• Sonuç bulunamadı

3.5. Sosyal İlişki Bozukluğundan Kaynaklanan Sıkıntı ve

3.5.1. Doyma Noktası’nda Sosyal İlişki Bozukluğu ve Sıkıntısı

3.5.1.2. Çalıntı Yürekler

İlişki bozukluğundan kaynaklanan bunaltı durumunu anlatan hikâyelerden biri de “Çalıntı Yürekler”dir. Hikâye karakterlerinden Zeynep, İlyas Bey’den çok küçüktür. İlyas’ın evlilikten beklediği şey, eve hizmetçi olacak bir kadınla evlenmektir. Fakat işler beklediği gibi gitmez. Zeynep, hayat dolu bir kızdır ve kendisini altmışını geçmiş bir adamın yanında tüketmek istemez. Bu durum, hem Zeynep’te hem İlyas’ta derin ruhsal bunalımlar oluşturmaktadır. İlyas, kendi egoları uğruna genç kızın hayatını çaldığını düşünür ve Zeynep’i her gördüğünde derin üzüntü duyar. Zeynep ablasının yanında birkaç gün kalır ve tekrar eve dönmektedir; fakat İlyas, o gelmeden ölümünü istemektedir:

“Akşam olmadan bir türlü rahat edemiyordu. Yirmi gündür hemen her gün Zeynep gelmeden ölebilmek için güneşli dakikaları sabırsızlıkla sayıyor akşamın gri tonunda kopan ‘eve dönüş gürültüleri’nin dinmesini bekliyor, gece olunca başka bir gündoğumunu görmemek adına yüreğini alması için ölüm meleğine yakarıyordu.”173

İnsanın çevresiyle sağlıklı ilişki kurabilmesi için kendisiyle barışık olması gerekmektedir. Kendisiyle barışık insan, hayata uyumlu ve hareketli oluş sürecinin bir parçasıdır. “Yaşamak bir anlamda ileri atılmak ve

Descartes’in deyişiyle ‘devinime katılmak’tır.”174 Kendini hayatın akışından

soyutlayan İlyas, gündüzden ve sabah ışığından kaçmaktadır. “Sabah, hem

172 Ramazan Korkmaz, İkaros’un Yeni Yüzü Cahit Sıtkı Tarancı, Akçağ Yay., Ankara,

2002, s. 201.

173 Sema Kaygusuz, a.g.e., s. 70. 174 Ramazan Korkmaz, a.g.e., s. 76.

80

güneşle başlayan dış dünyanın hem de sevdiklerinin yüzüyle iç dünyanın aydınlanmasını simgeleyen taze bir başlangıçtır.”175 Fakat benlik bütünlüğü bozulan İlyas için

sabah, hayatın realitesiyle yüzleştiren bir araç olmaktadır. O nedenle hayatın gerçekleriyle yüzleşmek istemeyen İlyas, akşam/gece olmadan bir türlü rahat edemez. “Realiteyi silen, dışlayan ve yok farz eden bir işlevde sunulan

gece; nesneneler arasındaki her türlü ayırımı yok eden kurtarıcı bir simgedir.”176

Hayatın akışından uzaklaşan ve kendi dünyasında yaşayan İlyas, ölümü arzulamaktadır. Ölüm, onun için hayatın gerçeklerinden uzaklaştıran bir kaçıştır. Sabah olunca, yataktan kalkmak istememektedir:

“Kaburga! Altmış yılı aşan saygın bir ömrün yazgısı, kirli çarşaflara terk edilmiş bir kaburga olmaktı demek. Güçten düşmüş bir uyluk denli kırılganlaşmaktı öyle mi? Hayat belirtisi taşımayan bir insan gövdesinden boşluğa açılan bir köprücük kemiği gibi sivrilmek, ruhun üstüne kapanan bir göğüs kafesi kadarcık küçülmekti ha! Yataktan kalkmak için en küçük bir istek yoktu içinde. Günlerdir yüzünü bile yıkamıyordu. Aynaların bilge ışımalarından yansıyan kendi oyuk gözlerine bakmaktansa, kabuk kabuk kabaran rutubetli duvarların sızlanmasını dinleyerek geçirdi son günlerini.”177

Yatağından kalkmak istemeyen İlyas, günlerdir yüzünü bile yıkamak istememektedir. Su, dinamizmi ve hayatı simgeleyen bir kavramdır. İlyas’ın yüzünü yıkayacak kadar sudan uzak kalması, yaşamaya ait herhangi bir amacının olmadığını göstermektedir. Umutsuzluk duygusu, bireyin benlik bütünlüğünü parçalayan öğelerden biridir. Kendi özü ve eylemleri arasında yaratıcı bir açılım bulamayan birey, gelecek tasarımını da yitirmektedir. Gelecek tasarımı olmayan biri için, yaşamın anlamı ve kutsallığı kalmamıştır. Soren Kierkegaard’ın deyişiyle “umutsuz kişi ölümcül bir hastadır. Başka herhangi bir hastalıktan daha fazla

175 Ramazan Korkmaz, a.g.e., s. 88. 176 Ramazan Korkmaz, a.g.e., s. 167. 177 Sema Kaygusuz, a.g.e., s. 69.

81

olarak, bu hastalık varlığın en saygın özüne saldırır; ama insan bu yüzden ölemez. Burada ölüm, hastalığın sonu değildir, bitmeyen bir sondur.”178 Hayattan herhangi

bir beklentisi kalmayan İlyas da, umutsuzluk içinde ölümü arzulamaktadır. Hikâyenin başat karakterinden olan Zeynep, İlyas Bey’den farklı değildir. O, çok fazla konuşmayan, kendi içine kapanık bir kızdır:

“Zeynep konuşkan bir kız sayılmazdı. Ona yöneltilen birkaç soruyu ‘evet, hayır’ diye kesik kesik yanıtlayıp susuyordu yalnızca. İlyas ne isterse yerine getiriyor, sonra odasına çekilip çıt çıkarmadan radyo dinliyordu. İlyas’ın planı böyle değildi. Kedi gibi ayaklarının altında dolanan, sevecen bakışlarla sahibini yalayan bir kız istemişti o.” 179

Atmış yaşını aşmış İlyas ile maddi imkânsızlıktan dolayı evlenmek zorunda kalan Zeynep, derin acılar içerisindedir. O, İlyas’ın tersine hayat dolu, hayata sıkı sıkıya bağlıdır; fakat genç yaşta yaşamak istediği hayatın elinden alınması, onu derinden sarsmaktadır. Günden güne iyice serpilen ve açılan Zeynep, cinsel arzular beslemektedir. Ancak İlyas, Zeynep’in ihtiyaçlarına cevap vermekten çok uzak biridir. İçten içe ağlayan Zeynep’i, kocası teselli etmeye çalışır:

“Ağlama kızım, sen yaşta çocuğun kanına girer miyim?... Hem de benim gibi bir adam. Yakışmaz! Sen yoksulsun diye… Ben ölünce, herkes gibi ölücem elbet… Bu ev senin olacak… Maaşım da. Ablanın eline bakmazsın, kimselere muhtaç olmadan… Ağlama kızım.” 180

Zeynep, hayatın gerçekleri altında ezilmektedir. Ablasının eline bakmaması için yaptığı evlilik, onun için bir başka sıkıntı kaynağıdır. Kişi, kendi dünyasına çekildikçe çevresiyle olan ilişkisini koparmaktadır. Zeynep’in kendi odasına çekilip çıt çıkarmadan oturması ve ağlaması,

178 Soren Kierkegaard, Ölümcül Hastalık Umutsuzluk, (Çev. M. Mukadder Yakupoğlu),

Doğu Batı Yay., Ankara, 2010, s. 29.

179 Sema Kaygusuz, a.g.e., s. 74. 180 Sema Kaygusuz, a.g.e., s. 72-73.

82

çevresine karşı kendini kapattığını göstermektedir. Kendi değerleriyle çatışma içinde olan Zeynep, istemeden yaptığı evliliğin sancılarını ruhunda hissetmektedir. Bireyin kendi değerleriyle çatışması, yabancılaşmanın ve ötekileşmenin göstergeleridir. Kendine ve çevresine yabancılaşan Zeynep’in ağlaması, iç dünyasının sembolik olarak dışa yansımasıdır. “Anlatı türlerine ait ‘metinlerin okunması’nda, kuru bir olay dizgesinden

çok, bu dizgelerden doğan değer duygusuna ve bu değer duygusunun simgesel öne sürümlerine dikkat edilmelidir.”181 O nedenle Zeynep ve İlyas, modern insanın

yaşadığı ruhsal bunalımı ve sıkıntıyı simgelemektedir. Bu sıkıntıdan kaçmak isteyen Zeynep, kendini yemek yiyerek teselli etmektedir. Yemek hazırlamak ve yemeği yemek, onun için bir sığınak alanı olmuştur. Zeynep, ruhsal açlığını yemek yiyerek doyurmaya çalışmaktadır:

“Doğrusu, çocukluğu haşlanmış patates, ekmek arası salçayla geçmiş birinin doymak bilmeyen açlığı anlaşılabilir bir şeydi. Oysa Zeynep’in yemekle arasında kurduğu ilişki, neredeyse törensel bir biçimde gerçekleşen bir edimdi. Malzemeleri el çabukluğuyla aynı tencereye boca edip özensizce pişirmektense, santim gram ölçerek, yaprak yaprak yıkayarak yemeğini pişiriyor, maydanoz saplarıyla, domates halkalarıyla süslüyor, ortaya dokunulmaz bir şey çıkarıyordu. İlyas’ın elini uzatamadığı, işte bu pişmiş, gösterişti… o tatlara uygunsuz biri olduğunu sezdiren gizli bir öfke tütüyordu tabaklarda. Yediği an zehirleneceğini sanıyordu. Yemeyerek kurumaya başladı.”182

Zeynep’in sürekli yemek yeme isteği, onun için bir kaçış eylemi olmaktadır. Yemekleri güzel ve özenli hazırlayarak, yaşadığı sıkıntılardan biraz olsun uzaklaşmaktadır. Fakat Zeynep’in özenli sofralar kurup yemek yemesi, İlyas’ı içten içe üzmektedir. Atmışını geçmiş İlyas, ağzına neredeyse hiçbir şey alamamaktadır. Özenle hazırlanmış sofralara baktıkça

181 Ramazan Korkmaz, “Çatı Romanında Yatay ve Dikey Boyutların Sembolizmi”, Erdem Dergisi, Sayı 127, s. 124-134, Ankara, 2007, s. 125.

83

gençlik günlerini hatırlar ve o günlere ulaşamamanın derin sıkıntısını yaşar. Zeynep için ise özenle hazırlanmış sofra, bir mutluluk ve neşe kaynağıdır. O, yemek yaparken kendi işine öyle yoğunlaşır ki gerçek hayattan uzaklaşır, bir hayal ülkesinde yaşar gibi mutlu olur. O nedenle yemek yemek ve hazırlamak, onun için bir sığınak ve kaçış noktası olmaktadır.

3.5.2. Sandık Lekesi’nde Sosyal İlişki Bozukluğu ve Sıkıntısı