FREUDCU devrimin tam olarak neleri kapsadığına dair farkındalığı- mızı canlandırmak için, zaman zaman temellere, yani en "çocuksu", en basit sorulara dönmekte fayda var. Örneğin psikanaliz, gelenek
sel Natunvissenschaften ve Geisteswissenschaften (Doğabilimleri ve Tinbilimleri), yani nedensel belirlenimcilik ve yorumbilgisi çifti karşısında nerede durmaktadır? Psikanaliz psişik belirlenimciliğin en radikal versiyonundan mı ibarettir; Freud bir "zihin biyoloğu"
mudur; zihnin kendisinin bilinçdışı belirlenimciliğin oyuncağı oldu
ğunu, buna bağlı olarak zihnin özgürlüğünün de bir yanılsama sayı
lacağını mı ifşa etmektedir? Yoksa tam tersine, psikanaliz, salt fiz
yolojik (gibi görünen) bedensel rahatsızlıklar söz konusu olduğunda bile, yine de bir anlam diyalektiğiyle, öznenin* kendisi ve Öteki'si ile kurduğu çarpıtılmış ilişkiyle karşı karşıya olduğumuzu göstere
rek anlam analizi için yeni alan açan bir "derin yorumbilgisi" midir?
Belirtilmesi gereken ilk şey, bu ikiliğin Freud'un kurduğu teorik ya
pının kendisine de metapsikolojik dürtüler teorisi (oral, anal ve fal- lik aşamalar, vs.) kılığına bürünerek yansıdığıdır; söz konusu teori hem "mekanizmalar", "enerji" ve "aşamalar" gibi fizikalist-biyolo- jist metaforlara, hem de bütünüyle anlam alanı içinde kalan yorum
lara (rüyaların, şakaların, günlük hayatın psikopatolojisinin, semp
tomların... yorum lam a) dayanır.
Bu ikilik, Freud'un nedensellik-anlam antagonizmasına çözüm getiremediğini kanıtlar mı? J.-A. Miller'in ehven Einsteincı formü- lasyonuna başvuracak olursak, bu iki yanı bir "birleşik Freudcu alan teorisi" içinde bir araya getirmek mümkün müdür? Her iki tarafın sözde-diyalektik "sentez"inde ya da bir tarafı öbürünün anahtarı ola
rak sunmakta bir çözüm bulunamayacağı açıktır. Nasıl anlam alanı
nı gizli nedensel mekanizmalar tarafından yönlendirilen yanılsama
* "Özne" kavramı için bkz. Sözlük, s. 308.
ya dayalı bir özdeneyime indirgeyemezsek, psikenin nedensel belir
lenimciliği kavramını da artık nesnelci "şeyleş(tir)me"nin, anlamın özneye özgü diyalektiğinin pozitivist yanlış-tanınmasının paradig- matik örneği olarak kavrayamayız. Peki ya, Freudcu devrimin bütün kapsamının, tam da yorumbilgisi ile açıklama, anlam ile nedensellik arasındaki karşıtlığı ortadan kaldırmasında aranması gerekiyorsa?
Şu ana kadar, psikanalizi açık açık bu karşıtlıkları sorgulayan bir bi
lim olarak kavrayan sadece iki kaynak olmuştur: Frankfurt Okulu ve Jacques Lacan.
Teorik Doğruluğun Göstergesi Olarak Çelişki
Frankfurt Okulu, yorumbilgisi ile nedensel belirlenimcilik arasında
ki karşıtlığı, Freud'un "doğa" olarak, biyolojik ya da en azından so- yoluşsal (fılogenetik) miras olarak gördüğü şeyin tarihsel olarak
"dolayım"lanmış olduğunu günışığına çıkararak ortadan kaldırır.
Psişik "doğa", tarihin yabancılaşmış karakteri yüzünden kendi kar
şıtının, tarih öncesi, verili bir durumun "şeyleşmiş", "doğallaşmış"
formuna bürünen bir tarihsel sürecin ürünüdür:
Bireyi tanım layan "bireyaltı ve bireyöncesi etkenler" arkaik ve biyolojik olanın dünyasına aittir; am a bu bir a n doğa m eselesi değildir. Daha çok ikin
ci doğa'dır. doğaya dönüşerek katılaşan tarihtir. Çoğu toplumsal düşünceye tamdık gelm ese de doğa ile ikinci doğa arasındaki aynm eleştirel teori için ya
şamsaldır. Birey bakım ından ikinci doğa olan şey, birikm iş ve çökelm iş tarih
tir. Çökelen (pıhtılaşan), çok uzun süredir özgürleşm emiş olan tarihtir; çok uzun süredir hep baskıcı olan tarihtir. İkinci doğa yalnızca doğa ya da tarih de
ğil, doğa olarak yüzeye çıkan donmuş tarihtir.1
Freudcu teorik yapının bu şekilde "tarihselleştirilmesi"nin, sos
yokültürel sorunlar üzerinde ya da ego'nun ahlaki ve duygusal çatış
maları üzerinde odaklanma ile hiçbir ilgisi yoktur: Ego psikolojisin
deki, bilinçdışını "ehlileştirme", yani toplumsal normlara göre yapı
lanan ego ile egoya karşı olan bilinçdışı dürtüler arasındaki temsili
1. Russell Jacoby, Social Amnesia: A Critique o f Conformist Psychology from Adler to Laing, Hassocks: Harvester Press 1977, s. 31; Türkçesi: Belleğini Yitiren Toplum: Adler'den Laing'e Konformist Psikolojinin Eleştirisi, çev. Hakan Atalay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları 1996 [Bütün alıntılar bu çeviridendir. Sadece kendi çe
virimdeki terim tercihleriyle uyum sağlamak için bazı terimleri değiştirdim, -ç.n.].
ve çözümsüz gerilimi -tam da Freud'un teorisine eleştirel potansiye
lini kazandıran gerilim i- hafifletme jestine taban tabana karşıdır.
Yabancılaşmış bir toplumda, "kültür" alanı insanın libidinal çekirde
ğinin şiddetle dışlanması ("bastırılması"), daha sonra da bu çekirde
ğin bir sözde-"doğa" formunu alması üzerine kuruludur. Bu "ikinci doğa", "kültürel ilerleme" için ödenen bedelin, bizatihi "kültür"ün bünyesinde bulunan barbarlığın taşlaşmış kanıtıdır.
Freud'da dürtülerin dinamiğinin tarihsel olarak "dolayım"landı- ğına işaret eden bazı yerler bulunsa bile, benimsediği teorik konum yine de dürtüleri psişik hayatın nesnel belirlenimleri olarak gören bir anlayışı ima eder. Adomo'ya göre, bu "doğalcı" anlayış Freudcu ya
pıya çözümsüz bir gerilim sokar: Bir yandan, uygarlığın bütün geli
şimi, en azından üstü kapalı olarak, dürtü potansiyellerini toplumsal tahakküm ve sömürü ilişkilerine hizmet etmek amacıyla bastırmak
la suçlanır; öte yandan, dürtülerin tatmininden feragat etme anla
mında bastırma, "daha yüce" insan faaliyetlerinin, yani kültürün or
taya çıkışının zorunlu ve aşılmaz koşulu olarak kavranır. Bu çelişki
nin teori içinde yarattığı sonuçlardan biri, bir dürtünün bastırılması ile yüceltimi arasında teorik açıdan anlamlı bir ayrım yapmanın im
kânsızlaşmasıdır: Bu iki kavram arasında açık seçik bir ayrım çizgi
si çizmeye yönelik her girişim, uygunsuz, ikincil bir inşa işlevi gö
rür. Bu teorik başarısızlık, her yüceltimin (bir dürtünün dolaysızca tatmin edilmesini amaçlamayan her psişik edimin), patolojik ya da en azından patojenik (hastalığa neden olan) bastırma lekesinden zo
runlu olarak etkilendiği bir toplumsal gerçekliğin varlığına işaret eder. Nitekim psikanalkik teori ve pratiğin temel amacına değgin ra
dikal ve kurucu niteliğinde bir kararsızlık söz konusudur: Psikana
liz, bastırılmış libidinal potansiyeli serbest bırakmaya yönelik "öz
gürleştirici" jest ile bastırmayı uygarlığın ilerlemesi için ödenmesi zorunlu bir bedel olarak kabul etme şeklindeki "teslimiyetçi muha
fazakârlık" arasında bölünmüştür.
Aynı çıkmaz kendini, tedavi düzeyinde de tekrarlar: Radikal Ay- dmlanma’nın tutkularından ilham alan psikanaliz, başlangıçta, bi- linçdışı üzerindeki her türlü otoriter kontrol unsurunun ortadan kal
dırılmasını talep etmiştir. Gelgelelim, id, ego ve süperego arasında
ki mekânsal ayrımla birlikte, analitik tedavi giderek süperegoyu or
tadan kaldırmayı değil, bu üç unsur arasında "uyum" kurmayı amaç
lamıştır; analistler "nevrotik, zorlantılı" süperego ile "selim", olum
lu süperego arasında yardımcı nitelikte, ikinci bir ayrımı devreye sokmuşlardır ki bu teorik açıdan tam bir saçmalıktır, çünkü süpere
go "zorlantılı" doğası ile tanımlanır. Freud'un kendisinde, süperego zaten egonun çelişkili rollerini çözüme kavuşturma işlevini gören yardımcı bir kurgu olarak ortaya çıkar. Ego, psike içi güçler ile dış gerçeklik arasında aracılık yapan bilinç ve rasyonel kontrol unsuru
na karşılık gelir: Gerçeklik adına dürtüleri kısıtlar. Gelgelelim, bu
"gerçeklik" -yabancılaşmış toplumsal durum - bireylere, rasyonel, bilinçli bir biçimde kabul edemeyecekleri feragatler dayatır. Nite
kim, gerçekliğin temsilcisi olarak ego paradoksal biçimde bilinçdı
şı, irrasyonel kısıtlamaların lehine işler. Kısacası, zorunlu olarak şu çelişkiye yakalanırız: "Ego -bilince karşılık geldiği sürece- bastır
manın zıttı olmak zorundadır, ama aynı zamanda da -kendisi bilinç
dışı olduğu sürece- bastırma unsuru olmak zorundadır."2 Bu neden
le, "güçlü ego" hakkında revizyonistlerce benimsenen bütün postü- lalar fena halde muğlak kalır: Egonun iki işlemi (bilinç ve bastırma) ayrılmaz biçimde iç içe geçmiştir, öyle ki psikanalizin ilk dönemle
rindeki, bütün bastırma engellerini yıkma talebinden beslenen "ka- tartik" yöntem, kaçınılmaz olarak egonun kendisini yıkmakla, yani
"gösterilen direnişlerde işbaşında olan savunma mekanizmalarını"
dağıtmakla sonuçlanır ki "egonun, dürtülerin birçok itkisine karşı çıkma kimliğini bu mekanizmalar olmaksızın sürdürmek imkânsız olacaktır"3; öte yandan, "egoyu güçlendirme"ye yönelik her türlü ta
lep daha güçlü bir bastırma gerektirecektir. Psikanaliz bu çıkmaz
dan, bir uzlaşım-oluşumuna, "savunma mekanizmalarının sırasıyla önce yıkılıp sonra da güçlendirilmesi gerektiğini söyleyen pratik-te- rapötik bir saçmalık"a4 başvurarak kaçar: Süperegonun çok güçlü olduğu, egonun ise dürtülerin asgari tatminini sağlayacak kadar güç
lü olmadığı nevrozlarda, süperegonun direnişinin kırılması gerekir, oysa toplumsal normalliğin temsilcisi olan süperegonun fazla zayıf olduğu psikozlarda, bunun güçlendirilmesi gerekir. Psikanalizin he
defi ve çelişkili karakteri böylece temel bir toplumsal
antagonizma-2. Theodor W. Adomo. "Zum Verhaltnis von Soziologie und Psychologie", Gesellschaftstheorie und Kulturkritik içinde, Frankfurt: Suhrkamp 1975, s. 122.
3. Adomo, a.g.y., s. 131. 4. Adomo, a.g.y., s. 132.
yı, bireyin itkileri ile toplumun talepleri arasındaki gerilimi yeniden üretir.
Bu noktada, Adomo'nun sözlerindeki epistemolojik ve pratik ba
hisleri gözden kaçırmamaya dikkat etmeliyiz: Adomo hiçbir surette, bu çelişkiyi bir kavramsal "netleştirme" yoluyla "çözmeyi" ya da
"ortadan kaldırma"yı amaçlamaz, tam tersine, bu çelişkiyi toplumsal gerçekliğin kendisine değgin "çelişki"nin, yani antagonizmanm, do
laysız göstergesi olarak kavramayı amaçlar; burada "üstün" ("mane
vi") yeteneklerdeki her gelişmenin bedeli, dürtülerin toplumsal ta
hakküme hizmet etmek amacıyla "bastınlması"yla ödenir, her "yü- celtim"in (libidinal enerjinin "daha yüce", cinsel olmayan hedeflere yönlendirilmesinin) altında bariz biçimde "barbarca", şiddetli bir baskı vardır. İlk bakışta Freud'un "teorik yetersizliği" ya da "kavram
sal kusuru" zannedilen şeyin içsel bir bilişsel değeri vardır, çünkü tam da teorinin doğruya temas ettiği noktaya işaret eder. Psikanaliz
deki çeşitli "revizyonizmler" işte tam da bu dayanılmaz "çelişki"den kaçmaya; bu çelişkinin keskinliğini, bedeli bilinçdışı oluşumlardaki dilsiz acılarla ödenmeyen, baskıcı olmayan bir "yüceltim"in, "insa
nın yaratıcı potansiyellerini geliştirme"nin mümkün olduğunu savu
nan bir "kültüralizm" adına yumuşatmaya çalışırlar. Böylece tutarlı ve homojen bir teorik yapı inşa edilir, ama kaybedilen şey Freud'un keşfinin hakikatidir. Oysa eleştirel teori,
Freud'a ideoloji-dışı bir düşünür ve çelişkilerin (izleyicilerinin kaçm aya ve m askelem eye çalıştıklan çelişkilerin) kuram cısı olarak değer verir. Freud bu açıdan "klasik" bir burjuva düşünürdü, oysa revizyonistler "klasik" ide
ologlardı. A dom o, "Freud'un büyüklüğü," diye yazıyordu, "bütün büyük bur
juva düşünürler gibi, bu tür çelişkileri çözümsüz kalm aya bırakm ış ve şeyle
rin kendisinin çelişik olduklan yerde ahenk iddiasını küçümsemiş olm asından ibarettir. O, toplumsal gerçekliğin antagonistik karakterini açığa vurmuştur.5
Frankfurt Okulu'nu "Freudo-Marksizm"le aynı saflara yerleşti
renler burada ilk sürprizle karşılaşırlar: Adomo, tarihsel materya
lizm ile psikanaliz için ortak bir dil, yani nesnel toplumsal ilişkiler ile bireyin somut acısı arasında bir köprü oluşturmaya yönelik "Fre- udo-Marksist" girişimlerin başarısızlığını ve bünyevi teorik yanlış
lıklarını daha en baştan beri vurgulamıştır. Bu başarısızlık, hem psi
5. Jacoby, Social Amnesia, s. 27-8.
kanalizin hem de tarihsel materyalizmin "kısmi" karakterini, bir tür
"büyük sentez" yoluyla "aşma" şeklinde içkin bir teorik işlem yapa
rak "savuşturulamaz", çünkü "Tikel ile Tümel arasındaki fiili çatış- ma"yı6, bireyin özdeneyimi ile nesnel toplumsal bütünlük arasında
ki çatışmayı kaydeder.
Revizyonizmin teorik ”gerileme"si en açık olarak, teori ile terapi arasında olduğu varsayılan ilişkide ortaya çıkar. Revizyonizm, teori
yi terapinin hizmetine vererek, aralarındaki diyalektik gerilimi orta
dan kaldırır: Yabancılaşmış bir toplumda, terapi son kertede başarısız olmaya mahkûmdur ve bu başarısızlığın nedenlerini de bize bizzat teori sunar. Terapötik "başarı" hastanın "normalleştirilmesi", mevcut toplumun "normal" işleyişine uydurulması demektir, oysa psikanali- tik teorinin canalıcı başarısı tam da "akıl hastalığı"nın bizzat mevcut toplumsal düzenin yapısından kaynaklandığını; yani bireyin "delili- ği"nin uygarlığın kendisine özgü belli bir "rahatsızlığa" dayalı oldu
ğunu açıklamasında yatar. Nitekim, teorinin terapiye tabi kılınması, psikanalizin eleştirel boyutunun kaybedilmesini gerektirir:
Bireysel terapi olarak psikanaliz zorunlu olarak toplumsal özgürlük yok
luğu dünyası içinde kalır, oysa teori olarak psikanaliz bu dünyayı aşm akta ve eleştirm ekte özgürdür. Sadece birinci m om enti, terapi olarak psikanalizi ka
bul etm ek, bir uygarlık eleştirisi olarak psikanalizi köreltm ek ve bir bireysel uyum ve teslim iyet aracına dönüştürmektir... Psikanaliz, kendisini bir terapi olarak zorunlu kılan özgürlüksüz bir toplumun teorisidir,7
Böylece Freud'un psikanalizin "imkânsız bir meslek" olduğu şeklindeki tezinin toplumsal-eleştirel bir versiyonunu elde ederiz:
Terapi ancak ona ihtiyacı olmayan, yani "zihinsel yabancılaşma"
üretmeyen bir toplumda başarılı olabilir - Freud'dan bir alıntı yapa
cak olursak: "Psikanaliz, en uygun koşullarını uygulanmasının ge
rekmediği yerde, yani sağlıklılar arasında bulur."8 Burada "başarısız karşılaşma"nın özel bir tipini görüyoruz: Psikanalitik terapi müm
kün olmadığı yerde zorunlu ve ancak artık zorunlu olmadığı yerde mümkündür.
6. Adomo, "Zum Verhaltnis von Soziologie und Psychologie", s. 97.
7. Jacoby, Social Amnesia, s. 120, 122.
8. Jacoby, Social Amnesia, s. 125.
"Baskıcı Desüblimasyon"
Bu "başarısız karşılaşma"nın mantığı, Frankfurt Okulu'nun psikana
lizi "negatif' bir teori olarak kavrayışına tanıklık eder: Kendi kendi
lerine yabancılaşmış, bölünmüş bireylere ilişkin bir teori; bünyevi, pratik amacı, bireylerin bölünmemiş oldukları, artık yabancılaşmış psişik tözün ("bilinçdışı"nın) tahakkümü altında olmadıkları bir "ya- bancılaşmamışlık” durumuna, yani psikanalizin kendisini lüzumsuz- laştıracak bir duruma ulaşmak olan bir teori. Gelgelelim Freud'un kendisi kendi teorisini "pozitif1, uygarlığın değiştirilmez durumları
nı betimleyen bir teori olarak görmeyi sürdürmüştü. Bu sınırlama yüzünden, yani "baskıcı desüblimasyonu" (yüceltimin alt yüzü ola
rak travmatik bastırmayı) antropolojik bir sabit olarak kavramış ol
duğu için, Freud yüzyılımız içinde gerçekleşen beklenmedik, para
doksal durumu öngöremezdi: Yani "zafer kazanmış arkaik itkilerin, İd'in Ego üzerindeki zaferinin, toplumun birey üzerinde kazandığı zaferle uyum içinde yaşadığı"9 "post-liberal" toplumlara özgü "bas
kıcı desüblimasyonu" öngöremezdi.
Egonun göreli özerkliği, id (dürtülerin yüceltilmemiş hayatı-tö- zü) ile süperego (toplumsal "bastırma” unsuru, toplumun talepleri
nin temsilcisi) arasında oynadığı aracı rolüne dayalıydı. "Baskıcı de
süblimasyon", ego denen bu özerk, aracı "sentez" unsurunu devre
den çıkarmayı başarır: Böyle bir "desüblimasyon" yüzünden ego gö
reli özerkliğini kaybeder ve bilinçdışına doğru geriler. Gelgelelim, idin bütün işaretlerini taşıyan bu "geriye yönelik", zorlantılı, kör,
"otomatik" davranış, bizi mevcut toplumsal düzenin baskılarından kurtarmak şöyle dursun, süperegonun taleplerini kusursuz bir biçim
de karşılar ve dolayısıyla çoktan toplumsal düzenin hizmetine gir
miş durumdadır. Sonuç olarak, toplumsal "bastırma" güçleri dürtü
ler üzerinde dolaysız bir denetim uygularlar. Burjuva liberal özne, bilinçdışı itkilerini içselleştirilmiş yasaklar yoluyla bastınr ve sonuç olarak, özdenetimi sayesinde kendi libidinal "kendiliğindenliği"nin dizginlerini eline geçirir. Oysa post-liberal toplumlarda, toplumsal bastırma unsuru artık feragati ve özdenetimi gerektiren içselleştiril
miş bir yasa ya da yasak kılığına girerek harekete geçmez; bunun 9. Adomo, "Zum Verhaltnis von Soziologie und Psychologie", s. 133.
yerine, "ayartıya kapılma" tavrını dayatan hipnotik bir unsur biçimi
ne bürünür, yani buyruğu şudur: "Keyfine bak!" Temel amacı hasta
yı "normal", "sağlıklı" hazlar yaşayabilecek hale getirmek olan Ang- lo-Amerikan psikanalistin de dahil olduğu toplumsal ortam tarafın
dan budalaca bir keyif dayatılır. Toplum çoğunlukla tam tersi buyru
ğun kılığına girerek hipnotik bir trans hali içinde uykuya dalmamızı talep eder: "Nazilerin 'Almanya uyan' diyen savaş çığlığı tam da zıt- tını gizler."10 Adomo, "kitleler"in oluşumunu, egonun otomatik ve zorlantıh davranış yönünde bu şekilde "gerileme”si açısından yo
rumlar:
Bu sürecin elbette psikolojik bir boyutu vardır, am a aynı zamanda eski, li
beral anlam ında psikolojik motivasyonun ortadan kaldırılm ası yönünde büyü
yen bir eğilim e de işaret eder. Bu motivasyon sistem atik olarak, yukarıdan yö
netilen toplum sal mekanizm alar tarafından denetlenir ve massedilir. Liderler kitle psikolojisinin bilincine varıp onu kendi ellerine aldıklarında, bu psikolo
ji bir anlam da ortadan kalkar. Bu olasılık psikanalizin tem el yapısında içeri
lir, çünkü Freud'a göre psikoloji kavram ı esas itibarıyla negatif bir kavramdır.
Freud psikoloji alanını, bilinçdışının üstünlüğü yoluyla tanım lar ve id olanın ego haline gelm esi gerektiğini koyutlar.11 İnsanın kendi bilinçdışının hetero- nom yönetim inden özgürleşmesi, onun "psikoloji"sinin yok edilmesine eşde
ğer olacaktır. Faşizm bu yok etmeye, tersten, potansiyel özgürlüğü gerçekleş
tirerek değil, bağım lılığı sürdürerek, özneleri kendi bilinçdışlannm bilincine vardırmak yerine bilinçdışını toplumsal denetim le gaspederek katkıda bulu
nur. Çünkü psikoloji her zaman bireyin bir şekilde köleleştirilişine işaret etti
ği gibi, aynı zam anda bireyin belli bir özyeterliğe ve özerkliğe sahip olması anlamında özgürlüğü de öngerektirir. On dokuzuncu yüzyılın psikoloji düşün
cesinin altın çağı olması rastlantı değildir. İnsanlar arasında neredeyse hiç do
laysız ilişkinin olm adığı, herkesin bir toplum sal atom a, salt bir kolektivite iş
levine indirgendiği tamamen şeyleşmiş bir toplumda, psikolojik süreçler, her bireyde varlıklarını hâlâ sürdürmelerine rağm en, toplum sal sürecin belirleyi
ci güçleri gibi görünm ekten çıkmışlardır. N itekim, bireyin psikolojisi, He- gel'in töz diyeceği şeyi kaybetmiştir. Freud'un kitabının (Grup Psikolojisi ve Egonun Analizi) belki de en büyük erdemi, kendisini bireysel psikoloji alanı
10. Theodor W. Adomo, "Freudian Theory and the Pattem of Fascist Propa
ganda", The Culture Industry: Selected Essays on Mass Culture içinde, Londra:
Routledge 1991, s. 132.
11. "...dass, was Es war, leh vverden soll" [...ki, td (o) neyse, ego (ben) o ol
malı]: Adomo, quidditas'tan, "id'in ne olduğu"ndan değil, sadece bir yer'den, "ne
rede olduğu"ndan bahseden Freud'un wo es war, soll ich werden'inde [o (İd) nere
deyse, orada olmalıyım] çok önemli bir değişiklik yapar - id'in olduğu yere var- malıyımdır.
ile sınırlam asına ve dışarıdan sosyolojik etkenleri devreye sokm aktan akıllıca bir tutum la kaçınm asına rağm en, yine de psikolojinin devreden çıktığı dönüm noktasına ulaşmış olmasıdır. "En önemli bileşeni”, yani süperego "yerine koy
duğu nesneye teslim olm uş" olan öznenin psikolojik "yoksullaşması", faşist kolektiviteleri oluşturan psikoloji-sonrası, bireysellikleri kaybolmuş toplum sal atom ları neredeyse gaipten haber verir gibi haber verir. G rup oluşumunun psikolojik dinam ikleri, bu toplumsal atom lar içinde, kendi kendilerini geride bırakm ışlardır ve artık bir gerçeklik değildirler. "Düzmece" kategorisi liderler için olduğu kadar kitlelerin özdeşleşme edim i ve onların sözde taşkınlık ve histerileri için de geçerlidir. İnsanlar yüreklerinin derinliklerinde Yahudilerin şeytan olduğuna ne kadar inanıyorlarsa, liderlerine de ancak o kadar bütünüy
le inanıyorlardır. Aslında kendilerini onunla özdeşleştirm ezler am a özdeşleş
miş rolü yaparlar, kendi şevklerini sahneler ve böylece liderlerinin sahneledi
ği gösteriye katılırlar. Sürekli seferber edilen içgüdüsel itkileri ile ulaştıkları ve keyfî biçim de feshedilem eyecek olan tarihsel aydınlanm a safhası arasında, bu gösteri sayesinde bir denge kurarlar. Faşist kalabalıkları bu kadar acımasız ve yanm a yaklaşılm az kılan şey de muhtem elen bu kurm aca oluş şüphesi ve kendi "grup p sik o lo jilerid ir. Bir saniye durup düşünecek olsalar, bütün gös
teri param parça olur, onlar da paniğe kapılırlardı.12
Bu uzun pasaj, psikanalizin Frankfurt Okulu tarafından eleştirel bir biçimde temellük edilişinin yoğunlaştırılmış bir versiyonudur.
Psikanalizde devrede olan psikoloji kavramı son kertede negatif bir kavramdır: "Psikolojik olan"ın alanı, bireyin "iç hayat"mı, onun bi
Psikanalizde devrede olan psikoloji kavramı son kertede negatif bir kavramdır: "Psikolojik olan"ın alanı, bireyin "iç hayat"mı, onun bi