• Sonuç bulunamadı

ġimdi bu kitabın sayfalarını elimle birer birer çeviriyor ve onda yer alan hiçbir satırı değiĢtirmeye hacet

ĠKĠNCĠ BASKININ ÖNSÖZÜ

4) ġimdi bu kitabın sayfalarını elimle birer birer çeviriyor ve onda yer alan hiçbir satırı değiĢtirmeye hacet

göremediğim gibi; bu önsöz ve bu kitabın birinci baskısı yapıldıktan sonra Nâsıruddîn-i Elbânî ile aramızda geçen münâkaĢaların gereği olarak yaptığım ilâveler dıĢında kitaba ilâve etmeğe değer, yeni hiçbir Ģey de bulamıyorum.

Eğer bu kitabın neĢrinden bu güne kadar geçen zaman boyunca, kitabımda serdettiğim fikirler etrafında herhangi bir cevâb veya açıklama ile karĢılaĢsaydım, mutlaka açıklar ve doğru bulduğum takdirde kitabımda değiĢiklik yapmaya lüzum görürdüm. Fakat kendilerini bu kitabımda açıklamasını yaptığım hakikatin düĢmanı sayanların hiç birinden, hiçbir karĢılık almadığım gibi, yeniden basılmasını benden ısrarla isteyen okuyuculardan da kitabta açıklama ve ilâve yapma talebinde bulunan hiçbir kimse ile karĢılaĢmıĢ değilim.64

Üstâd Nâsıruddîn-i Elbânî, nihâyet bu kitabım hakkındaki görüĢünü açıklamak için benimle görüĢmek

64Bu önsözü, Nâsıruddîn-i Elbânî,. Mahmûd Mehdî-El-Istan-bûlî ve Hayreddin Vanlî‘nin birlikte yazdıkları (ASIL BĠD‘AT MEZHEB TAASSUBUDUR = Asıl mezhep saplan-tısı uydurukculuktur) adıyla yazdıkları kitaba muttali ol-madan yazmıĢtım. Sonra kitab elime geçti. Adı geçen kitaba ta‘lik olarak müstakil bir ek hazırladım ve bu baskının sonuna koydum. Okuyucu kitabın sonunda bunu bulacaktır.

istedi. Yüzyüze geldik, oturup konuĢtuk. Bu konudaki fikirlerini ve düĢündüklerini dinledim. Bu görüĢlerin iki Ģıkta özetlenebileceği kanâatindeyim.

a) Üstâd, bu kitabın adını aĢırı ve mesnetsiz buluyordu. ―ĠSLÂM ġERΑAT‘ini tehdîd eden en teh-likeli Bid‘at MEZMEPHĠZLĠK‖ ismi ona çok abartılmıĢ gibi gelmiĢ olacak ki, benim kitabın içersinde bu müthiĢ ismin doğru ve yerinde konmuĢ olduğunu gösterecek, hiçbir bilgi getirmediğim kanaatindeydi!

b) Kânaatince ben bu kitabımı kaleme almama sebeb olan Hucendî‘nin kitabını iyi anlıyamamıĢım. Tabî bu, Nâsıruddîn-i Elbân‘nin Ģahsî fikri. Gûyâ Hucendî hoca, kitabında ne mezheblerin hakikatini, ne de ortaya çıkıĢını inkâr ediyor ve nede Müctehid derecesine ulaĢmamıĢ kimselerin mezhebleri taklîd etmesinin doğru ve yerinde olduğunu reddetmiĢ?!. Hucendî hoca sâdece, iyice öğrendiği ve anladığı delili bir tarafa bırakarak, körükörüne dört mezheb Ġmamları tarafını tutanlara atmıĢ tutmuĢ. Delil tam anlamıyla anlaĢıldığı halde, dört mezheb Ġmamına bağlılık fikrinde taassub göstermeyi yersiz bulmuĢ. Üstâd Elbânî ile aramızda birleĢtiğimiz ve ona karĢı itiraza pek lüzum görmediğim husus sâdece bundan ibaret kaldı. Bunda da bütün bu gürültü patırtılara, karĢı çıkıĢlara meydan verecek bir taraf yoktu.

ĠĢte Üstâd Elbânî ile aramızda üç saat süren mü-nâkaĢanın özü bundan ibaret...

Diyeceksiniz ki, Elbânî‘nin size yönelttiği bu fikirler karĢısında sizin cevâbınız ne oldu?...

Ben birinci mes‘ele : -Kitabımın isminin müsemmâsı ile alâkasızlığı iddiası hususunda kendisine: -Kitabın tümü isminin doğru ve yerinde olduğuna delildir.

Kitabımda açıklamak istediğim en önemli Ģey, Ģu olmuĢtur: Kitab ve Sünnet‘ten doğrudan doğruya hüküm çıkarıp alabilecek dereceye ulaĢmamıĢ olan müslümanların gerek Sahâbe, gerek Tabiîn ve gerekse onlardan sonraki devirlerde Ġctihâd derecesine ulaĢan Ġmamlardan birinin mezhebine tâbî olagelmiĢlerdir.

Onlar, diledikleri imâma tâbî olmuĢlar, diledikleri takdirde de Ġmamlarını değiĢtirerek diğer bir Müctehid imâma tâbî olmuĢlardır. Sahâbeler arasında Ġbn-i Abbâs (R.A.)‘ın fetvâlarından baĢka bir fetvâya bağlı kalmaya gönlü razı olmayıp sorularını sadece Ġbn-i ABBÂS‘a sorarak müĢkillerini halleden ler olmuĢtur. Bu güne kadar Sahâbe-i Kirâm arasında herhangi bir imâma bağlı kalmayı hoĢ karĢılamayan bir kimsenin bulunduğunu söyliyen hiç bir adam görülmemiĢtir. Iraklılar uzun süre Abdullah -Ġbn-i Mes‘ûd (R.A.)‘ın mezhebine onu, gerek kendi Ģahsında, gerekse, kendinden sonra bazı talebelerinin Ģahsında temessül ettirerek tâbî ola gelmiĢlerdir. ĠSLÂM Âlimlerinden hiç biri de bunu aslâ yadırgamamıĢlardır. Hicaz halkı da aynı Ģekilde, uzun za-man Abullah Ġbn-i Ömer‘in talebe ve arkadaĢlarının mezhebine bağlı kalmıĢlardır. Hiçbir ilim adamının bu

gerçeği de inkâr ettiği görülmemiĢtir. Atâ Bin Ebî Rabâh ve Mücâhid, Mekke-i Mükerreme‘de uzun zaman fetvâlarıyla seçkinlik arzetmiĢlerdir.

O kadar ki, Halîfe‘nin dellâlı halka bu iki zâttan baĢka hiçbir kimsenin fetvâ vermemesini ilân etmiĢtir.

Tâbi‘în Âlimlerinden hiçbiri ne Halîfeye, ne de halka karĢı kalkıp da bu muayyen kiĢilere bağlı kalmanın doğru olmadığını söylemiĢ değildir.

Bütün bu olup bitenlerden sonra: ―Fetvâ sorma ve görüĢlerine katılıp taklîd etme yönünden belirli bir imâma bağlı kalmak harâmdır; aslı faslı olmayan sapık bir bid‘at (uydurukculuk) tur; Allâh‘ın, hakkın-da hiçbir delil indirmediği zırvadır...‖ demek ne de-mektir? Bu bir mezhebsizlik değilse nedir?!...65

65Aslında apaçık olan bu mes‘eleyi biz biraz daha açıklamak istiyoruz ve diyoruz ki: Mezheplilik: Yâni bir mezhebe bağlı olmak avâmın, câhil kiĢilerin veya Müctehid mertebesine ulaĢmamıĢ olanların, müctehid bir imâmın mezhebini taklîd etmesidir. Böyleleri ister yalnız bir tek imâma ömür boyu aynen uysun, isterse bir müddet bir imâma tâbi iken Sonra diğer bir imâmla önceki imâmı değiĢtirerek yaĢasın, fark etmez. Mezhepsizlik ise: avâm‘ın câhillerin veya müctehid mertebesine varmamıĢ olanların, ne tamamen bağlı kalarak, ne de büsbütün bağlanmaksızın, her hangi bir müctehid imâmı taklîd etmemesidir. Kelimenin, yaptığımız bu açıklaması hem lügatin tanıdığı, hem ıstılâhın üzerinde yürüdüğü, hem de halkın bildiği mânâsıdır.

Bir adam herhangi bir partiye tâbi ise; sen, o adam için

“Falan adam partilidir” dersin. Bu adam ister belli bir

partiye sürekli olarak bağlı kalsın, isterse ikide bir partisini değiĢtirsin dursun, fark etmez. Senin “falan adam partilidir” sözüne bir halel gelmez. Her ne suretle olursa olsun, hiçbir partiye girmeyen bir baĢka adam için de

“Falan adam partisizdir” dersin.

Sen ve ben böyle derim ama, Ustâd Elbâni ne der?! O diyor ki: Bugün bütün müslümanların mezheblilik sözünden anladıkları mânâ, bizim anladığımız mânâ‘dan tamamen baĢkadır. Rasûlüllâh (S.A.V.)‘in namazının vasfı, Sayfa: 232 Ben bu adamın kendisini, halkın hakikî örneği oldugunu zannetmeye devam etmesine akıl erdiremiyorum. Maalesef bunu kendisi de bilmîyor. ĠĢte bütün halkın anlayıp da kendisinin anlamadığı Ģey budur. Sanki herkesin, onun bu mânâyı garib karĢılamasına ve inkâr etmesine katılması Ģart. Elbâni hoĢ karĢılamamıĢ ve anlamamıĢ, bizde anlamıyalım demek zorunda herkes!...Çünkü, aramızda geçen münâkaĢada mezheblilik ve mezhebsizlik kelimeleri üzerinde benim yaptığım açıklama bilinmemeli. Böylece de bütün müslümanlar, bu mânâyı bilmemesi ve bu hakikâti inkâr etmesi açısından sayın Elbânî‘nin ardına düĢüp gitmeli!..

Ustâd Nâsıruddîn-i Elbâni, bir de benim bu anlayıĢla, mezheb kelimesinden anladığım mânâ ile kitabımın tümünü yıkmıĢ olduğumu ileri sürüyor. Çünkü o, bu tarife göre bütün insanlar mezhebli, yani belli bir mezhebe bağlı olmuĢ olurlar diyor. Bütün insanlar da mezhebli olunca, benim yaptığım araĢtırma ve yazdığım kitab, aslı astarı olmayan bir hayâlden söz etmek olmuĢ oluyor!...

Doğrusu Üstâd Nâsır‘ın, Selefi Sâlihin‘e intisâb eden herkesi mezhebsizlik kelimesinde bulunduğunu kabul et-mediği mânânın ta kendisi olan: Bir mezhebe bağlanmıĢ kimseler olarak kabul etmesi, bizi son derece sevindirmiĢtir.

Yâni ecdadımız, ister belirli bir imâma bağlı kalmıĢ, ister birinden diğerine geçerek birkaçına bağlanmıĢ olsun;

fikirleri ve mezhebleri bize sağlam olarak nakledilen müctehid Ġmamlardan herhangi birini taklîd edegelmiĢler.

Dolayısıyle de benim böyle bir konuyu iĢlememe ve kitab yazmama gerek yokmuĢ.

Fakat ne yazık ki, sayın Ustâd Elbâni‘nin sözü gerçeğe aykırıdır!..

Zira benim ana caddeye ve doğru yola getirmeyi arzu ettiğim kimseler arasında dört mezheb Ġmamlarından hiçbirinin taklîd edilmesini kabul eden yoktur. Bunların hepsi bütün hükümleri doğrudan doğruya Kitab ve Sünnet‘ten almak (!) gerektiği iddiasındadırlar. Bunların câhil ve avâmdan biri denecek derecede olanlarını gördük ve hiçbirinin her ne Ģekilde olursa olsun dört mezheb Ġmamlarından hiç birinin fetvâsını, kat‘îyyen kabul et-mediklerini müĢâhâde ettik. Nihâyet bu imâmın bu mes‘elede dayandığı delili gözünün önüne serdik ve i‘tibârettiği Hâdîs‘i getirdik, sonra da delilin kuvvet ve sıhhat derecesini açıkladık. Hâdis‘in senedini ve bu senette yeralan ricâlin mevsûkiyet durumlarını, sanki adamın senet ilmînden, delillerden ve Hadîs ricalinden haberi varmıĢ gibi, uzun uzadıya açıklamaya giriĢtik. Bütün bu gayret-lerden sonra adam, ya söz konusu imâmın mezhebini tashih etmeye, ya da hatâlı bulmak veya çirkin görmek sûretiyle, imâmın görüĢü ve mezhebi üzerine iptal çizgisi çekmeye kalktı.

Herhalde bu adamlar, Merih yıldızından ya da baĢka bir âlemden gelmiĢ bir kavim değildirler. Aksine, onlarda bizim gibi birer insandır. Her Ģehrin, her mahallenin, her kabile ve köyün halkı onlardan dert yanmaktadır. Oysaki onların çokluğu, Üstâd Elbânî‘nin baĢını yüksekçe kaldırıverince görebileceği ölçüdedir. mümkündür. Sana düĢen, bunları öğrenivermekten ibarettir. ġâyet sen bunları henüz öğrenmemiĢde, bazı kardeĢlerin senden önce davranarak öğrenmiĢler ve sana bunları bildiğin bir dille anlatmıĢlarsa, artık senin için ortada bir problem, (Ġctihâd yapman için) bir sakınca

kalmamıĢ olur...” Sana bu zâtın Ģu sözü söylerken ne demek istediğini kestirebiliyor musun? “-Bazı mes‟eleler hakkında Rasûlüllâh (S.A.V.)‟dan nakledilen rivâyetler çok sayıda ise ve bu rivâyetlerin hangisinin daha önce, hangisinin daha sonra vârid olduğunu bilmîyorsan, bu durumu sana târih de açıklamıyorsa, o zaman bütün bu rivâyetlere göre amel edebilir, bazen birini, bâzen de öbürünü uygulayabilirsin?!...”

Bu sözde, mezheblilik kelimesinden bizim anladığımız mânâya karĢı çıkan ve buna rağmen bütün insanların aslında belli bir mezhebe bağlı olduklarını söyleyen Nâsıruddin-i Elbâni ölçüsünde de olsa, mezhepliliği takdir eden bir iz bulabilirmisin?!...

Sayın Hucendî, müslümanların önüne Muvatta, Sahihayn, Sünen-i Ebî Dâvûd, Tirmîzî ve Neseî‘yi sürüp de, bütün bu kitaplar, mümkün olan en kısa zamanda öğrenilebilecek (!) ma‘lûm ve meĢhur eserlerdir demekle, Ġmamlarına ve mezheblerine tâbî olma yolunu onlara kapatmıĢ olmuyor mu? Sayın Hucendî ilâve ederek diyor ki: ―Allâh mü‟minleri mücâdelelerinde muvaffak kılacaktır. O, onlara kâfidir. Ne, belli bir mezhebe bağlı kalmak, ne de bağlı kalmamak sûretiyle herhangi bir mezhebi taklîd etmeye hacet kalmamıĢtır.”

KeĢke Ustâd Nâsır, aralarında Ġbn-i Teymiye, Ġbn-i Kayyim ve ġevkânî‘nin de bulunduğu bütün Ġmamların, yukarda adı geçen kitabları öğrenmiĢ olmanın, ne sahiblerini müctehid yapacağı, ne de böylelerinin fetvâ vermede ve delillerden hüküm çıkarmada sâdece bu kitablara bağlı kalmalarının doğru olmayacağı hususunda fikir birliği halinde olduklarını ve yalnız Allâme (!) Hucendî efendinin (Ennâfia:

faydalı) (!) Risâlesinde kesin sonuca bağladığı görüĢünün tam aksine, müctehid namzedinin eli altında bu Hadîs kitablarına ilâveten, kendisini müctehidlik mertebesine yükseltecek zengin bir kütübhâne bulundurmasının zarurî olduğu görüĢünü paylaĢtıklarını bilseydi!...

ġuhalde benim kitabım, Üstâd Nâsıruddin-i Elbânî‘nin dediği gibi, yıkılmıĢ olmuyor; aksine ona, maalesef (!) sürekli bir ihtiyâç duyulmaktadır. Halbuki ben, kitabıma hiçbir ihtiyaç duyulmamasını o kadar cân-ü gönülden arzu etmiĢimdir ki, hayret edersiniz.!...

5) Ustâd Nâsıruddîn-i Elbânî ile aramızda