksız olduğunu düĢünüyordum. Annemin sözlerinden ise, özellikle, onun, “ben bir bakıp geleyim, karıcığım,” diye fırlayıp gitmesine çok bozulduğu anlaĢılıyordu.

“Her çağıran kadına koĢarak gitmek zorunda mısın?” diyordu. “NeymiĢ hastalığı, isteri mi?” diyordu. “Hizmetçisini niye sana gönderiyor, sen doktor musun? Doktora göndersin?” diyordu.

Nazım onca yorgunluğun üstüne bir de anneme laf anlatmaya çalıĢıyordu:

“Doktoru ben zor buldum, karıcığım, o zavallı kadın nerden doktor bulup getirirdi!”

Ama, her zaman aklını kullanan, duygularını ortaya vurmaktan kaçınan bir kadın olarak bildiğim annemi, o gece, sağduyuya yaklaĢtırmak olanaksızdı, zıvanadan çıkmıĢtı. Sussa, konuĢmasa artık diye bakıyordum. “Her kadın saçmadır sevdiği zaman…” Bk. M. Fuat, “Gölgede Kalan Yıllar”, s.305-306. Her ne kadar ismi zikredilmemiĢ olsa da, Piraye‟yi kıskançlık krizine sokan bu bayan muharririn, Mebrure Alevok olduğunu düĢünmekteyiz. Gerek Halit Vuran‟ın verdiği bilgiler doğrultusunda o mahallede bu Ģartları haiz, aĢk romanları yazan baĢka bir bayan muharririn bulunmaması, gerek Güzel Sanatlar Birliği‟nde Nazım‟la aralarında geçen diyalogun yukarıda bahsi geçen anıda da yer alması ve gerekse Mebrure Alevok‟un hemen her romanında da yer verdiği kırk dereceyi bulan ateĢli hastalıklara yakalanan birisi olması bizde bu düĢünceyi uyandırdı. Tüm bunların yanında Nazım

Benzer Belgeler