• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.3. Birinci Bölümün Sonucu

2.1.1. Şiddet Nedir?

Şiddetin etimolojik incelemesini yapan çalışmalara göz atıldığında kavramın

“kuvvet”, “güç”, “bozma”, “ihlal etme” gibi anlamlarla ifade edildiği görülmektedir (Dursun, 2011: 4). Bu noktada kavramın en dikkat çeken anlamı güç kullanmak olanıdır, çünkü şiddetin temelini güç oluşturur görüşü oldukça hâkimdir. Şiddeti çeşitli yönleriyle ele alan Yves Michaud da şiddeti tanımlarken çekirdek kavram olarak

“güç”ü görmektedir. O sebeple şiddet denildiğinde akla ilk gelenin “güç kullanmak”

olması şaşırtıcı değildir (Michaud, 1991: 5). Bu görüşe binaen gücün olduğu yerde şiddetin varlığından da söz edilebilir diyebiliriz.

Öte yandan şiddetin salt güç olmadığını, gücün ötesine geçen bir olgu olduğunu belirtmekte fayda vardır. Aynı zamanda gücün kötücül amaçla yani başkasının canına kastetme, yaralama, sakat bırakmak gibi fiziksel veyahut korkutmak, tehdit etmek,

59 aşağılamak gibi ruhsal anlamda zarar verme amacıyla uygulandığının da belirtilmesi yine bu çerçevede önemlidir (Kocacık, 2001: 1). Bu doğrultuda gücün bu kötücül niteliğindeki amaç, esasen kişiye istemediği bir şeyi yaptırmaktır. Bu bakımdan

“şiddet, istenmeyen, kasıtlı, planlı ve de yıkıcı ve zarar verici enerji ve kuvvet kullanımı olarak tanımlanabilmektedir” (Dursun, 2011: 6). Buna paralel olarak istenmeyenin zorla yerinde getirilmesi veya istenmeyenin temizlenmesi noktasında şiddet, psikolojik bir işlev ve bir eylem tarzı olarak anlaşılabilmektedir (Oğuz, 2017:

318).

Bununla birlikte gücün kötü niyetli kullanımının yanında, iyilik amaçlı kullanımı da pekâlâ söz konusu olabilmektedir (Güleç, Topaloğlu, Ünsal, & Altıntaş, 2012: 114). İşte bu noktada insanı bu gücü iyiye ya da kötüye kullanmaya iten çeşitli etkenler olduğu birçok kişi tarafından ileri sürülmüştür. Hayatta kalmak için başvurulan bir yol, egemenlik kurmak adına kullanılan bir araç, nefsin giderilmesinin bir sonucu ya da ölüm dürtüsünün bir dışavurumu olarak görülmesi bu etkenlerden bazılarıdır (Güleç, Topaloğlu, Ünsal, & Altıntaş, 2012: 116).

Dünya Sağlık Örgütü raporuna göre şiddet, bir kişinin kendisine, bir gruba ya da bir topluluğa karşı, kasıtlı bir biçimde tehdit ya da fiili olarak ölüm, yaralanma gibi fiziksel ya da psikolojik etkilere neden olabilecek şekilde güç ya da kuvvet kullanması olarak tanımlanmaktadır (Dahlberg & Krug, 2002: 5).

Şiddeti kavramsal açıdan ele alan yaklaşımlarda göze çarpan en önemli özellik, şiddetin güç ile benzer anlamlarda kullanıldığıdır. Ancak şunu söylemek gerekir ki, şiddeti salt güç, kuvvet, baskı vs. unsurlarıyla irdelemek şiddeti anlamada yetersiz kalabilmektedir. Şiddetin güç, zor kullanma, baskı gibi fiziksel veya ruhsal zarar vermeye yönelik eylem, tutum veya söylem olmasının yanında, sosyal alanda özgüven ve öz saygıyı tahrip edici her türlü ifade, davranış, tutum, tehdit, hakaret, ekonomik kısıtlama, korku yaratma, endişeye neden olma, huzursuzluk verme ve özgürlüğü kısıtlama gibi durumlar da pekâlâ şiddetin tanımına aittir (Erdem, 2020: 1201). Şiddeti bu şekilde değerlendirdiğimizde tek bir şiddet olmadığı, şiddetin uygulanış biçimiyle değişime uğradığı ve türlere bölündüğü gerçeğine ulaşırız. Dolayısıyla güç kullanmanın fiziksel şiddet olarak anlam bulmasının yanında, “cinsel şiddet”,

“psikolojik ve manevi şiddet”, “ekonomik şiddet” gibi şiddet türlerine de ulaşılabilmektedir. Fiziksel şiddet, insanın bedensel bütünlüğüne dışarıdan yöneltilen bir edimdir, dar anlamda şiddet olarak da ifade edilebilir (Ünsal, 1996: 31). Psikolojik

60 şiddet ise, şiddetin belki de en sinsi görünümüdür. Sözel, duygusal, manevi şiddet gibi çeşitli kavramlar üzerinden tartışılmaktadır. Cinsel şiddette kilit kavram “rıza”dır; zira cinsel şiddette karşıdakinin rızası olmadan yapılan bir eylem söz konusu olmaktadır.

Ekonomik anlamda kişinin (çoğunlukla kadın) hürriyetinin kısıtlandığı ve çeşitli engellerle karşılaşması söz konusu olduğunda ise ekonomik şiddeten söz edilmektedir.

Bu şiddet türleri çalışmanın ilerleyen bölümlerinde tekrar ele alınacaktır. Bu noktada esasen şiddetin kendisini nasıl gösterdiğinin bir önemi yoktur. Şiddet sorundur ve olmaya da devam edecek gibi görünmektedir.

Şiddet irdelenirken genellikle insanın kendi türüyle olan münasabetiyle açıklama yapılmaya çalışılır. Ancak gözardı edilmemesi gereken kimi noktalarda bulunmaktadır. Örneğin, spor etkinliği olarak adlandırılan avcılık, eğlence ya da kültürel etkinlik olarak görülen boğa güreşleri, kötü şartlar altında hayvanların gösterime sunulduğu sirk ve hayvanat bahçelerinin varlığı ve kürkleri için katledilen hayvanlara yönelik davranışlar da şiddet dahilinde tartışılması gereken konulardır (Erdem, 2020: 1201-1202).

Şiddet üzerine yürütülen tartışmalarda en önemli sorunsallardan biri şüphesiz, şiddetin doğal, içten gelen bir dürtü mü yoksa sonradan öğrenilen bir gerçeklik mi olduğu üzerinedir. Şiddetin nasıl tanımlandığı, hangi davranışların şiddet olarak görüldüğü toplumların değer yargılarıyla farklılaşmaktadır. Bazı toplumlarda şiddet olarak tanımlanan bir davranış başka bir toplumda olağan kabul edilerek meşrulaştırılabilmektedir (Zülâl, 2001: 36). Dahası meşrulaştırılan şiddet, toplumsal yaşamda sorunları çözüme kavuşturma aracı haline gelebilmekte ve bir kültür haline dönüşebilmektedir (Ergil, 2001: 41). Şiddetin meşruluğu onun “çekirdek amacı”20 ile doğrudan bağlantılıdır. Çekirden amaç, şiddetin meşruluğunu onaylar, şiddettin gerekli bir koşuludur. Sorunu şiddet ile çözmenin yolunu açar ve onu meşru kılar (Riches, 1989: 17). Şu da söylenebilir ki, şiddetin meşrulaştırılması ona karşı duyarsızlaşmaya da neden olabilmektedir. Şiddet olaylarının gerçekleştiği her toplum giderek şiddeti görmezden gelmekte, medyada yer alan şiddet haberlerini sıradanlaştırılmaktadır (Moses, 1996: 25). İşte tehlikeli olan da budur; çünkü şiddeti

20 Çekirdek amaç, bir eylemin şiddet kategorisinde değerlendirilip değerlendirilmeyeceğini belirleyen, bakış açısına göre değişen bir durumdur. Kimi zaman bir insan öldürmek şiddet olarak ele alınırken, kimi durumlarda kahramanlık olarak görülebilmektedir. Dolayısıyla belirli bir edimin nihai amacının ve hedefinin belirlenmesi önem kazanmaktadır (Riches, 1989: 15-16).

61 görüp onu kabullenmek, bir süre sonra şiddetin faili ya da kurbanı olmayı da beraberinde getirme tehlikesi taşımaktadır.

Şiddeti ele alan yaklaşımlara bakıldığında hâkim bazı görüşlerin varlığından söz etmek mümkündür. Konunun tartışılması genel hatlarıyla ele alındığında, şiddeti doğuranın dış etkenler olduğunu savunanlar ve şiddetin ortaya çıkışını insanın kendi doğasında arayanlar yani içgüdücüler arasında geçtiği söylenebilir.