• Sonuç bulunamadı

Burada haklarında hilâf olmayan bir takım mes‘eleler var; bunları, Kürrâs sahibinin Kürrâs‘ını uğrunda yazdığı büyük (!) dâvâsıyla karıĢtırmak için araĢtırma dâiresinden uzak tutmak kaçınılmaz bir zarûrettir.

BU MESELELERDEN BĠRĠNCĠSĠ:

Mezheblerden birini taklîd eden mukallidin durumudur. Ortada, ne mukallidi, Ģer‘an taklîdine devama zorlayan bir baskı var; nede bağlı bulunduğu mezhebden ayrılıp diğer bir mezhebe dönmekten alıkoyan bir engel vardır. Müslümanlar, bir mükallidin, Ģâyet mezheblerinin ve fikirlerinin hakîkatına ermiĢse, müctehidlerden dilediğini taklîd edeceğine icmâ etmiĢler, hepsi aynı görüĢü paylaĢmıĢlardır. Gerçi son asırlarda bir mukallidin, bir mezhebden diğer bir mezhebe geçmesini hoĢ karĢılamıyanlar görülmüĢse de bu, aslında,

Müslümanların bâtıl (ve sakat)lığında söz birliği (icmâ) ettikleri zorba taasubun ta kendisidir.

Her araĢtırmacı, bunun ihtilâfı bir mes‘ele olmadığını bilir. Bunun, mukallidin bir mezhebe aynıyle bağlı kalmayıp; renkten renge girmesi, ikide bir mezhebini değiĢtirip durması gerektiği iddaasıyla hiçbir alakâsı yoktur. Kısacası iltizâm‘ın: (belli bir Ġmama bağlanmanın) vâcip olmaması, iltizâm‘ın harâm olmasını gerektirmez. Bunu herkes bilir.

ĠKĠNCĠSĠ:

Mukallid, herhangi bir mes‘eleyi anlamakta alıĢkanlık ve mehâret peydâ etmiĢ, mes‘elenin delillerini;

Kitap, Sünnet ve ictihâd usûlünden çıkarıp değerlendirebilmîĢse, bu mes‘eleyi Ġmamının mezhebinden almaya devam etmekten kendisini kurtarması Vâciptir. Sâhip olduğu ilmî güce dayanarak, o mes‘ele hakkında ictihâd yapabildiği sürece o mes‘elede her hangi birini taklîd etmesi harâmdır. Bunun böyle olduğuna hem âlimler, hem de mezheb Ġmamları icmâ ve ittifâk etmiĢlerdir. ġu halde mukallidin, delîllerini ve usûlünü anlayacağım diye araĢtırmasını yapmak ve derinleĢmek için büyük gayret gösterdiği bu mes‘elede, Ġmamların fikrini, kendi ictihâdıyla vardığı fikre tercîh

etmesinin harâm olacağı apaçık (ve behîdî) dir.76 Eğer, son asırlarda da arasıra bu taassuba meyledenler görülmüĢ ve böylelikle Müslümanların icmâ‘ı dıĢına çıkanlar olmuĢsa, bu davranıĢ da, insanların uyarılması ve tehlikelerden korkutulması Ģart olan azgın taassup ve

76Böyle bir araĢtımacı (Âlim), “Mezhepte Müctehid” diye isimlendirilir, bu (ismin verilmesi) de, bütün usûl kitaplarında ma‘lum ve mezkûr olduğu gibi, Ġctihâd‘ın bir takım parçalara ayrılması dolayısıyladır. Ġctihâd vâsıta ve yollarına alıĢkanlık ve mehâret peydâ eden ve Fıkh‘ın bütün mes‘eleleri ve konularında Ġctihâd yapabilme melekesine sahip olan kimseyse “Mutlak Müctehid”tir. Yok, bütün Fıkh mes‘elelerinde değil de, bunların sadece birinde, bütün gayretini sarfeden ve nihâyet mes‘eleyi ana delîllerinden anlayıp ihâta etmeye güç yetirebilen kimse de: (Mezhepte Müctehid)‘tir.

Üstâd Nâsır, biz bu bilinen hakikati kendisine açıkladığımız zaman hayrete düĢtüler ve böyle bir araĢtırmacı: (âlim)‘in Müttebâ: (kendisine uyulan, tabi olunan Ġmam) olduğu zannında saplanıp kaldılar.

Zât‘ı Âli‘leri arasıra, bazı mes‘elelerde, delillerini tanıyacak ve hakiki temelleri üzerine yürüyecek kadar, konuyu anlamıĢ olduğu iddaasıyla, benim insanları müctehid ve mükallid olmak üzere iki sınıfa ayırmama, itiraz buyurdular. Hiç Ģüpesiz ki, onlar bununla: (bazı mes‘elelerin delillerini tanımakla), ictihâd yapmakta ne dört Ġmam seviyesine ulaĢmıĢ sayılır; ne de kendilerinin taklîdçi avâm (Câhil halktan tamamen farksız) olduğu söylenebilir.

ġu halde, kendileri ve benzerlerinin bir üçüncü sınıfı teĢkîl ettikleri muhakkak! Biz, bütün fıkıh ve usûl âlimlerinin dediği gibi, deriz ki: Bir âlim, üzerinde ictihâd yapma derecesine ulaĢtığı mes‘elede müctehid sayılır, o mes‘elenin müctehidi.Geri kalan mes‘eler bakımından da mukalliddir.

Onların (fukahânın):“Ġctihâd da, taklîd de taksîmâta uğrar ve parçalanmayı kabul eder” sözlerinin mânâsı da iĢte budur.

hizipçilik görüntülerinden bir baĢka görüntü ve baĢka sahnededir.

Yine her araĢtırmacı (âlim)ce mâlûm ve hakkında hiçbir hilâf ve ihtilâf yoktur ki, durum ne olursa olsun, Ahkâm-ı Ġlahiyye‘nin delillerini bilmiyem mukallidi, taklîdden sıyırıp çıkmaya ve doğrudan doğruya Kitap ve Sünnet‘ten alınacak nass‘lara dayanmaya davet etmek gereksizdir.

ÜÇÜNCÜSÜ:

Dört Ġmamın hepsinin hak üzere oldukları su götürmez bir hakikattir. Yani, onlardan her birinin yapmıĢ olduğu ictihâd, ALLÂH (C.C.) indinde kendisine, ALLÂH Teâlâ‘nın bu ictihâd‘la ilgili mes‘elelerde kullarına murad buyurduğu hükmün hakikatini iyice anlamamıĢ olsa bile onu ma‘zur kılmıĢtır. Onun üzerine düĢen vazife, sadece Ġctihâdının kendisine ıĢık tuttuğu yolda yürümek ve gösterdiği yönde ilerlemekten ibarettir.

Buradan anlıyoruz ki, mukallid‘in imamlardan dilediğine tâbî olması, hakka tâbî olmak ve hidâyete sarılmaktır. Mukallid, eğer onlardan birini seçmiĢ ve ona tâbî olmuĢsa, diğerlerinin hatâlı olduklarını düĢünmesi gerekmez. ĠĢte bunun içindir ki âlimler, bir Hanefî‘nin ġafi‘ye veya Mâlikî ‘ye; ya da, bir ġafi‘î‘nin, Hanefî‘ye

ve Mâlikî ‘ye v.b. uyarak namaz kılmasının yerinde ve kıldığı namazın sahih olduğunda icmâ‘ etmiĢler.77

77Evet, Sadr-ı Evvel‘in Âlimleri, bir ġafi‘î‘nin, bir Hanefî‘nin arkasında veya aksine: bir Hanefî‘nin, ġafi‘î‘nin ardında kıldığı namazın sahih olduğunda söz birliği (Ġcma) halindedirler.

Malumdur ki burada Namaz mutlak bir lafızdır. Mutlak ise, Ferd-i Kâmil‘ine hamlolunur. Yani, burada Namaz, muktedi‘nin: (Ġmama uyan kimsenin) uyduğu Ġmamın kılınan namaz hususunda, kendi mezhebinde namaz‘ı ifsad edici herhangi bir Ģeyi yaptığını bilmediği namaza hamlolunur. Âlimlerin, ġafi‘ mezhebinden olan bir kimsenin, mesela; ailesine dokunan bir Hanefî arkasında, onun gerçekten ailesine dokunmuĢ olduğunu bilerek kıldığı namaz hususundaki muhalafetlerinin bu ıtlak: (mutlak mânâdaki namaz)la hiçbir ilgisi yoktur. Zira bu özel durum, Ferd-i Kâmil‘in parçalarına dâhil değildir. Itlak da bunu içine almaz. Buna göre: (mutlak mânâ bir takım kayıtlar ve Ģartları içine alacak olsa), Hanefî‘nin arkasında ġafi‘î‘nin kıldığı namaz‘ın sıhhatinin ıtlakına hiçbir me‘haz vârid olmaz ve hiçbir surette bu namaz sahihtir denemez. Buna bir misal verelim: “Âlimler bahçede Namaz kılmanın câiz olduğuna icmâ etmiĢlerdir” desen, birisinin elinden zorla alınmıĢ bir bahçede namaz‘ın câiz olmaması, senin önce söylediğin cümle içerisinde yer alan (bahçe) kelimesindeki mutlak mânâyı bozmaz. Çünkü mutlak ―bahçe‖ baĢka Ģey;

mukayyet mânâda ―gasbedilmiĢ bahçe‖ baĢka Ģeydir.

ġafi‘î‘nin Hanefî arkasında namaz kılması baĢka Ģey;

ġafi‘î‘nin, ailesine dokunmuĢ olduğunu bildiği Hanefî Ġmam arkasında namaz kılması baĢka Ģeydir. Bunlardan birincisi Itlak: mutlak mânâ; ikincisi takyid; kayda, Ģarta (mesela:

karısına dokunmuĢ olma kaydına) bağlı mânâdır.

Bu, usûl kitaplarının her hangi birinde mutlak ve Mukayyed bahislerini okumuĢ olan herkesin anlayabileceği apaçık bir sözdür. Fakat Üstad Nâsır‘la aramızda konu, bu mânâyı kendisine anlatma çabası içerisinde boĢuna uzadı gitti.

Halbuki kendisi -aramızda geçen münakaĢada- bir Ģeyi tekrar tekrar söylemekten çekiniyordu. ġu kadar varki;

mutlak, onu takyid eden bir Ģey gelene kadar ıtlakı üzere cârîdir. Sanki o diyordu ki: “Ġlim, onu tahsis eden birĢey gelene kadar umumu üzere cârîdir.” Fakat o, bunu söylerken, bunlar: (umum ve husus) arasındaki büyük farkı kavrayamıyordu. ĠĢte onun nazarında ben, sözün Ġmamların icmâ‘ına ıtlakı hususunda bundan dolayı yanılıyor bunun için hatâya düĢüyordum. Ilh… Çünkü Ġmamlar arasında, mezhebine göre, Ġmamının, namazı bozan bir Ģey yapmıĢ olduğunu bilen bir muktedi: (cemaat)in kıldığı bir namazın sıhhati hususunda büyük bir ihtilâf vardır. Kendileri bu ihtilâfı dilimle ikrar etmemi ve kendilerini bu noktada desteklememi icmâ‘ın ıtlak‘ına büyük bir takyid kabul ettiler. Mutlak mânâda icmâ‘ın, mukayyed mânâda kullanılabilece-ğini söylemiĢ olduğum zehâbına kapıldılar.

Bununla da kalmayarak, benim baĢka Ģey hakkındaki, ikrarımı, sözümün bütün bahĢiĢ: (değer)ini yok eden bir takyid: (kayda, Ģarta bağlılık) saydılar. Böylelikle beni, inkâr etmek sûretiyle buna direndim ve her türlü aĢırılıktan uzak i‘tidal yoluna katıldımsa da -Camilerde bir sürü mihrab var. Mescidlerde çok sayıda farklı cemaat var diyenlerin sınıfına koydular, sayın Elbânî hazretleri!

Kitabının 231. sayfasında, Resulullah (S.A.V.)‘in namazının vasfı bahsinde Ģöyle söylüyor: ―-Doktor Bûti kardeĢ, Mezhepsizlik (adlı kitab)ında, Hanefî‟nin ġafi‟î‟ye uymasının sahih olduğunda icmâ bulunduğunu iddia ediyor. Itlakı: (mutlak mânâsı) üzere bu iddianın sakat ve bâtıl olduğunu kendisine açıkladığım zaman, -bu ifade üzerinde biraz dur ve düĢün!- Bana bunun, kendisinin, mezhebi, Ġmamının mezhebine muhalif olan muktediye göre, (uyduğu değiĢik mezhebli) Ġmamın namazının sahih olması Ģartıyle, böyle: (câiz) olduğunu kasteddiğini söyledi. Ġleri sürdüğü bu Ģartla da, bu mes‟elede gösteriĢini yaptığı i‟tidal‟i yıkmıĢ oldu.”

Yani, Üstad bu mes‘elede i‘tidali, durum ne olursa olsun, ister Ġmam muktedinin mezhebindeki namazı bozan Ģeylerden birini yapsın, ister yapmasın; bu Ġmama uyan kimse de, ister bu durumu bilsin ister bilmesin; mezhebine muhalif olan Ġmamın arkasında namaz kılmasının sahih olduğunu sanki ancak bizim söylememizle bilecek!

Biz Üstad Nâsır‘a soruyoruz: ġâyet kendisi, cebinde bir ispirto ĢiĢesi taĢımakta olduğunu bildiği bir Ġmama uysa, ki ispirto Üstad Nâsır‘ın Ġctihâdına göre necis: (pis)tir, ne yapacak?

Benim kendimi önce mutedilmiĢ gibi gösterdikten sonra tekrar, terk ettiğim için üzüldüğü i‘tidal‘e sarılıpta, üzerinde ispirto taĢıyan mama mı uyacak, yoksa bu kötü i‘tidali bir kenara atıp da baĢka bir cemaat(!) kurmak için mescidin bir baĢka köĢesine mi çekilecek?

Biz onun, çoğu Müslümanların ve îtikâdımızca Sâlihlerinin, sadece kendi mezhebinde küfür ve Ģirk olarak gördüğü bazı Ģeyleri yaptıkları için, cenazeleri ardından yürümekten geri durduğunu biliyoruz. Halbuki bu mes‘elede ne iktida (bir imânâ uyma)), ne de ittibâ: (tabi olma) vardır. Yoksa o, böylece kendi ictihâd‘ında namazı bozan bir Ģeyi üzerinde bulundurduğuna inandığı kimsenin namazınamı uyacak?

Ben Ġmamların; Müslümanların, mezhepleri ayrı ayrı da olsa birbirlerinin arkasında kıldıkları namazın sahih olduğuna icmâ ettiklerini naklederken aslâ kelimelerle oynamamıĢ ve laf ebeliği yapmamıĢımdır. Ġlmi araĢtırma hususunda kendimi inanmadığım Ģekilde göstermek bunu bana o isnad etmiĢse de, benim Ģanımdan değildir.

Benim, adı geçen mes‘ele hakkındaki sözüm doğrudur. Bunu ifade yollarını tanıyan ve Usûlü Fıkıh kâidelerini bilen herkes bilir. Ġ‘tidal, bütün i‘tidal Ģu Fakihlerimizin söylediği: Müslümanın namazının dört mezhepten herhangi birine tabi olan herhangi bir müslümanın muktedi uyduğu Ġmamın kasıtlı olarak ve bile bile namazı bozan bir Ģeyi yaptığını bilmediği müddetçe arkasında kıldığı namazın sahih olması hususudur. Amma Ġmamın bunu (kendisine uyan ayrı mezhebten Müslümanları düĢünerek, onların mezheblerinin hükümlerine de riâyet etmeyi) kasten yaptığı biliniyorsa; sahih olan, ayrı mezhebten olan muktedi‘nin namazının sahih olmasıdır. Çünkü Ġmama uyan kimsenin namazının sahih olup olmamasında, muteber ve makbul olan ölçü, Ġmamının inancı değil, kendi inancıdır Ģâyet Üstad Nâsır mesela Fatiha‘nın baĢındaki besmeleyi okumadığını bildiği bir kimseye uyacak olsa durum yine değiĢmiyecektir. Zira Üstad Nâsır kendi Ġctihâd‘ında, besmelenin Fatiha suresinin Âyetlerinden biri olduğu ve

Bazı memleketlerde ve bazı insan grupları arasında, üzerinde ittifâk bulunan bu gerçeğe zıt düĢen fikirler ortaya çıkmıĢtır. Velâkin bu da, din‘de aslâ yeri olmayan kötü taasubun bir uzantısıdır. Her vesile ile bu tehlikeye karĢı müslümanları uyarmamız ve her fırsatta bu sakat fikirlerin kötü sonuçlarından mü‘minleri korkutmamız vâcib ‘tir. Mescidlerde çok sayıda mihrab bulunması, bu mihrablardan her birine dört mezhebten birinin adının takılması, hiçbir mânâ ve hikmeti olmayan kör ve zorba taassubun ĢiĢmesinin en iğrenç sahnesini teĢkîl eder.

Avâm (Câhil) halktan bazılarının, gözlerinin önünde cemaatle namaz kılınırken, Cami‘nin bir kenarına çekilip beklemeleri yokmu; böylelerini Ġmamın arkasına namaza durmaktan alakoyan, Ġmamın kendi mezheblerinden baĢka bir mezhebe bağlı oluĢudur. Onlar kendi hiziplerinden olan Ġmamı beklemektedirler. Kendi

Besmeleyi terk etmenin namazı bozacağı görüĢündedir. Biz ise Üstad Nâsır‘ın buna uymamasını itidâl‘den uzaklaĢmak saymıyoruz. Bizim kabul etmediğimiz ve i‘tidâl olarak görmediğimiz, sadece bazı insanları kendi mezhebleriyle mezheblenmemiĢ kimselerin arkasında namaz kılmaya katiyyen yanaĢmamalarıdır. (Namaz‘ın Ferd-i Kâmil‘ine nisbetle bile olsa.) Zikrettiğimiz icmâ‘ kendi asırlarında tamamlanan geçmiĢ güvenilir Fakihlerimiz içerisinde, eğer bu kitabında Üstad Nâsır onlara nisbet olunursa, onun bu ferman tanımaz katı taasup mezhebine giden hiçbir kimse görülmemiĢtir. Aksi takdirde onun bize bu fakihlerin isimlerinden bir kaçını zikretmesi, kitaplarında ve hayat hikâyelerinde Üstad‘ı kendilerine mensup kılan yerleri bize iĢaret etmesi gerekirdi.

Ġmamlarından baĢkasına uymazlar ve namazlarının ondan baĢka birisinin arkasında câiz olacağı kanaatinde değiller.Biz deriz ki: avâm‘dan pek çokları veya ilmin damgasıyle damgalanmıĢ kimseler arasında sayılan bu fikir, dinin esaslarından hiçbirine istinad etmeyen bir zırvadır. Her asır ve her zamanda, Ġmamlar ve âlimler bunun tam zıddına icmâ‘ etmiĢ; bunun tam aksine fikir birliğine varmıĢlardır. Bu alıĢkanlığın üzerinde halkı tutan ancak Ģu iki Ģeydir:

1) Bu insanlar için hiçbir yeri yatağı, yönü yöntemi olmayan taasup ve taraf tutuculuk…

2) Bunun (Ġmamlık, hatiplik, müezzinlik) gibi görevleri elde eden, ücret ve mükâfatlarını almaya alıĢmıĢ ve çeĢitli yanlarıyle onlardan faydalanmayı adet haline getirmiĢ olan kimseleri faydalandırmak…

Üzerinde ittifâk bulunan bu üç husus; ne uyarmak, ne de desteklemek maksadıyla, üzerinde ihtilâfa düĢülmemiĢtir. Bunları uzun zaman âlimler ve imamlar inceledikleri konular içerisinde tesbit etmiĢler ve kitablarında yazmıĢlardır. KÜRRÂS sahibinin, gerek Ġbn-i KayyĠbn-im, Ġzz Ġbn-Ġbn-i Abd-Ġbn-is-selâm, ġah VelĠbn-iyullah Ed-Dehlevî‘nin nass‘larından olsun, gerekse bunlar dıĢında kalan âlimlerin delillerinden olsun getirmiĢ olduğu nass ve delillerin hepsi bu üç hususta belirttiğimiz sınırların dıĢına çıkmaz ve hep bu üç nokta etrafında döner dolaĢır.

Bu üç mes‘elede sayılan kimselerden hiçbiri onlara ne

muhalefet etmiĢler ve ne de muhalefet etmelerine gerek vardır.

Eğer KÜRRÂS sahibi, Kürrâs‘ındaki araĢtırma konusunu onlar üzerine yöneltseydi ve bu hususta, adı geçen imamların yaptıklarına uysaydı; sonra da bu, yönü yöntemi, yeri yurdu olmayan, rengârenk ve enva-ı çeĢit zorba tassuba karĢı çetin direniĢini göstermeseydi; o zaman, onun Kürrâs‘ının baĢımızın üstünde yeri vardı ve biz ne ona karĢı çıkar ne de onu redettik.

Fakat araĢtırıcı (Hucendî), bu nass ve delillere kasıtlı olarak baĢvurmuĢ ve bu delilleri, aslında bu delillerle hiçbir ilgisi olmayan baĢka davalara bağlamıĢtır.

Üzerinde ittifâk bulunan ve bu hususta muhalefetin harâmolduğunu gösteren nass‘lardan, herhangi bir kimsenin dört mezhepten birine bağlanmasının harâm olduğuna deliller getirmeye kalkmıĢtır. Bu durumla yukarıdaki taassuba karĢı çıkıĢ arasında herhangi bir yakınlık varmıdır?

ĠĢte bu sebebledir ki, KÜRRÂS sahibinin getirmiĢ olduğu delliler, davasına tamamen zıt düĢmüĢtür. Çünkü o, iddaasının doğruluğuna, Ġzz Ġbn-i Abd-is Selâm‘ın sözüyle delil getirmiĢ; halbuki Ġzz Ġbn-i Abd-is Selâm, ġafi‘î Mezhebindendir. Ġbn-i Kayyim‘in sözüyle delil getirmiĢtir; halbuki o, Hanefî Mezhebindendir.

Kısacası yazar: ―Muayyen bir mezheple mezheplenmenin harâm olduğu‖ yolundaki iddiasına, bütün âlimlerin sözleriyle delil getiriyor. Halbuki bu âlimlerin bizzat kendileri, yazarın harâm olduğunu iddia ettiği Ģey: (MEZHEPLĠLĠK)‘le muttasıf ve her biri bir mezhebe mensupdurlar!...

KÜRRÂS‘INĠDDĠAETTĠĞĠYENĠ