• Sonuç bulunamadı

1. FAHRĠ ERDĠNÇ‟ĠN HAYATI-EDEBÎ KĠġĠLĠĞĠ-ESERLERĠ

2.2. Fahri Erdinç‟in Öykülerinde ĠĢlenen Ġzlekler

2.2.2. AĢk ve Sevgi

Fahri Erdinç, toplumcu gerçekçi bir yazar olarak daha çok sosyal içerikleri kullanır. Fakat ilk dönem öykülerinde aĢk temasını kullanır. Çünkü aĢk insanın yaĢadığı en temel duygulardan birisidir. Fahri Erdinç‟in öykülerindeki aĢk saf bir aĢktır. Fahri Erdinç, sevgi temasını daha sıklıkla kullanır. Sevgi onun için daha kapsayıcı bir duygudur. Anne sevgisi, vatan sevgisi, dava sevgisi, hayvan sevgisi gibi sevgileri öykülerinde iĢler.

Fahri Erdinç, „YeĢil Banknot, Felek Yâr Olmadı ve Ġstiridye Kabuğu‟ adlı öykülerde aĢk temini iĢler. „YeĢil Banknot‟da sınıf farkından dolayı birleĢmeleri zor olan bir „aĢk‟ konusunu iĢleyen yazar, tüm imkânsızlıklara karĢın bu aĢkı mutlu bir Ģekilde bitirir. Çünkü aĢk tüm engelleri aĢan güçlü bir duygudur. Burada ilkokul arkadaĢı olan iki çocuğun ilkokul sıralarında baĢlayan aĢk öyküleri maddi nedenlerle yarıda kalır. Kahraman aĢık olduğu Zehra‟yı görünce kapıldığı duyguları Ģöyle anlatır;

“O gün, elindeki marulun iç yaprakları kadar taze kahkahalar atan biri olanca ilgimi komşu ağacın altındaki softaya çekiyordu. Çoktandır tanıdığım bu kızın marul yiyişine imrenerek bakıyordum; onun marul çiğneyişini anlatacak kelimeyi nereden bulmalı? Bu âdeta akşam serininde otlayan bir kuzunun taze otları koparıp yemesinden doğan bir çoban musikisinden, farksız… Saçlarını yumuşacık yumaklar halinde kulaklarının gerisine tutturmuş, bacaklarının sol tarafına alarak yan oturmuş, bu yüzden sağ elini çimenlere koyarak kendini destekliyor. Vücudundaki kıvrımların en çekicisi bu sağ kolunun dirsek kısmındaki daha çok dışarı doğru bükülmüş ve bu bükülüşün etkisiyle pembe cildinin altından, “Ben buradayım” diyen masmavi iki damar… Etrafındakilerden hiçbirinin duruşu, oturuşu beni onun kadar sarmıyordu;” (Öyküler, s. 17-18)

Kahramanın dikkatini çeken Zehra, onu dıĢ dünyadan yalıtır. Artık ondan baĢka bir Ģey göremez. Gördükleri de onun dikkatini Zehra‟dan alamaz. AĢık olan insan kendisini dıĢ dünyadan soyutlar. Kahramanda burada aynı durumdadır. Piknik için geldikleri mesire alanı onun için Zehra‟nın olduğu bir mekândır. Piknik alanı, artık Zehra var diye önem kazanır. Artık kahraman için Zehra, “hayatın bütünüyle kendisi” (Krich, 2005: 10) olur. Fakat hayatın birde gerçek yanı vardır;

“İlk mektepten sonra onu İzmir‟deki paralı mektebe, beni de parasız mektebi kazanamadığım için tenekeci çıraklığına vermişlerdi.” (Öyküler, s.19)

Hayatın maddi gerçekleri ile yüz yüze gelen kahraman, aĢkını kaybeder. O çalıĢıp eve ekmek getirir Zehra ise okula gider. Yaz tatilinde memlekete dönen Zehra kahramandan yani aĢkından hesap sorar;

“Zehra dudaklarını ısıra ısıra ağlıyordu. Kutuyu alırken soru:

- Neden böyle oldu, Sarı çocuk? (…)

- Babam böyle ceza verdi.

- Razı olmamalıydın.” (Öyküler, s. 20)

Zehra‟da kahramana aĢıktır ama ona kızgındır. Çünkü okula gitmeliydi. Zehra‟nın yanında olmalıydı. Ama tüm imkansızlıklara karĢın aĢkın galip geldiği öykü de Zehra‟ya sevgilin kim sorulduğunda; “Tenekeci çırağı” (Öyküler, s. 28) diyerek kahramanı affettiği ve onu hala sevdiğini itiraf eder. Mutlu bir Ģekilde biten aĢk hikâyesinde, anlatıcı okuyucuya mücadele etmeyi ve vazgeçmemeyi öğütler. Hayatı mücadele ile geçen bir kuĢağı temsil eden yazar, imkansızlıklara karĢın mücadele ve azim ile mutluluğun elde edileceğini vurgular.

AĢk her zaman kavuĢulan bir Ģey değildir. Yazarlar genellikle kavuĢmanın olmadığı aĢkları daha fazla konu edinir. „Felek Yâr Olmadı‟ adlı öyküde aĢk, geçmiĢte kalan ve kavuĢmanın olmadığı bir özlem olarak karĢımıza çıkar. Ankara‟ya eğitim için gelen bir memurun gençlik yıllarında yaĢadığı ilk aĢk aklına gelir ve geçmiĢe dönerek aĢkından bahseder. Bu aĢk bir yaz aĢkıdır;

“Yaz tatilinde tanışmıştık. Halamların bağ komşusu idiler. O da, ben de ilk bakışmamızda ne olduğumuzu bilemedik. Sonra sonra yanına gittiğim zaman bütün ezberlediğim lâfları unutur oldum. Havadan sudan bahsettikten sonra, artık söz bulamadık.” (Destur Ya Sefalet, s. 48)

AĢk insanın Ģuurunu kaybetmesine neden olur. Kahraman, aĢık olduğu kıza duygularını ifade etmek için hazırlanır fakat heyecandan her Ģeyi unutur. AĢkın insanı yok ettiği bir güç vardır. Kahraman dünyadan kendini soyutlayarak ilk aĢkını düĢünür. Aradan yıllar geçmiĢ olsa bile hala aklında ilk aĢkı vardır. Burada mutlu bir sonla biten bir aĢk yoktur;

“Başladığı gibi bitmeyen hikâyeler misali, bu toz pembe günlerin sonu pek acı geldi. Nihayet bahara doğru, onun bir mektubunu aldım; diyordu ki: “Kendimi kuyuya atarım dediysem de, babam dinlemedi.. Beni çırağı ile evlendiriyor. Kaç kere sınadıysam da, kendimi kuyuya atamadım. Canım sağ oldukça, sen yine canevimdesin…” (Destur Ya Sefalet, s. 49)

KavuĢmanın yaĢanmadığı bir aĢk hikâyesi olan öyküde yıllar geçse bile unutulmayan bir aĢk vardır.

“Burkuldum. Sanki ben çimendim de kırağı yağdı. Sanki bir ağaçtım, meyvelerimi dolu vurdu.. Ne olduysa oldu işte. Bu acının üzeri kolay kolay kül bağlamadı tabiî; soğudukça kanadı, zaman geçtikçe koyulaştı. Nihayet, adını sonradan öğrendiğim bu ilk aşk, içimde, hiçbir duygunun kapılarını zorlıyamadığı kalesine saklandı. Kimseye bir diyeceğim yoktu; şansıma küstüm, felek… dedim.” (Destur Ya Sefalet, s. 49)

AĢkın unutulması zor bir duygu olduğunun vurgulandığı öyküde bu acı tadı yaĢayan bir kiĢinin bunu unutamadığı anlatılır.

Öykülerde baskın bir tema olan sevgi, çeĢitli Ģekillerde ele alınır. “Sevgi, iki insanın birbirlerine varlıklarının özünden bağlanması, dolayısıyla herbirinin de kendisini varlığının özünden tanıması durumunda doğabilir ancak. İnsan gerçekliği de, canlılığı da, sevginin temeli de işte bu “özden tanıma” yaşantısında yatar.” (Fromm, 1995: 98). Sevginin temelinde insanın kendini tanıması yatar. Kendini tanıyan insan daha sonra dıĢ dünyayı ve dıĢ dünyadaki nesneleri sevebilir.

„5 KuruĢluk Nazarlık‟ adlı öykü sevgilerin belki de en kutsalı olan evlat sevgisini iĢler. Öldüğünü zannettiği oğluna tekrar kavuĢan bir annenin evladına duyduğu sevginin ve bağlılığın merkeze alınıp anlatıldığı bir sevgi anlatılır. “Çocuk ilk aylarla ilk yıllarda en yakından annesine bağlıdır. Bu bağlılık doğumdan önce, anneyle çocuk ayrı ayrı iki varlıkken, ama genede bir aradayken başlar. Doğumla bu durum bazı bakımlardan değişir; oysa değişiklik, görüldüğü ölçüde büyük değildir. Artık rahim dışında yaşamaya başlasa da çocuk bütünüyle annesine bağımlıdır.” (Froom, 1995: 45)

Anne-çocuk arasındaki bağın vurgulandığı öyküde birbirinin varlığından habersiz anne ve oğulun kavuĢması anlatılır. Yıllar sonra oğluna kavuĢan bir anne, oğluna seslendiği anda „anne‟ diye karĢılık alır. Çocuk, annesini hatırlamamasına rağmen, öz annesinin ona seslenmesi bilinçaltını devreye sokarak ona „anne‟ diye karĢılık verdirir. Bu durum anne ve çocuk sevgisine büyük bir örnek olarak gösterilir. HemĢire kadın, Erzincan depreminde kaybettiğini sandığı çocuğunu yıllar sonra tanır. Fakat baĢka bir aile evlatlık edinmiĢtir ve çocuğun adı da değiĢmiĢtir. Fakat Anne-çocuk bağı çok kuvvetli bir bağdır. HemĢirenin“- Eroool!” (Destur Ya Sefalet, s. 223) seslenmesi bu sevgi bağını ortaya koyar;

“İşte o anda hepsinin tüyleri ürperdi, gözleri yaşlandı, çünkü çocuk birden silkinerek, eski adını tanımış gibi dönmüş ve:

- Anneee! diye cevap vermişti..

Çocuk neye uğradığını şaşırdı,” (Destur Ya Sefalet, s. 223)

Çocuğun anne diyerek karĢılık vermesi aslında bilinçaltında hala yerini koruyan annesini tanıdığı ve unutmadığının göstergesidir. Annenin çocuğuna çocuğun ise annesi olan sevgisi birbirlerinden soyutlansalar bile bitmez.

Benzer Belgeler