• Sonuç bulunamadı

Ýslâm ve Bilim Birbiriyle Uyuþuyor mu?

Yalçýn Kaya

Kavalalý Mehmet Ali Paþa döneminin Mýsýr'ýndaki giriþimler ve laik Türkiye Cumhuriyetinin ilk yýllarý dýþýnda, toparlanma açýsýndan önemli çabalar olmadý. Birçok Müslüman bu gerçeði teslim ederek, bundan büyük bir üzüntü duymaktadýr. Gerçekten de, Ýslâm'ýn yenilikçi kesimini esas meþgûl eden konu budur. Ama birçok gelenekçi, bu konu-da herhangi bir üzüntü ya konu-da piþmanlýk duy-muyor. Aslýnda pek çoðu, bu kaybý mem-nuniyetle karþýlamaktadýr; zira onlara göre, bilimden uzak durmak, Ýslâm'ý yozlaþtýrýcý ve laik etkilerden korumaktadýr.

Bilimsel geliþme ve ideoloji, birbirine kop-maz bir biçimde baðlýdýr. Bu durumda, ortaya þu temel soru çýkmaktadýr: Ýslâmî inanç, doðal dünya bilimiyle, birbirini tamamlar þekilde uyumlu mu, yoksa; inanca dayalý metafýziksel bir sistem ile, mantýk ve deney-sel araþtýrmanýn gerekleri arasýnda, bað-daþtýrýlamayan bir uyuþmazlýk mý vardýr? Bin yýlý aþkýn bir süre, filozoflarýn ve Ýslâm din bilimcilerinin üzerinde kafa patlattýklarý bu soru, uzaya yolculuklarýn yapýldýðý ve gen-lerin birbirine eklendiði bu çaðda da, yoðun bir tartýþma ve anlaþmazlýða yol açmaya devam etmektedir. Reformcu, yenilik yanlýsý ve ortodoks (örfe baðlý) Müslümanlar, Ýslâm ve bilimin baðdaþtýrýlabilirliði konusunda, birbirleriyle tükenme noktasýna gelinceye kadar tartýþýp durmaktadýrlar. Mühimmatlarýný Ýslâm geleneðinin ayný engin deposundan alan bu kiþiler, farklý örnekler ve farklý Kur'an yorumlarýyla, kendilerince doðru olan sonuca varmaktadýrlar.

Tüm bu tartýþmanýn kökeninde, þu temel mesele yatmaktadýr: Bilim laik bir etkinlik olup, baþka türlü olmasýna olanak yoktur. Bilimin laik karakterli olmasý, mutlaka Tanrý'nýn varlýðýný reddettiði anlamýna

gelmez. Ama kesinlikle, bilimsel gerçeklerin geçerliliðinin, her ne þekilde olursa olsun, herhangi bir ruhanî otoriteye baðlý olmadýðý anlamýna gelir; gözlem, deney ve mantýk neyin doðru, neyin yanlýþ olduðunu belirleyen tek hakemdir. Bilim adamlarý istedikleri kadar dindar olabilirler, ama bilim kendi yasalarý dýþýnda yasa tanýmaz.

Fransýz bilim adamý fizyolog Dr. Claude Bernard (1813-1878) bilim adamýnýn dindar olup olmamasý konusunda þunu söylerdi:

"Gerçek bir bilim adamý laboratuara girerken týpký pardesüsünü dýþardaki port-mantoya asar gibi dinî inançlarýný da kapýnýn dýþýnda býrakmak zorundadýr."

Bu konuda þöyle bir eklenti yapabiliriz. Bir bilim adamý bulduðu bir bilimsel buluþun açýklamasýný yaparken bunu doða yasalarýna dayandýrmak zorundadýr. Ýlahî bir kudretin iradesiyle açýklamaya kalkýþýrsa bilim yerine teoloji yapýyor demektir. Elbette buluþunu doða yasalarýyla açýklamasý, onu bir ilahî gücün varlýðýna inanmaktan alýkoymaz.

Bu kadar uzun bir süre bu tartýþmayla haþýr neþir olduðumuza göre, bu nedenle de yeterli bir çözüm hemen hemen olanaksýz

göründüðüne göre, ne kadar iyi bir mantýða dayandýrýrsak dayandýralým, yeni bir tartýþ-maya girerek konuyu kapatabileceðimi iddia etmek tümüyle gösteriþten baþka bir þey olmaz. Ama kiþi, sorunu bilinçaltýna itmek için içinde güçlü bir istek duysa bile, konunun önemi, ona kolay kolay kaçma özgürlüðü tanýmaz. 2000 yýlýna doðru yol alýrken, Ýslâm'ýn (teoride ve pratikte) bilime karþý tutumu, Müslüman toplum için çok büyük ve öncesiyle kýyaslanamayacak bir önem taþýmaktadýr.

Bilim artýk, Harun Reþid'in ve Me'mun'un göz kamaþtýrýcý saraylarýnda olduðu gibi, kültürlü þehzadeler için salt bir eðlence ya da bilginlerin polemik konusu deðildir.

Þimdilerde bilim, tüm insan uygarlýðýnýn (iyiye ya da kötüye doðru), geriye dönülme-yecek bir þekilde kabuk deðiþtirmesinin aracýnýn ta kendisidir. Askerî güç, siyasî ikti-dar ve ekonomik refah artýk modern uluslarýn modern bilimi kontrol etme ve yaratma yeteneðine baðlýdýr. Batý'nýn Irak'a karþý açtýðý teknolojik savaþ, bunun canlý bir örneðidir (anýnda televizyon ekranlarýna yansýtýlarak, dünyanýn her yerindeki insanlarýn seyretme-sine olanak tanýndý). Bilimi yakalayamayan Ýslâm uygarlýðý, tarihsel bakýmdan aðýr bir bedel ödedi ve ödemeye de devam ediyor. Gerçekten de, asýrlar boyu Ýslâm uygarlýðýnýn gerilemesi ve Batý'nýn yükselmesinin sorum-lusu, bu baþarýsýzlýktýr.

Ortaçaðlarda, Ýslâm'ýn Batý ile iliþkisi, nite-lik bakýmýndan farklý bir yapýdaydý. Þiddet ve çatýþma dönemleri dýþýnda, yakýn ve verimli iþbirliði dönemleri de olmuþtu. Ýspanya'da 700 yýl süren Müslüman idaresi, Avrupalýlara, diðer þeyler yanýnda, Helen ve Ýslâm bilimi-nin birikmiþ hazinelerine ulaþma olanaðý da saðladý.

Ama öte yandan, Haçlý Seferleri döne-mindeki uzayýp giden, þiddetli çatýþmalar ve daha sonra Osmanlýlarýn Balkanlar'ý ele geçi-rerek Avrupa içlerine doðru ilerlemesi, her iki tarafta da bir ön yargý ve nefret mirasý býraktý. Bu düþmanlýk duygusu, iki uygarlýk arasýnda-ki ayrýlýklarýn büyümesine yol açtý. Ama, Ýkbal Ahmed'in iþaret ettiði gibi, Ýslâm ve Batý toplumlarýnýn yapýlarýnda, temelde bir ortak payda varolagelmiþtir:

"Kültürlerimiz geleneksel, tarýma dayalý ve Orta Çað yapýsýnda iken, aralarýnda yapýsal bir simetri vardý. Ürünlerin ve fikirlerin deðiþ tokuþundaki bir derece eþitliðin nedeni de bu simetridir. Kazananlar da kaybedenler de, ayný silahý kullandýlar, benzer mallarý takas ettiler, bildik zihinsel kavramlar üzerinde tartýþtýlar. Aristokratlar, sanatkârlar, tüccar-lar, bilginler arasýnda, sýnýfsal çýkarlar ve paylaþýlan tutumlar açýsýndan belli bir uyum vardý."

Daha sonra Rönesans geldi. Orta Çað dere-beylik ekonomisinin çökmesi, kapitalizmin kapsamlý bir þekilde ortaya çýkmasý ve bunu izleyen sosyal karýþýklýklar, yaklaþýk 400 yýl önce Avrupa'da, modern bilimin doðmasýna yol açtý. Deney yapma, niceselleþtirme, tah-min ve kontrol, yeni bir kültürün modelini oluþturdu.

Modern bilim açýklýkla tanýmlanmýþ bir metodoloji vasýtasýyla, fiziksel evrenin ras-yonel bir þekilde anlaþýlmasýný amaçladý. Kesinliði getirerek kuþkuyu dýþladý. Bu metodoloji, iktidar ve servet hiyerarþilerinden baðýmsýz olarak, bir dizi tutarlý kural ve kýs-tastan türedi; bilimsel kesinlik artýk, herkesin kontrol edebileceði gerçeklere dayanarak, yorumlanabilir hale getirildi.

Bir doðrunun geçerliliðini tayin etmek, ayný yöntemleri izlemeyi gerektiriyor ve ruhanî bir sýnýfýn ya da dünyevî bir otoriteye sahip bir bireyin onayýna baðlý olmuyordu. Ýnsanlýk tarihinde ilk kez, gizemli ve kaprisli evren, "sayýlarýn, belirsizliðe galebe çaldýðý" meka-nik ve düzenli bir olgu olarak anlaþýlabildi.

Bilimsel yönteme sahip olanlar, rüyalarýnda bile göremeyecekleri bir güce kavuþtu. Bu güç, kýsmen doða yasalarýný anlamak, sonra

da yeni teknolojiler yaratmak için kullanýldý. Ama bilim, kýsmen de dünyadaki teknolojik yönden daha az geliþmiþ insanlara sistematik olarak egemen olmak ve kolonize etmek için bir silah olarak da kullanýldý.

18. yüzyýl ticarî emperyalizminin acýmasýz saldýrýsýyla karþý karþýya kalan geleneksel Müslüman toplum, savunmasýz yakalandý. Batý Afrika'dan Doðu Asya'ya kadar,

Müslüman dünyasýnýn neredeyse tümü süratle kolonize edildi.

Gerçi, o zamana kadar fethetmeye alýþmýþ bir uygarlýk için askerî bozgun yeterince aþaðýlayýcý bir durumdu ama yaþanan bozgun yalnýzca askerî alanla sýnýrlý kalmadý. Gücü sayýlardan deðil de, modern bilimin çözümsel yöntemlerinden kaynaklanan modern emper-yalizmle ilk temas, Müslümanlarý sersem-leterek yollarýný þaþýrttýrdý ve kendilerine olan güveni kaybettirdi. Bu, eþit koþullarla baþla-mayan bir karþýlaþmaydý. Emperyalizm kar-maþýk bir sistemdi; parçalarý bir saat gibi çalýþan, anlaþýlmasý güç ve iyi yaðlanmýþ bir makineydi. 1757 Plassey muharebesindekiler gibi modern tüfekler ve toplar, kesinlikle onun gücünün en açýk görüntüsüydü.

Ama bu yeni devin belkemiðini, telgraf, buharlý gemiler, makinelerle üretilen mallar ve yeni organizasyon yöntemleri oluþturuyor-du. Bu öðeler, tarýma ve çobanlýða dayalý bir uygarlýða yabancýydý. Askerî teknik yönünden eðitilmemiþ büyük yerel ordular, kahramanca savaþmalarýna karþýn, kendilerinin onda biri büyüklüðündeki disiplinli Ýngiliz ve Fransýz alaylarýnca, büyük ölçüde imha edildi . Böylece yüzyýllar boyunca Ýslâm'ýn Batý ile olan iliþkisinin baþlýca özelliði olan simetri ortadan kalkýyordu.

Sanayileþmiþ ve kapitalist Batý ile gelenek-sel ve kapitalizm öncesi bir toplumun karþý karþýya geldiði bir durumda, sonucun kimin lehine olacaðý bellidir. Bu süreçte tarifsiz ýstýraplara neden olan modern emperyalizm, geleneksel kültürü yýkmak suretiyle, "yerlileri uygarlaþtýrmayý", kendisine misyon olarak seçti. Açmýþ olduðu yaralar hâlâ daha sarýl-mamýþtýr.

Kolonilerin daðýlma dönemi, Ýkinci Dünya Savaþý'nýn ardýndan baþladý. Batý emperya-lizmiyle yaptýðý kavgada, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik iliþkileri zaten aþýnan, parçalanmýþ ve güvencesiz Müslüman politik oluþumu, þekillenmesinde kendisinin hiçbir rolü olmayan bir dünyaya giriþ yaptý. Ortaya yeni yeni çýkan birçok Müslüman devletin sýnýrlarý bile, sabýk kolonicilerin ihtiyaçlarý ya da kaprisleri doðrultusunda tanýmlandý ve haritalara iþlendi.

Müslüman devletlerin baðýmsýz bir yapýya kavuþmasý, aþýrý bir zindelik duygusu da getirdi. Ama Filistin halkýnýn öz yurdunun elinden alýnmasý ve iþgâl edilmesi, daha sonra Araplarýn savaþ alanýnda yenilgiye uðratýl-masý ve Müslüman ülkelerin, istikrarlý demokratik kurumlar oluþturamamalarý bu durumun uzun ömürlü olmasýný engelledi. Laik, milliyetçi-sosyalist hükümetlerin (Ýran'-da Musaddýk, Endonezya'(Ýran'-da Sukarno ve Pakistan'da Zülfýkar Ali Butto) baþarýsýzlýklarý ve en sonunda da görevden uzaklaþtýrýlmalarý, büyük bir hayal kýrýklýðý ve hüsrana yol açarken, yeni köktenci hareketlerin hortla-masýna zemin hazýrladý. Laik ulusalcý tek Ýslâm ülkesi olan Türkiye bile, Atatürk devrimlerinin yozlaþtýrýldýðý, kimi yerde göz ardý edildiði Batý uydusu "ýlýmlý bir Ýslâm" ülkesi konumuna getirildi.

Baþlýca kaygýlarý, kendilerini idame ve muhafaza etmek olan, askerî-bürokratik ve feodal-aþiret sýnýflarýnýn yönetimi, Müslüman ülkelerde, egemen yönetim biçimi olmuþtur. Burada, mantýða aykýrý ama gerçek olan bir durum vardýr: Modern Ýslâm devletlerinin bu yöneticileri Ýslâm'ýn sosyal ve ahlâkî ideal-lerinden, keyfî olarak, son derece sapmalarýna karþýn, Ýslâm toplumunun kimliði ve birlik-teliði onlarýn, dolayýsýyla de devletin gücüne dayanmaktadýr.

Bugün Müslüman ülkeleri yöneten seçkin sýnýflar, çaðdaþ dünyanýn sayýsýz sorunlarýna ve istemlerine eðilecek yeteneði (hattâ arzuyu) pek gösterememektedir. Bunlar arasýnda, bilimin ve rasyonel (akýlcý) kültürün geliþimi, belki de en önemlisidir.

Gerçekten de, aþaðý yukarý eþdeðerde kay-naða ve benzer bir kültür geliþimine sahip gayrýmüslim ülkelerle karþýlaþtýrýldýklarýnda, Müslüman devletlerin düþük bir performans gösterdiklerini görmekteyiz. Bu araþtýrmanýn da baþlýca tartýþma konusu budur. Ýlerleyen bölümlerde bu hususun geçerliliðini, rakam-lara dayandýrarak ortaya koymaya çalýþa-caðým.

Bilimsel yönden az geliþmiþlik, Müslüman dünyayý saran krizin, kesinlikle önemli bir bölümü olup, Batý'nýn politik, ekonomik ve entelektüel egemenliðinin, görünen bir gele-ceðe kadar devam edebileceði gerçeðinin adeta bir garantisidir. 21. yüzyýlýn eþiðinde bulunduðumuz bu dönemde, herhangi bir Ýslâm ülkesinde, bilime dayalý bir kültüre doðru baþlatýlmýþ büyük çaplý bir hareket görmek hâlâ daha güçtür.

Bu çalýþmanýn baþlýca ilgi alaný bu

ülkeler-deki bilim krizi olmakla beraber; bu, Müslü-man devletlerdeki hükümetlerin, ulusal ege-menlik ve kaynaklarýný güvence altýna almak, nüfuslarýnýn temel ihtiyaçlarýný karþýlamak, halkýn desteðine ve temsiline dayalý bir yöne-tim kurmaktaki baþarýsýzlýklarýndan kay-naklanan çok daha derin bir sýkýntýnýn yalnýz-ca bir yönünden baþka bir þey deðildir.

Gerçekten de konunun özü incelendiðinde, Ýslâm ülkelerindeki bunalýmýn politik nitelikte olduðu görülür. Daha önce hiçbir zaman ve hiçbir uygarlýkta, servet ile zayýflýk; maddî kaynaklar ile ahlâkî çöküntü arasýndaki baðlar bu denli trajik olmamýþtý. Müslüman halklarýn tarihinin hiçbir döneminde, siyasî iktidar ile sivil toplum arasýnda, bu denli keskin bir ayrýlýk yaþanmadý. Günümüzde Fas'tan Suriye'ye ve Irak'tan Pakistan ve

Endonezya'ya kadar, Müslümanlar silahlý azýnlýklar tarafýndan yönetilmektedir.

Bazýlarý kendilerini sosyalist ve demokratik; ötekileri Ýslâmî; bazýlarý da Ýslâmî-sosyalist ve demokratik olarak taným-lamaktadýr. Hemen hemen tüm Müslüman hükümetler, doðal kaynaklarý ya da ulusal egemenliði korumaktan çok, kitleleri baský altýnda tutmaya yatkýn, kokuþmuþ ve yabancý hamileriyle yakýn iliþki içinde olan seçkin zümrelerden oluþmaktadýr..

Yeterli makine ve araç-gerece sahip olma-mak, endüstriyel geliþmenin gerisinde kalmak ve bütün dünya keþif ve icatlarla ileri doðru koþarken, bu gidiþe sadece seyirci kalmak kötüdür. Ama anlamlý eðitim olanaklarýndan mahrum edilmek, halkýn gereksinimlerine duyarsýz hükümetlere sahip olmak ve insanlýk onurunun düzenli olarak kýrýldýðýný görmek... Ýþte gerçekten trajik olan budur!..

eçen sayýmýzda yaþadýðýmýz

Benzer Belgeler