• Sonuç bulunamadı

Çaldıran Savaşı ve Sonrasında Yaşanan Olaylar

1.3. OSMANLI DEVLETİ VE ŞİİLER

1.3.3. Çaldıran Savaşı ve Sonrasında Yaşanan Olaylar

Diyâr-ı Şark’da bir kavim zâhir Olup tutdı cihânı evvel, âhir Kızıl tâcı başında sûfi adı Müsülmân şeklidi kâfir nihâdı Harâmî cümlesi kallâş ü evbâş O kavmedir cihân halkı Kızılbâş160

Yavuz, Şah’a karşı giriştiği bu hareketini, Rafızi ve mülhidlere karşı gaza olarak ilan etti.161 Yavuz Sultan Selim’in ordusuyla Danazası mevkiinden geçerken güneş tutulması üzerine, müneccimler ve kâhinler bu durumu Osmanlı Devleti adına hayra yorarken, en eski çağlardan beri güneşe tapan (Safevi Devleti’nin mühürlerinin üzerinde bile güneş figürü vardı) İran’ın ve buna bağlı olarak Rafıziliğin Hak mezhep önünde sona ereceğini tasavvur ettiler.162

Recep ayının ikinci günü (23 Ağustos 1514 Çarşamba) iki ordu Çaldıran’da karşılaştı. Savaşı kaybedeceğini anlayan Şah savaş meydanından kaçmaya karar verdi.163 İki tarafın da ağır kayıplar verdiği bu savaş sonucunda Anadolu’da birliği

sağlayan Yavuz, yönünü Mısır’a çevirdi.164

Osmanlı Devleti, Şah İsmail olayına kadar birlikte yaşadığı Türkmen Alevilerinin artık yanında değil, bizatihi karşısındaydı. Osmanlı nazarında Çaldıran savaşıyla Şii- Sünni ayrımı kesin hatlarıyla ortaya çıkmış ve Osmanlı padişahları bundan böyle kendilerini ulemanın temsil ettiği Sünni İslam’ın savunucusu olarak görmeye

159 Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler 15-17. Yüzyıllar, Tarih Vakfı Yurt

Yayınları, İstanbul-2013, s. 114-115.

160 Hadîdî, Tevârih-i Âl-i Osman 1299-1523, Haz. Necdet Öztürk, Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul-1991,

s. 385.

161 İnalcık, a.g.e., s. 138. 162 Hammer, a.g.e, C. IV, s. 145.

163 Hoca Saadettin Efendi, Tacü’t Tevarih, C. IV, Çev. İsmet Parmaksızoğlu, Kültür Bakanlığı Yayınları,

Ankara-1979, s. 216.

başlamışlardır. Böylece şeriata ve kent hayatına alışamayan dervişler Bektaşi tarikatına sarılmayı en doğru yol olarak görmüşlerdir.165

Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail arasında yaşanan bu olaylar öyle ağır psikolojik baskılar uyandırmıştır ki uzun yıllar acıları silinmemiştir. Erzurumlu Alevi Şair İsmail Noksani bu acıyı “Yezidler elinde müşkil halimiz, münkir münafık ferş etti yolumuz”166 diyerek dile getirmiştir. Böyle olmakla birlikte yaşanan olaylara tek yönlü bakmak tarihin doğru anlaşılmasına engel olacaktır. Çünkü Safevilere kadar Sünni İslam’ın gölgesi altında bulunan İran’ın birdenbire Şii olması üzerinde durulması ve irdelenmesi gereken bir husustur. Şah İsmail İran’da Şiiliği yaymak için Sünni halktan çok sayıda (Tebriz’de Sünni din adamları, kadınlar ve çocuklar dâhil 20 000’den fazla) insanı öldürmüştür. Hatta Şah İsmail Sünni Türkmen olan Akkoyunlu oymağından 40 veya 50 000 bin kişiyi kılıçtan geçirmiş, bu zulme kızan annesini dahi katlettirmiştir.167

Yukarıda zikredilen Yavuz Sultan Selim dönemindeki Kızılbaş katliamı168 Kanuni Sultan Süleyman döneminde azalmasına rağmen tamamen bitmemiştir. Mohaç seferi sırasında Anadolu’da yaşanan isyanlar ve Doğu Anadolu’ya yapılan Safevi akınları Kanuni’nin yönünü tekrardan İran’a çevirmesine neden olmuştur. Yavuz Sultan Selim dönemi kadar olmasa da yine de birçok Kızılbaş/Alevi kanı dökülmüştür.169

Ancak Kanuni Sultan Süleyman iki kardeşin birbirine karşı bu hasmane tutumuna son vermek istemiştir. 1534 yılında Bağdat’ı fetheden Kanuni, İmam-ı Azam’ın kabrini buldurarak bir türbe yapılmasını emretmiştir. Bununla Kanuni, Sünni İslam’ı tarafına çekerken, Şiilerin yedinci imamı olan Musa Kazım’ın türbesini de ziyaret ederek Şii halkın da takdirini kazanmaya çalışmıştır.170

165 Suraiya Faroqhi, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla, Çev. Elif Kılıç,

Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2010, s. 111.

166 Akyol, a.g.e., s. 37.

167 Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Güven Matbaası,

Ankara-1976, s. 24-37; Emecen, a.g.e. s.100-104. Hodgson, Muharrem ayında bir kâfirin dahi Sünni Müslümanlardan daha hoş karşılandığını nakletmektedir. M. G. S. Hodgson, İslâm’ın Serüveni, C. III, İz Yayıncılık, İstanbul-1995, s. 39.

168 XVI. yüzyılın önemli tarihçilerinden Hoca Saadeddin bu katliamı bir şiirinde şöyle nakletmektedir: “Sürdü

Kızılbaşın kırımı giceden güne dek/Cihanı aydın eden kılıç parıldadı niceye dek.” Saadettin, a.g.e., s. 217.

169 Sümer, a.g.e., s. 73-85.

Yine bu dönemde akan kanın durdurulması için 1555 tarihinde iki taraf arasında “Amasya Antlaşması” imzalanmışsa da bu barış süreci kalıcı olmamıştır. Bir süre sonra Osmanlı sınırlarında yaşayan Şiiler, Osmanlı sınırları dışındaki diğer Şii gruplarla vergilerin ağır olması bahanesiyle birlikte hareket ettiler.171 Kanuni’nin ölümünden sonra 1577 tarihinde Şiiler Osmanlı topraklarında bir nevi gaza faaliyetlerine başladılar. Ancak Safevilerin içinde bulunduğu zorluklar bu girişimlerin başarısız olmasına ve Osmanlı Devleti’nin Safeviler karşısında daha da kuvvet bulmasına neden oldu.172 Aslında bu yıllarda (1576-1577) Safevilerin başında bulunan Şah II. İsmail Şiiliği daha ılımlı bir hale getirip Sünniliğe hoşgörü politikası ile yaklaşmıştır. Hatta Şii ulemayı devlet politikasından uzak tutarak Sünni ulema ile yakınlaşma yoluna gitmiştir. Bunun yanında Şiiliğin Sünnilikle ihtilaflı oldukları doktrinlerini yasaklamıştır. Şüphesiz ki Şah’ın bu geleneksel Safevi politikasının terk etmesinin sebepleri olarak, daha öncesinden kuvvet bulmuş olan Şii ulemanın bu gücünü kırmak ve Osmanlı Devletiyle olan münasebetlerin en azından dini ayağını sonlandırmak istemesi olarak olaya bakabiliriz.173

Sonuçta 1590 yılında on iki yıldır devam eden Osmanlı-Safevi savaşları İstanbul’da yapılan “Ferhat Paşa Antlaşması”yla durmuş oldu. Böylece Osmanlı sınırları doğuda en geniş alanlara -Hazar denizine kadar- ulaştı. Ayrıca bu antlaşma ile İran’da ilk üç İslam halifesi ve Hz. Ayşe aleyhine konuşmalar yapılmaması kararlaştırılmıştır.174

XVII. yüzyıl başlarında İran ile savaşlar tekrar başlamış, 1613 yılında İstanbul'da yapılan “Nasuh Paşa” antlaşmasıyla sınırlar eski şekline sokulmuştur. Ancak iki devlet arasındaki ilişkiler barış içerisinde sürdürülememiş, kısa zamanda tekrar başlayan savaşın sonunda, “Serav Ovası”nda bir önceki barış şartları dâhilinde yeni bir antlaşma imzalanmıştır (26 Eylül 1618).175 Bu anlaşmayı, bir yıl sonra Bağdat ve Ahısha taraflarında sınır düzenlemesine yönelik yapılmış olan bir antlaşma izlemiştir.

171 Robert Mantran, XVI-XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge

Yayınları, Ankara-1995, s. 160.

172 Wıllıam J. Grıswold, Anadolu’da Büyük İnsan 1591-1611, Çev. Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,

İstanbul-2002, s. 2-3.

173 Cihat Aydoğmuşoğlu, “Şah II. İsmail (1576-1577) Devri Siyasi ve Dini Hadiseleri” The Journal of

Academic Social Science Studies- International Journal of Social Science, Nr.48, 2016, s. 59-67

174 Joseph V. Hammer, Osmanlı Tarihi, C.II, İkinci Baskı, İstanbul-2005, s. 195. 175 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. III, T.T.K. Yayınları, Ankara-1983, s. 67.

Öte yandan Şii içerikli isyanlar176 Osmanlı devletinin içtimai ve ekonomik düzeninde

de sarsıntılar yapmaktaydı. Bu duruma son vermek isteyen Osmanlı Devleti, İran ile ilişkilerine devam edenleri cezalandırarak Şiileri kontrol altında tutmaya çalışmıştır.177

Sultan IV. Murat zamanında ise Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla, Şii-İran’ın Sünniliği aşağılaması yasaklanmış, bu anlaşmayla birlikte Safevi Devleti’nin yıkılışına kadar iki devlet, dolayısıyla iki mezhep arasında ciddi bir sıkıntı yaşanmamıştır.178