• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: KÜLTÜR, ÂŞIK EDEBİYATI

2.7. Âşık Edebiyatı…

Âşk sözcüğünün aslı, “ışk” olup, sevgi anlamına gelmekte, âşık ise, birine, bir şeye tutkun, imre, emre anlamındadır (Devellioğlu, 1997:46,47).

Türkçe sözlükte de, “Bir kimseye veya bir şeye karşı aşırı sevgi ve bağlılık duyan vurgun, tutkun kimse; halk içinde yetişen, deyişlerini sazla söyleyen, sözlü şiir geleneğine bağlı halk şairi; sevişen bir çiftten kadına oranla erkeğe verilen ad; dalgın, kalender kimse anlamlarını vermektedir (Türkçe Sözlük: 2005, 136).

Hikmet Dizdaroğlu ise; âşık sözcüğü üzerinde görüş bildiren araştırmacıların ifadesini şöyle aktarmaktadır: “Âşık sözcüğünün nereden çıktığı henüz ispatlanamamıştır, değişik görüşler öne sürülmüştür bu konuda. Veled Çelebi, ışk ve âşık sözcüklerinin Türkçe ışık sözcüğünden geldiği kanısındadır. Arapça olamaz, çünkü Kur’an’da buna rastlanmıyor diyor. Çankırılı Ahmet Talat (Onay), Veled Çelebi’nin düşüncesini temel alıp bir örnekleme yaparak, âşık sözcüğünün “yüreği âşk ile yanan, kalbi muhabbetle nurlanan kimse” demek olduğu sonucunu çıkarmaktadır (Dizdaroğlu, 1969:18,19).

Fuad Köprülü de, âşık sözcüğünün dillerden geldiğini açıklamamkla birlikte, bunun bozularak ışık biçiminde dilimize geçtiğini; Kalender, Bahayî, Bektaşî, Hurufî gibi ehl-i sünnet akîdelerine aykırı zümrelere mensup dervişlere ve Yunus Emre tarzında halk şair-mutasavvıflarına alem yani sıfat olduğunu yazmaktadır. Hüseyin Kâzım Kadri, aşkı Arapça isim saymakta, “muhabbet-i müfrite, alâka, gönül verme” demek olduğunu, âşıkın da “âşk ve muhabbetle meluf olan, âşka düşen, gönül veren” anlamlarına geldiğini belirtmekle yetinmektedir. Ahmet Kutsi Tecer, kökenine değinmeden şunları söylüyor: “Âşık kelimesi, önceleri Yunus tarzında ilâhiler ve mistik şiirler söyleyen şairler tarafından kullanılmaya başlanmış, daha sonra saz şairlerinin hepsi âşık adını takınmışlardır.”

Yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, âşık sözcüğü aşktan türemiş bir kelime olup, bir varlığa sevgi ile bağlanan bir kimse anlamı kazanmakla birlikte, daha çok bizi ilgilendiren yönü, edebiyatımızdaki terim anlamıdır. Anadolu’daki mutasavvıf şairlerin bu kelimenin terim anlamıyla kullanılmasındaki payları hiç şüphesizdir. Orta Asya kültürümüze ait “ozan” sözcüğünün çeşitli nedenlerle horlanması neticesinde,

İslâmiyet’in tesiri sonucunda âşık sözcüğü altında, aynı geleneğin az çok farklılıklarla devam ettiği ve 16. asırdan günümüze kadar geldiği bir gerçektir.

Geçmişten günümüze dek, âşık tarzı şiir geleneğinin temsilcilerinin değişik adlarla anılması sonucunda ortaya çıkan kavram kargaşasının ortadan kalkabilmesi için Sakaoğlu, birtakım kriterlerin uygulanmasını teklif etmektedir. Âşık olduğunu iddia eden kişilere yöneltilecek sorulardan alınan cevaplarla, âşıklığın ölçüsü ortaya konmuş oluyor. Bu sorular: “İrticâlen söyleme kabiliyeti var mıdır? Saz çalmasını biliyor mu? Atışma yapabiliyor mu? Bâde içtiğini iddia ediyor mu?” şeklindedir ( Sakaoğlu, 1992:29).

2.7.2. Âşıklık Geleneği

Âşıklar; sazlı, sazsız, doğaçlama yoluyla, kalemle veya birkaç özelliği birden taşıyan geleneğe bağlı kalarak şiir söyleyenlere “âşık”, bu söyleme biçimine “âşıklık-âşıklama”, âşıkları yönlendiren kurallar bütününe de “aşıklık geleneği” adını veriyorlar.

Bu edebiyatın belli başlı gelenekleri şunlardır:

Usta – Çırak İlişkisi:

Âşık edebiyatının yüzyıllar boyu yaşatılan en eski geleneklerinden biri “usta – çırak” geleneğidir. Bu geleneğin temsilcileri olan âşıklar, ustalarından öğrendiklerini, başka bir deyişle usta mallarını çırakları vasıtasıyla geleceğe taşımışlardır. Bu gelenekte âşıklar, genellikle bir usta aşığın önünde diz çöküp onun çırağı olarak, yetenekleri doğrultusunda olgunluğa erişmenin güç yollarından geçerler. Çırak, ustasının yanındaki ilk günlerinden itibaren ona refakat eder, ustasının sanatını ve becerisini kavramaya çalışır, şiirlerini ezberler. Usta ise, onu eğitmek, ufkunu açmak için köy odalarına, âşık kahvelerine götürerek sohbetlere katar. Piştiğine karar verdiğinde ise, çırağının sırtını sıvazlar, sazı eline verir ve “Git artık, nasibini ara.” der. Buna âşıklık geleneğinde “çıraklama” denir.

Çıraklık, âşıklık geleneğinin okuludur. Usta âşıklar kendi sanatının devamını çırakları aracılığıyla gelecek kuşaklara taşırlar. Gün gelir çırak, sazın, izin, özün sırlarını, saz, söz, makam, ayak verme ve atışmayı öğrenir. Ustası gibi, âşıklar divânı kurulduğunda

atışmalarda âşk, din, güzellik, sevgi, insan vs. konuları gönül sesiyle dile getirir (Tanrıkul, 1997:23).

Günümüzde köklü usta – çırak ilişkisi yok denecek kadar azdır.

Mahlas Alma:

Mahlas sözcüğü, bir şairin asıl adından başka, şiirlerinde ve yazınlarında kullandığı isim veya takma ad anlamlarına gelir. Mahlas zamanla âşıkların asıl adlarını unutturur. Mahlaslar usta âşıklar tarafından verirli. Günümüzde usta – çırak geleneği zayıfladığı için âşıklar genellikle mahlaslarını kendileri seçmişlerdir. Bunun yanı sıra, bazı âşıklar rüyalarında bade içerek aldıklarını söylemektedirler. Günümüzdeki âşıklardan bazıları şiirlerinde mahlas olarak ad ve soyadlarını kullanmaktadırlar.

Bu gelenek sayesindedir ki, âşıkların şiirleri günümüze kadar gelmiş ve bu şiirlerin hangi âşığa ait olduğunu, hatta onların hayat hikâyeleri hakkında bilgi ediniriz.

Saz Çalma Geleneği

Âşıklar şiirlerini, eskiden kopuz eşliğinde günümüzde ise saz adı verilen bir çalgı eşliğinde söylemişlerdir. Âşıklık geleneğinde sazın önemli bir yeri vardır. Âdeta saz ve söz bütünleşmiştir. Âşıkların büyük bir çoğunluğu saz çalar. Bazı âşıkların doğaçlaması vardır sazı yoktur, bazılarının ise ne sazı ne de doğaçlaması vardır. Ancak geleneğe uygun olarak şiir yazarlar. Köprülü, âşıklık geleneğinde yetişmiş âşıklar arasında saz çalamayan bir âşığın düşünülemeyeceğini söyler. (Köprülü, 1962:19) Boratav da bu görüşe katılarak âşıkların çoğunlukla saz çalıp şiirlerini sazla söylediklerini belirtir (Boratav, 1968:340).

Saz çalabilmek âşıkların önemli niteliklerinden biridir. Âşık saz çalmayı genellikle ustasından öğrenir. Âşık, deyişi belleğinde hazırlamak ve sözlerini melodilerle süslemek amacıyla sazını bir ilham kaynağı olarak kullanır.

Âşıkların ürünleri müzikle şiirin birleşimidir. Toplumların nağmelerini ezgiyle dile getiren ulusal sazları vardır. Türklerin de kendilerine özgü kopuz adı verilen telli bir sazları vardı. Çeşitli dönemlerde kopuz, kara düzen, bozuk, tambura, çöğür gibi sazlar kullanmışlardır. Usta âşıklar yeni ezgiler buldular, özgün makamlar yarattılar. Böylelikle zengin bir türkü dağarcığı oluştu (Artun, 2001:66).

Bade İçme ve Rüya Geleneği:

Rüya motifi, âşıklık geleneğinde sık karşılaştığımız bir motiftir. Bazı âşıklar maddî aşktan manevî aşka geçerken, saz çalıp söylemeye başlarken, ilâhi araçlarla yani, bir mürşidin bir pirin, Hızır Peygamberin rüyada tecellisiyle âşık olup saz çalmaya başladıklarını söylerler. Bunlar, halkın inanışına göre ilham kaynakları “ilâhî” olan âşıklardır (Köprülü, 1986:217). Bir diğer araştırmacımız rüyalar ve Şamanların, sihri, din hayatını çevreleyen ögelerin, Anadolu mistizminde aracı rolü üstlendiğine değiniyor (Başgöz, 1952:238).

Âşık edebiyatının temsilcileri için rüya motifi bir hareket ve başlangıç noktasıdır. Âşıkların gerçek hayat hikâyelerini incelediğimizde rüya görene kadar belli bir süre ya bir usta âşığın yanında çıraklık yaptıklarını veya âşık fasıllarının sık sık icra edildiği, halk hikâyelerinin anlatıldığı yerlerde yetiştiklerini görmekteyiz (Günay, 1992:110). Âşıklık geleneğinde rüya nedeniyle âşık olmak oldukça yaygındır. Bazı âşıklar gelenek gereği rüyalarını anlatmamakta, bazısı rüyasını hatırlayamamakta, bazısı pir elinden dolu içtiğini söylemektedir. Bazı âşıklar da badeli âşıklığa inanmamaktadır.

Atışma (Tekellüm) Geleneği

Atışma, âşıkların dinleyenler karşısında karşılıklı deyişmeleri ve bu deyişmeler sırasında birbirleriyle zaman zaman iğneleyici fakat mizah çerçevesinde söyleşmeleridir. Âşıkların doğaçlama olarak karşılıklı, belli kurla çerçevesinde söyleşmelerine yaygın olarak “atışma” adı verilir. Bunun yanı sıra “tekellüm, âşık karşılaşmaları, deyişme, kovalama, karşı – beri” adları da verilmektedir.

Atışma, en az iki âşığın dinleyiciler huzurunda karşı karşıya gelerek, saz ve sözle, kurallarına uygun olarak deyişmeleri esasına dayanır. Atışma yapacak âşık doğaçlama olarak şiir söyle yeteneğine sahip, usta bir âşık olmalıdır. Yenilenin sazını kaybetmesi söz konusu olduğundan, her âşık atışmaya girmeye cesaret edemez. Âşık karşılaşmaları, âşıkların seçiciler önünde sazlı – sözlü diyaloglarla karşılaşmaları demektir.

Lebdeğmez Geleneği

Âşıkların ustalıklarını sergilemek için bir çeşit söz hüneri olarak başvurdukları bir biçimdir. Âşıklar, içinde “b, p, m, v, f” dudak ve diş – dudak sesleri bulunmayan sözcüler seçerek şiirlerini okurlar. Âşıklar, dudaklarının arasına iğne koyarak yarışırlar.

Askı – Muamma Geleneği

Muammanın âşık edebiyatında önemli bir yeri vardır. Muamma düzenlemek ya da muammayı çözmek zekâ, bilgi ve tecrübe ister. Her aşıkta bu kabiliyet yoktur. Pek çok âşık koşma, semâî vb. nazım biçimlerinde çok başarılı örnekler vermiş olmakla birlikte, ne bir muamma düzenlemiş ne de bir muammayı çözmüştür. Bâde içmiş bir âşık için muamma asmak ya da indirmek hünerin yanı sıra ustalığın göstergesidir.

Dedim – Dedi Tarzı Söyleyiş

Koşma ve semâîlerde, âşık ve sevgilinin karşılıklı söyleşmeleridir. Bu tarzda, sevenin övgülerine karşılık sevilenin âşığı küçümseyişi ve böbürlenerek güzelliği ile övünüşü dile getirilir.