• Sonuç bulunamadı

ŞEYH MÜRİD İLİŞKİSİ

KUTSALIN SOSYAL TEZAHÜRÜ NAKŞİBENDİLİK

1.1. BİR TASAVVUF TARİKATI NAKŞİBENDİLİK:

1.1.12. ŞEYH MÜRİD İLİŞKİSİ

Toplumsal değişmelerin daha somut olarak gözlemlendiği, mesleki uzmanlaşmanın son derece arttığı, teknolojinin günlük hayatın her alanında yer aldığı, kültürleme ve kültürleşme süreçlerinin hızla yaşandığı, eğitim ekonomi, politika ve sosyal yapı değişmelerinin belirgin olarak gözlendiği, kısaca sanayi ve giderek bilgi toplumuna gelindiği süreç içerisinde mürşidi kamil olarak bir misyonu yerine getirecek şeyhlere ihtiyaç eskiye oranla azalmıştır. Ancak moderleşmenin sonuçları itibariyle şeyh-mürşid olgusu tekrar gündeme gelmeye başlamıştır(Usta, 1997: 135–136).

Sosyal ilişkiler, ferdin fertle, ferdin grupla veya grupların birbirleri ile olan münasebetleri şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Tarikat cemaati da tüm sosyal gruplarda olduğu gibi birçok sosyal ilişkinin yaşandığı bir alandır ve bu ilişkileri düzenleyen çok sayıda normlar, kurallar, adet ve gelenekler bulunmaktadır. Müridin terbiyesi şeyh elinde gerçekleştirildiği için, şeyh mürid ilişkisi özel bir önem kazanmakta ve cemaat bir bakıma bu temel ilişki ile tanımlanmaktadır(Aydemir, 1998: 51). Aslında mürid topluluktan önce şeyhe bağlanıyor. Çünkü şeyh “geniş ailenin” temel direği olmaktadır(Çakır, 1990: 20,21).

Günümüzde farklı şekillerde sosyal hayatın değişik alanlarında etkinliğini gösteren tarikatlar Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde daha da aktif bir rol oynamaktadırlar. Bu bölgelerin toplumsal yapısı, aşiret ve tarikat yapılanması ile özdeşleşmiş gibidir ve ağabey, şeyh otoritesi en üst otorite kurumlarıdır(Bruinessan, 2004: 134).

Bölgede ekonomik ilişkilerde, toplumsal dayanışma ve yardımlaşmada, hatta kimlik belirlemede iki temel mensubiyet önemli rol oynamaktadır, bunlardan biri aşiret, diğeri tarikat mensubiyetidir(Aydemir, 1998: 4).

Bütün tarikatlarda şeyh üstün bir ruhaniyete sahiptir. Çünkü Allah’ın muhabbetini kazanmak için nefsini tabiatındaki kötü vasıfları iyiliğe çevirme ve ruhunu saflaştırma sürecini başarı ile tamamlamış ve manevi alemde diğer insanları irşad etmek üzere seçilmiş sevgili bir kuldur. Menzil Nakşiliğine göre sahabelerden ve tabiinden manevi statü bakımından daha alt mevkidedir. Kamil olan şeyhin sahip olduğu Batıni his ve kerametleri onun Allah dostu olduğunun delilidir. Tarikatın kullandığı kalıplardan biri de “dost” kavramıdır. Türk toplumsal hayatında dostun kıymeti neyse

Allah dostunun da Allah katındaki yeri onun ve benzeridir anlayışını görüyoruz. Bu itibarla mürşidi kamilin Allah dostu olması müridle mürşid arasında kurulan ilişkinin güçlülüğünü gösterir(Usta, 1997: 64–65, 75).

Tarikat, bir grup hareketi olması itibariyle, mürid açısından ikinci bir sosyalleştirme sürecine sahiptir. Bir nevi grup davranış formları, değerler geliştirildiğini gözlemlemek mümkündür. Müntesipler birbirlerine ‘ağabey’, ‘kurban’, ‘sufi’ gibi sıfatlarla hitap ederler. Büyük küçük herkes birbirinin elini öpmeye çalışır. Bu hareketin, bir tevazudan ziyade “zikir çeken el öpülmeye layıktır” anlayışından hareketle yapıldığı anlaşılır(Usta, 1997: 133).

Tarikat yapılanmasında temel ilişki şeyh/ mürşid ile mürid arasındaki ilişki etrafında odaklanmaktadır. Bu iki statü arasındaki ilişkiyi düzenleyen çok sayıda kurallar bulunmakta ve tarikata mahsus ayin ve törenlerin birçoğu müridin tarikatta yetişmesi olgunlaşması terbiye ve eğitimini amaçlamaktadır. Esasen her sosyal grup birçok ilişkiler ağıdır. Ancak burada söz konusu ilişki sosyolojik bakımdan önemli ve anlamlıdır. Çünkü müridin şeyhine bağlılığı tüm toplumsal bağların üzerinde bir bağlanışı gerektirmektedir(Aydemir, 1998: 50).

Bugün dünya üzerinde gerek İslami kaynaklı, gerekse başka din ve kültürlere ait tarikatların varlığını sürdürmesinin önemli bir nedeni geleneksel şeyh-mürid ilişkisidir(Çakmak, 2003: 20).

Nakşibendiler, sıra dışı bir insan olarak şeyhi, Allah ile (sıradan) insanlar arasında bir (kutsiyet sahibi) aracı olarak alırlar. Şeyhin kendisi de bir keresinde bir insanın kendisini bir “veli”ye bağlamasının ne kadar önemli olduğunu, çünkü bir “veli”ye bağlanmadan, Cennet’e girmenin mümkün olmadığını vurgulamıştır(Atay, 1996: 107).

İslam’da şeyhler heteredoks, kabilesel ya da cemaatsel, hayatta olan ve yöresel rıza ile kabul gören insanlardır(Turner,1997:136). Şeyh, müridlerinin farzları ve tarikat icaplarını yerine getirmelerinde en somut motivasyon unsurudur(Usta, 1997: 78).

Her tarikat, kendi bünyesini oluşturan ilk büyük kurucusundan itibaren, birbirine görevi devreden halifeler(temsilciler) aracılığıyla varlığını devam ettirmiş ve mensuplarıyla tarikat arasındaki ilişkileri sürekli olarak canlı tutmuştur(Çakmak, 2003: 20).

Tarikatta temel ilişki formunun şeyh/mürşid ilişkisi olduğunu belirtmiştik. Mürid, bir derviş tarikatına girmek isteyen bir kimseye hazırlık devri boyunca verilen addır. Mürid “irade ve ihtiyacını şeyhe vermiş kişi” olarak tanımlanır(Atacan, 1990: 82). Dolayısıyla mürid; kendi hür iradesiyle bir mürşide (irşad eden-eğitene) teslim olan ve teslim olduktan sonra iradesini şeyhinin iradesinde yok eden kimsedir.

Menzil Nakşi geleneğinde müridlerin irşadında en önemli yeri şeyhin nazarı tutmaktadır. Sufiler şeyhi ziyaretlerinde şeyhin her birini nazarından geçirmesiyle etkili bir manevi terbiyenin meydana geldiğine inanmaktadırlar(Usta,1997:67,68,91). Müridler, bir yandan tarikat üyesi olarak buradaki dinsel hiyerarşide ilerlemeye çalışırken diğer yandan da günlük yaşamlarına devam etmektedirler(Atacan, 1990: 82– 84).

Günümüz toplumsal şartlarına bağlı olarak tarikatların klasik işlevleri değişmiştir. Müridlerin pek azı medrese talebesidir. Büyük çoğunluğu şeyhlerini yılda bir ya da yılda birkaç kez görebilen ve pek çoğunun şeyhiyle bir kelime bile konuşma fırsatı bulamadan ayrılan insanlardan oluşan bir topluluktur. Şeyh ve mürit bugünün toplumunda yaşayan insanlar olarak, ayrı mekanlarda tarikat faaliyeti içerisinde yer alan insanlardır(Usta, 1997: 77).

Tarikat Allah’tan korkmayı ön plana çıkarır. Ancak bu korku Allah’ın cezalandırması azap etmesinden ziyade O’na karşı kusur işlemekten duyulan bir utanma, pişmanlık duygusuyla karışık bir korkudur. Tarikatın kullandığı paradigmanın bir parçası da hiçbir insanın kayıtsız kalamayacağı “ölüm” gerçeğidir. Ölümün en mutlu neticelenmesine öbür aleme imanlı gitmeyi temin etmede tarikat icaplarına riayeti güven verici olarak telkin eder. Menzil Nakşiliğinin kurucu Şeyhi Gavsi Bilvanisinin: “Benim kanaatimce Hazne yakınlarında üzerine toz değen kişiyi cehennem ateşi yakmaz.” Ya da Şah-ı Hazne’nin ekmeğini yiyen cehenneme girmeyecektir gibi ifadeleri mutlak manada ele alırsak tarikata intisap etmiş mücadele eden bir müridi nefis ve şeytanla mücadele eden bir müridi cehennem ateşi yakmayacaktır. Yani o cennetliktir. Eğer mürid hayatının sonuna kadar bu hal üzere olursa kalben ya da zahiri ifadeyle şeraitin ya da tarikat icaplarının herhangi bir esasını inkar ederse bu müridin mahfine sebep olur. Bu sebeple tarikat müntesiplerinden pür bir teslimiyet ister. Hiçbir an inkâra düşmemeyi tembihlerken cennet ve cehennemden

yüzde yüz emin olmamaya dikkat çeker. Müntesiplerine tavsiyesi korkuyla ümit arasında olmaktır.