• Sonuç bulunamadı

İKİNCİ BÖLÜM ÖRGÜTSEL ÖĞRENME

C) ÖĞRENME KURAMLAR

Öğrenme konusunda yapılan kuramsal çalışmaları iki ana grupta toplamak mümkündür: Bunlardan ilki davranışçı yaklaşım, ikincisi ise bilişsel yaklaşımdır. Bu yaklaşımlar her ne kadar birbirinden çok farklı gibi görünüyorlarsa da, aslında birbirini tamamlayıcı niteliktedirler. Çünkü, sadece davranışçı yaklaşımla öğrenmenin tamamını açıklamak mümkün olamayacağı gibi, yalnızca bilişsel yaklaşımla da öğrenmeyi tüm yönleriyle ortaya koymak zordur (Selçuk, 2000: 130).

1. Davranışçı Öğrenme Kuramları

Davranışçı öğrenme kuramları, gözlenebilir davranıştan hareketle, davranış- çevre (uyarıcı-tepki) ilişkilerini incelemişlerdir. Davranışçı öğrenme kuramlarının geçmişi, Rus fizyolog İvan Pavlov ile başlar. Aynı akımı Amerika’da J.B. Watson devam ettirir. Daha sonraları da B.F. Skinner edimsel koşullanma deneylerini yaparak bir takım öğrenme ilkeleri geliştirmiş ve genelde toplum değişiminden örgütte insan davranışlarını kontrole kadar değişik alanlarda görüşler üretmişlerdir (Tikici ve Deniz, 1993: 51).

a) Klasik Koşullanma

Klasik koşullanma, 20. yüzyılın başında Rus fizyolog İvan P. Pavlov tarafından yapılan deneysel öğrenme çalışmaları ile gündeme gelmiştir. Bu deneysel çalışmalar, tıp, fizyoloji ve psikolojiye önemli katkılar sağlamıştır. Başlangıçta sindirim fizyolojisi üzerine çalışan Pavlov, bu konudaki başarıları nedeniyle 1904 yılında Nobel ödülünü alınca, güdülenerek araştırmalarını öğrenme psikolojisi üzerinde yoğunlaştırmıştır (Aydın, 1999: 175-176).

Pavlov, uzun araştırmalar sonucu “klasik koşullanma” yöntemini ve ilkelerini geliştirmiştir. Bu yöntemde, birey bir uyarıcıya gösterdiği tepkiyi, aynı anda karşılaştığı ikinci bir uyarıcı arasında bağ kurarak, birinci uyarıcıya gösterdiği tepkiyi ikinci uyarıcıya göstermeye başlar.

Pavlov’un yaptığı deneyde, köpeğin salyasının akması, koşullanmamış uyarıcı olan yemeğe gösterilen doğal tepkidir. Salya akmasının öğrenilmemiş olduğu kabul edilir. Zil sesi ise koşullu uyarıcıdır. Yemek, köpeğe zil sesiyle birlikte birkaç kez verilince, koşullanmamış uyarıcı olan yemek, öğrenme ortamından kaldırıldığı halde, köpeğin salyası zil sesini duyunca akmaya başlar. Yani, şartlı bir tepki söz konusudur (Ülgen, 1995: 112).

Şekil 3. Klasik Koşullanma Kaynak: YAZICI, 2001: 68 b) Edimsel Koşullanma

Öğrenme konusunda bir başka yaklaşım da Burrhus Frederic Skinner tarafından ortaya konan edimsel koşullanmadır. Skinner, hayvanlar üzerinde yaptığı çalışmalarla öğrenme sürecini araştırmıştır. Yaptığı deneyler, hayvanların sınama-yanılma yoluyla öğrenmelerini araştırmak ve bu öğrenme sürecinde araçsal nitelik gösteren durumları saptamaktı (Kaynak, 1990: 86).

Skinner, edimsel öğrenmeyi gözlemlemek için yürüttüğü deneyinde özel bir kafes kullanmıştır. Bu kafesin bir ucunda bir manivela bulunmaktadır. Skinner, kafesin içine bir fareyi koyup, ödül olarak yiyecek kullanmak suretiyle onun davranışını düzenlemeye çalışmıştır. Fare, önce kafesteki kola yaklaştığında ödüllendirilmiş; daha sonra tesadüfen kola çarptığında ödül verilmiştir. Böylece fare, kol ile ödülün ortaya

Koşullandırılmamış Uyarıcı (Yemek) Koşullandırılmış Uyarıcı (Zil Sesi) Şartlı Tepki (Salgılama)

çıkması arasında bir bağlantı olduğunu algılamış ve ödülü elde etmek amacıyla kolu çekmeyi öğrenmiştir. Yiyeceğe ulaşma, kola basma davranışını pekiştirerek farenin davranışı düzenlenmiştir (Tınaz, 2000: 23).

Edimsel koşullanma, öğrenme üzerine kurulmuş ve davranışı belirleyen bir olgudur. Hayvan ya da insan giderek bir ödül elde edebilmek için (burada yiyecek), edimsel (araçsal) bir yanıt (karşılık) oluşturmak zorunluluğundadır. Dikkat edildiğinde edimsel koşullanma öğrenme olgusu üzerinde klasik koşullanmadan çok daha büyük bir etkiye sahiptir. Edimsel koşullanma, örgüt içi davranışların bir çoğunu açıklamak açısından birincil öneme sahip olgulardan biridir. Son derece basit bir açıklamaya yer verebiliriz: Çalışma, koşullanmış bir yanıt, ya da karşılık olarak, yiyecek, giyecek, barınak elde edebilmek için araçsallık niteliği gösterir (Kaynak, 1990: 87).

Edimsel koşullanmanın iki temel ilkesi vardır. Bunlar:

 Pekiştirici uyarıcıyla izlenen tepkiler tekrarlanma eğilimindedir.

 Pekiştirici uyarıcılar, edimsel davranışların meydana gelme oranını ya da olasılığını artırır.

Yukarıda da belirtildiği gibi edimsel koşullanmada önemli olan nokta; davranış

ve sonuçlarıdır. Dikkatli bir gözlemle, bir davranışın sık olarak ortaya çıkmasında,

davranışın sonuçlarının büyük ölçüde etkili olduğunu görebiliriz. Organizma, pekiştirilen davranışı daha sık gösterir; pekiştirilmeyenden ise vazgeçer (Senemoğlu, 1998: 156).

2. Bilişsel Öğrenme Kuramları

Skinner’in çalışmasından sonra yapılan çalışmalar, onun kuramını geliştirmişlerdir. Edward Tolman, bilişsel öğrenme süreçlerini savunan önemli teorisyenlerden biridir. Tolman, davranışçı öğrenme kuramcılarının ortaya attığı uyarı- tepki ilişkisini çok basit ve öğrenme sürecini açıklamada yetersiz bulmuş, öğrenmenin, sistemli ve amaçlı olarak oluştuğunu savunmuştur. Uyarıcı ile tepki arasındaki ilişkilendirmelerin bilişsel süreçlerle gerçekleştiğini ileri sürmüştür (Tikici ve Deniz, 1993: 53).

Bilişsel öğrenme kuramları, genelde öğrenme sürecinin uyarı-tepki zincirinden oluştuğunu kabul etmezler. Bu kuramlara göre öğrenme, bilişsel süreçler çerçevesinde

yapılaşır. Söz konusu yapılaşmada organizma, uyarı-tepki dizileri yerine beklentileri algılar. Bu beklentiler, bireyin içinde bulunduğu durum ile davranış amacı arasında belirli bir anlam taşıyan bağlardan oluşur. Bu durumda, pekiştirici olarak bir ödül gündemde değildir, ancak sözü edilen anlamlı bağların önemi anlaşılmıştır. Yani, içinde bulunulan durum ile davranış amacı arasındaki anlamsal bağ benimsenmiş ve organizma amaca yönelik davranışa başlamıştır. (Kaynak, 1990: 88).

Bilişsel kuramlara göre öğrenme, doğrudan gözlenemeyen zihinsel bir süreçtir. Bu kuramlara göre davranışçıların, davranışta değişme olarak tanımlandıkları olay, gerçekte kişinin zihninde meydana gelen öğrenmenin dışa yansımasıdır. Bilişsel kuramcılar daha çok anlama, algılama, düşünme, duyuş ve yaratma gibi kavramlar üzerinde dururlar.

Kişinin davranışını anlayabilmek için onun karşılaştığı durumu nasıl değerlendirdiğinin anlaşılması gerektiğini savunan bu kuramın temelini Gestalt Psikolojisi oluşturur. Gestalt psikologları, algı üzerine yaptıkları çalışmalarla öğrenmenin bilişsel yönüne işaret etmişlerdir. Buna göre öğrenme, kişinin çevresini algılama ve yorumlama sürecidir. Bundan dolayı öğrenmede önemli olan kişinin olayları ve durumları anlamasıdır. (Özden, 1998: 24-25).