• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.3. ŞEFÂAT

İslâm düşünce tarihinde üzerinde çokça tartışılan ve hakkında çeşitli aklî ve naklî deliller ileri sürülen konulardan biri olan şefâat kavramı ve içeriği, İslâm âlimleri arasında çokça tartışılmıştır. Taraflar bu konuda bazı Kur’ân ayetlerini ve Peygamber’den nakledilen hadîsleri kendi görüşleri istikametinde yorumlayarak bir sonuca ulaşmaya çalışmışlardır.

Sözlükte şefâat “Şe-fa-a” kökünden mastar olarak gelir. Karşıt manası ise “el- Vetr” dir. Lügatlerde, sıklıkla vurgulanan “çift olmak” seklindeki kök anlam hakkında önemli yorumlar yapılmıştır. Bu yorumlara göre, ihtiyaç sahibi şefâat istemeden önce tek iken, şefâatçi ile çift oldukları için, şefâat kelimesi bu kökten alınmıştır. “Bir insanın bir başkasından kendisi dışındaki birine faydalı olmasını veya ondan bir zararı uzaklaştırmasını istemesidir.447

Terim anlamı ise kendisi üstün durumda bulunan bir kimsenin zayıf ve kötü durumda bulunan bir kimseye katılması, eklenmesi, ona yardım etmesi, onu desteklemesi, onunla birlikte olması gibi anlamlara da, gelebilmektedir.448 Bu anlam

zamanla üstün durumda olan kimselerin alt seviyede bulunanlara, onları bu kötü durumlarından kurtarmak hususunda, üstün bir varlık nezdinde girişimde bulunmaları, aracılık etmeleri anlamını kazanmıştır. Şefâat, umumiyetle “Kıyamet gününde, kendilerine izin verilenlerin suçların bağışlanması talebinde bulunmaları”449

anlamında veya “Azabı hak etmiş müminlerden cehennem’e girmemeleri veya cehenneme girdikten sonra oradan çıkarılıp cennete konulmaları şeklinde azabın kaldırılması”450 manasında kullanılır.

Ehl-i Sünnet kelâmcılarına göre, büyük günah sahiplerine Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şefâati haktır. O, ümmetinden günah işleyenlere şefâat edecektir.451Ehl-i Sünnet âlimleri, büyük günah sahibi müminlerin tevbe etmiş olsun veya olmasın

447 Rağıb el-İsfehanî, , el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, Kahraman Yay., İstanbul 1986, s. 386. 448Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, s. 263.

449Seyyid Şerif Cürcanî, et-Ta’rifat, s. 167; Sa’duddin Teftazanî, Şerhu’l-Akâid, (“Kestelli Haşiyesi”

ile birlikte”), Salah Bilici Kitabevi, İstanbul trz., s. 150.

450 Muhammed b. Yusuf Ebû Hayyan, el-Bahru’l-Muhît, Daru’l-Fikr, Beyrut 1992, I/309.

451 Muammer Esen, Sistematik Kelâm, Ankara Üniversitesi, Uzaktan Eğitin Yayınları, Ankara 2006,

Ünite 2, s. 31.

bağışlanabileceği tezini savunmuşlardır. Ama bu bağışlamanın Allah’ın üzerine vacip değil O’nun meşîetiyle alakalı olduğunu ileri sürmüşlerdir.452 Bununla birlikte

Allah’ın rızasını kazanmak için salih amellerin gerekli olduğu beyan edilmiştir.453 Bu

görüş sahipleri, Kur’ân’dan getirdikleri delillerle, şirk dışındaki büyük günahların, Allah’ın dilemesine bağlı olarak bağışlanabileceğini iddia etmişlerdir.454

Ebû Mansur el-Mâtürîdî.(v.333/936), şefâatin Kur’ân ve hadislerle sabit ve hakkında açık delillerin olduğu bir konu olduğunu belirtir.455Mâtürîdî kelâmcılardan

Nureddin es-Sabunî (v.580/1184) ise, şefâat konusundaki hadislerin tevatüre yakın, en azından şöhret derecesinde bulunduğuna, haber-i meşhuru inkâr etmenin ise bid’at olduğuna456 dikkat çeker. Eş’arî kelâmcısı Teftazanî de, şefâatle ilgili hadislerin

manen mütevatir olduğunu zikreder. Allah’ın varlığına ve birliğine inandıklarına ve bütün iman esaslarını kabul ve tasdik ettiklerine göre elbette ahirette Hz. Peygamber’in şefâatine nail olacaklardır. Bunun aksini ileri sürmek, gerçeği inkâr etmek ve Allah’ın lütuf ve ihsanından yüz çevirmektir. “Artık onlara şefâatçilerin şefâati fayda vermez”457anlamındaki ayeti ise, kâfirler için olup bunun günahkâr olan müminlerle

bir ilgisi yoktur. Küçük günahların affının Allah’a vacip olduğu görüşüne karşılık, Ehl- i sünnet, küçük günah sahiplerine azap edilmesinin câiz olduğu görüşünü benimsemektedir. “Bunun dışındakileri dilediğine bağışlar”458 âyetini de görüşlerine

delil olarak gösterirler. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet inancında, af ve mağfiretin doğrudan Allah’ın dilemesiyle alakalı olduğu görülmektedir.459

Eş’ariyye mezhebine mensup olan müfessir Beyzâvî ise, yukarıda da ifade edildiği gibi söz konusu hadîslerin, âyetin hükmünü tahsis ettiğini kabul ederek, “Kıyamet günü Hz. Peygamber’in, Yüce Allah’ın izniyle, büyük günah işlemiş ve

452 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, ( Nşr. Fetullah Huleyf), İstanbul 1981, s. 324.

453 Ebû Bekr Muhammed b. Tayyib el-Bâkıllânî, Kitâbu’t-Temhîd (Nşr. Richard j. Mccarty), Beyrut,

1957.s. 371.

454Nureddin es-Sabuni, Matürîdîyye Akaidi, Tercüme, Bekir Topaloğlu, Grup Mat. AŞ. Ankara 2005

s. 481.

455 Maturîdî, Kitabu’t-Tevhîd, s. 365.

456 Sabunî, Maturîdiyye Akâidi (el-Bidaye), s. 165. 457 Müddessir, 74/48.

458 Nisâ 4/116.

459en-Nesefî, et-Temhîd fî Usûli’d-Dîn, Kahire 1987, s. 96-97.

cehennemi hak etmiş bazı müminlere şefâat edeceği” görüşünü benimsemiştir ki Ehl- i Sünnet’in genel kanaati de bu şekildedir.460

İbn Teymiyye şefâat konusunu işlerken: Resûlullah’ın (sav) kıyamet günü üç şefâatı vardır: Birincisi mevkıf ehline yapacağı şefâattir. Âdem, Nuh, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu İsa’ya (a.s.) yapılan şefâat müracaatlarından sonra en son olarak Resûlullah’a (sav) müracaat olunacak ve onun şefâatiyle mevkıf ehli arasında hükmedilecektir.

İkincisi cennet ehlinin cennet’e girmeleri için yapacağı şefâattir. Bu iki şefâat ona (sav) mahsustur.

Üçüncü şefâat ise ateşi hak etmiş olanlar için yapılacaktır. Bunun için hem O (sav) hem diğer peygamberler, hem de sıddıklar ve başka kimseler şefâat edecektir. Ateşi hak etmiş olanların ateşe atılmaması, girmiş olanların çıkması için şefâat olunacak. Ayrıca Allah şefâat olmaksızın yalnız kendi fazlı keremiyle cehennemden grup grup insanları çıkaracak, dünyalılardan bu kadar kimse girdiği halde cennette yine fazla yerler kalacak, bu sebeple Allah cennet için başka gruplar yaratıp onları da oraya koyacaktır, şeklinde izahatta bulunmaktadır.461

Mürcie büyük günah işleyenleri mümin olarak kabul etmiştir. “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.”462

Ayetini görüşlerine delil getirmişlerdir. Mürcie âlimleri, büyük günah sahipleri hakkında nihaî hükmün Allah’a ait olduğunu, dilediğini cennete dilediğini cehenneme koyacağını ifade etmişlerdir. Buna göre Mürcie, büyük günah işleyenlerin durumu Allah’ın meşietine kalmıştır. Ebedi olarak cehennemde kalabileceği gibi dilerse Allah’ın onları affederek cennete koyabileceği fikrini benimsemiş ve nihaî hükmü Allah’a ircâ etmişlerdir.

Mutezile, şefâati beş temel esas çerçevesinde ele alıp değerlendirmiştir. Tevhîd konusundaki aşırı hassasiyeti, şefâat meselesinde de kendini göstermiştir. şefâat

460Nâsiruddîn Ebû Abdullah b.Ömer, eş-Şirâzî Beyzavî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Daru’l-

Fikr, Beyrut 1916, III/252253.

461İbn Teymiyye, el-Akîdet’l- Vasıtiyye, s. 57. 462 Zilzal, 99/7-8.

olgusunu, el-va’d ve’l-vaîd inancı istikametinde, insanların bu dünyada yapmış olduğu iyilik ve kötülüklerin karşılığını tam olarak göreceğini prensip olarak kabul etmiştir. Ahiret hayatında, gerek Allah’ın lütfu ve mağfireti, gerekse peygamberlerin, Allah katında günahkârlar lehine yapacakları ümit edilen şefâat girişimini şiddetle reddetmiştir. Çünkü Mutezileye göre sevapların karşılığı olarak mükâfat Allah’ın “va’d”i, günahların karşılığı olarak cezalandırma da, O’nun “Vaîd”idir. Bu Kur’ân’la sabit olduğu gibi, akla da uygun bir görüştür.463 Büyük günah işleyen bir kişinin

ahiretteki durumunu ise, amelî imandan bir cüz sayan görüşleri doğrultusunda değerlendirdikleri açığa çıkmaktadır. Olaya bu zaviyeden bakıldığında onlar özellikle inkârcılar ve müşrikler hakkında nâzil olduğunda şüphe olmayan, “Artık onlara şefâatçilerin şefâati fayda vermez.”464 “Zalimler için hiçbir şefâatçi yoktur.”465

âyetlerini, şefâat konusunda kendi görüşlerine delil olarak göstermişlerdir. Mutezile’nin, büyük günah sahipleri için şefâati reddetme sebeplerinden birisi de, böyleleri için şefâati kabul etmenin, günahı tasvip etmek ve ona teşvik etmek anlamına geleceği görüşüdür.466

Şîa’ya göre günahkâr müminlerin ebedi olarak cehennemde kalmayacakları, sonunda cehennemden çıkacakları görüşü benimsenmiştir. Cehennemden çıkmaları içinde bir şefâatçiye ihtiyaç olduğunu şefâatin ise Allah’ın şefâat etmelerine izin vereceği peygamberlerin, elçilerin, vasilerin, meleklerin, salih kulların ve salih amellerin aracılığıyla gerçekleşeceğini kabul etmiştir. İmâmiyye Şiası ise şefâati peygamber ve vasilere has kılmış, Hz. Peygamber’e (sav), ehl-i beyte ve imâmlara şefâat için tevessülü caiz görmüşlerdir. tevbe etmeden ölen büyük veya küçük günah sahiplerinin şefâati hak edeceği, tevbe edenlerin ise zaten Şefâate ihtiyaçlarının olmayacağını belirtmişlerdir.

Şefâat konusunda İbâzîyye, Ehl-i Sünnetten farklı olarak Mutezile ile benzer görüşleri paylaşmıştır. Günahkâr kimse tövbe etmediği takdirde şefaatin mümkün olmayacağı görüşünü benimsemiştir.467 Allah adâletinin gereği olarak iyi işler yapanı

463 Kâdî Abdulcebbâr, Fadlu’l-İ’tizâl ve Tabakâtu’l-Mutezile, s. 609. 464 Müddessir 74/48.

465el-Bakara 2/280. Şefâatin aleyhine görünen âyetler için ayrıca Bkz. el-Bakara 2/48-123- 254; eş-

Şuarâ 26/100; ez-Zümer 39/19.

466 Kâdî Abdulcebbâr, Fadlu’l-İ’tizâl ve Tabakâtu’l-Mutezile, s. 650. 467 Vercelani, Kitâbu’d-Delîl ve’l-Burhân, 2/45.

ahirette mükâfatlandıracak (va’d) kötü iş yapmış olanları da cezalandıracaktır (vaîd). Va’d ve vaîdin esası tekliftir, sorumluluktur. Öyle ise mükellef olan insan itâat ve isyanının karşılığını görecek, eğer günah işlemişse cezalandırılacaktır.468

İbn Zekvan Sire’sinde, şefaat konusunu işlememiştir. Rebî b. Habîb’in

Müsned’indeki uzun rivayetlerden birisi olan 1004 numaralı hadîste şefâatle

ilgilidir.469 “Ümmetimden büyük günah işleyenlere şefâat yoktur”470 ifadesinin yer aldığı bu hadîsin sonunda şehit olmuş bir müminin ailesinden yetmiş kişiye şefâat edeceği bildirilmektedir.471 Bu durumda İbâziyye prensip olarak şefaatı kabul etmiş

görünmektedir.

Câbir b. Zeyd’ten gelen rivâyette ise hiç kimsenin cennete sadece yaptıkları ile giremeyeceğini bilakis sâlih amel, Allah’ın rahmeti ve Hz. Peygamber’in şefâatiyle gireceği bildirilmektedir.472 Cabir’den gelen bu rivayetin kişinin ibadetine güveni

ifade eden ucba düşmemesini ön plana çıkardığı görülmektedir. Şefâat, büyük günah işleyeni kapsamaz.473 Büyük günah işleyip tevbe etmeyen kimse Hz. Peygamber’in

(sav) şefâatine nail olamaz. Câbir b. Zeyd yemin ederek, büyük günah sahibinin şefâate nail olmayacağını, Ancak¸ Allah’ın, kitabında ona cehennemi vaîd ettiğini söylemiştir. Buna karşı Hz. Peygamber: Benim şefâatim¸ ümmetimden büyük günah işleyenler içindir buyurmuştur. Câbir: “Vallahi Allah Resulü¸ bu hadiste şefâatin,

adam öldürme, zina etme, büyü yapma ve Allah’ın cehennem vaîd ettiği günahlar için olduğunu kastetmedi” diyerek hadisi yorumlayıp şefâatin kapsamını daraltmış, fakat

onun delil olamayacağını ileri sürmemiştir.

Ancak daha sonraki İbâzȋler biraz daha ileri giderek bu hadîsin haber-i vahid olduğunu bu nedenle itikâdî konularda delil olamayacağını ileri sürmüşlerdir. Burada bir tutarsızlık söz konusudur. “İbâzȋler, aynı konuda yine bir haber-i vahid olan ‘Benim şefâatim ümmetimden büyük günah işleyenler için değildir’.”474 Mealindeki senetsiz

bir haberi Hz. Peygamber’e nispet etmekte ve delil kabul etmekte bir sakınca

468 Vercilânî, Kitâbu’d-Delîl ve’l-Burhân, 1/55-59. 469 Rebî’. b. Habîb, Müsned, s. 270.

470 Rebî’ b. Habîb, Müsned, s. 270. 471 Rebî’ b. Habîb Müsned, s. 269. 472 Rebî’ b. Habîb Müsned, s. 269. 473 Rebî’ b. Habîb Müsned, s. 270 474 Rebî’ b. Habîb, Müsned, IV/1004.

görmemektedirler. Bu sahih bir haber-i vahid değil mürsel, daha doğrusu Câbir b. Zeyd’den başka râvisi olmayan, sadece Rebî b. Habîb’in Müsned’inde bulunan senetsiz bir haberdir. İbâzȋler’in delil olarak ileri sürdükleri bu haber aynı zamanda Müslim tarafından rivâyet edilen şu hadise de terstir: Her peygamberin kabul edilecek bir duası vardır. Her nebi bu duasını önce yapmıştır. Ben ise duamı, kıyamette ümmetime şefâat için sakladım. Ümmetimden kim Allah’a şirk koşmadan ölürse ona nail olacaktır.475

Rebî’ b. Habîb’e göre şefâat cehenneme girmeden önce olacaktır. Şu şartla ki, büyük günah işleyenler tevbe etmezlerse Hz. Peygamber’in (sav) şefâati onlara ulaşmaz.476 Hûd b. Muhakkem ise, Yûnus Sûresi 10/3. âyet ve Enbiyâ Sûresi 21/28.

âyetin tefsiriyle ilgili kısaca “Kendilerine şefâat izni verilen (Şefâat etmesine razı olunan) kimsenin dışındakiler şefâat edemez” yorumuyla Allah’ın (cc) izniyle bazılarının şefâat edeceğini, bildirmektedir.477 Ayrıca Hûd b. Muhakkem, Sebe’

Suresinde ki “Allah katında, onun izin verdiği kimseden başkasının şefâati yarar sağlamaz. (Şefâat için izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, “Rabbiniz ne söyledi?” diye sorarlar. Onlar da ‘Gerçeği’ diye cevap verirler. O yücedir, büyüktür.”478 Bu âyetin tefsirinde büyük günah sahibine şefâat yoktur hadîsini zikretse de müminlere meleklerin, peygamberlerin ve diğer inananların şefâat edeceğini, söylemektedir.479 Ettafeyyiş ise şefâatın müşrikler hakkında

gerçekleşmeyeceğini belirtmekte ve Hûd b. Muhakkem’in yaklaşımını destekler mahiyette meleklerin, peygamberlerin ve evliyânın şefâat edeceğini kaydetmektedir.480Kısaca şefâat halis müminlere hastır, mürtekib-i kebîreye ise şefâat yoktur. Bu nedenle İbâzȋler’in şefâati tamamen reddettiklerini söylemek doğru bir tespit olarak görülmemektedir.481

475Müslim “İman”, s. 238.

476 Rebî’ b. Habîb, Müsned, s.271.

477 Hûd b. Muhakkem Hûd b. Muhakkem, Tefsiru Kitabillahi’l-Aziz, Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî,

Beyrut1990, II/182, III/68.

478 Sebe, 34/23.

479 Hûd b. Muhakkem, Muhakkem, Tefsiru Kitabillahi’l-Aziz, III/397.

480 Yusuf b. Etatfeyyiş, Teysîru’t-Tefsîr li’l-Kur’âni’l-Kerîm, Umân, Vizâratu’t-Turâsi’l-Kavmi ve’s-

Sekâfe 1989, II/283; X/372.

481 İsmail Albayrak, “İçimizdeki Öteki: Tefsirde Hâricî (İbâzî) Algılamasına Dair Genel Bir

Değerlendirme”, Usûlİslâm Araştırmaları, sayı:4, Temmuz-Aralık 2005, ss. 7-38.

İbâzȋler, genelde peygamberlerin ve özelde de Hz. Peygamber’in (sav) şefâatini inkâr etmezler. Hatta şefâati inkâr edenin Kur’ân’ı inkâr ettiğine inanırlar.482

İbâzȋlerce Hz. Peygamber’in (sav) şefâati sabit ve hak olup iki kısımdır. a) Şefâat-ı kübradır ki; Müslümanların cennete dâhil olması için “Makam-ı Mahmud”da bulunan Hz. Peygamber’in(sav) kıyamet gününde müminlere olan Şefâatidir.

b) Şefâat-ı suğra ise müminin derecesinin artması ile alakalı olarak Hz. Peygamber’in (sav) yapacağı şefâattir.483 Büyük günah işleyen (Mürtekib-i Kebîre)

kimse ölmeden evvel tevbe etmemişse ona şefâat yoktur, azap vardır.

İbn Sellâm el-İbâdi eserinde konu ile alakalı olarak, konu başlığı şeklinde alıp münakaşasını yapmamıştır. Ebû Hafs ise, Usûlü’d-Deynûneti’s-Sâfiyye’sinde; Tevhid

ehlinin Hz. Peygamber’in (sav) şefâati sayesinde cennette yüksek dereceye ulaşacağını açıklar.484Cehaletle birlikte olan isyan, Allah’ın emirlerine karşı gelme,

ahırda beslenen hayvanın durumu gibidir; velayet ve beraet mefhumlarını bilmez. Onlar kendilerini din üzere biliyorlar, dini yaşamadıkları müddetçe ondan hisseleri yoktur. Dinden bir şey bilmezler ancak isim olarak bilirler. Kitabı bildiklerini zannediyorlar; oysa onlar sadece kitabın sıfatını biliyorlar. Kitabı öğrenmek, helal ve haramı bilmek için bir öndere ihtiyaç vardır. Kur’ân’ın hükmü ile hükmetmezler. Ehl- i sünnetten olduklarınıiddia ederler lakin sünneti yaşamazlar. Bid’atları inkâr ettikleri halde, ehli bid’adırlar. Üstünlük gösteriş ve çoklukla delil getirirler. Bunların hiçbiri delil teşkil etmez.485

Ebû Hazer, er-Red alâ Cemîʻi’l-Muhâlifîn’de şefaat konusunu işlememiştir. Sonuç olarak, İbâziyye prensipte şefaatı inkâr etmez. Ancak onlara göre, büyük günah işleyen bir kimsenin şefaattan faydalanabilmesi için mutlaka tövbe etmesi gerekir. İbâziyye kelamında büyük günah işleyenlerin ebedi cehennemden kurtulabilmesi için de tövbe etme şartı vardır. Bu durumda İbâziyye ’nin Ehl-i Sünnet

482es-Salimî, Meşarîku Envari’l-Ukul, s. 286.

483 Muammer Ali, el- İbâzîye Dirâsetü Mürekkezeti, s. 51. 484Ebû Hafs, Usûlü’d-Deynûneti’s- Sâfiyye, s. 66.

485Ebû Hafs, Usûlü’d-Deynûneti’s- Sâfiyye, s. 66.

gibi şefaati inkâr etmediğini; ancak kebire sahibinin şefaattan faydalanabilmesi için Mutezile gibi tövbe şartını ileri sürdüğünü söyleyebiliriz.