• Sonuç bulunamadı

3.1. MUSTAFA ŞEKİP TUNÇ’UN HAYATI

3.1.2. Şahsiyeti

Mustafa Şekip Tunç daha sonrasında 1918’de İstanbul Üniversitesi Terbiye Profesör muavinliğine, 1919’da bir derece terfi ettirilerek ruhiyat muallimliğine, 1924’te Umumi Ruhiyat Profesörlüğüne, 1934 üniversite ıslahatında da psikoloji ordinaryüs profesörlüğüne yükselmiştir. Üniversitedeki hocalığı sırasında 1949-1953 yılları arasında

“Muallimler Birliği”nin başkanlığını yapmış, yine bu tarihlerde “Felsefe terimleri Komisyonu” ismindeki dil komisyonunda çalışarak dilimize yeni felsefi terimler ilave etmiştir. 1937 senesi yazında Paris’te Descartes şerefine yapılan dokuzuncu Beynelmilel Felsefe Kongresi’nde Türkiye’yi temsil etmiş, kongreye “Türkiye ve Descartes” isimli bir tebliğ sunmuştur. Türk üniversite ve kültür hayatına yaptığı 25 yıllık hizmet ve çalışmadan ötürü, 1944'te kendisi için Eminönü Halkevinde bir jübile yapılmış ve bu jübile ile ilgili olarak bir kitap yayınlanmıştır.334

Mustafa Şekip Tunç 1953 senesinde 70 yaşını doldurduğundan emekliye ayrılmış ve 17 Ocak 1958’de kalp yetmezliğinden dolayı yattığı İstanbul Gureba Hastanesi’nde vefat etmiştir. Tunç, iki defa evlenmiştir. İlk hanımı Mediha Tunç’tan bir kızı (Sumru) ve bir oğlu (Şaman) oldu. Oğlu Şaman Teknik Üniversiteyi bitirdiği sene hastalanarak ölmüş ve bu ölüm hadisesi Tunç ailesinde büyük değişiklikler meydana getirmiştir. Mustafa Şekip ve Mediha Hanım birbirlerinden çok memnun oldukları halde Mediha Hanım artık sadece ölen oğlu Şaman’ın hatırasıyla yaşamak ve başka hiçbir şeyle ilgilenmemek istediği için ayrılmışlardır. Bu ayrılıktan birkaç sene sonra Mustafa Şekip Tunç 1952’de fakültedeki talebelerinden ressam Rana Ergüz ile evlenmiştir.335

aynı evde kalırlar ve bu sıralarda Akçura, Kuleli Askeri Lisesi’ne gitmektedir. Yusuf Besim Bey öldükten sonra Tunç’la karşılaşan Yusuf Akçura ona “Baban beni daha küçükken ihtilalci yaptı, ondan sonraki hayatım baştanbaşa onun tesiriyle geçti. Bu ihtilalci ruh beni menfalarda, hapislerde çürüttü. Fakat bundan dolayı asla nadim değilim” der.337

Tunç’un annesi Sabire Hanım, babasının aksine kendi deyimiyle “saf ve vehbi bir zekâ” sahibidir. Annesi içe kapanık, biraz da gizemlidir. Dolayısıyla annesinin ve babasının mizaç özellikleri Tunç’da da yer edinmiştir. Araştırmacı, meraklı ve siyasete olan mesafesini babasından; gizemli, sanatkâr ruhunu ise annesinden aldığı söylenebilir.338 T unç’un ailesi gelir düzeyi olarak orta bir ailedir ve bu açıdan maddi sıkıntı yaşamamıştır. Buna mukabil ailedeki en önemli sıkıntılar daha çok psikolojik tartışma ve çatışmalardan kaynaklanmaktadır. Nitekim psikolojiye ilgisini, annesi ile babası arasında ortaya çıkan bu tartışma ve çatışmalarda aramak gerekir.339 Öte yandan Şekip Tunç’un bu içe kapanık ve hassas yanının aynı zamanda babasının görev icabı sürekli şehir değiştirmesi sebebiyle çocukluğu boyunca uzun arkadaşlıklar kuramamış olmasından da kaynaklandığı söylenebilir. Onun çocukluktaki bu eksiğini babası ve ağabeyi Mehmet Şekip Bey kapatacaktır.340

Tunç’un felsefi meselelerle alakası henüz lisenin üçüncü sınıfında bulunduğu ve ahlak, ilm-i kelam gibi manevi dersleri gördüğü sıralarda başlamıştır.341 Tunç bu derslerde Allah’ın varlığını ispat etmek için gösterilen delilleri basit buluyor, tatmin olmuyor ve “bu dersler bende fikir hayatının meselelerle dolu olduğu fikrini uyandırdı”

diyordu.342 Fikri bakımdan tatmin olmamış lise üçüncü sınıf talebesi Tunç, bu meseleleri aydınlığa kavuşturmak istiyor, bu hususta kendisini aydınlatacak ve doyuracak kimse olarak da en yakın varlığı ve aynı zamanda bu mevzularda oldukça derin bilgisi ve kültürü olan babasını buluyordu. Tunç babasıyla felsefi mevzuları tartışıyor, babası da oğlunun zihnini açacak ve tenkit kabiliyetini artıracak şekilde davranıyordu.343 Dolayısıyla T unç’un psikoloji ve felsefeye olan merak ve hevesi ise daha önce de belirtildiği evdeki ruhsal çatışma ve tartışmalardan kaynaklanmasının yanında babasının onu bu konularda heveslendirmesi etkili olduğu söylenebilir:

337 Altıntaş, Mustafa Şekip Tunç, ss.1-2.

338 Yıldız, Mustafa Şekip Tunç ve Felsefi Görüşleri, ss.22.

339 Altıntaş, Mustafa Şekip Tunç, s.6.

340 Türkmen, “Mustafa Şekip Hayatını Anlatıyor”, s. 11.

341 Yıldız, Mustafa Şekip Tunç ve Felsefi Görüşleri, s.22.

342 Türkmen, “Mustafa Şekip Hayatını Anlatıyor”, s. 11.

343 Yıldız, Mustafa Şekip Tunç ve Felsefi Görüşleri, s.23.

Felsefi meselelerle alâkam Vefa İdadisinin son sınıfında ilmi kelâm dersleriyle başlar. Burada Allahın varlığını ispat etmek için gösterilen deliller saatçi misali gibi mevcut bir şey vasıtasiyle vücuda gelen bir eserden ibaret oluyordu. Hâlbuki Allahın kâinatı yaratması mevcut varlıklarla değil, yoktan yaratılmış varlıklarla olduktan sonra gösterilen delilin kifayetsizliği ve yerinde olmaması beni varlıkla yokluk ve yaratma gibi felsefi meselelere meyle sevketmişti. Babamın bu hususta geniş bir kültürü vardı, bu düşüncelerimi kendisine açdıkça benimle konuşması, zihnim açacak ve tenkid kabiliyetimi kuvvetlendirecek devamlı münakaşalarda bulunması merakımı büsbütün uyandırmağa sebeb olmuştu. Sonra babamın çok kültürlü olmasına mukabil annemin saf ve vehbî zekâsıyla kalmış olması ve bunlar arasındaki çatışmaların şiddeti bana çok meraklı ruhî muammalar tesiri yapıyordu.344

Tunç yedincilikle girdiği Mülkiye’den ancak otuz yedincilikle çıkmıştır. Çünkü bu azimli talebe bütün kuvvetini Fransızcaya vermiştir. Babasının teşvik ve yardımlarıyla daha mülkiyede iken kendi kendine Fransızcayı anlamaya ve tercümeler yapmaya başlamıştır:

Filhakika bu yaştan itibaren benim sorgularıma bir arkadaş gibi ve heyecanlı bir alaka ile cevap vermekten usanmıyor, Mülkiye’den çıkıncaya kadar fikrî inkişaflarımda ve Fransızca öğrenmemde en büyük amil oluyor. Bilhassa beylik fikirlere karşı olan nefretini her vesile ile belirtirken büyük adam hayranlığı uyandırıyor, bu hayranlığın bendeki ilk tatminleri büyük adamların resimlerini yapmak ve erişilemez gibi gördüğüm eserleriyle temasa gelmek oluyor; bunun için Avrupa lisanlarından hiç olmazsa birini öğrenmek ihtiyacı bende mukavemet edilemez bir şevk haline gelmişti. Bu şevktir ki bana, hafızamın çok zayıf olmasına rağmen, yabancı bir lisan deviyle görüşmek cesaretini vermişti.

Bu güreş benim için o kadar zahmetli olmuştu ki artık ikinci bir dil öğrenmek takati kalmadığını birkaç defa vaki olan teşebbüslerimin temadi edememesinden anlamıştım.345

Fransızca’yı babası gibi kendi gayretleriyle öğrenen Mustafa Şekip Tunç aynı zamanda resim sanatına da ilgi duymaktadır. Ancak Tunç resme olan ilgisini babasının ona telkini dolayısıyla sürdürmemiş Mülkiye’ye yönelmiştir:

Ruhiyata olan meylimi Cenevrede tahsil ederken bütün derslerden çok onun üzerinde durduğumu görmekle anlamış ve daha ilk senenin sonunda bütün kuvvetimi ruhiyata vermekten kendimi alamamıştım.

Bununla beraber güzel sanatlardan resme olan merakım İdadiden başlayarak gah faal, gah durgun olarak devam ediyordu. O derece ki idadiden çıktıktan sonra resim akademisine girmeği şiddetle arzu ettiğim halde o zamanın resme olan rağbetsizliği ve babamın bu hususta beni 344 Türkmen, “Mustafa Şekip Hayatını Anlatıyor”, ss.16-17.

345 a.g.e., s.14.

ihtiyata davet etmesi cesaretimi kırmakla beraber resme olan muhabbetimi azaltmamıştı. Nitekim Cenevre’de bir müddet bir ressamın atelyesinde sulu ve yağlıboyaya çalışmıştım. Fakat bu çalışmalarımı harb dolayısıyla bitirememiştim, yaptığım resimlerden bende yalnız ağabeyimin portresi kalmıştır.346

Bununla beraber Mustafa Şekip Tunç resim sanatına olan ilgisini ömrünün sonuna kadar kaybetmeyecek, II. Dünya Savaşı’nın ara vermek zorunda olduğu çalışmalara savaştan sonra devam edecek ve daha çok soyut, hayali resimler yapacaktır.347 Tunç resme yönelik bu ilgisi hakkında “bundan büyük zevk alıyor, çocukluğumda yaşadığım oyun zevkinin tekrar dirildiğini sanıyorum” diyecek ve

“Bergson’a olan bağlılığım da onun her feylesoftan daha çok sanatkâr bir üslup ve şahsiyete sahip olmasındandır” diye ekleyecektir.348 Nitekim Tunç’un Bergson’a yönelik ilgisi de onun bu mizacından kaynaklanmaktadır.