• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM: ÇOCUK VE DIŞ DÜNYA

3.1. Çocukta Çevre Bilinci

Bebeklik döneminden itibaren çocukların çevresinde olup bitene karşı doğal bir ilgileri vardır. Bu ilgi zamanla evin dışındaki doğaya ve diğer canlılara kayar. Kırsal kesimde yaşayan çocuklar için bu doğayı tanıma süreci daha derinlemesine yaşanırken, şehirde yaşayan çocuklar için bu süreç oldukça kısıtlı bir alanda yaşanmak zorundadır. Şehir merkezlerinde yaşayan çocuğun doğayı tanıyabileceği yegâne yer, binaların arasına sıkışıp kalan çocuk parklarıdır. Alanın ve canlı çeşitliliğinin kısıtlılığı nedeniyle çocukların bu parklarda doğayı tanıması oldukça zordur. Bu nedenle çocuklar televizyondan, belgesellerden gördükleri kadarıyla doğayı ve diğer canlıları tanımaya çalışırlar. Ancak bu soyut sayılabilecek bilgiler çocukta çevre bilincinin gelişmesi için yeterli olmayabilir. Köylerde ve kasabalarda yaşayan çocukların ise doğanın içinde birebir tecrübe edinme imkânları olduğu için çevreyle olan ilişkileri daha sağlamdır. Tarımla ve hayvancılıkla geçimini sağlayan bir ailenin içinde yaşayan çocuklar, doğanın insan hayatı için önemini daha iyi kavrarlar.

İncelediğimiz eserlerde de köylerde ya da küçük kasabalarda yaşayan karakterlerin çevre ile daha ilgili olduğunu görüyoruz. Çevre bilinci ve insan çevre ilişkisine eleştirel bir yaklaşım ise daha çok fantastik türdeki romanlarda ele alınmıştır.

Muzaffer İzgü’nün Bülbül Düdük isimli eserinde başkahraman Mirza ve köyün diğer çocuklarının sert koşullara rağmen doğayla iç içe ve barış içinde bir hayat sürdürdükleri görülmektedir. Köyde yaşayan bu çocukların ve ailelerinin yaşam mücadelesinin büyük bölümü doğaya karşıdır. Özellikle kış mevsiminde yaşadıkları sıkıntılar çocukların kafasında bazı soruların belirmesine neden olur.

Biz çocuklar da toplandık, dağın baharını yazını düşündük, konuştuk. Dağ, baharın, yazın o denli sevimli olurdu ki, o denli yardımcı o denli vericiydi ki, ama kışın, hep kar, hep kar…

Çocuğun biri,

“Dağ bize kışın küsermiş, yaz gelince barışırmış,” dedi. Başka biri,

“Dağ küsme barışma bilmez,” dedi. Öteki sordu:

“Ya ne yapar?”

“Dağ dağdır. Kar çok yağınca ağaçlar, yollar karla kaplanır.” (1999: 35).

Mirza ve arkadaşları uzun süren kış mevsimi boyunca hep baharı bekler ve onu özlemle anarlar. Sanki bahar mevsimiyle beraber onlar da uyanır, kabuklarını kırarlar.

“Ahlat ağacı kupkuru bir dal olmuş. Ama bahar gelince yeşerecek, çiçeklerini açacak, meyveleri olacak. Dağ ahlatı, ama kekre, ama acımsı, olsun. Biz arkadaşım Derviş’le buraya çıktığımızda bize yemiş veriyor ya. Çok seviyorum bu dağ başlarını… Kuşları da onun için seviyorum. Ama şimdi kuşlar o denli az ki… Ya bahar gelince? (1999: 10).

İzgü’nün incelediğimiz diğer kitaplarından biri olan Karlı Yollarda isimli eserde de insanın doğa ile mücadelesi ve kopmaması gereken bağı çocukların gözünden anlatılıyor. Cemşit kışı karlar altında geçiren bir köyde yaşar, o kadar ki kış boyunca komşularının evine gitmek bile çok zordur. Bu nedenle de Cemşit ve köyün diğer çocukları kışın bitmesini dört gözle beklerler. Eserde karlı doğa tasvirlerine bolca yer verilmiştir. Eser, başkahramanı Cemşit’in

ağzından yazıldığı için de çocuğun doğayı algılama biçimi hakkında da fikir verir.

“Kar bir yağar bir yağar bizim köye, hani yazları pınar kıyıcıklarında gölöbekler açar ya, onun gibi, top top ak ak. Savrulur durur dam başlarından, ağaçsız yamaçlardan. Kara kayalar apak olur bir-iki gün içinde. Kerpiç evlerin damlarına yığılır kalır. Babalar analar karı kürelerler, damın kıyısına yığar yığar aşağıya atarlar. Biz çocuklar kar yığınları yere atılırken altına gireriz, sonra una bulanmış gibi çıkarız. Bir güleriz ki birbirimize bakıp…” (2011: 5).

Eserlerini incelediğimiz yazarlarımız arasında Gülten Dayıoğlu, çocuk ve doğa ilişkisini en yoğun işleyen isimlerdendir. Yazar, Parbat Dağının Esrarı ve Işın Çağı Çocukları’ nda insanın doğadan uzaklaşmasını eleştirel bir bakış açısıyla ele almıştır. Eserlerde çocukların dünyaya umut olduğu vurgulanmıştır.

Dayıoğlu’nun Parbat Dağının Esrarı isimli eserinde insanların doğadan uzaklaştıkları bir dönemde yaşayan ve bitkilerle iletişim kurabilen “Küçük Bahçıvan’ın başından geçen heyecan dolu maceralar anlatılmıştır. Parbat Dağının Esrarı’nın, sürekli toprakla ve bitkilerle ilgilenen ve Küçük Bahçıvan lakabıyla tanınan başkahramanı, daha çok küçük yaşlardan itibaren olağanüstü olaylar yaşamaya başlamıştır. Ancak bitkilerle iletişim kurabilme yeteneği ailesi tarafından hemen anlaşılamamıştır.

“Tohumları aynı gün ekmiştik. Nasıl oldu da seninkiler bu denli tez çimlendi anlayamadım?”

Küçük bahçıvan annesini sevinçle ellerini çırparak cevapladı.

“Onlar benim sözümü dinlediler. Her gün buraya gelip, haydi çabuk yeşerin! Yeryüzü çok güzel. Pırıl pırıl sıcacık güneşe kavuşun. Çıkın artık toprak altından. Lütfen çıkın!” diye yalvarıyordum. Onları öyle seviyordum ki! Sanırım onlar da beni sevdiler. Yoksa sözlerime kulak asmazlardı. (2000: 9).

Ancak zamanla Küçük Bahçıvan bahçesinde öyle farklı bitkiler yetiştirmiştir ki, dünyadaki bilim dergilerinde bile kendisine yer bulmuştur. Bu sayede ünü bütün dünyaya yayılmıştır. Küçük Bahçıvan bu başarısını doğaya ve bitkilere duyduğu sevgiye bağlamıştır. Küçük Bahçıvan sayesinde kasabadaki bütün çocuklar doğaya ve bitkilere sevgi ile yaklaşmaya başlamış ve bu sayede de bütün kasaba birbirinden güzel bitkilerle donanmıştır. Yazar özellikle bu bölümlerde çocukların doğaya sevgi ile bağlanması gerektiğini vurgulamıştır.

Eserde bitkilerin insanlar hakkında neler düşündüğü de Küçük Bahçıvan aracılığıyla aktarılmıştır.

“Başlangıcı belli olmayan uzun bir geçmişten bu yana insanoğluna hizmet ediyoruz,” diyorlardı. “Bebeğine beşik, aşına kaşık, başına barınak oluyoruz. Ölüsünü bile tahta tabutta bağrımıza basıyoruz.

“Binbir çeşit bitkiyle insanı besliyoruz. Şifalı türlerimizle acılarını dindirip sağlığına kavuşturuyoruz. Üstelik tüm bunları severek, isteyerek, coşkuyla yapıyoruz. Çünkü bitkiler insanları seviyor. (2000: 81).

Bitkiler, insanların kullandığı yapay gübrelerden, tarım ilaçlarından, çiftçilerin anız yakmalarından, insanların para kazanmak için fabrikalar kurup havayı, toprağı ve suyu kirletmelerinden, ormanların yok edilip yerlerine çirkin binalar yapılmasından şikâyet eder. Yazar bu bölümde insanın doğaya karşı işlediği suçları sıralamış ve okuyucusunda bir farkındalık yaratmaya çalışmıştır. Bitkilerin suçlamaları karşısında insanların söyleyebileceği hiçbir şey yoktur.

“Oysa yeryüzü sadece insanların değil. Burası bizim de dünyamız. Ama insanoğlu buna hiç önem vermiyor. (2000: 83).

Gülten Dayıoğlu’nun incelediğimiz eserlerinden bir diğeri olan Işın Çağı Çocukları’nda da Parbat Dağının Esrarı’ndakine benzer bir konu üzerinde durulmuştur. Yetişkinlerin bencillikleri yüzünden yok olmak üzere olan dünyanın kurtarılması için çocuklar uğraş vermektedirler.

İleri görüşlüler ülkesi adı verilen bir ülkede bazı bebekler ailelerinden çalınıyor ve onlara özel bir eğitim veriliyordu. Bu çocuklar bütün dünyayı saracak savaşın etkisiyle, yok olmak üzere olan dünyayı ve insanlığı kurtarmaları için eğitiliyordu. Bu genç bilginler bir süre sonra bir uzay gemisiyle uzaya yollanır ve dünyayı kurtarmak için çalışmalar yapmaya başlarlar. Bu sırada beklenen nükleer savaş yaşanır ve dünyadaki yaşam yok olma sınırına ulaşır. Dünya artık hiçbir bitkinin yetişmediği, zehirli gazlarla çevrili bir çöl haline gelmiş, insan nüfusu oldukça azalmıştır.

“ Arkadaşlar, bir aydan beri, tarım küresiyle bağlantı kuramadık. Sizleri çok merak ettik. Umarım siz de bizleri merak etmişsinizdir. Yeryüzünde savaş çıktı. Nükleer silahlar göz açıp kapayıncaya dek geçen süre içinde ölüm kustular. Milyonlarca insanla evcil, yabani tüm hayvanlar, yok oldular. Yeryüzünü saran topraksa, küle döndü… dünyamız artık, kara ve korkunç

kayalıklarla kaplı, kıraç bir gezegen. Denizlerle akarsu ve göllerin görünümleri de korkunçlaştı. Oralarda da canlı yaşamıyor.” (2011: 34).

İnsanoğlu bencilliği yüzünden kendi bindiği dalı kesmiştir. Genç bilginler bu durumu düzeltmek için çalışırlar ve dünyayı yeniden yaşanabilir hale getirirler. Ancak yeni dünya eskisinden oldukça farklıdır. Çevreye ve diğer canlılara saygı gösteren ilkeler kabul edilmiştir.

“Atom çağı” diye adlandırılan yakın geçmişte, uygarlık adına kurulan fabrikaların, övgüyle ve onurla insanlık hizmetine yeni buluş olarak sunulan, çeşitli araçların, aygıtların, taşıtların, çoğunun dünyaya zararlı nitelikte olduğu vurgulandı. Işın çağı buluşlarının, kesinlikle dünyaya zarar vermeyecek nitelikte olması, ilke olarak kabul edildi. (2011: 92).

İncelediğimiz romanların geneline baktığımızda kırsal bölgelerde hayatını sürdüren ve doğayla iç içe yaşayan çocukların anlatıldığı birçok eserin var olduğunu görüyoruz. Bunun yanında insanların bitmek bilmez hırslarının doğa üzerindeki olumsuz etkilerinin anlatıldığı ve çocuklar mesaj veren, fantastik özellikler taşıyan eserler de popüler romanlar arasına girmiştir. Bu eserlerde insanın doğadan ayrı var olamayacağı vurgulanmış; bu sayede de çocuklarda çevre bilinci oluşturulmaya çalışılmıştır.