• Sonuç bulunamadı

1.2. MODERNLEŞME

2.1.1. Türkiye Modernleşmesinin Kökenleri

2.1.1.2. Meşrutiyet’ten Mutlakiyet’e, Mutlakiyet’ten Cumhuriyet’e

medeniyetinin örnek alınmasıyla mümkün olabileceğine inanmışlardır. Bununla birlikte, bu düşünürler, memleketin manevi hayatında meydana gelecek değişikliklere karşı çıkmış; İmparatorluğu bir bütün halinde yaşatmış olan eski bağların, eski gelenek- göreneklerin ve eski inançların yeniden canlandırılmasını ve bütün kuvvetiyle yeniden yaşatılmasını da istemişlerdir. Dolayısıyla “Batı’nın tekniği” ile “Doğu’nun kültürünün”

uzlaştırılabileceği noktasında iyimser bir görüşe sahip olmuşlardır. Ne var ki Doğu kültürüne bağlı kalarak, Batı tekniğini benimsemek isteyen bu hareket, başarılı olamamıştır. Çünkü eski ruhu yaşatan eski kültür kurumlarının olduğu gibi bırakılması ile Doğu'ya bağlı kalınacağı ve yeni ruhu yaşatacak yeni kültür kurumlarının kurulması gibi bir anlayış tıpkı daha önce Tunaya’nın ifade ettiği gibi ikici bir metodu ihtiva ediyordur.

Bu nedenle, Tanzimat devrinde yaşam tarzları ve dünya görüşleri birbirinden tamamıyla ayrı olan iki nesil ortaya çıkmıştır.247

bir bunalıma yol açacak gelişmelerin başlangıcı olduğunu kısa zaman içinde anlayacaklardır.250

Bu ürkütücü siyasal ve ekonomik karışıklık ortamında, reformların taşradaki uygulayıcılarından Mithat Paşa (1822-1884), serasker Hüseyin Avni Paşa (1819-1876), Askeri Mektepler Nazırı Süleyman Hüsnü Paşa (1838-1892) ve Şeyhülislam Hayrullah Efendi’nin (1834-1898) de içinde bulunduğu önde gelen Osmanlı siyasetçilerinden oluşan bir grup 30 Mayıs 1876’da bir hükümet darbesi yapmış ve Sultan Abdülaziz’i tahttan indirmiştir. Yerine, Genç OsmanlIlara yakın Mithat Paşa vasıtasıyla Namık Kemal ve Ziya Paşa ile temas halinde bulunan V. Murat (1840-1904), kısa bir süre içinde bir anayasa ilan edeceği vaadiyle tahta geçmiştir. Fakat V. Murat’ın akli sağlığının bozulmasından dolayı çok geçmeden hükümdarlık yapamayacağı anlaşılmış ve kardeşi II. Abdülhamit (1842-1918) onun gibi anayasa ilan edeceği vaadiyle tahta geçmiştir.

Birçok tarihçiye göre II. Abdülhamid, anayasal bir rejime ilgi duyan ve gücünü paylaşmaya hevesli olan bir hükümdar değildir.251 Bu nedenle hazırlanan anayasa taslağında güçlerini sınırlandırabilecek ifadelere izin vermemiştir. Nitekim Kanun-i Esasi’nin devletin güvenliğini tehlikeye sokan ve ayaklanan kişileri sürgün etmek amacıyla hükümdara yetki veren kötü üne sahip 113. maddesi252, suistimal edilerek daha sonra II. Abdülhamit tarafından kendisine tehdit olduğunu düşündüğü herkesi sürgüne gönderme veya hapse atma şeklinde genişletilecektir. Dolayısıyla II. Abdülhamit’in demokratik ilkelere yönelik bu gönülsüzlüğü, tutarsız ve zayıf bir belgenin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır.253 Bu yüzden Kanun-ı Esasi, Batı örneğinde bir anayasa olmaktan uzaktır. Zira II. Mahmut’un ıslahatlarından itibaren hükümdarın bütün yetkilerini ve sorumsuzluğunu teyit eden ve fert hürriyetlerini garantisiz bırakan usul, bu sefer bir anayasa metni halinde tespit edilmiştir. Tunaya bu durumu şöyle açıklar: “1876 sisteminin kurduğu anayasa müesseseleri o şekilde tertiplenmiştir ki, demokratik (seçimle kurulmuş) organın (Meclis-i Mebusan’ın) yetkileri, demokratik bir usulle

250 Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 93.

251 a.g.e., s. 100.

252 “Madde 113: Mülkün bir cihetinde ihtilâl zuhur edeceğini müeyyid asar ve emarat görüldüğü halde Hükümeti seniyenin o mahalle mahsus olmak üzere muvakkaten (idarei örfiye) ilânına hakkı vardır, (idarei örfiye) kavanin ve nizamatı mülkiyenin muvakkaten tatilinden ibaret olup (idarei örfiye) tahtında bulunan mahallin sureti idaresi nizamı mahsus ile tâyin olunacaktır. Hükümetin emniyetini ihlâl ettikleri idarei zabıtanın tahkikatı mevsukası üzerine sabit olanların memâliki mahrusai şaheneden ihraç ve teb'id etmek münhasıran Zatı Hazireti Padişahinin yedi iktidarındadır. (Ülkenin herhangi bir yerinde ihtilal çıkacağını gösteren emarelerin ortaya çıkması durumunda hükümetin o bölgeye has olmak üzere sıkıyönetim ilan hakkı vardır, hükümetin emniyetini ihlal ettikleri kolluk kuvvetlerinin araştırmalarıyla sabit olanlar padişah tarafından ülkeden uzaklaştırılabilir.)” (Kemal Gözler, Türk Anayasaları, 1. b., Bursa: Ekin Kitabevi Yayınları, 1999, ss. 30-63.)

253 Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, ss. 328-335.

kurulmamış (doğrudan doğruya padişah tarafından teşkil edilen) organlar tarafından durdurulabiliyordu.”254

Sonuç olarak, Kanun-i Esasi’nin kurduğu meclis, 19 Mart 1877'de açıldıktan çok kısa bir süre sonra II. Abdülhamit tarafından Rusların savaş ilanı nedeniyle 14 Mart 1878’de feshedilmiş ve Otuz bir yıl sürecek mutlakıyet rejimine girilmiştir. Bu kısa ömrüne rağmen I. Meşrutiyet dönemi, bütün ıslahat hareketlerinin sembolü olmuştur. Millet temsilcilerinin neler yapabileceği, ilk defa olarak anlaşılmış, sonraki devirlerin ideali olmuştur. Öyle ki artık Batılılaşmanın adı “Meşrutiyetin yeniden ilanı” olmuştur.255

Meşrutiyet idealine sıkı sıkıya bağlı olan ve bu dönemde ortaya çıkan Jön Türk hareketi birçok bakımdan Genç OsmanlIlardan farklıdır. Çünkü Jön Türkler, Genç OsmanlIlardan farklı olarak devleti kurtarmak amacıyla değil, daha radikal amaçlarla reform yapmak istemişlerdir. Dahası yine Genç OsmanlIların aksine, Jön Türkler sadece ideolog değil, aynı zamanda II. Abdülhamid yönetiminin artan otoriterliğine karşı radikal eleştiriler getiren aktivistlerdir.256

Öte yandan Jön Türkler daha önceki reformların getirdiği yeni eğitim sisteminin bir ürünüdürler. Fransız Devrimi’nin fikirlerinden ve on dokuzuncu yüzyılın rasyonalizminden ve pozitivizminden çok etkilenmişlerdir.257 Aralarında çeşitli etnik ve dini kimliklere sahip üyeleri vardır. Bu nedenle hareketin Osmanlıcı olması şaşırtıcı değildir. Çünkü Osmanlıcılık, artık milliyetçilik çağına sığacak yeni bir form kazanarak Osmanlı kimliğini vurgulamaktadır.258

Jön Türklerin uğraşmaya çalıştığı temel soru “devletin nasıl reform edileceği”

sorusudur. Bu soruya hareket içerisinde iki fraksiyonun ortaya çıkmasına sebep olacak iki farklı cevap verilm iştir.259 Ahmed Rıza’nın önderlik ettiği ilk fraksiyon, seçkinlerin liderlik ettiği devletçi merkezi bir yönetim; Prens Sabahaddin liderliğindeki diğer fraksiyon ise özel girişimcilik ve bireyselliğin teşvik edildiği, merkezi olmayan (adem-i merkezi) bir

254 Tunaya, Türkiye’nin Siyasî Hayatında Batılılaşma Hareketleri, s.39.

255 a.g.e., s.40.

256 Aykut Kansu, 1908 Devrimi, 5. b., İstanbul: iletişim Yayınları, 2009, s.363.

257 a.g.e., s.358.

258 Haşan Kayalı, Jön Türkler ve Arapları Osmanlıcılık, Erken Arap Milliyetçiliği ve İslamcılık 1908-1918, 1.

b., İstanbul: Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, 2018, ss.46-58. Bununla birlikte Jön Türk hareketinin özü, Haziran 1889'da Mektebi Tıbbiye-i Şahane'de bir grup öğrenci tarafından gizlice kurulan örgüte

dayanmaktadır. Daha sonra diğer okullardan ve memurlardan gelen öğrenciler onlara katılırlar. Gittikçe genişleyen grup, daha sonra Avrupa’da, özellikle de Paris’te sürgün hayatı yaşayan kişilerden oluşan muhalefet hareketi ile birleşir. Bu birleşmenin sonucunda ise II. Abdülhamid’in yönetimini protesto eden gruplar için bir çatı örgüt olarak hareket etmeye başlayacak ittihat ve Terakki Cemiyeti kurulur (M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı Ittihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1902), 1. b., İstanbul: iletişim Yayınları, 1985, ss.173-84.).

259 Tunaya, Türkiye’nin Siyasî Hayatında Batılılaşma Hareketleri, ss.60-66.

yönetim çağrısında bulunmuştur. Nitekim 1902'de gerçekleşen Paris'teki ilk Jön Türk Kongresi aralarındaki farklılıkları ortaya çıkarmıştır. Ancak tüm farklı görüşlerine rağmen iki fraksiyon da II. Abdülhamid'e muhalefetlerinde ve parlamenter rejim ile anayasa ve hukuka dayalı bir yönetim isteğinde birleşmişlerdir.

Jön Türklerin fikirleri, 1905'ten sonra genç subaylar arasında, özellikle de subayların Balkanlar’da kurdukları gizli örgüt Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'nde etkili olmaya başlamıştır. II. Abdülhamid’in askeri teçhizat ve maaş kalitesinin bozulmasına yol açan politikaları ile giderek daha fazla hayal kırıklığına uğrayan subaylar, orduya yönelik bu politikaların gücünü zayıflattığına ve Avrupa'daki Osmanlı topraklarını savunma yeteneklerini azalttığına inanmış ve bu nedenle de İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne dâhil olmuşlardır. Bu husus İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin daha da güçlenmesini sağlamıştır.

Öyle ki Aralık 1907’de gerçekleşen İkinci Jön Türk Kongresi, hareketin artan gücünün göstergesi olmuştur.260

Sonuç olarak II. Abdülhamid’in yönetimine yönelik artan baskılar, İttihat ve Terakki’nin esas güç merkezi olan Selanik’teki 3. Ordu’nun 1908 yazında harekete geçip isyan etmesi ve anayasanın behemehâl yeniden tesis edilmesi talebiyle birlikte dayanılmaz hale gelerek II. Abdülhamid’in 24 Temmuz 1908’de anayasayı yeniden yürürlüğe sokmak zorunda kalmasıyla sonuçlanmıştır.261 Anayasanın yeniden yürürlüğe girdi bu dönem II. Meşrutiyet dönemi olarak anılır.